30 Eylül 2012 Pazar

yaş yetmiş(70) iş bitmiş oloomm

evet canlarım işte yine karşınızdayım. bugün size, deneyip %100 çalıştığını gördüğüm ''yaş yetmiş(70) iş bitmiş'' olayını anlatıcam.

bilen bilir, büyümek demek heyecanlarının yerini gerçeklerin aldığı saçmasapan bir şey. heyecanını kaybetmeyen evet kaybetmiyor, hatta heyecanına heyecan katan insanlar hayatın tadından yiyemiyor. ve fakat işin bir de 'madalyonun öbür yüzü' kısmı var, heh işte o madalyonu şimdi yavaşça yere bırak ve üzerine bak, şu yazıyı göreceksin: olm madalyonda hayat dersi mi yazar! tamam tamam traşı kestim.

şimdi bu madalyonun öbür yüzü var ya, o yüz o gada pis, o gada haysiyetsiz, bi o gada halden anlamaz bir yüz ki..

neden mi?

çünkü sen madalyonun normal yüzüne odaklanmışken hoop ''ahahah ben madalyonun öbür yüzüyüm olomm'' diye çıkıveriyor mal değneği! büyümek, işte o madalyonun öbür yüzünü görmek demek ve bunu sen de biliyorsun sevgili okur.


işte işinin bittiği durumlar

a) Aşk
tam aşık oldum derken, çat! sevdiğin sana abi deyiveriyor, ben seni arkadaş olarak görüveğdim deyiveriyor, hatta böyle delicene çok şanssız bi tipsen ''uff snne be slk :S'' deyip gidiveriyor. bunlar olmadı mı, çat! ortada hiç bir sebep yokken o malak gelip seni terkediveriyor! neden, ''iliktirik ılımıdım yieaa''. hay o 'iliktirik' direği sana girsin, trafolar patlasın oturma yerlerinde emi! bu da mı olmadı, çat! bir de bakıyorsun adamın/kızın hiçbir şeyi olamamışsın.

şimdi işin bir de alternatiflerine bakalım.

b) İş
işsizsin, uzun zamandır iş arıyorsun. arayabileceğin her yeri arayıp, olur olmaz yerlere Cv'ni attın, su arıtma cihazı satan eblek yüzlü pazarlamacılar gibi kapı kapı gezdin ama hala bir şey olmadı mı? na işte karşına madalyonun öbür yüzü çıkmış işte :(

sonra yok efendim ''hayat gizel, çog gizel''. bok güzel! böyle şeylerle karşılaşıp hala 'gizel' diyen tipini yiyim senin ben. evet hayat çok güzel ama keşke ''her güzelin bir kusuru olur'' ya da ''o kadar kusur kadı kızında da olur'' diyen Murphy'ci kurallar olmasa ve böyle 'işinin bittiği durumlar'la karşılaşmasak.

c)Arkadaş
olayın bir de 'arkidiş' boyutu var. paralel evren gibi bir şey bu da. saçmasapan yani. çok sevdiğin, her şeyini paylaştığın, hatta işin bokunu çıkarıp resmen kardeşin gibi gördüğün arkadaşın gün gelip belki platonik belki karşılıklı sevdiğin dangalaklar gibi ağzına sıçıp gidiyor. ama gitmeden önce itinayla ağzına sıçmayı ihmal etmiyor. onu hiç tanıyamadığın için, ya da yanlış tanıdığın için kendine mi küfredeceksin, ona mı lanet okuyacaksın bi şaşırıyor insan. mantıklı biriysen ona lanet okuyor, duygusalsan kendine küfrediyorsun. birlikte geçen zaman, paylaştıklarınız, anılarınız da sanki sen yaşamamışsın gibi yabancılaşmaya başlıyor. ve böyle böyle artık kimseye kolayca güvenmemen gerektiğini öğreniyorsun. işte bu da hayatın sana 'waffle vermeden önce acılı adana yedirmesi kuralı' oluyor. acısa da öldürmüyor ama acı olmadan da tatlı yenmiyor.




dinle: Pj Harvey - This is Love

23 Eylül 2012 Pazar

Reklamcıinsankişisi Çaylaklar Kampı'nda - 10 ve bu son^_^

13 Temmuz Cuma günü sunumlar bitip herkes ayaklandı dışarı çıktık. hava yaz gibi, ki Temmuz'un ortasındayız, nasıl güneşli. içerdeki kasvet, stres, heyecan bitip dışarı adım atıp güneşi gördüğümde aklıma gelen ilk şey ''yaşasın özgürlük! viva la vida!'' tövbe tövbe mapus damından çıkmışçasına. dışarda hemen kalabalık oluşturduk. çaylaklar tabi vakit kaybetmeden jürideki reklamcıların yanında bitmiş. kimi gülüşüyor, kimi pür dikkat dinliyor, kimi staj koparırım umuduyla tebessüm edip duruyor, yani herkes farklı telden çalıyor. ben de artık neresi gözüme eğlenceli göründüyse daldım aralarına. 2 hafta boyunca kendimizi yırtıp stres küpü olmuşuz, sunumun heyecanını hala atamamışız, sanki birazdan biri çıkıp ''pardon yaee sunumları baştan alcaz sori :/ '' diyecekmiş gibi hala fenalardayız. çünkü hala kimin 1. olduğunu bilmiyoruz. ama akşama parti vardı ve bu bir nebze olsun rahatlatıyordu. Çaylak Kampı 2012 ekürisi olarak toplu fotoğraf çekme zamanıydı! çıktık amfiye, oturduk, okuldan arkadaşım olan canım arkadaşım makinayı ayarlarken hep bir ağızdan ''hadii çabukk :) '' diye onu çağırırken ''geliyorumm'' dedi ve yanımıza koşup oturur oturmaz fotoğrafımız çekildi. fotoğraf çekileceği söylendiğinde, poz vermek için yerlerimize geçtiğimizde, fotoğraf çekildiğimiz saniyelerde ve çekildikten sonraki birkaç dk nasıl hüzünlüydü anlatamam. vedalar hep üzüyor ya.

o koskoca 2 hafta çoktan bitmiş, gözümüzde büyüyen sunumlar 10 dk'lık işmiş. proje yöneticisimiz Ömür'cüm dedi ki ''burdan Reklamcılık Vakfı'na geçicez partiye''. parti lafını duyan ben fifuvv diye içimde kelebekler hoplayıp zıplamaya başladı bile. bu arada partinin bizim vakıfta olacağını biliyorduk, hatta 2 gün önce vakfa ilk adımımızı attıktan sonra ''bu ne la parti burda mı olcak nası sığcaz pii :/ '' diye pislik pislik bakmıştık ama evren bi kıyak yapmayı bize çok görmüştü. sunumlardan sonra kararın değişmediğini, ''ya bi çılgınlık edip şu zavallıcıklara şöyle unutamayacakları bi parti verelim taam yeaa'' diye düşünmediklerini öğrenmek güvendiğimiz karlara dağ yağdırdı. evet dağ. biz başladık tabi hemen şımarmaya ''yaee nasıl sığcaz oraya, Sortie'yi filan kapatabilirlerdi cık cık. olm Ozan Doğulu'ya bile razıydım :('' diye. bulmuş bunuyor diye buna derler anlıycağın.

kalabalık dağılmaya başlayınca, teker teker giden çaylakların ardından bakarken ''eller ayırsa bile yollar ayırsa bile, yıllar ayırsa bile biz ayrılamayız :( '' diye üzülmeye başladım. boru değil, baya kaynaşmıştık, komün halinde bir amaç uğruna o taş amfide bir Catering şirketinin her gün aynısını getirdiği sandviçlere beraber küfredip, 2 hafta boyunca sık sık tam kahvemizi yeni almışken Ömür'ün gelip ''arkadaşlar sunum başlıyor'' demesiyle kırılan hayallerimizi, boynu bükük yeni yaktığımız sigaramızı sıcacık tazecik kahvelerimize koyup çöpe atmış, sigara ve kahve molalarında 40 yıllık reklamcı gibi triplere girip ''evet yaae bir de öyle bişi var :/ '' diye havalara girmiştik, arada birbirini kesenler bile olmuştu lan ne aşklar başlayamadan bitti :P

İlkay Hocam'ı (İlkay Yıldız) görüp yanına gittim. kendi ekibiyle konuşuyordu, ekip dediğim de aynı kampta olduğumuz diğer çaylak arkadaşlar. beni görünce ekibine tanıtmaya başladı ''eheh sizin mentorunuz olabilir ama bizim çoktan tanışıklığımız var. farkımız tarzımız beyb ;) '' dedim içimden. derken artık gidelim dedik. kimle gittim, tabi ki İlkay Hocam'la. yol boyu yine heyecanla yanında yürüdüm. Tünel'den Reklamcılık Vakfı'na yanımda yılların reklamcısı İlkay Yıldız, Reklamcılık Vakfı Vodafone Freezone Çaylak Kampı 2012 partisine gitmek üzere İstiklal'de yürüyordum. sonunda gelmiştik. kapıdan girdiğimizde ışıklar, müzik, içerisi filan, abi bildiğin parti olmuş bu dedim içimden. ve arkadaşlara selam verip bıraktık kendimizi.  


partinin yerini şaşırdım içimde zannettim dışımdaymış
 
aynı zamanda okuldan da arkadaşım olan 4 yıllık arkadaşım ve diğerleriyle kanepeleri görünce verdiğimiz tepki ''uuv güzel görünüyorlar''. zavallılar nasıl öküz gibi acıkmışız birkaç kanepeyle karnımız doycak sanki.

hoaaa diye kanepelere saldırırken gözlerimizin içinin gülmesiyle tadına baktıktan sonra suratlarımızın yamulması arasında 2 saniye vardı yoktu. daha önce tadına bakmadığın, adını bile bilmediğin kanepenin tadına bakmıycakmışsın bunu anlamış olduk.

parti boyunca o kadar saçmaladım ve güldüm ki, sanırım o son geceki imajım 2 hafta boyunca bıraktığım imajı silip atmıştır. ''ya hani bi kız vardı ya üst kattan aşağıdaki fotoğraf makinasına poz veren'', ''şu şey vardı ya, hani her fotoğrafa girmeye çalışan kız'', ''partinin sonlarına doğru sertifikalar verilirken her isimde huoovvv diye bağırarak ortamı coşturmaya çalışan kızı hatırladın mı'' diye hatırlanma ihtimalim çok yüksek. ama ne sarhoştum, ne de salak gibi görünmeye çalışıyordum. tek yaptığım 2 hafta biriken stresi atıp, hazır hep birlikteyken süper eğlenmek. ki herkes halinden memnundu gayet. yaptığım esprilere gülenler şimdi hiç konuşmasın zaten. gayet de kendim gibiydim. ki bayık bakışlarla sıkıldığı her halinden belli olanları bile salak gibi görünmek pahasına gülümsetebilmek kolay iş değil sfsdfk. tamam tamam şaka yapıyorum.

güzel partiydi, ara ara balkona çıkıp ''nolcak halimiz, sen staj yaptın mı, ben şurda yapmıştım, sunumlar bla bla'' diye gerçek hayata dönsek de içeri girdiğimizde müzik ve eğlence devam ediyordu. ve şimdi sıra sertifikalardaydı. alfabetik sıraya göre herkes teker teker ortaya gelip sertifikasını alıp proje yöneticileriyle fotoğraf çekerken istisnasız çıkan herkeste hoaaa diye bağırıp tezahürat yaptırmam, hepimizin de şampiyon olduğumuzu, aslında bir kazanan olmadığını, hepimizin de gönüllerin 1. olduğumuzu anlatmak istememdendi belki. duygusal biriyim, böyle düşünmemi garipsemeyin beyler bayanlar. ardından bize verilen karton çantada kiremit gibi bi reklamcılık kitabı ve Çaylak Kampı sertifikasının dışında bir adet de yeşil yumuşak bir çekirge olmasına koptuk. en son toplu fotoğraf çekelim dedik, projenin başındaki kadın demez mi ''arkadaşlar çekirgeleri havaya kaldırınn ahaha''. ciddiydi. çocuk üst kata çıktı biz ellerimizdeki çekirgeleri havaya kaldırıp kahkahalarla yukarı bakarak poz verdik.

ve sıra 1.nin açıklanmasına gelmişti. heyecanla yerlerimizi alıp ortada yuvarlak olduk. proje yöneticileri ön konuşma yapıp hepimize teşekkür ettikten sonra başladı dereceye girenleri açıklamaya. ''3. olan ekip..'' dedi, ben bizim ekibe bakıp ''tırt.. 3 ne yaa 1. biziz olm bakın şimdi şş'' diyorum. açıklandı 3. değilmişiz. sıra 2.ye gelmişti ''ya bi dur saçmalama 2 ne abi hey allam, tabi ki 1. olduk'' diyorum. açıklandı 2. de değilmişiz. tabi bu arada alkış kıyamet, her açıklamada höykürüyoruz, özellikle de ben :P ve sıra 1.ye geldiğinde nefesler tutuldu. bu arada hiç kimse dereceye giren hiç bir sunumu hatırlamıyor o sırada. ama herkes de fısır fısır dereceye girenleri çekiştiriyor, ee insanoğlu böyle işte. ne demişler, başkasının acısına üzülmek kolaydır, önemli olan sevincine sevinebilmek. böyle miydi bu ya? tamam tamam.

tüm ekipler kendi aralarında 3. bile olamadıklarına üzülürken.. ''ve 1. ekip..'' cümlesini duyduk dünya başıma yıkıldı. tabii ki 1. biz değildik. ''olm iddaa kuponu gibi kehanet yapmıştım, fanatik gibi totem yapmıştım 1. bizdik, biz kazanıcaktık olamazzzz! :( kaderrr sen bize nazik davranmadın, hani bizdik ühüh :'( '' diye içimde zılgıtlarla yas moduna girdim. şaka bir yana, hani ''önemli olan katılmaktı'' lafı var ya, o laf harbiden doğru işte. hiç tanımadığımız insanlarla tanıştık, süper reklamcılarla tanıştık, harika sunumlar izleyip, stresiyle heyecanıyla sevinciyle dolu dolu ve unutulmaz 2 hafta yaşadık. zaten üzerinden 2 ay geçmiş olmasına rağmen koskoca bir yazı dizisi yazdığıma göre bende bıraktığı izi tahmin etmişsinizdir. bi ara Ömür'e sorduğum gibi ''bir daha katılamıyoruz dimi? :) ''



ps. buradan, Çaylak Kampı'nda tanıştığım tüm arkadaşlarıma selamlar, tatlılıklar. iyi ki tanışmışız :)

14 Eylül 2012 Cuma

Reklamcıinsankişisi Çaylaklar Kampı'nda - 9


Çaylak Kampının büyük finalden önceki son akşamı, yani 12 Temmuz perşembe akşamı Beşiktaş'ta saatler 00:00'ı vurup biz Külkedisi'ne, belediye otobüsleri bal kabağına dönüşünceye kadar sunumu hazırlayıp evlere dağılmıştık. adeta zombi olmuş, ayakta uyusam da gayet spontan bir şekilde heyecanlanmaya başlayıp o hızlı konuşmamla ekipteki kıza yol boyu ''ya saçmalama tabii ki 1. biz olcaz! kampın en süper reklam kampanyasını biz yaptık görmüyor musun!'' şeklinde gaz veriyor, alttan alta kendime de ''elalemi fişekliyom ama olm bence hakkaten biz kazancaz lan şaka maka!'' demeyi de ihmal etmiyordum.
                      
                                                                                                                          
büyük gün geldi de bana mı geldi anasını satayım

sunum sabah 10'daydı. erkenden kalkıp akşamdan bayramlıklarını hazırlamış çocuklar gibi heyecanlı, süslendim püslendim dualar edip evden çıktım. mentor 8:45'de burda olun son hazırlıklarımızı yapalım demişti. gerizekalı kuaför fön çekcem diye saçıma bi girdi, giriş o giriş bi daha da haber alamadım. durmadan saate bakıyorum mentorun suratını düşünüyorum geç kaldığımda nasıl bir suratla karşılaşcam onu canlandırıyorum ve şıpır şıpır soğuk terler döküyorum ama kuaför denen canısı oğlan alt tarafı fön çekicek ama nassıl hanım hanımcık tini mini elleri saçımda böyle. ağzına iki tane çakasım geldi ''alovvv geç kaldım laa!!'' diyemesem de bakışlarımdan anlamış olcak ki sonunda bitirdi.

hop hop koşturup atladım tramvaya. 2 durak sonra in dolmuşa bin. hayatım olmuş evliya çelebi bildiğin. neyse yapcak bişi yok, yol boyu kah korkudan titreyip kah mentordan yiyeceğim zılgıtlara dayanıcak gücüm olup olmadığını, eğer yoksa bu acıyı kalbime gömmenin yollarını aradım durdum. ekipteki kıza mesaj attım: canım yaa mentor geldi mi naptınız ben yoldayım. ve gelen cevapla dramın kralını yaşadım: evet çoktan geldi. ordaki ÇOKTAN büyüdü büyüdü hançer oldu böğrüme saplandı. saate bakıyorum dakikalar koşturuyor ''ne çabuk 9:15 oldu laan :( '' diye üzgün suratımla dolmuş camından Galata'dan İstanbul'u seyrederken sonunda gelmiştim. sesim titreyerek ''ışıklarda inebilir miyiiiğğmm'' deyip titreyerek indim. başladım koşmaya. 2 adım sonra karşıdan bizimkileri görmemle dünya başıma yıkıldı. oturmuşlar sunuma gömülmüşler mentor hararetli bişeyler anlatıyor bizimkiler hizada pür dikkat dinliyor. geri mi dönsem düşün o derece tırsıyorum ama şimdi koskoca 2 hafta çöpe gitcek, kampta kulaktan kulağa dolanan bi dedikodu vardı. kızın biri ilk gün gelmiş, 2. gün ekibi görüp ''bu ne yeaaa üff snne be slk :S '' deyip gitmiş. şimdi ona benzetirler filan. bir de yüzüp yüzüp kuyruğuna gelmişken herkesin gözünde korkak biri olmayı göze alamadım ve tüm cesaretimi toplayıp medivenleri çıktım.

masaya gelir gelmez gözlerim adama dikildi mimiklerinden ne düşündüğünü anlamam lazım sonuçta. bakmadı tabi. oturdum çantamdan notları çıkardım ve son hazırlıklar için onlara katıldım. kedisi intihar eden kıza akşam sunumu mail atmıştım görselleri ekliycekti filan. kız o kadar söylesem de hataları düzeltmediği için son dakika oturmuş onları düzeltiyorlardı. hepimizin gözü laptopta, mentor sonunda şaha kalktı ''nerdesiniz küçük hanım?'' adamın metalci olduğu için sesi zaten yeterince tok. aniden bunu dedi benim kalbim sıkıştı korkudan, civciv gibi bakıyorum gevelemeye başladım ''şe..şeyy... ben çok ö..özür dilerim hocam'' allahhıımm çaylak olmak neden böyle bir şey off :( diye üzülecektim de vaktimiz yoktu. neyse daldık sunuma. ama o 25 saniye ömrümden bi 52 seneyi almıştır, çok net. ve saate baktık 10:00 olmuştu bile. mentorun şaşırıp geç kaldık demesiyle içeri geçtik.


sahne tozu yuttum, tamam artık ben oldum

12 ekip var biz 4. sıradaydık. ilk 3 grup sırayla çıkarken biz de o sırada arkaya bi yere geçmiş son bi kez sunuma bakıyorduk. tabi ekibi gazlamaya tam gaz devam ederken oturdum hiç üşenmedim tek tek yazım hataları ve noktalamaları düzelttim. sahneye geçip havalı havalı sunmak iyi hoş da arkada danalar gibi dev ekranda dahi anlamındaki de'ler da'lar bitişik, ıyy çok tiksinç. ben bizimkilere ''olm bu ne! kim yazdı la bunu enemm o da'lar hep bitişik ıyy'' derken bunlar bana ''yaae nolcak kim bakcak ona'' derken jüriden bi reklamcı da bu duruma uyuz oluyormuş, sunum yapan ekibe bunun çok önemli olduğunu söyledi, ekibimdeki kızın hemen ''al al'' deyip telaşla laptopı bana bi vermesi vardı abovv. onları düzelttim, yetmedi bir de eklemeler filan da yapıp kıza verdim. ve sıra tam bize geldi sandık ve üç buçuk atmaya başladık ki ara verildi. o arada nolduysa noldu, ara bitti sıra bize geldi jüri yavaş yavaş toplandı baktık bizim mentor ortada yok. vaz mı geçti benle savaşmaktan acaba, uu ben kazandım sanırım diye düşünürken haber geldi eşi hastaneye gitmiş fıtık için diye. biz de o sırada çoktan sahnede bilgisayarı filan kurmuş, öhöm diye sesimizi temizleyerek adamı bekliyoruz düşün. en öndeki jüri de bize bakıyor böyle. tıpış tıpış indik tabi. hakkımızı bizden sonrakilere verip yerimize geçtik derken mentor geldi. önde reklamcılardan oluşan jüri, arkada bir sürü bize bakan kafa, başladık sunuma.

reklam filmini açtık izliyorlar, tek tek gözlerine bakıyorum jürinin. herkes başladı kahkahalarla gülmeye. insanın içinde bulunduğu bir işin güzel tepkiler alması kadar harikulade bir şey daha var mıdır diye düşündüm. o an her şeyden daha değerliydi bu benim için. 

sunum bitti sıra jüri değerlendirmesine gelmişti. kalbimiz elimizde heyecanla yan yana dizildik jüriye bakıyoruz. başladılar konuşmaya. genel yorum: tek kelimeyle bayılmışlardı! nassıl sevindik. hele ki çektiğimiz reklam filmine aşık oldular. ufak birkaç eleştiri geldi, onu da çaylaklığımıza verdiler. tabi jüride canım İlkay Hocam (İlkay Yıldız) da vardı gülümseyerek ona bakıyorum o bakıyor filan. derken Vodafone'un adamı başladı eleştiriye. yok efendim fikir güzel ama hedef kitlemiz bu değil, reklam güzel ama yanlış anlarlar. suratımız düşmedi desem yalan olur. ama gerçekçi de olmak lazım. reklamcıların beğendiği reklam iyi reklamdır ama reklamveren beğenmiyorsa bu zaten klasik bir şeydir. neyse deyip alkışlanıp oturduk.




sonraki yazı: valla son yazı olcak. vee Kapanış Partisi'nde neler neler oldu.

3 Eylül 2012 Pazartesi

Reklamcıinsankişisi Çaylaklar Kampı'nda - 8

12 Temmuz perşembe akşamı Çaylak Kampı'nın finalden önceki son akşamıydı. mentor acansa çağırmış, son toplantımızı yapmış ve sunumun son rötuşları için ekipce son kez toplanmıştık. acanstan çıkınca günlerin uykusuzluğu yorgunluğu, üstüne hayvan gibi açlık filan birleşince ortaya yavşak görünümlü sarhoş insanlar çıkmıştı. zombilerden zombi beğen. karşıdan karşıya geçemiyoruz gülmekten, ama böyle uykulu ve salak salak gülüşüyoz. otobüsler üstümüze üstümüze geliyor bildiğin. neyse 4'ümüz de ayrı kafadan şurda yiyelim burda yiyelim derken ekipteki 'kedisi intihar eden kız' bize bi yeri övdü bi gittik ben sığmam oraya öyle diyim. millet de bok varmış gibi dip dibe oturmuş, bi kalabalık ki sorma. anlamadım yemeğin içine büyü mü attılar naptılar ne bu marka sevgisi, bu ne şiddet bu celal. tuvalet kadar bi yer, dışarıya 2 masa atmışlar insanların sırtları birbirine yapışmış Siyam ikizleri gibi. bizimkiler de bişi demiyor, adam gelmiş oyalıyor ''şimdi bi masamız boşalır 10 dk bekleyebilir misiniz?''. he canım boş beleşiz zaten, bekleriz nolcak. sanırsın Masa restoran. dedim yürüyün gözünü seviyim. neyse gittik Keyefsiye oturduk. ben az önce Etiyopya'dan gelmişçesine elimde yemek tepsisi nıhaha diye gülerek oturdum. karınlarımızı doyurduk hiç vakit kaybetmeden başlamamız lazım. ekipteki 'kedisi intihar eden kız' tam 2 haftadır ne zaman buluşsak Nero'ya gidelim diye beynimizi nassıl seviyor, babasınınmış gibi nassıl övüyor var ya, sonunda dayanamadım ben de ''cınım itiraf et hadi babanın dimi Nero ehehe''. kız buluttan nem kapan bi tip, hemen surat bembeyaz kesildi sinirden. diğerleri de bana kaş göz yapıyor boşver bişi deme der gibi.

neyse yapcak bişi yok, hemen dibimiz Nero, geçtik oturduk. son gün heyecanı, stresi, fikir bulma telaşı birleşince 4 tane üzgün kafa, her birimiz başka alemde. 'kedisi intihar eden kız' evine gitti, evde hazırlıycakmış sunumu. zaten diğer eleman da konserde çalışıyor tam da zamanıydı. kaldık 3 çaylak. neyse geçen gün saniyede 845 defa ''beni Nevizade'ye bırakın o.O'' diyen elemanımız taktı kulaklığı, aypedinden mentorun acanstaki konuşmasını dinliyor notlar alıyor. benle diğer kız oturduk, bana dediler sen yaz sunumu. saate bi baktık 23:00. ''oha 1,5 saattir burda mıyız!''

gerizekalı telefonum kafayı yemiş biri arayınca sesim gitmiyor, karşıdan da gelmiyor. reklamcının telefonu da tuhaf oluyor diyomuşum. taam demedim. evdekiler meraklanmasın şimdi, gittim kasadaki kızdan rica ettim evi aradım. zaten biliyolardı ama yine de haber etmek iyidir. bizimkilerin içi rahat benim içim rahat, geçtim ekibin yanına. baktım ikisi de başka alemde. fikir bulcaz, sunum yapcaz diye adamlar uçmuşlar bildiğin. transa geçmişler gözler mayışmış. güya minik bi acansmışız ya böyle, herkes bişi olmuş. art direktörümüz 'kedisi intihar eden kız', müşteri ilişkileri 'konserde çalışan çocuk', stratejik planlama 'son gece 1. olcaz diye gaza getirdiğim kız', metin yazarlarıysa ben ve bizim 'Nevizadeci çucuk'. sunum için çalışırken bu şekilde çalışmadık elbette ama şakalaşırken filan böyle salak bi bölüşme yapmıştık. madem acansız, şu an kendi kendimin patronuyum dedim, metin yazarı edalarıyla kendime sigara molası verip aldım sigaramı çıktım dışardaki masaya oturdum. 


reklamcı zombi olmak zor iş yeaa

hemen önümdeki masadaki orta yaşlı kadın durmadan yanındaki genci öpüyor. adamın içinden ettiği küfürleri görebiliyorum. sağımda 2 adam, sırtı dönük olan kesin karanlık işler yapıyor belli, bi gizemler, bi kısık sesler. bana bakansa etrafta kadın var mı onun derdinde. gözleri durmuyor adamın. bi ara bana baktı, gözümü çevirip içimden saymaya başladım ''bi git yeaa. ben burda neyin derdindeyim hey allam. he aşık oldum he''

efendi efendi sigaramı içerken hayatımı düşünmeye başladım. hayat gerçekten ilginç, yaşadıklarımı düşünüyorum, yeni tanıştığım insanları, Çaylak Kampı'nı, reklamcılığı... sonra dank etti tabi, sigara dumanıyla cool cool klip çekermiş gibi düşüncelere dalmanın zamanı mı lan! dedim kalktım. bizimkileri bi silkelemezsem 27. rüyalarına başlıycaklar. saniyesinde yanlarında bittim ve Fatih Terim havalarına girip başladım teknik direktörlüğe ''hadi hadi şunu yapalım artık, hadi arkadaşlar az kaldı baksanıza bitiyor ha gayret!'' deyip son cümleleri de yazarken oğlan çıktı ben dışarda bekliyorum dedi. cafenin ışıklarını söndürdüler bizim yüzümüzden kapatamıyorlar resmen, ben loş ışıkta bilgisayar ekranının ışığı yüzüme vurmuş, yorgun gözler ve uykulu yanaklarımla ekrana bakıp bitirmek için kendimi maffediyorum. kız da bi yandan dürtüp duruyor ''hadi hadi'' diye. öbür kız gitti yerine bunu bıraktı resmen, dükkan onların lan sanki, sanırsın dükkanı kendisi kapatcak. lan bi dur bitiyor işte. hayır sanki feyse girmişim, sanki tivit atıyorum he. ''ben napıyorum lan! sunumumuzu bitirmeye çalışıyorum!!'' diye çıldırmadım ama içimden dedim efendi gibi. kibarlığımdan ödün vermem corç. ve son kelimeyi de yazıp kaydet'e bastım. pıtı pıtı eşyalarımızı toplayıp çıktık. bizim Nevizadeci ayakta uyuyor garibim, ''olm bi git yat şu tipe bak'' dedim. durağa yürürken bu dedi nerden gitcem, söyledik gitti. biz kaldık kızla. koskoca Beşiktaş meydanında 1 tane Kabataş otobüsü gelmedi. saat olmuş 00:30. kızla duygudan duyguya geçiyoruz. önce şeyaptık ''aaa, oha, saat 12 miiii! aiyy gece olmuşş!''. sonra sıra üzülmeye gelmişti, bu başladı dertlenmeye içlenmeye 


-ya napcaz bitmedi sanki :( 
-(bana da tuhaf bi şekilde aydınlanma geldi) sakın! süperiz kızım her şeyi bitirdik işte. kız son görselleri de yapcak, ben eve gidip kıza sunumu atcam. kesin 1. yiz ya deli misin! 
-hmm öyle mi diyosun?
-falımda çıktı kızım tebrik etceklermiş, kutlama varmış. var yaa nassıl içime doğuyor anlatamam, kesssin 1.yiz görceksin! huhhuuuğ! :D



Allah belamızı mı verdi nedir

baktık olcak gibi değil, dedim yürüyeyelim yolda gelir bu otobüs. bişeyi beklemeyince olurmuş ya hani, o hesap. yürüyoruz, kız büfeye girdi akbil doldurmaya, ben uzaktan otobüsün ışığını bi gördüm çıldırdım ''geldi koşş :D '' diye. otobüse bi bindik bomboş, ben durur muyum hemen bi espri patlattım ''ehehe sana otobüs kapattım bebişim''. ama gülmeye mecalimiz yok. kızın gözler kapandı kapanıcak, şaşırdı tabi ''salağa bak hala nasıl espri yapabiliyor bu halde bile'' demiş olmalı içinden. beni beğenen böyle beğensin valla. hiç. bu arada 'kedisi intihar eden kız' durmadan mesaj atıp duruyor buna. ''hadiii yollayın sunumuu'' diye. cevap gelmeyince beni arıyor. sonunda Kabataş'a gelmiştik, hemen fırlayıp tramvayda boş gördüğümüz ilk koltuklara kaplan gibi saldırdık. patates olmuşuz, bıraksan hoop diye 5. rüyama başlarım ama boş koltuk gördüm mü affetmem! şimdi uyursak gözleri açınca nerde uyanırsın bilinmez. bu yüzden zoraki konuşuyoruz, sırf uyuyakalıp son durakta organ mafyaları kaçırmasın diye. son 2 haftadır ilk kez konumuz Çaylak Kampı ya da Vodafone Freezone olmadan muhabbet ettik. bizimki hala mesaj atıyor ''ya hadi yatıcam ben ne zaman atıyosunuzz!!'' bi an kendimi kızın eski sevgilisi filan zannettim öyle bi tripte ki birazdan şöyle bi mesaj atıcak filan sandım ''Allah belanı versin! ne aptalmışım sevdiğini sanmıştım :( ''

-(eben dedim içimden) abi ne sabırsız kız yaa 10 dk sonra evde olcak de. 
-diyorum ama anlamıyor ki..

yarım saatin sonunda eve gelmiştim. pijamalarımı bile giymeden hemen oturup sunumu 'kedisi intihar eden kız'a attım, tam 1 saat boyunca durmadan itirazlı mailler attı, hatta hızını alamayıp aradı filan. söylene söylene ekrana bakıyorum annem delirdim sandı ''kızım mahvoldun 2 haftadır canım'' dedi artık. şimdi annem var diye küfürleri içimden sıralayarak sabredip son maili de attım ve başımı yastığa koyar koymaz mışıl mışıl uyudum.



sonraki yazı: tamam tamam seri bitiyor sonunda. Sunum günü neler yaşadık?