29 Kasım 2011 Salı

Reklamcıinsankişisi Hürriyet Blog Ödülleri Gecesinde 3

gözlerim fıldır fıldır. ünlü bi reklamcı bulup yanına gitmeli ve tanışmalıyım derdindeyim. derken Levent Erden'i gördüm. o an haldır haldır koşmam lazım ama kalbim ağzımda, çarpıntı bastı pıt pıt terliyorum filan. sakinleşip gideyim dedim şimdi bu halde gidersem tuhaf şeyler olabilir. derin bi nefes aldım şimdi hazırdım. tam ayağa kalktım o tarafa doğru yürüdüm adam yok, kayboldu. çıldırcam ben bunun için mi ayağa kalktım yae zaten eteğim beni deli ediyor. balerin tütüsü gibi maşallah, şimdi arkası kalkar filan. kameralar fıldır fıldır dönüyor zaten yarın gazetelere bu şekilde çıkmak istemiyorum. eteğimi çekiştirerek adamı arıyorum. Külkedisi midir nedir, çıkışa ayakkabısını bıraktı da onu bulmamı mı istiyo acaba. sağolsun kıpkırmızı bi kazak giymişti, elimle koymuş gibi bulabilcektim ama bulamadım. elim eteğimde, bi elimde şarap, topuklu ayakkabıların rahatsızlığı bi yandan, çaresizce yerime oturdum.
baktım uzakta tanıdık bi yüz. Ertuğrul Özkök'ü gördüm. az önceki mağlubiyet çok koymuş olucak ki, kalktım yanına gittim. severek takip ediyoruz ben reklam öğrencisiyim diye salakça bi giriş yaptım. tabi adam da ne diycek garibim, sizin okulda konferans vermiştim diye bi cevap verdi filan. ben tam ciddi konulara giriş yapıcam derken yine hürriyetten önemli bi zat geldi adamın yanına oturdu ben kaldım mı orda malak gibi. bikaç dk daha oturdum ama yok, benden sonra gelen adam kaptı Ertuğrulu, ben yine 1-0. dağdan gelip bağdakini kovdu yani. kalktım gittim artık napcam adam şimdi yanlış anlar filan.

dakikalar geçti, yanımdaki kızlar kendi kafasında, kaynaşma filan hak getire. ve Bedük sahnede! baktım kalktılar bunlar sahnenin oraya dans etmeye gittiler. ama hiç davet etme filan yok kıçlarını dönüp gittiler resmen. darbe darbe üstüne yemin ederim, millet sözleşmiş gibi gelen vuruyo giden vuruyo. küçük emrah gibi kaşlarımı indirdim bi süre milleti izliyorum, amaan ne kalkcam yaae diyorum. salak, kalk oyna işte oturmaya geldim sanki, ama nasıl içim geçmiş var ya yaşlı nineler gibi milleti izliyorum. eeeğh yeter be dedim, kendimi sahnenin önünde buldum. kızlar baktım alkolün de etkisiyle beni tanımadılar mı naptılar, kendi aralarında bi el kol hareketleri, bi iki yana sallanmalar. ben de kendime temiz bi sayfa açmaya karar verdim. salona girmeden girişte beni karşılayan hürriyetten kızları gördüm. bildiğin eğleniyolar, nasıl kıskandım var ya hemen diplerinde bittim. kız beni tanıdı. bu arada salona girmeden kızla aramızda şöyle bi dialog gelişmişti:

-sizin hangi blog?
-reklamcıinsankişisi
-aa o siz misiniz? ben sizi takip ediyorum harika bi blog.
-ciddi misiniz? teşekkür ederim(popom o sırada Kaf Dağında tabi bi havalara girdim)

sonra gitti diğer kızlara söyledi filan bak işte reklamcıinsankişisi diye. eneemm ben resmen ünlü olmuşum lan dedim. neyse işte sahnenin önünde yalnız başıma ürkek bi ceylan gibi milleti keserken, bu kızları görünce sevindim, nasılsa bunlar beni seviyolar şimdi beraber kardeş kardeş eğleniriz dedim ve yanılmadım. hemen gülümseyerek kanatlarının altına aldılar beni. yaralarımı sardılar, yalnız kalmıştım çünkü, Levent Erden'i bulamamıştım, Ertuğrul Özkök'ü de elimden almışlardı, ama şimdi güvendeydim, kimse beni üzemezdi. ve başladık kopmaya. Bedük de nassıl tatlı bi herif yani o geceden sonra en büyük hayranlarından oldum desem yalan olmaz. kızlarla bayaa kaynaştık. bunlar sahneye çıkıyolar zavallı Bedük arkada kalıyo görünmüyo. beni de çağırdılar zaten hafif bi sallanma başlamış gözler dönüyo, başımı salladım yok diye. şimdi düşerim bi yerim açılır filan hiç kendi ellerimle rezil olmak istemiyorum dedim cool bi şekilde dansediyorum. gene yalnız bıraktılar bunlar beni. küfrediyorum tabi içimden. neyse ama sonra herşey tatlıya bağlandı, çok eğlendik valla. dur bakalım dedim, kendimi koklamaya başladım, anammm leş gibi kokuyorum, bi lavaboya gideyim elime yüzüme su çarpayım şimdi babamla döncem eve bu kokuyu duyarsa daha da gelemem böyle gecelere, kendi ellerimle fişimi kendim çekmeyeyim dedim. bir sallanıyorum ama, her yer normal. bi benim olduğum yerde deprem var gibi. insan gibi yürümeye çalışıyorum filan ama insandan başka herşeye benziyorum. oha yaa bide yukarı yapmışlar wc'yi. hay ben... o merdivenler bitemedi, tutunuyorum, şimdi yarın gazetelere TUVALET MERDİVENLERİNDEN MALKOÇOĞLU GİBİ ATLAYARAK KIÇINI BAŞINI KIRAN GERİZEKALI KIZ GECENİN İÇİNE SIÇTI diye büyük puntolarla manşet olcam. aynada baktım kendime, salak salak gülümsüyorum. yaa alkol denen şeyi icat ediyosun da, alkolden sonraki salaklığı neden icat ettiniz lan dedim. spastik gibiyim çünkü. neyse hiç makyajımı filan tazelemedim, ne tazeliycem millet şu an burda değil, zaten karanlık, kimse yüzümdeki kapatıcıyı allığı görmiycek emin ol dedim yavaş yavaş indim.

döndüm kızların yanına. bi ara gaza geldim ben de çıktım sahneye ama ben hayırlı bi iş için gelmiştim. verdim ayfonu kızın birinin eline, artık o halde nasıl poz verilebilirse, Bedükle resmimi çek dedim. adam orda artık cinnet geçirse azdı. bildiğin sahneyi işgal ettik, adam arkada dansçı gibi kaldı. zaten bi ara dedi ''dansçılarım nasıl ama'' diye. neyse ben indim sahneden kızın yanına gittim telefonu alcam, kız dediki ''şanslısınn profesyonel fotoğrafçıya denk geldin kıps^_^'' pfff ona bakarsan ben de koskoca Reklamcıinsankişisiyim olm diycektim de yazıktır iki lokma hava atmak istiyo işte ne diye boğazında bırakayım dedim. adamın süresi doldu, gitcek artık. biz bi bağırdık bi daha diye. geldi sağolsun tekrardan gönüllerimize su serpti ve sonra gitti. bizi terketti:(
adam gitti ama millet hala dansediyo. oturdum ben, baktım hürriyetten kızlardan en samimi olduğum geldi telefonlarımızı aldık ayaküstü öyle kaynaştık. sonra dedi işte biz burdan başka yere geçiyoruz. dedim babam bekliyo gidicem ben(gülmeyin lan). sonra da Külkedisi gibi kapıdan çıktım.

28 Kasım 2011 Pazartesi

Reklamcıinsankişisi Hürriyet Blog Ödülleri Gecesinde 2

aha! burnuma reklamcı kokuları geliyor. yeni bir av buldum, solumda iki kız vardı benim yaşlarda. oley yalnız olmıycaktım! yavaş yavaş aç bi aslan gibi avıma doğru yürüdüm.

-selam. blogger mısınız?(böyle bi giriş de kainatta yok he)
-hayır biz x ajansdan geliyoruz(hoho işte bak o kokular boşa diilmiş bak, işte reklamcılar!). sen blogger mısın?
-evett^_^
-aa hangi blog?
-reklamcıinsankişisi
-aa ne güzell.

sonra tanıştık, kartlar verildi, içkilerimizi alıp boş bulduğumuz bi yere oturduk. Hürriyetten birtakım önemli kişiler çıktı sahneye, sunumlar yaptılar, ben ama dinlemiyorum. o anın atmosferine kapıldım gidiyorum.

adamları uzaylı filan mı sandım naptıysam.. gayet üst düzey yöneticiler, önemli bir gazetenin işte müdürü şusu busu, reklam ajansı müdürleri, gazeteciler cart curt adamları yemek kuyruğunda görünce içimden aynen şunlar geçti. ''allam tiplere bak ben burda oscardaymışçasına salınırken adamlar eline tabak alıp dolma dolduruyor. az cool olun lan sıçtınız atmosferin içine!''. ama hayvan gibi de acıkmışım yani, yanımdaki kızlar da gittiler. cool olcam diye burda açlıktan ölcem. ee yerim lan coolluğu dedim ve kuyruğa doğru yürümeye başladım. kızlar kuyruğu bitirmişler tabakları hayvan gibi doldurmuşlar dönüyolar. kızların yüzüne filan bakmıyorum gözlerim dört dönüyo tabaklara bakıyorum sadece. ayy keşke sizle gelseydim dedim. bunlar gittiler ben de paşa paşa kuyruğa girdim. lan şimdi bunlar reklamcılar olabilir, ne malum belki bunlardan biri benim patronum olcak, kendimden emin durayım, hepsinden azcık alayım, zaten balıketliyim şimdi elimde beni tabakla görünce ''boşan da semerini ye. daha ne yicen ayı'' diycekler, en azından diyetteymişim gibi görüneyim. içseslerim aldı başını gitti. bilmediğim tuhaf tuhaf yemekler mezeler dizilmiş bana bakıyo. önlerini de okumuyorum artık kendimi nası kaptırmışsam. bildiğim ve gözüme güzel gözükenlerden birer kaşık aldım. lan baktım koskoca upuuzun dikdörtgen masa bitmiş, doldurcak yemek kalmadı. tabağımla gözgöze geldim, o ne lan hiçbir şey yok ki burda. lan yoksa ben orda havalara girerken biri tabağımdan mı yedi naptı. yuh dedim. lan o kadar yemek vardı bu kadarcık mı almışım vay anasını. kediye versen yemez. neyse sonra sağıma bi döndüm enemmm! tatlılar!! o_O beni benden aldılar. yaa bu işkenceyi bana neden yapıyosunuzz! tamam yemekler boktan ama siz harikasınız bilseydim en başta size gelirdim özür dilerim affedin benii dedim. o kadar zarif ve güzellerdi ki (böyle de tatlıların önünde saygıyla eğilen, özür dileyen bir insanım ben) yanımdakilere bakıyorum benden daha açlar. hiiç orda yok karizmaymış yok zerafetmiş.. gayet işkadını lan bunlar, tatlılara abanmışlar. yalnız olmadığım için sevindim, bi aç ben değilmişim vuhuu dedim ve tabağımla elele gittim oturdum.

kimlerin yanına oturmuşuz dersin? benim de yarıştığım kategorinin 1.si orda oturuyormuş. ben tabi bilmiyorum. ödüller dağıtılırken adam baktım kalktı sahneye gitti. bildiğin sahnede ve ödülü aldı. üstüne bide resmini çektirdi. ben izliyorum tabi. elimde kocaman yemek tabağı, dokunsan ağlıycam, o adam bi buraya gelsin var ya kedi gibi saldırcam sen kimsin de benim ödülüme göz dikiyosun laann! sinirden kendimi yemeğe verdim, hiç artık cool görüneyim telaşı filan kalmadı, lopur lopur götürdüm. sonra geldi sanki beni tanıyomuş gibi gözümün içine bakarak ''naaberr aldın mı babayı'' diyerek oturdu. o ödülü ben almalıydım, yani ben alıcaktım emindim ouff modu neyse ki kısa sürdü. ''heyy saçmalama!'' dedim, ''hadi ama. sen harika bi reklamcısın!'' ve bütün reklamcılık yeteneğimi hop diye kullanmaya karar verdim. harika bir gece olucaktı! benden sonrası tufan dedim ve bıraktım kendimi.

Reklamcıinsankişisi Hürriyet Blog Ödülleri Gecesinde

bir Bumads gecesini geride bıraktık. geceye dair ayrıntılar yazmakla bitmez ama kısa kısa hatırlayabildiklerimi yazmaya çalışıcam.
sabah uyandığım saniyeden itibaren deli bi heyecan sardı dört bir yanımı. elim ayağıma dolaştı, yetişemiycem telaşı, resmen ordan oraya koşturdum. aksilikler de hep böyle önemli zamanlarda olur. bi yere yetişmeye çalışıyosundur o lanet oje taşar, bi yerine bulaşır, makyajın bok gibi olur, çorabın kaçar filan. neyse göz açıp kapayıncaya kadar mario gibi başarıyla o levelları atlattım bi şekilde. son durak kuafördü. gayet günlük şekilde gittim ama çıkarken kadın şunu dedi: o kız bu kız mı! kapıdan çıktığımda gece artık başlamıştı!

yol boyu babamın beynini yedim. yaa ben sahnede ne söyliceemm, ya kekelersem, acaba burası mı, başka Hilton yok dimi, aa onlar neden ordan gidiyeee, ya kesin yanlış geldik babaa.. adamcağız yine iyi dayandı valla. umarım benim gibi bi kızım olmaz :P bi trafik var bide, millet resmen benim acelem olduğunu biliyo sırf gıcıklığına arabasına atlayan Taksim yoluna çıkmış. bi yarım saati trafikte yedik resmen. sonunda Hilton Convention Center göründü! ve bende başladı yine kıpırdanmalar. allam nolur şimdi ayağım takılmasın, spastik gibi hareketler sergilemeyeyim pilis yalvarıyorum dedim içimden ve kendimi kırmızı halıda buldum. bildiğin Oscar gecesi. topuklu ayakkabıyı icat eden adama sövdüm durdum, lan olm onu nasıl bi kafayla buldun allaşkına söyle. dik yürümeye çalışıyorum o zaman da robot gibi görünüyorum. neyse kırmızı halı aşamasını da geçtik. içerde girişte Hürriyet'ten arkadaşlar güleryüzle karşıladılar, adıma bir ağaç dikildiğini öğrendim göğsüm kabardı!

ve ve ve... salona girdiğim an kalbim durdu, o an yaşamıyorum hayaletim, ya da böyle konuşamadığın sesinin çıkmadığı ama bişiler söylemek için kendini yırttığın rüyalar vardır ya, öyleydi. o an orda delice zıplayabilirdim! o an orda tüm salonu baştan aşağı koşabilirdim! o an orda sevinçle bağırabilirdim! yapmadım tabi bunları. davetiye tek kişilikti, dedim tamam, yalnız geldim, bok gibi geçicek, offf. neyse bari şimdi heyecandan düşüp kalmiyim oturayım dedim. ilk gördüğüm koltuğa oturdum yanımda oturanları gözüm bi yerden ısırıyo, kim lan bunlar, hmm şu kır saçlı olan adam kesin Hürriyet'in üst düzeyinden biri o tip var valla diye düşünüyorum. amaan banane üff dedim milleti izlemeye başladım. içkiler geliyo filan. karşımda 3 kız. artık dayanamadım

-merabaa blogger mısınız?
-hayır biz Hürriyetteniz.
-(hoca error)

birkaç dakika daha orda öyle malak gibi etrafı kestim sonra sıkıldım valla. öeehh dedim kalktım. kendime sövüyorum o sırada. az zarif yürü lan direk mi yuttun naptın, arkadan gören erkek sancak hee. gerçi etek giydim allahtan. tüm zerafetimle tıkır tıkır yürüyorum, arkalara gittim böyle tüm salonu görüyorum ordan. aldım telefonumu elime, başım sıkışınca arayıp saçmaladığım kızarkadaşlarımı aradım.

-kızımm şu an nerdeyim biliyo musun?!!
-aa biliyorumm. süperr!
-hee biliyodun dimi. lan napcam kimse yok kaldım böyle malak gibi allamm
-tatlım sakin ol. gecenin tadını çıkar.
-temamm.

(ulan ben neden arıyosam. onlar da yani şimdi.. insan bi arar, naptın der, hangi magazin programına, gazeteye çıkcan diye bi sorar dimi ama yook benim arkadaşlarım sağolsunlar. neyse salla büyüklük bende kalsın. sıradakii)

-aloo canımm napıyosunn bil bakalım nerdeyim!!!
-aa oraya gitcektin sen dimii. ay ne güzeaalll
-heea ordayım şu an. ya ben çok heyecanlıyım. bide yalnızım, bide burası baya kalabalıkk. keşke sen de burda olsaydınn
-canım canım.. ya şey dicem biz yarın buluşcaktık ya hani..(kız gitmiş buluşmadan filan bahsediyo. olm ben burda bilmemkimlerle aynı havayı soluyorum sen bana ne diyosun. dinlemedim tabi. o konuştu ben söyliceklerimi söylüyorum hala. biraz daha saçmalayıp kapattım zaten)
-o değil de oha kimler var burda!

26 Kasım 2011 Cumartesi

Reklamcıinsankişisi ile Röportaj 2

evet yine Reklamcıinsankişisi'nin yanındayız. Kendisiyle yeni başladığı henüz 28 günlük romanından, planlarından ve blogundan konuştuk.


Başlayalım bakalım. Öncelikle hayırlı olsun mu diyelim ne diyelim, yeni romana başlamışsın.
Evet hiç aklımda yokken, bir akşam birşeyler yazıyorken bir anda bu yazdıklarımın roman olması gerektiğini hissettim. Hem bir okuyucu hem de amatör bir yazar olarak o mısralar ancak bir romana ait olabilir diye düşündüm ve hemen havaya girdim.

Bu senin ilk romanın aynı zamanda. Neler hissediyorsun, roman yazmakla ilgili neler söylersin bize?
İlk aşklar kolay kolay unutulmuyor. Bu roman da benim ilk romanım ve ona şimdiden nasıl bağlandım görsen. Roman yazmak elbette şiir ya da blog yazmaktan farklı. Bir kere çok iyi bir motivasyon ve kendini unutturacak kadar hastalıklı bir sadakat istiyor. Ondan başka şey yapmamanı bile gerektiriyor çoğu kez. Ben tabi maalesef zaman zaman günlük rutinde kafam başka başka şeylerle dolu oluyor filan, işte o zaman gerçek bir vicdan azabı, ya da ne bileyim bir çeşit suçluluk duyuyorum. Çok başka duygular gerçekten. Şimdilik iyi gidiyor ama.

Belki bahsetmek istersin, romanın ne anlatıyor?
Şimdilik sürpriz diyelim.

Hmm.. Meraklandım şimdi. Peki ne zaman yayınlanacak en azından onu söylesen.
Açıkçası bu işler pek plan programla olmaz bence. Yani ben önümüzdeki yaz yayınlamayı düşünüyorum hatta bana kalsa bir an önce çıksın ve o gururu hemen yaşayayım. Belki de sonbahar olur, hiç belli olmaz. Anlatılan hikaye, kahramanlar, mekanlar kitabın yayınlanacağı tarihi kendisi belirler aslında.

Hürriyet Bumerang'ın Blog ödüllerinde sen de yarıştın. Neler yaşadın bu süreçte?
Bir kere acayip heyecanlı ve sabırsız bir süreçti. Kaç yarışmacı var, kimler ne kadar oy aldı, en önemlisi ben ne kadar oy aldım hiç bilmiyorum. Yapabildiğim tüm reklamımı tanıtımımı yapmaya çalıştım elimden geldiği kadar. Sosyal medyadan tanıdığımız Pucca sağolsun destek verdi. Kendisiyle yazın bir röportaj yapmıştım ordan tanışıklığımız var. Birçok kişi destekledi, tanıdığım tanımadığım herkes oy verdi. Böyle olunca da bir yandan kazanacağıma olan inancım kuvvetlendi, bir yandan olaya dışarıdan baktım ve dedim ki ''iyi ki bu blogu açmışım''. Nereden nereye.. Blog nedir ne yapılır hiç bilmeden yazmaya başlamışım, sonra yavaş yavaş takipçilerim arttı ve en sonunda bir yarışmaya katılıyorum. Tüm bunları bana yaptıran bir güç hissettim. O güce minnettarım.


İÇİMİZDE KALABALIK BİR KORO TAŞIYORUZ

Reklamcıinsankişisi neler yapıyor, ne gibi fikirler peşinde? Her röportajda başka bir yüzünle karşılıyorsun bizi.
Evet seviyorum sanırım içimde bir sürü ben taşımayı. Renklilik, farklılık güzeldir. Elif Şafak Siyah Süt'te buna çok harika bir şekilde değinir. İçimizde birbirinden çok farklı 'ben'ler var ve bunlar devamlı bir savaş halindeler. Aslında hepimiz içimizde bir sürü insanla beraber yaşıyoruz. Her ne olursa olsun biz içimizde kalabalık bir koro taşıyoruz. Nil Karaibrahimgil de bir şarkısında bundan bahseder ''bir öyle bir böyleyim, her gün tanış benimle''. Ruhumuzdaki renklerden bir demet yapmak gerek. Farklılıklardan sızlanmak yerine. Kadın erkek ilişkileri kitaplarında da ''karşınızdaki kişiye kendinizi tam olarak açmadığınızda, size dair her gün şaşıracağı birşey bıraktığınızda o ilişki monotonluktan kurtulur'' derler.

Her konu hakkında bilgin varmış gibi bir hava sezdim ben. Doğru mudur?

Herşey hakkında bilgisi olan insanları seviyorum, sanırım öyle olanlara içten içe imreniyorum da. Öyle bir toplumda yaşıyoruz ki, insanlar bir konu hakkında bilgisi yokken bile yorum yapabiliyor. Zamanı ve imkanı olan her insan kendini geliştirmeli diye düşünüyorum. Yani bir ortamda oturduğum zaman oradakilerin konuştuğu herhangi bir konu hakkında söyleyebileceğim iki çift sözüm yoksa kendimi eksik hissederim, bu yüzden olabildiğince araştırmaya, okumaya çalışıyorum. Sonuçta bizi hayvandan ayıran birşey bu. Yani ha koltuktaki kedi, ha sen, bir fark olmuyor. Söylediğin gibi bir izlenim vermişsem ne mutlu bana.

Madem edebiyatla ilgili biri var karşımızda, biraz da edebiyattan bahsedelim. En son hangi kitabı okudun mesela?
Şahane Hatalar'ı ve Pucca'nın son kitabını yeni bitirdim. Şimdi yeni bir kitaba başlayacağım ama kararsızım. Ruh halime göre değişiyor biraz. Sanırım Patti Smith'in Çoluk Çocuk'unu okuyacağım çünkü çok merak ediyorum. Burdan Patti'ye de bir selam çakmış olduk böylece.

Önceki röportajımızda erkekleri konuşmuştuk. Bu kadar kısa sürede fikrinin değişeceğini sanmıyorum ama son röportajın devamı niteliğinde bir 'kadın erkek ilişkileri' sorusu sordum farzet.
Ama sen damardan girdin şimdi(gülüşmeler). Öncelikle gözlemlerim tüm hızıyla devam ediyor. Eğleniyorum ben ya bilmiyorum, çok böyle oturup ağır mevzulardan bahsetmeyi sevmiyorum. Garip ama, birşeyler çiziktiren her insan muhakkak bu konuyla ilgileniyor. Benim ama herhangi bir iddiam yok açıkçası. Genel olarak gözlemlerim, arkadaşlarımla muhabbetlerimiz, abilerim var, konuyla alakalı programlar, kitaplar, biraz da ilgili olunca ortaya fikirler çıkıyor. Benim yaptığım sadece bu.

Takipçilerine söylemek istediğin birşey var mı?
Sınırları aşmak, kendinden taşmak isteyen ve içinde durduramadığı bir çılgınlık taşıyan ya da ''evet yaa ben büyümedim hala çocuğum!'' diyenler beni izlemeye devam edin çocuklar! Çılgınlığımız bol olsun! Tatlılıklar.

20 Kasım 2011 Pazar

and the oscar goes to Reklamcıinsankişisi

şu an bu satırları yazarken bile kalbim güm güm atıyor. 23 Kasım Çarşamba günü Hürriyet'in Blog ödülleri gecesine gidiyorum!
geçen gün, fosur fosur uyurken baktım sanki biri başucumdaki komidini tırmalıyo. o ne lan King Kong eve mi girdi naptı diye gözlerimi ovuştururken meğer telefonum titriyomuş, sessizdeydi. elime aldım baktım bi numara arıyo ama tanımıyorum. gözlerim zor açılıyo, sabahın 11'i. evet 11 pek sabah olmuyo ama benim için sabah işte olm. açsam mı açmasam mı derken nasıl olduysa telefonu kulağımda buldum. baktım ses yok, ben de bişi demiyorum. sonra cırtlak bi kız sesi

-iyi günler biz Hürriyet'ten arıyoruz blog ödülleri için. törene katılıcak mısınız?

hemen heyecan yaptım gözler fıldır fıldır

-ne? e-evet katılıcam. kazandım mı?(burda bağırdım tabi sevinçle)
-hayır törene katılacak olanların listesini hazırlıyoruz. sizi de yazıyorum öyleyse.
-evet evet katılcam yazın
(sesim sabah sabah bi travesti gibi çıkıyo. bunu düşünüp üzülüyorum, gıcık tutmuş bide sesim çıkmıyo öğöğö diye boğazımı temizliyorum bi yandan. rezil oldum, bi yandan kızı anlamaya çalışıyorum)
-tören çarşamba günü.. bla bla bla
-teşekkürler.

telefonu kapattım, başımın üstünde hemen ampul yandı. oha, törene ben de gidiyorum! uyku filan kalmadı, başımı yastığa tekrar koydum neler giyceğimi düşünüyorum. saçımı nasıl yapsam, üff tek kişilikmiş davetiye malak gibi kalcam orda kimseyi de tanımıyorum. salak, nasıl tanıycaksın törende basın mensupları, reklam ajansları, medya filan var nasıl tanıycaksın zaten. yerimde duramıyorum, kalktım yüümü yıkadım, kendime gelmeye çalışıyorum. bu insanlık için küçük ama benim için büyük bi adım. kendimi sahnede hayal etmeye başladım. böyle oscar kazanmış hollywood starları gibi. ismim okunuyor, ben gayet şıkır şıkır giyinmişim çok cool bi şekilde sahneye yürüyorum pat diye ayağım takılıyo ama düşmüyorum. tabi karizma yerlerde(hayalimde bile sakarım yaa!) öhöhmm hiçbişi olmamış gibi gülümsüyorum şirinlikler falan. sahneye çıktığımda donakalıyorum! karşımda koskocaman bi salon ve ana baba günü, oha lan burda kaçbin insan var derken, herkesin bişi söylememi beklediğini görüyorum. mikrofona yaklaşıyorum. o da ne, anaa sıçtım! ne diycem lan şimdi, bunu hiç düşünmemiştim. neyse teşekkür ediyorum, gülümsüyorum, gözüm dolmuş gibi yapıyorum, sakinleşmeye çalışıyorum, ödülümü havaya kaldırıyorum ve sahneden iniyorum.

haftalardır bekledim ve sonunda listedeyim! ama finalistleri hala açıklamadılar. ilk 3'e girdim mi, üff kaç oy aldım acaba, daha kaç rakibim olduğunu bile bilmiyorum diye diye 1,5 aydır stresten yemeden içmeden kesildim, 1 kilo vermişim hatta. çoğu gitti azı kaldı, yüzdüm yüzdüm kuyruğuna geldim. resmen 3 gün kaldı. ben şu an sadece ne giyeceğime odaklandım, şimdi abartıp kına gecesine gider gibi giyinip boya küpüne düşmüş gibi gidip rezil olmayayım. kot giycek halim de yok lan koskoca tören. sanırım yarın çıkıp alışveriş yapıcam, yapmam lazım yani. sahnede ne söyleyeceğimiyse hala bilmiyorum, birazdan kalkıp yutupdan oscar kazanmış hollywood aktrislerini izlemeyi düşünüyorum. bana şans dileyinn^_^

17 Kasım 2011 Perşembe

doğumgünüme sayılı günler kala etenşın!

çocukluğumdan beri hep filmlerde gördüğüm gibi doğumgünlerim olsun istedim. kahramanımız olaydan habersiz, o gün doğumgünü olduğunu filan unutmuştur. işi başından aşkındır, yetişmesi gereken işler cart curt. ailesi, arkadaşları da az şerefsiz değildir hani, hiç çaktırmazlar. en ufak bir ima, bir mimik, hiçbir ipucu bulamazsın. neyse işte bir şekilde akşam olur. kahramanımız işten çıkar, evine doğru yola koyulur. o kadar yorgundur ki, eve girdiği an ayakkabılarını fırlatarak hoop diye yatağa atlamak suretiyle uyuyacaktır. evin kapısına gelir, anahtarı deliğe sokar ve eve girdiği an ışıklar yanar çığlık kıyamet kopar ''iyi ki doğdun'' diye. evin içine sıçılmıştır çok afedersin. her yer her yerdedir. renkli renkli kağıtlar, balonlar, koltuklarda hediyeler, gerizekalılar halının üstüne bişiler dökmüşlerdir artık ne zıkkımlanmışlarsa. yani kısaca kabus gibidir. kızın kafasından bin tane düşünce geçer, şimdi bu evi kim temizliycek diye suratı beş karış asılmış, ''ahah asdads XD'' diye salak salak suratına bakan bir sürü insan karşısında yalı kazığı gibi dikilmiş, güya kıza sürpriz yapmışlardır. ah sen onu bide kızcağıza sor, içinde volkanlar patlıyordur, içi kan ağlıyordur, onca pisliği nasıl temizleyeceğinin derdindedir. neyse kız alışmaya çalışır ama yok, imkanı yok alışamaz. deli gibi uykusuz, karnının gurultusu 5 metreden duyuluyordur, şaftı kaymıştır 12 saattir uyanık zombi gibi ortalıkta dolanıyordur. hiiç doğumgünü filan mikinde değildir. doğumgünü ne lan diye millete bakarken sağa döndüğünde şap diye yılbaşında doğumgünlerinde filan kullanılan o gereksiz, üfleyince pıt diye uzayan renkli kağıt çubuk var ya hah işte şap diye suratına üfler biri. bu atraksiyonun adı doğumgünü değil, kabusgünü olmalıdır. tutmasalar kız kendini camdan atıcaktır. neyse saatler geçer, kız yavaştan alkolün de etkisiyle onların kıvamına gelmeye başlar. espriler, şakalar, komiklikler, gülüşmeler derken bir doğumgününün daha sonuna gelinir. kız mutlu olmak bir yana, 1 yaş daha yaşlandığını ve daha da çirkinleştiğini düşünürken, ortalık da pislik içinde tabi, görüntü yavaş yavaş bulanıklaşır ve the end.

ama dur. şimdi tüm bunları hiç yaşanmamış farzet. yazının en başında söylediğim cümlenin hala arkasındayım. ben daha böyle eğlenceli, daha genç, daha unutulmayacak türden doğumgünlerine özeniyorum. ne bileyim, gene sürprizli olsun ama hiç ummadığım şeyler olsun. böyle hop diye karşımda ummadığım insanları göreyim, çok süper hediyeler gelsin, çok şık olmalıyım(şansıma da tam vizem var o gün anasını satayım, melek gibi değil malak gibi olcam), peri kızından farksız olmalıyım, hem çok şeker hem de çok cool olmalıyım. ama şu yaşıma geldim, hep mi aynı şekilde olur abi. hatırlıyorum, ergenlik zamanlarım.. yine bugünkü gibi doğumgünümü hayal ediyorum filan. hayatımdaki bütün insanlar toplanıp organize olmuşlar süprüz yapcaklar bana, o çok beğendiğim elbiseyi giymişim, çok manyak bi doğumgünü oluyomuş böyle tamam mı. o gün geldi çattı. akşam babam aradı pasta neli olsun, annem geldi baban arıyo pastan neli olsun, zıkkımın kökü olsun da diyemiyorum, karşında arkadaşın yok sonuçta. içim kan ağlayarak çikolatalı ühühühü:'( diye cevap verdim. hakkını yemeyeyim, sürprizli doğumgünlerim de oldu ama tipik bi yurdum ailesi, Boston'da yaşamıyoruz sonuçta. soyadımız da Brown değil.

az önce yine doğumgünümü düşündüm. pastanın üstüne klasik ''iyi ki doğdun'' yazmayın bari lan az yaratıcı olun. her sene her sene aynı lafı görmekten o pastanın üstüne kuscam o olcak. ne bileyim ilginçli bişi olsun. bide iyi ki doğduğumu insanların söylemesine hiç gerek yok cidden. iyi ki doğdum onu biliyom, o Allahın emri zaten. bana bunlarla gelmeyin. bilmiyorum herşey zaten monotonken bari doğumgünümüzde bi marjinallik yapalım dimi ama. hele o gün doğumgünün olduğunu feysten görüp formalite icabı soğuk soğuk kutlamıyolar mı fitil oluyorum, ki bunu herkes yapıyo, ki bunu ben de yapıyorum:P ayrıca umarım şu anda en çok dilediğim şeyi mumları üflerken dilemek zorunda kalmam, şıp diye o dileğim doğumgünümde gerçekleşir. yani aşık olduğum çocuk kendine kurdele takıp kendini alsa gelse bi taşla iki kuş işte hem hediye hem dileğimin gerçekleşmesi, mumları üflerken de başka bişi dilemiş olurum böylece^_^

o zaman ne diyoruz ''doğumgünüm bana geldiğin gündür''

12 Kasım 2011 Cumartesi

reklamcıysam günahım ne

reklamcı olmak zor zanaat. bunu şu an böyle çok bilmiş bi şekilde söylediğime bakma, daha reklamcı olmadım ama reklamcı olmanın üstüme yüklediği sorumluluklar ''bak kızım çok dayanıklı olman lazım'' bi meslek seçtiğimi gözler önüne seriyor. bi örnekle başlayayım istersen; ben böyle diyet olaylarına deli gibi kafayı takmış biriyim bu yıllardır böyle. mesela bazen böyle artık işi o kadar abartıyorum ki meyve bile gözüme böyle profiterol gibi ağır, delice kalorili gözüküyor ve yemiyorum mesela. sonra başlıyor eleştiriler ''nasıl reklamcısın herşeyi yemen lazım'' benim haberim yokken biri gayet ciddi bi şekilde çıkıp ''reklamcılar herşeyi yesin, pisboğaz olsun, boşansın da semerini yesin!'' filan diye höt höt basın açıklaması yaptı da benim mi haberim yok. lan zaten pisboğazım o cepte, ama bana bunu tekrarlamanıza hiç gerek yok cidden.

gayet alakasız anlarda biri çıkıp ''sen reklamcı olucaksın şunu şunu yapman lazım cık cık cık'' diye kaynana gibi tepemde homurdanmasa o kadar mesut olucam ki. hayır bide söyledikleri şeyler reklamcılıkla o kadar alakasız ki. reklamcılar uzaylı mı lan?! sanki biri çıkıp 70 milyon insana beleş kitap dağıtmış bak kitap isimleri de aynen şöyle:

NASIL REKLAMCISIN SEN

REKLAMCININ YAPMASI GEREKEN 100 TEMEL DAVRANIŞ

REKLAMCILARA SAKIN İNSAN GİBİ DAVRANMAYIN

REKLAMCIYA HER AN ''SEN NASIL REKLAMCISIN'' DEMENİZ LAZIM DEMEZSENİZ KÜSERİM BAK

bu 70 milyon da hiç işi yokmuş gibi oturmuş bu kitapları bi güzel hatmetmiş ve sonra reklamcı gördükleri anda hopp o radarlar açılıyo çat çat çat diye laf sokmaya başlıyolar anasını satayım. ben oturup sesimi emre kongar gibi yapıp bunlara ''hmm, kitleleri yönetmek.. reklam insanları kandırmaz.. bıdı bıdı'' diye maval okumuyorum ama nerdeyse herkes sözleşmiş gibi gelip laf sokuyo filan. bide bunu söyleyenler de reklamcı filan değil ha. orası da ayrı mevzu zaten. hani reklamcı olsa bi yere kadar, eleştirsin başımın üstünde yeri var ama azcık bi aynaya bak be hacı, hoş mu yani, evli evine köylü köyüne, git kendi sektörüne. bizde böyle bişi var bilmiyorum neden ama her konu hakkında bilgi sahibiymiş gibi yorum yapmalar, bi afralar tafralar.. yani bazen düşünüyorum da, biz boşuna okumuşuz be üstad, yani insanlar böyleyken, sen naparsan yap eleştiricek ıcığını cıcığını çıkarıcak illa ki bi eksik gedik bulcak e ne diye dirsek çürütüyoruz, uykusuz sabahlıyoruz, kendimizi paralıyoruz.

sırf reklamcıyım diye önüne gelen bi tekme daha vuruyo benim günahım neydi, notre damın kamburu muamelesi çekiyolar resmen. yangın anında ilk kurtarılacaklar arasında olmamak çok üzücü.

ama artık yeter! nası reklamcısın, bide reklamcı olcaksın şeklinde banyo terliğiyle ağzına vurulasıcalar bi adım daha atarsa atarım kendimi he! koltuktan tabi o ayrı:P

3 Kasım 2011 Perşembe

duydum ki ağzımıza sıçmaya meylediyorsun, etme.

2-3 gündür sana o kadar küfrediyorum ki. benim de bir insan olduğumu unutmuş gibisin. sanki böyle sadece kendi çıkarı için güleryüz gösteren, hiçbir şekilde karşısındakini tanımaya çalışmayan önyargılı ve yüzeysel arkadaşlar vardır ya hah işte onlar gibisin. abi insan oturur iki kelime eder, bi derdin sıkıntın var mı, neden depresife bağladın diye hiiç hal hatır sormak diye bişi yok. varsa yoksa kendi bildiğin.
derse gelip ders adına zırvalamak yerine kendi hayatından kesitler anlatan, derste bişi görmedim ki neyse gidip bari notları alayım diye yanına gittiğinde tersleyen gerizekalı hocalar senin yanında melek kalır. seninse işin gücün milleti nasıl üzerim, aa bak şu salağın kafasını bi karıştırayım kalbini kırayım üstüne de tatlı niyetine, gün içinde binbir çeşit pürüzle karşılaşsın oh kebap. tek yaptığın bu. ondan sonra yok efendim gidiyorum ben. git nereye gidiyosan git ama yapma böyle, üzme beni.
bi tek ben olsam iyi, sen herkesi üzüyosun. içinde hümanistlikten zerre yok anasını satayım. hayat zaten yeterince zor, bi de sen kalkmış uğraşıyosun. hayır anlamıyorum ki ne alıp veremediğin var bizle.
güne bok gibi başlıyoruz, sinirli çekilmez nemrut tiplere dönüşüyoruz. ota boka ağlıyoruz, karşıdan sevmediğimiz insanlar(!) gelse koşa koşa gidip sarılcak kafadayız, ölceğini haber almış gibi nerdeyse gidip hayatımızdaki bütün insanlardan helallik isticez. halimiz içler acısı, biz bitmişiz. bu durum daha ne kadar sürecek bilmiyorum ama buna artık bi son vermezsen gidip halka açık bi yerde bağırcam o olcak, yeter lan!


geri gidip hayatımızın orta yerine ediyosun, yukardaki satırlar da sana girsin Merkür!