31 Aralık 2011 Cumartesi

2011'e veda ederken...

2011 sana laflar hazırladım olm, ama yazmıcam merak etme. asaletimi koruyicim bebeyim. koskoca bir seneyi daha yemişiz vay be. düşününce, biz ne kadar pisboğazmışız böyle. 365 gün yahu yalayıp yutmuşuz. tabağı silip süpürdük resmen!

arkana yaslan ve düşün...
çok hızlı geçti şu 1 sene dimi? evet, bana da öyle geliyor. sanki birisi hızlı çekimle ileri aldı, 2010'a sanki dün veda ettik gibi. her ne kadar çok hızlı geçmiş gibi dursa da neler neler yaşadık şu 1 sene. kimimiz aşık olduk, elele tutuştuk, öpüştük, ve sonra ayrıldık. kimimiz yeni bir işe girdik, artık ayakları yere basan bir birey olduk, kendi paranı kazanmanın hazzını yaşadık. kimimiz hayatının aşkını buldu, ben daha önce hiç aşık olmadım, ben bu adamla/kadınla evlenmek istiyorum dedik. kimimiz anne olduk, kimimiz baba. kimimiz mezun olduk, kimimiz üniversiteyi kazandık. her ne olduysa oldu ama birşeyler oldu ve biz büyüdük. çoğu zaman hatta her zaman büyümeye karşı olan, ölene kadar çocuk olduğuna inanan biri olsam da şunu biliyorum, bizi büyüten şeyler var ve bir şekilde büyüyoruz. bu 1 sene de beni, seni, bizi, hepimizi büyüttü. tıpkı 2012'nin de büyüteceği gibi.

ben çok meraklı bi insanım. 2010'da diyodum ki, yaa acaba 2011'de nolcak? nolcak yine yaşıycaz işte. yine uyuyup uyanıcak, yemek yiyip duş alıcak, okula gidip eve dönüceksin. ama sanki çok büyük şeyler olcakmış gibi, yada büyük şeyler olsun istediğim için meraklı melahat oldum. bu sene pek öyle değil. yani sonuçta anlamsızmış onu görüyosun.

noel ağacı süslemedim, sims'tekini saymazsak. hiç düşünmedim de. evet çok ışıklı, süslü püslü ve şeker bişi ama gereksiz buluyorum. 2011'e veda ederken, 2011 içinde sahip olduğumuz, kaybettiğimiz, pişman olduğumuz, memnun olduğumuz şeylere ve tanıştığımız, yollarımızı ayırdığımız insanlara da veda ediyoruz. insan her gün değişiyorken koskoca 1 sene nassıl değişiyor var ya. umarım alınacak dersleri almışızdır. ne dersen de, yine aynı hataları yapıcaz çünkü insanız ama yaptığımız hatayı da hiç değilse içimizden geldiği için yapmışızdır umarım. ve umarım milyon kere yaptığımız hatayı salak gibi yine yapmayız. o kadar da değil.

her sene olduğu gibi listeler yapılmaya başlandı. 2012'de şunları yapıcam, şunları asla yapmıycam şeklinde. plana programa asla uyamayan biriyim ben. robot muyum nan ben diyorum. tamamen içinden geleni yaparak, spontan bi hayat yaşamak, düpedüz göçebelik. ama şikayetçi değilim. ha liste yapmadın mı dersen tabiki yaptım. ama 2012'den dilediklerimin listesini yaptım. söylemek istediğim, yani şimdi kalkıp 2012'DE YAPACAKLARIM VE YAPMAYACAKLARIM diye bi liste yapsaydım bile biliyorum kağıt üstünde kalıcak, asla uygulanmıcak. eğer siz de benim gibiyseniz, takmayın derim. tamam formalite icabı gene liste yapın ama kasmayın valla bak, olan olcak zaten.


2012'ye saatler kala, biz yine beklentiler içine gircez orası kesin. şimdi hevesinizi kırmak gibi olmasın ama boşuna heyecan yapıyoruz ya neyse. haa bu arada piyango bana çıksın lan onun bile listesini yaptım bak çok ciddiyim. bide aranızda ciddi ciddi noel babayı gören olursa selamımı söyleyin. ama bana uzak olsun pilis, korkuyorum öyle böyle değil. neyse. hadi bakalım güzel bir sene olsun. aşk isteyen hayatının aşkını bulsun, terfi isteyen patron olsun, para isteyen zengin olsun. çok orjinal ve deli bir yıl olsun! hepimiz için mutluluk olsun..

mutlu yıllar^_^

24 Aralık 2011 Cumartesi

misafir denen şey sen çok gereksizsin!

hepimiz ikiyüzlüyüz.

eve misafir gelir. adettendir önüne bişiler getirirsin. ''inan yeni yedik geldik. vallaha bak sofrayı bile kaldırmadık. hatta bulaşıkları bile yıkamadık hemen geldik'' der ama içi kıyılıyordur, önüne bok koysan yer. ama yalan söyler.

ev sahibi yüzlerine güler:
''yaa hiçbir şey yemedinizz.''
ama gözleri fıldır fıldır, içinden küfürler eder, eeh kalk git artık evine der. önlerini doldurur yiyecekle ama gel gör ki her lokmasını sayar. ''hmm tabağını bitirmedi, öküz sanki senin artığını yiycem. yiyosan ye işte ne yarım bırakıyosun ki.''

en cömert ev sahibi bile olsa misafirine ikramları hep karşılık bekler. ''ben bu kadar kendimi yırttım hele bi evine geldiğimde önümü donatma sen o zaman görceksin gününü!''

çocukluğumdan beri misafir denen şeyi sevemedim. misafirliğe gitmekse hep benim için eziyetti. bi tek işte çocukken şey diyodum ''annee hani bi kadın var oğlu çok tattlıı onlara gidelim.'' muhabbetim buydu yani. onun dışında eve gelen misafir benim için canımı almaya gelmiş azrailden farksızdı. hala öyle. bunları şu an evde misafirler varken yazıyorum bu arada.


Dünyanın en pislik şeyi misafir çocukları

işin bide misafir çocukları boyutu var onu unutur muyuz hiç. yeryüzünün en gereksiz, en pis, en gerizekalı çocukları misafir çocuklarıdır. benim gibi çocuk hastası insan bile bunu söylüyosa artık sen anla. o çocuklar kendi eviymiş gibi bi çıldırırlar, yediklerini yere döker, pencerelere elini sürter, yere tükürür, koltukları çimdirir. çocuk değil King Kong anasını satayım. içine şeytan girmiş sanki gerizekalı. çocuğu uslu tutmaksa evin kızı yada oğluna kalmıştır.

-kızım/oğlum çağırsana çocuğu yanına. canım git hadi ablanın/abinin yanına bak bilgisayar var sana oyun açıcak

allamm bu bir işkence! ben orda çok önemli bişi yapıyorum. sims oynuyorum twitterda sörf yapıyorum feysbukta iletisine ''sağ elimi solumla avuttumm:('' yazan insanlara gülüyorum işim başımdan aşkın. bide elin piçini mi susturcam hey allamm desen de elin mahkum, hele bi yapma da gör anneden gelcek zılgıtı.

-gel cınım gel(dişini sıkar. sinirden kendini tırmalar. gel canım gel nasıl katil olunur sana uygulamalı olarak anlatıcam)
-anneeeeğğğ kolumu sıkıyoo buuu.
-aaa hiç olur mu öyle şeyy gel ben seni çok seviyorum!!!
-ühühüğğğ yaa bıraağğkkk bööööüüğğğ

çocuğa güya oyun açıcaktın. çocuk yanında sen nette takılmaya devam edersin o da spastik gibi seni izler. bi süre sonra sıkılıp içeri gider, bu defa anne gelir

-çocuğum misafirlerin yanına niye gelmiyosun kapattın kendini odaya. bak çocuk da sıkılmış neden oyun açmadın
-üff anne yaa banane otursun işte sizinle hayret bişi

saniyeler sonra çocuk tekrar gelir. annen de orda olduğu için mecburen kraloyunu açıp bilgisayarı çocuğa verirsin. annen gider. roller değişmiştir bu kez oturup spastik gibi izleyen sensindir. kendi kendini yiyip bitirirsin salağın biri gelip bilgisayarını elinden aldığı yetmiyormuş gibi nasıl mutlu bide şerefsiz. yapcak bişi yok sen de kalkıp portakal soyarsın.


sonunda giderler. kendi bulaşığın pisliğin dağınıklığın yetmezmiş gibi elalemin artığını pisliğini, bide kendilerinin küçük versiyonları olan gerizekalı çocuklarının bulaşığını temizlersin. şu yaşıma geldim hala misafirlik denen şeyin neden varolduğunu bilmiyorum. misafir denen şeyi bulan adama burdan küfürlerimi arz ederim.

23 Aralık 2011 Cuma

eğer umrunda değilsem bu senin aptallığındır

senden nefret edebilirim her an. sevgimden öldürebilirim de. ayı yavrusunu severken öldürür çünkü. ama bu kez nefretim sevgimden daha çok. sen tabi her zamanki gibi bunları bilmiyorsun.

takıntılısın dediler, kafayı sıyırmana az kalmış dediler, bu kadar saçmalama dediler. deli gibi davrandım. biliyorum ben seni çok abarttım. seni anlattığım herkesin gözünde tam bir kaçığım! bu yine senin umrun dışında. 'kaçan kovalanır' zırvalığına öyle kaptırmış gidiyorsun ki, çıkıp gözünün önünde bi dama çıkıp ''TUTMAYIN BENİ!'' diye bağırsam gülüp geçiceksin ve ben, kendimi parçalasam bile senin buna yalnızca gülüp geçecek olmandan nefret ediyorum. hayır hayır elbette sen de hoşlanıyorsun benden. her iddiasına girerim. seninki basit bi ego müsameresi yalnızca. egona bu kadar hapsolma tatlım, hepimiz insanız. işlerini yaparken, öğle arasında acıkıp yemek yemek isterken, işten eve dönerken, ya da aynaya baktığında aklının ucundan bile geçmiyorsam eğer, bu benim değil senin aptallığındır. ben günlerdir hasta yatağımda ölümü bekleyen ihtiyarlar gibi zavallı gibi aptal gibi seni düşünürken senin umrunda değilsem bu benim değil senin aptallığındır.

oturup bildiğim tüm küfürleri edebilirim sana. hakedip haketmediğin değil konumuz. konumuz senin düpedüz odun olman. ne zaman akıllanır, ne zaman aptal egondan yorulup soluklanıp olanları görürsün bilmem. bildiğim, o güne kadar bu dükkan sana kapalı. tilkinin dönüp dolaşıp geleceği yer kürkçü dükkanı olabilir ama ne ben kürkçüyüm, ne de senin dönüp dolaştıktan sonra gelebileceğin biri. bu yazıyı okur musun bilmem ama eğer okursan evet sana yazdım ve evet çok daha fazlasını yazabilirdim. sadece yorgunum, bu yüzden bu gece hepsi bu.




artık ne yaptığın ve nasıl olduğunun benim için bi önemi yok. ve biliyor musun sevgilim umrumda bile değilsin.

16 Aralık 2011 Cuma

sen ne pis bişeysin Kırismıs

yılbaşı denen zırvalığı kim bulmuşsa gidip omuzlarından tutup ''neden haa nedeenn!!'' diye bi silkelemek kendine getirmek istiyorum. çünkü çok salakça bişey. daha 15 gün var ama mağazalar alışveriş merkezleri filan havaya girdi bile. ıyy her yerde çam ağaçları, çam ağacı şeklinde bişiler bişiler, tuhaf tuhaf sesler çıkaran değişik hareketler yapan korkunç noel baba oyuncakları(evet lan o oyuncaklara öyle bi ses kaydediyolar ki yanından geçerken bi anda korkudan hoplayabilirsin), her yer kırmızı böyle. hiçbir yılbaşı kafanızdaki yılbaşı gibi olmaz bi kere. merak etmeyin kar filan da yağmıcak. ''bunlar tamamen hayal ürünü, kapitalizmin kandırmacası'' diycem ama sanmayın ki yaşlandım, sanmayın ki içim geçmiş. yaş ilerledikçe insan bi ayılıyor açıkçası, yılbaşıymış doğumgünüymüş bunlardan bi cacık olmadığına.

yeni yıldan herkes başka başka şeyler diler. çoğu benzer şeylerdir: hayatımın aşkını bulayım, zayıflayayım, çok süper arkadaşlarım olsun bol bol gezeyim, bi anda trilyoner olayım falan filan. sanki yeni yıla değil de bi uzay aracına biniyoruz da gözümüzü açtığımızda bambaşka bi yerde olcaz. evet biz insanlar bu kadar hayalperestiz işte. türkiyede yaşıyosun ne Christmas'ı, ne noel babası desem de, kendimi bildim bileli bi yılbaşı, bi kırismıs, bi noel baba gerçeği var. hayır bide noel baba denen herif bildiğin dede yani. 90 yaşına gelmiş, üflesen ölecek o adamdan sana ne hayır gelir yahu. bide at hırsızı gibi bi tip zaten, çat diye evde karşıma çıksa düşüp bayılırım yeminle.

yeni yılda hayatımın aşkını bulmak gibi bi arzum yok çünkü buldum bile. zayıflamak dersen evet 1 ocak sabahı 1 beden incelmiş olarak gayet de selülitsiz göbeksiz simitsiz 5 kilo eksik bi insan olmak istiyorum. ama bunun yeni yılla bi ilgisi yok ben yıllardır bunu istiyorum. çok uç dileklerim yok yani çünkü alt tarafı 2011'in sonundaki 1 hoop 2 olcak başka da bi esprisi yok. hem zaten cidden salaklık abi yeni yılda hayatının baştan aşağı değişeceğine inanmak yada bunu istemek. bi kere onca yılbaşı yaşamışsın, oldu mu hiç öyle bişi, yok. 1 ocakta kalkmışsın sen yine aynı sen, yine aynı yerde uyanıyosun filan. e ne diye hala inat ediyosun ki. bilmemkaç yıl yaşamışsın bi değişiklik olmamış da 1 günde mi bambaşka olcak herşey, külkedisi mi nan burası. neyse inanan inansın ona bişey demiyorum ama ufak at da civcivler yesin.


yeni yıla nasıl girersen..

yılbaşı gecesi planları da ayrı olay. yeni yıla nasıl girersen öyle geçermiş inanışı var tabi onu es geçemeyiz. tam 10dan geri sayarken tuhaf tuhaf şeyler yapan insanlar o kadar çok ki. bi arkadaşım tam geri sayılırken sevgilisiyle en azından o sene ayrılmasınlar diye hemen sevgilisini aramış. kendince bi sigorta yapmak istemiş yani. ama noldu, ayrıldılar. kaçınılmaz son. bu hiçbir şey, daha ne örnekler var.

ben mesela o kadar salak bişey yapmıştım ki. bundan birkaç sene önce yine böyle 10-9-8 diyolar ben hemen koştur koştur kitaplarımı aldım yayıldım koltuğa tam 3-2-1 dediklerinde kitap okuyomuş gibi yaptım. niye diye bi sor. çünkü hani şimdi yeni yıla kitap okuyarak gireyim ki tüm yıl böyle kitap okuyan entel bişi olayım dedim. oturma yerlerinizle gülebilirsiniz izin veriyorum. bu sene ama öyle dandik dundik işlere girişmeyi düşünmüyorum. hiç de ''yıaa yeni yılda bi yerlere gideliimm bişiler yapalımm'' olayında değilim. gayet de oturup fıstığımı alıp romantik bi film takıp izlerim. portakalımı soyarım başucuma koyarım budur yani. salaklığın lüzumu yok. yok dansöz çıksın, denizden babam çıksın, pastadan ebenin körü çıksın filan ohoo geçiniz lütfen. büyüyelim biraz.
çam ağacı süslemek, 'yılbaşı alışverişi' adı altında triplere girip tüm paranı kırmızı giysilere takılara kırmızı olan ne varsa onlara harcamak sonra hiçbirini beğenmemek, her yere ''yeni yıl geliyeorrr:D'' yazmak(aa yeni yıl mı geliyor bilmiyodum canım ya çok sağol), kırmızı don giyersen şansın artar, şunu yaparsan şöyle olur gibi saçmasalak şeylerden arınırsak daha mutlu olucaz.

üfff şimdi işin yok 15 gün bu zırvalıklara katlan, hiç çekemiycem valla. kendimizi de eve kapatamayacağımıza göre, başa gelen çekilir diyip dışımızdan gülüp içimizden kan ağlıycaz yapcak bişi yok.



ps. yeni yıla nasıl girersen öyle geçer diye diye yeni yıl size girecek benden söylemesi.

9 Aralık 2011 Cuma

her yere geç kalan kızın dramı

“siz kadınlar neden hiçbir yere vaktinde gidemezsiniz?” diye tabir edilenlerden oldum hep. her yere her zaman geç kalırım. hatta iş öyle bi boyuta geldi ki kızlarla buluşma planı yaparken ''yok saat 1 değil 2 olsun. sen zaten geç kalıcaksın sana 1 saat geç kalma payı veriyorum'' filan diyolar. orda yağmurda ıslanmış kedi gibi bakıyorum ama haklılar anacım. kendime yarım saat gecikme payı bırakıyorum, o yarım saat hoop diye 1 saat oluveriyor.

diyelim ki öyle çok önemli olmayan bi yere gidicem, heh mesela okula gidicem. hani sonuçta gideceğin yer okul be kızım, ne diye gecikirsin dimi. ama yok, ben tüm hazırlığımı sabaha bırakırım ve sabah elim ayağıma dolaşır. yapıcaklarımı unuturum, hiç planda olmayan aksilikler olur (aynaya baktığın an dudağının üstünde birkaç dal tüy yada 3 saniye önce çıkan boynuz gibi kocaman bi sivilce mesela) ve ben o aksilikleri temizlemeye çalışırken asıl yapmam gerekenleri çoktaan unuturum. amaann zaten yarım saat önce uyandım şimdi olsa olsa yarım saat geçmiştir diyerek rahat rahat saate bi bakarım ve tam 2 saat geçmiştir. ve benim 1 saat önce evden çıkmış olmam gerekirdi. ki birkaç defa vizeye finale bile geç kalmışlığım var durumun vehametini sen düşün.

her zaman tam tıkırında, uyandığı gibi şıp diye hazırlanıp çıkan insanlardan olamadım ben. buna çok üzülüyorum. şimdi diyeceksin ki, kendine çok mu özeniyosun acaba? hayır inan ki özendiğimden filan değil. gayet de sıradan şeyler. evin içinde ordan oraya dolanırken biri beni çekse en büyük dram o olur. Çağan Irmak gelip benden dram nasıl yapılır dersleri almak ister. izlenme rekorları kırar çünkü o kadar çaresiz görünüyorum ki. öküz gibi de açım bişiler yemem gerek, zaten annem de ordan bır bır konuşuyor: ''aç gitme, bak orda bişiler var'' diye. kahvaltıdan nefret eden, sırf mecburiyetten ve bi yerde düşüp bayılırım korkusundan oturup iki lokma bişi yerim yani. ki kahvaltıya dair hiçbir şeyi yemeyen bi insan evladı için kahvaltı denen öğün nasıl işkence ah bunu bir ben bilirim. taptığım Cemal Süreya'nın ''Yemek yemek üstüne ne düşünürsünüz bilmem Ama kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı'' mısralarını duyduğunda dünyası başına yıkılan biriyim ben. çok sevdiğim bu adam şimdi benim nefret ettiğim bişeyi övüyor ve ben o mısraları sevmiyorum dedim, başladım hüzünlenmeye. cidden bak.


Denedim % 100 çalışıyor, geç kalan insanlar hiç sevilmiyor.

Marilyn Monroe hariç. ''ona bakarsan Marilyn Monroe da her yere gecikirmiş kızıaamm'' diye övünsem de sonuçta o Marilyn Monroe. o gecikse bile kimseye batmaz, ama ben ne zaman bi yere geciksem var ya orda beni boğmak isterler. nassıl pis pis bakan gözler. neyse allahtan çevrem alıştı hatta artık o kadar normal geliyor ki mesela bunlar buluşmuş bi ben kalmışım yollarda böyle spastik gibi. bi geliyorum bunlar yemeklerini yemişler, içeceklerini içmişler hatta tatlılarını bile yemişler. artık kalkıcaklar ki ben gelirim. bu durum artık assolistlerin en son çıkması filan değil. orda assolist muamelesi filan görmüyorum ki en son giderek. heea sen mi geldin oluyo. hadi bişiler atıştır da gidelim diyolar ama içlerinden aynen şunlar geçiyo biliyorum: hiç gelmeseydin. bu ne yahu bunu mu beklicez. ohooo daha bişiler zıkkımlancak da kalkıcaz da.. ıyy üff amann salak ya bide japonlar gibi mıymıy yiyo yavaş yavaş. hiç çekilmez! yüzüme gülüyolar ama bıraksan kedi gibi tırmalıycaklar. sahtekarlığın daniskası anlıycağın.

artık hiçbir yere geç kalmıycam desem de ben plan yapmayan, plan yapmayı sevmeyen, hayatı spontan kararlar üstüne kurulu ve sadece içinden geleni yapan biriyim. yani ne zaman ''artık şöyle olmıycam artık böyle olmıycam, artık bunu yapmıycam'' dediysem hep lafta kaldım. olmuyor yani. hayatımın sonuna kadar da hep geç kalıcakmışım gibi geliyor bana. bu yüzden beni seven böyle sevsin diyerek, yazımı bitiriyorum.

3 Aralık 2011 Cumartesi

Bir kadın hem Marilyn, hem Audrey, hem de Ajdardır

bazen öyle seksi ve ihtişamlı uyanırsın ki. keşke şu an sevdiğim adam beni görse, harikayım! dersin. adeta Marilyn Monroe olmuşsundur. parmakuçlarında yürüyerek banyoya gider, klip çekiyormuş edasında havayaa girer, adeta bir kuğu gibi yüzünü yıkar ve ceylan gibi sekerek gardrobun karşısına geçersin. güzelliğini ortaya çıkaracak tek parça bile yoktur, ama üzülmek yok. sen Marilyn Monroesun çuval giysen yakışır. ama mutlaka seksi bişi giymek istersin, bu cazibeyi herkes görmeli. ve birkaç denemeden sonra karar verir giyinirsin.




adeta bir Audrey Hepburn.. öyle narin ve güzel uyanırsın ki. sevdiğin adam seni öyle görse asla kırılmayı haketmeyen tatlı bir kızçocuğu gibi görür seni ve saçlarını okşar. tam da aşık olunacak kadın sensindir. bugün kesinlikle şirin birşeyler giymem gerek diye düşünürsün. bazılarına göre çocuksu görünebilecek parçalar giyer ve aynanın karşısına geçersin. ve yine o masum kızçocuğu tavrını takınırsın. güne hazırsın, hadi başlayalım!




hopp! herşey o kadar peri masalı değildir. bir sabah uyanırsın. tam bir Ajdar gibi hissedersin. muhabirlerin telefon numarası olsa arayıp 'çabuk gelin ayı kış uykusundan uyandı' diye haber vermek istersin. yok lan, ne olursa olsun, Ajdar bile olsan kendini rezil etmek istemezsin. asla evden çıkmak istemezsin. bu çirkinliği kimse görmemeli, ülke çapında intihar vakalarının %500 seviyesinde artış göstermesinin sebebi olarak seni hedef gösterdiklerinde linç edilmek istenebilirsin. şimdi durduk yerde ölmeyelim lan deyip, yusuf yusuf atarak oturursun oturduğun yerde. insan kendini nasıl hissederse gün öyle geçer. bu yüzden canın sıkılır, bi boka yaramadığını düşünerek ağlamaya başlarsın. kimse beni sevmiyeee, evde kalcam beennn, şu tipe baakkk diye salak salak zırlarsın. insanlar ne günah işledi de beni görmeye reva oldular diye bide onlar için ağlamaya başlarsın. işin kötüsü, kendini bide yemeğe verirsin ki, hakikaten kış uykusundan uyanmış ayıymışçasına oturup en alakasız yiyecekleri arka arkaya yersin ve mide fesatı geçirirsin. boktan bir gün de böylece kayıtlara geçer.


biz kadınlar garip varlıklarız. bunu herkes böyle bilir.

29 Kasım 2011 Salı

Reklamcıinsankişisi Hürriyet Blog Ödülleri Gecesinde 3

gözlerim fıldır fıldır. ünlü bi reklamcı bulup yanına gitmeli ve tanışmalıyım derdindeyim. derken Levent Erden'i gördüm. o an haldır haldır koşmam lazım ama kalbim ağzımda, çarpıntı bastı pıt pıt terliyorum filan. sakinleşip gideyim dedim şimdi bu halde gidersem tuhaf şeyler olabilir. derin bi nefes aldım şimdi hazırdım. tam ayağa kalktım o tarafa doğru yürüdüm adam yok, kayboldu. çıldırcam ben bunun için mi ayağa kalktım yae zaten eteğim beni deli ediyor. balerin tütüsü gibi maşallah, şimdi arkası kalkar filan. kameralar fıldır fıldır dönüyor zaten yarın gazetelere bu şekilde çıkmak istemiyorum. eteğimi çekiştirerek adamı arıyorum. Külkedisi midir nedir, çıkışa ayakkabısını bıraktı da onu bulmamı mı istiyo acaba. sağolsun kıpkırmızı bi kazak giymişti, elimle koymuş gibi bulabilcektim ama bulamadım. elim eteğimde, bi elimde şarap, topuklu ayakkabıların rahatsızlığı bi yandan, çaresizce yerime oturdum.
baktım uzakta tanıdık bi yüz. Ertuğrul Özkök'ü gördüm. az önceki mağlubiyet çok koymuş olucak ki, kalktım yanına gittim. severek takip ediyoruz ben reklam öğrencisiyim diye salakça bi giriş yaptım. tabi adam da ne diycek garibim, sizin okulda konferans vermiştim diye bi cevap verdi filan. ben tam ciddi konulara giriş yapıcam derken yine hürriyetten önemli bi zat geldi adamın yanına oturdu ben kaldım mı orda malak gibi. bikaç dk daha oturdum ama yok, benden sonra gelen adam kaptı Ertuğrulu, ben yine 1-0. dağdan gelip bağdakini kovdu yani. kalktım gittim artık napcam adam şimdi yanlış anlar filan.

dakikalar geçti, yanımdaki kızlar kendi kafasında, kaynaşma filan hak getire. ve Bedük sahnede! baktım kalktılar bunlar sahnenin oraya dans etmeye gittiler. ama hiç davet etme filan yok kıçlarını dönüp gittiler resmen. darbe darbe üstüne yemin ederim, millet sözleşmiş gibi gelen vuruyo giden vuruyo. küçük emrah gibi kaşlarımı indirdim bi süre milleti izliyorum, amaan ne kalkcam yaae diyorum. salak, kalk oyna işte oturmaya geldim sanki, ama nasıl içim geçmiş var ya yaşlı nineler gibi milleti izliyorum. eeeğh yeter be dedim, kendimi sahnenin önünde buldum. kızlar baktım alkolün de etkisiyle beni tanımadılar mı naptılar, kendi aralarında bi el kol hareketleri, bi iki yana sallanmalar. ben de kendime temiz bi sayfa açmaya karar verdim. salona girmeden girişte beni karşılayan hürriyetten kızları gördüm. bildiğin eğleniyolar, nasıl kıskandım var ya hemen diplerinde bittim. kız beni tanıdı. bu arada salona girmeden kızla aramızda şöyle bi dialog gelişmişti:

-sizin hangi blog?
-reklamcıinsankişisi
-aa o siz misiniz? ben sizi takip ediyorum harika bi blog.
-ciddi misiniz? teşekkür ederim(popom o sırada Kaf Dağında tabi bi havalara girdim)

sonra gitti diğer kızlara söyledi filan bak işte reklamcıinsankişisi diye. eneemm ben resmen ünlü olmuşum lan dedim. neyse işte sahnenin önünde yalnız başıma ürkek bi ceylan gibi milleti keserken, bu kızları görünce sevindim, nasılsa bunlar beni seviyolar şimdi beraber kardeş kardeş eğleniriz dedim ve yanılmadım. hemen gülümseyerek kanatlarının altına aldılar beni. yaralarımı sardılar, yalnız kalmıştım çünkü, Levent Erden'i bulamamıştım, Ertuğrul Özkök'ü de elimden almışlardı, ama şimdi güvendeydim, kimse beni üzemezdi. ve başladık kopmaya. Bedük de nassıl tatlı bi herif yani o geceden sonra en büyük hayranlarından oldum desem yalan olmaz. kızlarla bayaa kaynaştık. bunlar sahneye çıkıyolar zavallı Bedük arkada kalıyo görünmüyo. beni de çağırdılar zaten hafif bi sallanma başlamış gözler dönüyo, başımı salladım yok diye. şimdi düşerim bi yerim açılır filan hiç kendi ellerimle rezil olmak istemiyorum dedim cool bi şekilde dansediyorum. gene yalnız bıraktılar bunlar beni. küfrediyorum tabi içimden. neyse ama sonra herşey tatlıya bağlandı, çok eğlendik valla. dur bakalım dedim, kendimi koklamaya başladım, anammm leş gibi kokuyorum, bi lavaboya gideyim elime yüzüme su çarpayım şimdi babamla döncem eve bu kokuyu duyarsa daha da gelemem böyle gecelere, kendi ellerimle fişimi kendim çekmeyeyim dedim. bir sallanıyorum ama, her yer normal. bi benim olduğum yerde deprem var gibi. insan gibi yürümeye çalışıyorum filan ama insandan başka herşeye benziyorum. oha yaa bide yukarı yapmışlar wc'yi. hay ben... o merdivenler bitemedi, tutunuyorum, şimdi yarın gazetelere TUVALET MERDİVENLERİNDEN MALKOÇOĞLU GİBİ ATLAYARAK KIÇINI BAŞINI KIRAN GERİZEKALI KIZ GECENİN İÇİNE SIÇTI diye büyük puntolarla manşet olcam. aynada baktım kendime, salak salak gülümsüyorum. yaa alkol denen şeyi icat ediyosun da, alkolden sonraki salaklığı neden icat ettiniz lan dedim. spastik gibiyim çünkü. neyse hiç makyajımı filan tazelemedim, ne tazeliycem millet şu an burda değil, zaten karanlık, kimse yüzümdeki kapatıcıyı allığı görmiycek emin ol dedim yavaş yavaş indim.

döndüm kızların yanına. bi ara gaza geldim ben de çıktım sahneye ama ben hayırlı bi iş için gelmiştim. verdim ayfonu kızın birinin eline, artık o halde nasıl poz verilebilirse, Bedükle resmimi çek dedim. adam orda artık cinnet geçirse azdı. bildiğin sahneyi işgal ettik, adam arkada dansçı gibi kaldı. zaten bi ara dedi ''dansçılarım nasıl ama'' diye. neyse ben indim sahneden kızın yanına gittim telefonu alcam, kız dediki ''şanslısınn profesyonel fotoğrafçıya denk geldin kıps^_^'' pfff ona bakarsan ben de koskoca Reklamcıinsankişisiyim olm diycektim de yazıktır iki lokma hava atmak istiyo işte ne diye boğazında bırakayım dedim. adamın süresi doldu, gitcek artık. biz bi bağırdık bi daha diye. geldi sağolsun tekrardan gönüllerimize su serpti ve sonra gitti. bizi terketti:(
adam gitti ama millet hala dansediyo. oturdum ben, baktım hürriyetten kızlardan en samimi olduğum geldi telefonlarımızı aldık ayaküstü öyle kaynaştık. sonra dedi işte biz burdan başka yere geçiyoruz. dedim babam bekliyo gidicem ben(gülmeyin lan). sonra da Külkedisi gibi kapıdan çıktım.

28 Kasım 2011 Pazartesi

Reklamcıinsankişisi Hürriyet Blog Ödülleri Gecesinde 2

aha! burnuma reklamcı kokuları geliyor. yeni bir av buldum, solumda iki kız vardı benim yaşlarda. oley yalnız olmıycaktım! yavaş yavaş aç bi aslan gibi avıma doğru yürüdüm.

-selam. blogger mısınız?(böyle bi giriş de kainatta yok he)
-hayır biz x ajansdan geliyoruz(hoho işte bak o kokular boşa diilmiş bak, işte reklamcılar!). sen blogger mısın?
-evett^_^
-aa hangi blog?
-reklamcıinsankişisi
-aa ne güzell.

sonra tanıştık, kartlar verildi, içkilerimizi alıp boş bulduğumuz bi yere oturduk. Hürriyetten birtakım önemli kişiler çıktı sahneye, sunumlar yaptılar, ben ama dinlemiyorum. o anın atmosferine kapıldım gidiyorum.

adamları uzaylı filan mı sandım naptıysam.. gayet üst düzey yöneticiler, önemli bir gazetenin işte müdürü şusu busu, reklam ajansı müdürleri, gazeteciler cart curt adamları yemek kuyruğunda görünce içimden aynen şunlar geçti. ''allam tiplere bak ben burda oscardaymışçasına salınırken adamlar eline tabak alıp dolma dolduruyor. az cool olun lan sıçtınız atmosferin içine!''. ama hayvan gibi de acıkmışım yani, yanımdaki kızlar da gittiler. cool olcam diye burda açlıktan ölcem. ee yerim lan coolluğu dedim ve kuyruğa doğru yürümeye başladım. kızlar kuyruğu bitirmişler tabakları hayvan gibi doldurmuşlar dönüyolar. kızların yüzüne filan bakmıyorum gözlerim dört dönüyo tabaklara bakıyorum sadece. ayy keşke sizle gelseydim dedim. bunlar gittiler ben de paşa paşa kuyruğa girdim. lan şimdi bunlar reklamcılar olabilir, ne malum belki bunlardan biri benim patronum olcak, kendimden emin durayım, hepsinden azcık alayım, zaten balıketliyim şimdi elimde beni tabakla görünce ''boşan da semerini ye. daha ne yicen ayı'' diycekler, en azından diyetteymişim gibi görüneyim. içseslerim aldı başını gitti. bilmediğim tuhaf tuhaf yemekler mezeler dizilmiş bana bakıyo. önlerini de okumuyorum artık kendimi nası kaptırmışsam. bildiğim ve gözüme güzel gözükenlerden birer kaşık aldım. lan baktım koskoca upuuzun dikdörtgen masa bitmiş, doldurcak yemek kalmadı. tabağımla gözgöze geldim, o ne lan hiçbir şey yok ki burda. lan yoksa ben orda havalara girerken biri tabağımdan mı yedi naptı. yuh dedim. lan o kadar yemek vardı bu kadarcık mı almışım vay anasını. kediye versen yemez. neyse sonra sağıma bi döndüm enemmm! tatlılar!! o_O beni benden aldılar. yaa bu işkenceyi bana neden yapıyosunuzz! tamam yemekler boktan ama siz harikasınız bilseydim en başta size gelirdim özür dilerim affedin benii dedim. o kadar zarif ve güzellerdi ki (böyle de tatlıların önünde saygıyla eğilen, özür dileyen bir insanım ben) yanımdakilere bakıyorum benden daha açlar. hiiç orda yok karizmaymış yok zerafetmiş.. gayet işkadını lan bunlar, tatlılara abanmışlar. yalnız olmadığım için sevindim, bi aç ben değilmişim vuhuu dedim ve tabağımla elele gittim oturdum.

kimlerin yanına oturmuşuz dersin? benim de yarıştığım kategorinin 1.si orda oturuyormuş. ben tabi bilmiyorum. ödüller dağıtılırken adam baktım kalktı sahneye gitti. bildiğin sahnede ve ödülü aldı. üstüne bide resmini çektirdi. ben izliyorum tabi. elimde kocaman yemek tabağı, dokunsan ağlıycam, o adam bi buraya gelsin var ya kedi gibi saldırcam sen kimsin de benim ödülüme göz dikiyosun laann! sinirden kendimi yemeğe verdim, hiç artık cool görüneyim telaşı filan kalmadı, lopur lopur götürdüm. sonra geldi sanki beni tanıyomuş gibi gözümün içine bakarak ''naaberr aldın mı babayı'' diyerek oturdu. o ödülü ben almalıydım, yani ben alıcaktım emindim ouff modu neyse ki kısa sürdü. ''heyy saçmalama!'' dedim, ''hadi ama. sen harika bi reklamcısın!'' ve bütün reklamcılık yeteneğimi hop diye kullanmaya karar verdim. harika bir gece olucaktı! benden sonrası tufan dedim ve bıraktım kendimi.

Reklamcıinsankişisi Hürriyet Blog Ödülleri Gecesinde

bir Bumads gecesini geride bıraktık. geceye dair ayrıntılar yazmakla bitmez ama kısa kısa hatırlayabildiklerimi yazmaya çalışıcam.
sabah uyandığım saniyeden itibaren deli bi heyecan sardı dört bir yanımı. elim ayağıma dolaştı, yetişemiycem telaşı, resmen ordan oraya koşturdum. aksilikler de hep böyle önemli zamanlarda olur. bi yere yetişmeye çalışıyosundur o lanet oje taşar, bi yerine bulaşır, makyajın bok gibi olur, çorabın kaçar filan. neyse göz açıp kapayıncaya kadar mario gibi başarıyla o levelları atlattım bi şekilde. son durak kuafördü. gayet günlük şekilde gittim ama çıkarken kadın şunu dedi: o kız bu kız mı! kapıdan çıktığımda gece artık başlamıştı!

yol boyu babamın beynini yedim. yaa ben sahnede ne söyliceemm, ya kekelersem, acaba burası mı, başka Hilton yok dimi, aa onlar neden ordan gidiyeee, ya kesin yanlış geldik babaa.. adamcağız yine iyi dayandı valla. umarım benim gibi bi kızım olmaz :P bi trafik var bide, millet resmen benim acelem olduğunu biliyo sırf gıcıklığına arabasına atlayan Taksim yoluna çıkmış. bi yarım saati trafikte yedik resmen. sonunda Hilton Convention Center göründü! ve bende başladı yine kıpırdanmalar. allam nolur şimdi ayağım takılmasın, spastik gibi hareketler sergilemeyeyim pilis yalvarıyorum dedim içimden ve kendimi kırmızı halıda buldum. bildiğin Oscar gecesi. topuklu ayakkabıyı icat eden adama sövdüm durdum, lan olm onu nasıl bi kafayla buldun allaşkına söyle. dik yürümeye çalışıyorum o zaman da robot gibi görünüyorum. neyse kırmızı halı aşamasını da geçtik. içerde girişte Hürriyet'ten arkadaşlar güleryüzle karşıladılar, adıma bir ağaç dikildiğini öğrendim göğsüm kabardı!

ve ve ve... salona girdiğim an kalbim durdu, o an yaşamıyorum hayaletim, ya da böyle konuşamadığın sesinin çıkmadığı ama bişiler söylemek için kendini yırttığın rüyalar vardır ya, öyleydi. o an orda delice zıplayabilirdim! o an orda tüm salonu baştan aşağı koşabilirdim! o an orda sevinçle bağırabilirdim! yapmadım tabi bunları. davetiye tek kişilikti, dedim tamam, yalnız geldim, bok gibi geçicek, offf. neyse bari şimdi heyecandan düşüp kalmiyim oturayım dedim. ilk gördüğüm koltuğa oturdum yanımda oturanları gözüm bi yerden ısırıyo, kim lan bunlar, hmm şu kır saçlı olan adam kesin Hürriyet'in üst düzeyinden biri o tip var valla diye düşünüyorum. amaan banane üff dedim milleti izlemeye başladım. içkiler geliyo filan. karşımda 3 kız. artık dayanamadım

-merabaa blogger mısınız?
-hayır biz Hürriyetteniz.
-(hoca error)

birkaç dakika daha orda öyle malak gibi etrafı kestim sonra sıkıldım valla. öeehh dedim kalktım. kendime sövüyorum o sırada. az zarif yürü lan direk mi yuttun naptın, arkadan gören erkek sancak hee. gerçi etek giydim allahtan. tüm zerafetimle tıkır tıkır yürüyorum, arkalara gittim böyle tüm salonu görüyorum ordan. aldım telefonumu elime, başım sıkışınca arayıp saçmaladığım kızarkadaşlarımı aradım.

-kızımm şu an nerdeyim biliyo musun?!!
-aa biliyorumm. süperr!
-hee biliyodun dimi. lan napcam kimse yok kaldım böyle malak gibi allamm
-tatlım sakin ol. gecenin tadını çıkar.
-temamm.

(ulan ben neden arıyosam. onlar da yani şimdi.. insan bi arar, naptın der, hangi magazin programına, gazeteye çıkcan diye bi sorar dimi ama yook benim arkadaşlarım sağolsunlar. neyse salla büyüklük bende kalsın. sıradakii)

-aloo canımm napıyosunn bil bakalım nerdeyim!!!
-aa oraya gitcektin sen dimii. ay ne güzeaalll
-heea ordayım şu an. ya ben çok heyecanlıyım. bide yalnızım, bide burası baya kalabalıkk. keşke sen de burda olsaydınn
-canım canım.. ya şey dicem biz yarın buluşcaktık ya hani..(kız gitmiş buluşmadan filan bahsediyo. olm ben burda bilmemkimlerle aynı havayı soluyorum sen bana ne diyosun. dinlemedim tabi. o konuştu ben söyliceklerimi söylüyorum hala. biraz daha saçmalayıp kapattım zaten)
-o değil de oha kimler var burda!

26 Kasım 2011 Cumartesi

Reklamcıinsankişisi ile Röportaj 2

evet yine Reklamcıinsankişisi'nin yanındayız. Kendisiyle yeni başladığı henüz 28 günlük romanından, planlarından ve blogundan konuştuk.


Başlayalım bakalım. Öncelikle hayırlı olsun mu diyelim ne diyelim, yeni romana başlamışsın.
Evet hiç aklımda yokken, bir akşam birşeyler yazıyorken bir anda bu yazdıklarımın roman olması gerektiğini hissettim. Hem bir okuyucu hem de amatör bir yazar olarak o mısralar ancak bir romana ait olabilir diye düşündüm ve hemen havaya girdim.

Bu senin ilk romanın aynı zamanda. Neler hissediyorsun, roman yazmakla ilgili neler söylersin bize?
İlk aşklar kolay kolay unutulmuyor. Bu roman da benim ilk romanım ve ona şimdiden nasıl bağlandım görsen. Roman yazmak elbette şiir ya da blog yazmaktan farklı. Bir kere çok iyi bir motivasyon ve kendini unutturacak kadar hastalıklı bir sadakat istiyor. Ondan başka şey yapmamanı bile gerektiriyor çoğu kez. Ben tabi maalesef zaman zaman günlük rutinde kafam başka başka şeylerle dolu oluyor filan, işte o zaman gerçek bir vicdan azabı, ya da ne bileyim bir çeşit suçluluk duyuyorum. Çok başka duygular gerçekten. Şimdilik iyi gidiyor ama.

Belki bahsetmek istersin, romanın ne anlatıyor?
Şimdilik sürpriz diyelim.

Hmm.. Meraklandım şimdi. Peki ne zaman yayınlanacak en azından onu söylesen.
Açıkçası bu işler pek plan programla olmaz bence. Yani ben önümüzdeki yaz yayınlamayı düşünüyorum hatta bana kalsa bir an önce çıksın ve o gururu hemen yaşayayım. Belki de sonbahar olur, hiç belli olmaz. Anlatılan hikaye, kahramanlar, mekanlar kitabın yayınlanacağı tarihi kendisi belirler aslında.

Hürriyet Bumerang'ın Blog ödüllerinde sen de yarıştın. Neler yaşadın bu süreçte?
Bir kere acayip heyecanlı ve sabırsız bir süreçti. Kaç yarışmacı var, kimler ne kadar oy aldı, en önemlisi ben ne kadar oy aldım hiç bilmiyorum. Yapabildiğim tüm reklamımı tanıtımımı yapmaya çalıştım elimden geldiği kadar. Sosyal medyadan tanıdığımız Pucca sağolsun destek verdi. Kendisiyle yazın bir röportaj yapmıştım ordan tanışıklığımız var. Birçok kişi destekledi, tanıdığım tanımadığım herkes oy verdi. Böyle olunca da bir yandan kazanacağıma olan inancım kuvvetlendi, bir yandan olaya dışarıdan baktım ve dedim ki ''iyi ki bu blogu açmışım''. Nereden nereye.. Blog nedir ne yapılır hiç bilmeden yazmaya başlamışım, sonra yavaş yavaş takipçilerim arttı ve en sonunda bir yarışmaya katılıyorum. Tüm bunları bana yaptıran bir güç hissettim. O güce minnettarım.


İÇİMİZDE KALABALIK BİR KORO TAŞIYORUZ

Reklamcıinsankişisi neler yapıyor, ne gibi fikirler peşinde? Her röportajda başka bir yüzünle karşılıyorsun bizi.
Evet seviyorum sanırım içimde bir sürü ben taşımayı. Renklilik, farklılık güzeldir. Elif Şafak Siyah Süt'te buna çok harika bir şekilde değinir. İçimizde birbirinden çok farklı 'ben'ler var ve bunlar devamlı bir savaş halindeler. Aslında hepimiz içimizde bir sürü insanla beraber yaşıyoruz. Her ne olursa olsun biz içimizde kalabalık bir koro taşıyoruz. Nil Karaibrahimgil de bir şarkısında bundan bahseder ''bir öyle bir böyleyim, her gün tanış benimle''. Ruhumuzdaki renklerden bir demet yapmak gerek. Farklılıklardan sızlanmak yerine. Kadın erkek ilişkileri kitaplarında da ''karşınızdaki kişiye kendinizi tam olarak açmadığınızda, size dair her gün şaşıracağı birşey bıraktığınızda o ilişki monotonluktan kurtulur'' derler.

Her konu hakkında bilgin varmış gibi bir hava sezdim ben. Doğru mudur?

Herşey hakkında bilgisi olan insanları seviyorum, sanırım öyle olanlara içten içe imreniyorum da. Öyle bir toplumda yaşıyoruz ki, insanlar bir konu hakkında bilgisi yokken bile yorum yapabiliyor. Zamanı ve imkanı olan her insan kendini geliştirmeli diye düşünüyorum. Yani bir ortamda oturduğum zaman oradakilerin konuştuğu herhangi bir konu hakkında söyleyebileceğim iki çift sözüm yoksa kendimi eksik hissederim, bu yüzden olabildiğince araştırmaya, okumaya çalışıyorum. Sonuçta bizi hayvandan ayıran birşey bu. Yani ha koltuktaki kedi, ha sen, bir fark olmuyor. Söylediğin gibi bir izlenim vermişsem ne mutlu bana.

Madem edebiyatla ilgili biri var karşımızda, biraz da edebiyattan bahsedelim. En son hangi kitabı okudun mesela?
Şahane Hatalar'ı ve Pucca'nın son kitabını yeni bitirdim. Şimdi yeni bir kitaba başlayacağım ama kararsızım. Ruh halime göre değişiyor biraz. Sanırım Patti Smith'in Çoluk Çocuk'unu okuyacağım çünkü çok merak ediyorum. Burdan Patti'ye de bir selam çakmış olduk böylece.

Önceki röportajımızda erkekleri konuşmuştuk. Bu kadar kısa sürede fikrinin değişeceğini sanmıyorum ama son röportajın devamı niteliğinde bir 'kadın erkek ilişkileri' sorusu sordum farzet.
Ama sen damardan girdin şimdi(gülüşmeler). Öncelikle gözlemlerim tüm hızıyla devam ediyor. Eğleniyorum ben ya bilmiyorum, çok böyle oturup ağır mevzulardan bahsetmeyi sevmiyorum. Garip ama, birşeyler çiziktiren her insan muhakkak bu konuyla ilgileniyor. Benim ama herhangi bir iddiam yok açıkçası. Genel olarak gözlemlerim, arkadaşlarımla muhabbetlerimiz, abilerim var, konuyla alakalı programlar, kitaplar, biraz da ilgili olunca ortaya fikirler çıkıyor. Benim yaptığım sadece bu.

Takipçilerine söylemek istediğin birşey var mı?
Sınırları aşmak, kendinden taşmak isteyen ve içinde durduramadığı bir çılgınlık taşıyan ya da ''evet yaa ben büyümedim hala çocuğum!'' diyenler beni izlemeye devam edin çocuklar! Çılgınlığımız bol olsun! Tatlılıklar.

20 Kasım 2011 Pazar

and the oscar goes to Reklamcıinsankişisi

şu an bu satırları yazarken bile kalbim güm güm atıyor. 23 Kasım Çarşamba günü Hürriyet'in Blog ödülleri gecesine gidiyorum!
geçen gün, fosur fosur uyurken baktım sanki biri başucumdaki komidini tırmalıyo. o ne lan King Kong eve mi girdi naptı diye gözlerimi ovuştururken meğer telefonum titriyomuş, sessizdeydi. elime aldım baktım bi numara arıyo ama tanımıyorum. gözlerim zor açılıyo, sabahın 11'i. evet 11 pek sabah olmuyo ama benim için sabah işte olm. açsam mı açmasam mı derken nasıl olduysa telefonu kulağımda buldum. baktım ses yok, ben de bişi demiyorum. sonra cırtlak bi kız sesi

-iyi günler biz Hürriyet'ten arıyoruz blog ödülleri için. törene katılıcak mısınız?

hemen heyecan yaptım gözler fıldır fıldır

-ne? e-evet katılıcam. kazandım mı?(burda bağırdım tabi sevinçle)
-hayır törene katılacak olanların listesini hazırlıyoruz. sizi de yazıyorum öyleyse.
-evet evet katılcam yazın
(sesim sabah sabah bi travesti gibi çıkıyo. bunu düşünüp üzülüyorum, gıcık tutmuş bide sesim çıkmıyo öğöğö diye boğazımı temizliyorum bi yandan. rezil oldum, bi yandan kızı anlamaya çalışıyorum)
-tören çarşamba günü.. bla bla bla
-teşekkürler.

telefonu kapattım, başımın üstünde hemen ampul yandı. oha, törene ben de gidiyorum! uyku filan kalmadı, başımı yastığa tekrar koydum neler giyceğimi düşünüyorum. saçımı nasıl yapsam, üff tek kişilikmiş davetiye malak gibi kalcam orda kimseyi de tanımıyorum. salak, nasıl tanıycaksın törende basın mensupları, reklam ajansları, medya filan var nasıl tanıycaksın zaten. yerimde duramıyorum, kalktım yüümü yıkadım, kendime gelmeye çalışıyorum. bu insanlık için küçük ama benim için büyük bi adım. kendimi sahnede hayal etmeye başladım. böyle oscar kazanmış hollywood starları gibi. ismim okunuyor, ben gayet şıkır şıkır giyinmişim çok cool bi şekilde sahneye yürüyorum pat diye ayağım takılıyo ama düşmüyorum. tabi karizma yerlerde(hayalimde bile sakarım yaa!) öhöhmm hiçbişi olmamış gibi gülümsüyorum şirinlikler falan. sahneye çıktığımda donakalıyorum! karşımda koskocaman bi salon ve ana baba günü, oha lan burda kaçbin insan var derken, herkesin bişi söylememi beklediğini görüyorum. mikrofona yaklaşıyorum. o da ne, anaa sıçtım! ne diycem lan şimdi, bunu hiç düşünmemiştim. neyse teşekkür ediyorum, gülümsüyorum, gözüm dolmuş gibi yapıyorum, sakinleşmeye çalışıyorum, ödülümü havaya kaldırıyorum ve sahneden iniyorum.

haftalardır bekledim ve sonunda listedeyim! ama finalistleri hala açıklamadılar. ilk 3'e girdim mi, üff kaç oy aldım acaba, daha kaç rakibim olduğunu bile bilmiyorum diye diye 1,5 aydır stresten yemeden içmeden kesildim, 1 kilo vermişim hatta. çoğu gitti azı kaldı, yüzdüm yüzdüm kuyruğuna geldim. resmen 3 gün kaldı. ben şu an sadece ne giyeceğime odaklandım, şimdi abartıp kına gecesine gider gibi giyinip boya küpüne düşmüş gibi gidip rezil olmayayım. kot giycek halim de yok lan koskoca tören. sanırım yarın çıkıp alışveriş yapıcam, yapmam lazım yani. sahnede ne söyleyeceğimiyse hala bilmiyorum, birazdan kalkıp yutupdan oscar kazanmış hollywood aktrislerini izlemeyi düşünüyorum. bana şans dileyinn^_^

17 Kasım 2011 Perşembe

doğumgünüme sayılı günler kala etenşın!

çocukluğumdan beri hep filmlerde gördüğüm gibi doğumgünlerim olsun istedim. kahramanımız olaydan habersiz, o gün doğumgünü olduğunu filan unutmuştur. işi başından aşkındır, yetişmesi gereken işler cart curt. ailesi, arkadaşları da az şerefsiz değildir hani, hiç çaktırmazlar. en ufak bir ima, bir mimik, hiçbir ipucu bulamazsın. neyse işte bir şekilde akşam olur. kahramanımız işten çıkar, evine doğru yola koyulur. o kadar yorgundur ki, eve girdiği an ayakkabılarını fırlatarak hoop diye yatağa atlamak suretiyle uyuyacaktır. evin kapısına gelir, anahtarı deliğe sokar ve eve girdiği an ışıklar yanar çığlık kıyamet kopar ''iyi ki doğdun'' diye. evin içine sıçılmıştır çok afedersin. her yer her yerdedir. renkli renkli kağıtlar, balonlar, koltuklarda hediyeler, gerizekalılar halının üstüne bişiler dökmüşlerdir artık ne zıkkımlanmışlarsa. yani kısaca kabus gibidir. kızın kafasından bin tane düşünce geçer, şimdi bu evi kim temizliycek diye suratı beş karış asılmış, ''ahah asdads XD'' diye salak salak suratına bakan bir sürü insan karşısında yalı kazığı gibi dikilmiş, güya kıza sürpriz yapmışlardır. ah sen onu bide kızcağıza sor, içinde volkanlar patlıyordur, içi kan ağlıyordur, onca pisliği nasıl temizleyeceğinin derdindedir. neyse kız alışmaya çalışır ama yok, imkanı yok alışamaz. deli gibi uykusuz, karnının gurultusu 5 metreden duyuluyordur, şaftı kaymıştır 12 saattir uyanık zombi gibi ortalıkta dolanıyordur. hiiç doğumgünü filan mikinde değildir. doğumgünü ne lan diye millete bakarken sağa döndüğünde şap diye yılbaşında doğumgünlerinde filan kullanılan o gereksiz, üfleyince pıt diye uzayan renkli kağıt çubuk var ya hah işte şap diye suratına üfler biri. bu atraksiyonun adı doğumgünü değil, kabusgünü olmalıdır. tutmasalar kız kendini camdan atıcaktır. neyse saatler geçer, kız yavaştan alkolün de etkisiyle onların kıvamına gelmeye başlar. espriler, şakalar, komiklikler, gülüşmeler derken bir doğumgününün daha sonuna gelinir. kız mutlu olmak bir yana, 1 yaş daha yaşlandığını ve daha da çirkinleştiğini düşünürken, ortalık da pislik içinde tabi, görüntü yavaş yavaş bulanıklaşır ve the end.

ama dur. şimdi tüm bunları hiç yaşanmamış farzet. yazının en başında söylediğim cümlenin hala arkasındayım. ben daha böyle eğlenceli, daha genç, daha unutulmayacak türden doğumgünlerine özeniyorum. ne bileyim, gene sürprizli olsun ama hiç ummadığım şeyler olsun. böyle hop diye karşımda ummadığım insanları göreyim, çok süper hediyeler gelsin, çok şık olmalıyım(şansıma da tam vizem var o gün anasını satayım, melek gibi değil malak gibi olcam), peri kızından farksız olmalıyım, hem çok şeker hem de çok cool olmalıyım. ama şu yaşıma geldim, hep mi aynı şekilde olur abi. hatırlıyorum, ergenlik zamanlarım.. yine bugünkü gibi doğumgünümü hayal ediyorum filan. hayatımdaki bütün insanlar toplanıp organize olmuşlar süprüz yapcaklar bana, o çok beğendiğim elbiseyi giymişim, çok manyak bi doğumgünü oluyomuş böyle tamam mı. o gün geldi çattı. akşam babam aradı pasta neli olsun, annem geldi baban arıyo pastan neli olsun, zıkkımın kökü olsun da diyemiyorum, karşında arkadaşın yok sonuçta. içim kan ağlayarak çikolatalı ühühühü:'( diye cevap verdim. hakkını yemeyeyim, sürprizli doğumgünlerim de oldu ama tipik bi yurdum ailesi, Boston'da yaşamıyoruz sonuçta. soyadımız da Brown değil.

az önce yine doğumgünümü düşündüm. pastanın üstüne klasik ''iyi ki doğdun'' yazmayın bari lan az yaratıcı olun. her sene her sene aynı lafı görmekten o pastanın üstüne kuscam o olcak. ne bileyim ilginçli bişi olsun. bide iyi ki doğduğumu insanların söylemesine hiç gerek yok cidden. iyi ki doğdum onu biliyom, o Allahın emri zaten. bana bunlarla gelmeyin. bilmiyorum herşey zaten monotonken bari doğumgünümüzde bi marjinallik yapalım dimi ama. hele o gün doğumgünün olduğunu feysten görüp formalite icabı soğuk soğuk kutlamıyolar mı fitil oluyorum, ki bunu herkes yapıyo, ki bunu ben de yapıyorum:P ayrıca umarım şu anda en çok dilediğim şeyi mumları üflerken dilemek zorunda kalmam, şıp diye o dileğim doğumgünümde gerçekleşir. yani aşık olduğum çocuk kendine kurdele takıp kendini alsa gelse bi taşla iki kuş işte hem hediye hem dileğimin gerçekleşmesi, mumları üflerken de başka bişi dilemiş olurum böylece^_^

o zaman ne diyoruz ''doğumgünüm bana geldiğin gündür''

12 Kasım 2011 Cumartesi

reklamcıysam günahım ne

reklamcı olmak zor zanaat. bunu şu an böyle çok bilmiş bi şekilde söylediğime bakma, daha reklamcı olmadım ama reklamcı olmanın üstüme yüklediği sorumluluklar ''bak kızım çok dayanıklı olman lazım'' bi meslek seçtiğimi gözler önüne seriyor. bi örnekle başlayayım istersen; ben böyle diyet olaylarına deli gibi kafayı takmış biriyim bu yıllardır böyle. mesela bazen böyle artık işi o kadar abartıyorum ki meyve bile gözüme böyle profiterol gibi ağır, delice kalorili gözüküyor ve yemiyorum mesela. sonra başlıyor eleştiriler ''nasıl reklamcısın herşeyi yemen lazım'' benim haberim yokken biri gayet ciddi bi şekilde çıkıp ''reklamcılar herşeyi yesin, pisboğaz olsun, boşansın da semerini yesin!'' filan diye höt höt basın açıklaması yaptı da benim mi haberim yok. lan zaten pisboğazım o cepte, ama bana bunu tekrarlamanıza hiç gerek yok cidden.

gayet alakasız anlarda biri çıkıp ''sen reklamcı olucaksın şunu şunu yapman lazım cık cık cık'' diye kaynana gibi tepemde homurdanmasa o kadar mesut olucam ki. hayır bide söyledikleri şeyler reklamcılıkla o kadar alakasız ki. reklamcılar uzaylı mı lan?! sanki biri çıkıp 70 milyon insana beleş kitap dağıtmış bak kitap isimleri de aynen şöyle:

NASIL REKLAMCISIN SEN

REKLAMCININ YAPMASI GEREKEN 100 TEMEL DAVRANIŞ

REKLAMCILARA SAKIN İNSAN GİBİ DAVRANMAYIN

REKLAMCIYA HER AN ''SEN NASIL REKLAMCISIN'' DEMENİZ LAZIM DEMEZSENİZ KÜSERİM BAK

bu 70 milyon da hiç işi yokmuş gibi oturmuş bu kitapları bi güzel hatmetmiş ve sonra reklamcı gördükleri anda hopp o radarlar açılıyo çat çat çat diye laf sokmaya başlıyolar anasını satayım. ben oturup sesimi emre kongar gibi yapıp bunlara ''hmm, kitleleri yönetmek.. reklam insanları kandırmaz.. bıdı bıdı'' diye maval okumuyorum ama nerdeyse herkes sözleşmiş gibi gelip laf sokuyo filan. bide bunu söyleyenler de reklamcı filan değil ha. orası da ayrı mevzu zaten. hani reklamcı olsa bi yere kadar, eleştirsin başımın üstünde yeri var ama azcık bi aynaya bak be hacı, hoş mu yani, evli evine köylü köyüne, git kendi sektörüne. bizde böyle bişi var bilmiyorum neden ama her konu hakkında bilgi sahibiymiş gibi yorum yapmalar, bi afralar tafralar.. yani bazen düşünüyorum da, biz boşuna okumuşuz be üstad, yani insanlar böyleyken, sen naparsan yap eleştiricek ıcığını cıcığını çıkarıcak illa ki bi eksik gedik bulcak e ne diye dirsek çürütüyoruz, uykusuz sabahlıyoruz, kendimizi paralıyoruz.

sırf reklamcıyım diye önüne gelen bi tekme daha vuruyo benim günahım neydi, notre damın kamburu muamelesi çekiyolar resmen. yangın anında ilk kurtarılacaklar arasında olmamak çok üzücü.

ama artık yeter! nası reklamcısın, bide reklamcı olcaksın şeklinde banyo terliğiyle ağzına vurulasıcalar bi adım daha atarsa atarım kendimi he! koltuktan tabi o ayrı:P

3 Kasım 2011 Perşembe

duydum ki ağzımıza sıçmaya meylediyorsun, etme.

2-3 gündür sana o kadar küfrediyorum ki. benim de bir insan olduğumu unutmuş gibisin. sanki böyle sadece kendi çıkarı için güleryüz gösteren, hiçbir şekilde karşısındakini tanımaya çalışmayan önyargılı ve yüzeysel arkadaşlar vardır ya hah işte onlar gibisin. abi insan oturur iki kelime eder, bi derdin sıkıntın var mı, neden depresife bağladın diye hiiç hal hatır sormak diye bişi yok. varsa yoksa kendi bildiğin.
derse gelip ders adına zırvalamak yerine kendi hayatından kesitler anlatan, derste bişi görmedim ki neyse gidip bari notları alayım diye yanına gittiğinde tersleyen gerizekalı hocalar senin yanında melek kalır. seninse işin gücün milleti nasıl üzerim, aa bak şu salağın kafasını bi karıştırayım kalbini kırayım üstüne de tatlı niyetine, gün içinde binbir çeşit pürüzle karşılaşsın oh kebap. tek yaptığın bu. ondan sonra yok efendim gidiyorum ben. git nereye gidiyosan git ama yapma böyle, üzme beni.
bi tek ben olsam iyi, sen herkesi üzüyosun. içinde hümanistlikten zerre yok anasını satayım. hayat zaten yeterince zor, bi de sen kalkmış uğraşıyosun. hayır anlamıyorum ki ne alıp veremediğin var bizle.
güne bok gibi başlıyoruz, sinirli çekilmez nemrut tiplere dönüşüyoruz. ota boka ağlıyoruz, karşıdan sevmediğimiz insanlar(!) gelse koşa koşa gidip sarılcak kafadayız, ölceğini haber almış gibi nerdeyse gidip hayatımızdaki bütün insanlardan helallik isticez. halimiz içler acısı, biz bitmişiz. bu durum daha ne kadar sürecek bilmiyorum ama buna artık bi son vermezsen gidip halka açık bi yerde bağırcam o olcak, yeter lan!


geri gidip hayatımızın orta yerine ediyosun, yukardaki satırlar da sana girsin Merkür!

30 Ekim 2011 Pazar

herşey harika olacak!

uzun zamandır yazmıyorum buraya. hayatın koşuşturmacasında ordan oraya yuvarlanıp gidiyoruz. film gibi hayat. bi an romantik bi sahne oluyor, benim ağzım kulaklarımda. bi an saçmasapan bişi oluveriyor, o gözlerim hemen hüzünlü bakıyor falan. gerizekalı kızın teki aptal aptal triplere giriyor, bi yandan ''ee senle mi uğraşçam lan!'' diyip yoluma devam ediyorum, bi yandan da kendimi şaşırtmıyorum her zamanki gibi kafama takıyorum ''yaa acaba şunu mu deseydim şimdi şöyle anlıycak. daha sert konuşabilirdim kafama sıçayım!'' diye hatır hutur beynimi yiyorum.
her ne şekilde olursa olsun insanlarla uğraşmak zor!

Hürriyet'in Blog ödülleri var (En Tarz Blog kategorisinde yarışıyorum) ben duyar duymaz hemen atladım tabi olaya. ''kazansam negzel olur ya. şimdi konuşmadığım kızları nasıl çatlatırım var yaa. bu kızla neden konuşmuyoruz ya ufff:( diye uykuları kaçıcak haha'' diye böyle beynimde bir ses. öbür yandan ''oha resmen ödül gecesi olcakmış şimdi işin yok mağaza mağaza gez giycek şey bul! ne kadar salağım yahu ödül kazandığımı duyunca bunlar aklıma bile gelmicek'' diyorum falan. yani anlıycağın benim beynim çok sesli koro! kimin ne dediği belli değil, arada olan bana oluyo iyice şizofrene bağlamaktan korkuyorum. o değil de kazanınca sahnede ödülümü alırken ne söyliceğimi hala düşünmedim:(

ve gelelim en heyecanlı gelişmeye. dün akşam ilk romanımı yazmaya başladım!^_^ bilen bilir, benim şiir kitabı çıkarmak gibi bir hayalim var onu hayal olmaktan çıkarıp gerçekleştirmeyi filan düşünüyorum. ama üniversite öğrencisiyken değil kitap yazmak, kitap okumak bile büyük meziyet. yani artık 1 yıl 2 yıl sonra ne zaman olursa diyodum. kafamda roman yazmak gibi bi düşünce ise hiç yoktu(belki de vardı ama benim haberim yoktu) hiç ummadığım bir anda dün akşam roman yazmaya başlamam bu yüzden beni şaşırttı. spontan kararlarıma hastayım! nasıl heyecanlıyım, yemeden içmeden kesilip başka hiçbir şey yapmadan sadece romanıma odaklanmak istiyorum! ama kazın ayağı hiç de öyle değil. tam da vize haftası ve bu hafta üstüste 3 vizem var! üniversiteli olmak demek resmen herşeyden soyutlanmak demekmiş. üniversiteli olmak demek vize, final, proje, sunum sadece bunlara odaklanmak demekmiş. bize böyle dememişlerdi, kaçırmışız, neremizle anladıysak, şimdi böyle babayı aldık. neyse artık bi şekilde ikisini beraber götürmeye çalışcam ama arada virüs kapmış bilgisayar gibi çökmem umarım.

Blog ödülleri 4 Kasım'da belli olcak kimin kazandığı. 23 Kasım'da da Ödül Töreni! televizyonunu yeni açan seyirciler, bana oy verenlerin el öpenleri çok olsun, su gibi aziz olsunlar^_^

Bumerang Ödülleri Oy Ver!

13 Ekim 2011 Perşembe

oy verenlerin kısmetleri açılsın, cepleri para dolsun inşşalllahh

Bumerang Ödülleri Oy Ver!

çok heyecanlıyım. çok sabırsızım. bunu gerçekten istiyorum. Hürriyet Bumerang Ödülleri'nde "En Tarz Blog" kategorisinde yarışıyorum. bana oy verirseniz var ya nasıl dua ederim size uff. oy vermek çok kolay, tek tıkla yukardaki OY VER yazan fotoya giriceksiniz hepsi bu.

hiçbir ödül beni şımartamaz, aramızdaki bağı yokedemez canlarım:P

tatlılıklar^_^

5 Ekim 2011 Çarşamba

hakkında herşeyi duymak istiyorum bu aşk değil de nedir

bugünkü konumuz fallar. fala inanma falsız da kalma geyiğini hep saçma bulmuşumdur. ''yae ben fala inanmam maksat muhabbet olsun, eğleniyoruz'' dersen baştan bozuşuruz. her iddiasına varım sen o faldan medet umuyorsun, bi beklentin var. çok gördüm mesela böyle fala inanmam deyip faldan sonra ''aa valla bildi inanmıyorumm!!'' diyen ve artık inanmaya başlayan.


her canlı bir gün fal baktırmıştır

şimdi kadını erkeği, genci yaşlısı, eğitimlisi eğitimli olmayanı herkes hayatında 1 defa falcıya gitmiştir o kesin zaten orda bi anlaşalım. ki öyle bi zamandayız ki insanın durmadan falcıya gidesi geliyo öyle de tuhaf bi durum var. artık beklentilerimizin fazlalığından mıdır, daha tatminsiz bireyler haline gelmemizdenmidir bilmiyorum ama şu bi gerçek ki bazı falcılar bi-li-yo! yani resmen anne kızlık soyadından tutun da en son kimin sevgilisiydine kadar böyle hayatını film şeridi gibi sana anlatanlardan bahsediyorum. tamam her falda istisnasız ''sana bi yol var, aa bak kuş çıktı 3 vakte kadar haber alıcaksın, bi yılan var yavruumm düşman bu, bi öküz var en son abayı yakmışsın'' diye ortaya karışık hayvanat bahçesi getirenler de yok değil. zaten fala inanmayanların bi kısmı bu klasik lafları duymaktan gına geldiği için fallara olan inancını yitirmiş durumda. itiraf edeyim yakın zamana kadar ben de onlardandım. durmadan aynı şeyleri söylüyolar ne diye o kadar parayı bayayım paramı sokakta mı buldum ben şeklindeydim. ama 1 ay önce bu fikrim altüst oldu! test edildi onaylandı bu kadın falcı değil, doğduğumdan beri bi köşeye tünemiş de beni izlemiş sanki. benden iyi bildi beni! üstelik isim vererek konuştu, kanıtları var yani. kadın bıdı bıdı konuşuyo karşımda, ben tabi ağzım ve gözlerim sonuna kadar açılmış değişik şaşkınlık sesleri çıkarıyorum falan. önünde saygıyla eğilirim ben öyle falcının mesela.

falında iyi bişiler duyduğunda o suratın pişmiş kelle gibi oluyosa sen eşittir ben demektir hacı. sütten ağzım yandı, yoğurt moğurt istemiyom ben ya diyorsan bile emin ol öyle bi faldan sonra dünyanın bütün yoğurtlarını yemek istiyceksindir. falcı, hayatına girecek kişinin ismindeki harfleri söyleyince hemen düşünmeye başlıyosun: hmm kim ki acaba? alla alla o harfler şunda vardı, ıyy amann o da çok sümsük! aa bunun isminde o harfler var bak, ayy inşallah budur. hayatındaki karşı cinslerin hepsini kafanda karşına alıyosun, tek tek isimlerini düşünmeye başlıyosun. yeni tanıştıklarının isimlerini ilk duyduğunda hemen düşünce balonu çıkıyo kafanda. çarkıfelektesin sanki anasını satayım, tek tek harfler yanıyo falan. bi de her faldan sonra heyecanlı bi bekleyiş evresi oluyo en enn nefret ettiğim aşama o. hele ki fala inananlardansan, hadi lan çıksın şu fal artık demeye başlıyosun. bi sabırsızlık bi sabırsızlık... böyle durmadan kendini yiyip bitirerek bekleyince insan hayatına da odaklanamıyo doğru dürüst. bişi yapıcağın varsa da içinden gelmiyo durmadan kafan o falda. yada falcının söylediği sevgilim karşıma her an çıkabilir diyerek olabilecek her türlü sosyal aktiviteye cumburlop atlıyosun.


kanıtlarla konuşuyorum, denedim % 100 çalışıyor

geçen sene baktırdığım 2 fal da çıkınca fena sardım ben. üstüne üstlük 1 ay önceki falcı kadın gelmiş geçmiş bütün falcıları açık ara geride bıraktı. tamam dedim bişi biliyo da söylüyo bu hatun. bişeyi beklerseniz olmuyo durumuna fitil oluyorum o yüzden bazen falı unutmuş gibi yapıyorum. ama olmuyo anacım, ben bişi duyduktan sonra meraktan çatlıyorum öyle pis bi huyum var. kadın söylediklerini bi kağıda yazıp verdi ama ben salak gibi geçen hafta o kağıdı arkadaşlarla dersten sonra gittiğimiz cafede kağıdı onlara gösterdikten sonra orda bıraktım. dalgınlığın gözü çıksın. ama başta biraz tedirgin oldum ''ya şimdi kağıdı kaybettim diye fal çıkmazsa'' diye yeryüzünün en gereksiz monologlarını yapıyorum filan. sonra şeyapmadım fazla, yani nolcak bi kağıtla mı oluyo bu işler dedim. saldım çayıra.

o bu değil de, bekleyiş tam gaz devam ediyor. kadının söylediği süre de sona geldi gelicek, hele bi çıkmasın gelicek hafta ilk fırsatta o kadının tepesinde bitmezsem ben de reklamcıinsankişisi diilim aha da buraya yazdım.

26 Eylül 2011 Pazartesi

iyi ki doğmuşsun benim küçük DEVim


seninle ilgili yazacağım milyonlarca şeyim var. sen beni görmedin ama seninle büyürken ben, hayaller kurarken ellerimle ve birçok kereler de aptalca gerçekleri görüp kendimi upuzun kuyulardan diplere düşürerek sana aşıktım ben hep. hep. kendimi bildiğim zamanlarla başladı seni bilmek. ve sonra akıp gittin zamanla kalbimden ruhuma, ruhumdan hayatıma. neredeyse gelecek planlarımın hepsinde seni bir yerinde mutlaka görmek istiyordum. çocukça birşey dediler, imkansız dediler, gerçeküstü dediler, saçmalık dediler falan filan. hiçbir şey umrumda olmadı, bu da olmadı tabi.
sonra baktım bi gün tesadüfen gördüm evlenmişsin. hayır şimdi evlenmiş olman travma nedeni. bunu tesadüfen öğrenmek başka bi travma. allahım dedim ben onca hayaller kurdum seninle ben evlenmeliydim, ben seninle evlenicektim. oğlum sana benziycekti. seninle aynı şehirde bir yerde şu an bu satırları yazdığımı bilmiyorsun ne kötü birşey bunu hiç bilemeyeceksin. ki okusan bile yabancı isimli sarışın karın kim bilir ne küfürler edicek. dağdan gelip bağdakini kovmuş olmasına birşey demeyeceksin. bu lafları etmedim farzet sen, üzülürdün okusaydın eğer. ne de olsa hayatını geçireceğin kadın, karın, sevdiğin kadın o. sırf sana saygımdan susuyorum bu yüzden. dikkat ettiysen bu paragraftan itibaren senli benli yazmaya başladım ama bu yeni birşey değil ki. ben hep senle düşündüm senle baktım senle gittim ve geldim.

aramızdaki onca seneyi silemem. aramızdaki mümkün olmayışı yokedemem. bu birçoklarına olduğu gibi sana da çocukça gelicektir. sıradanlaştıracaksındır. yıllar önce maillerime cevap verdiğin zaman hissettiğim ruhani, görünmez, gökyüzünde olma hissini, yıllar önce ne yapıp edip telefon numaranı bulup seni aradığımda ilk defa seninle telefonda konuştuğumda sesini ilk defa duyduğumda hissettiğim göğe yükselişi, yıllar önce geldiğim ve seni gerçekten gördüğüm o ilk konserde beni görmesen de bir tek seni gördüğümü, olabilecek tüm anlamlarıma seni ekleyecek olmamı, sana dair biriktirdiğim hayatımda biriken herşeyi ama herşeyi görünmez bir düşüncenle yere düşüp kırılan cam bir bardağın birbirinden ayrılan üzgün parçaları gibi dağıtacaksın dört bir tarafa, senden ve benden çok çok uzaklara.

yazdığım yazabileceklerim kafamdakilerin kalbimdekilerin çok azı ve onları anlatışım beceriksizce. çünkü suyun, aşkın, hayatın anlatılamaması bu.

hep yanımdaydın biliyor musun. seni tanıdığım için hep mutluydum ben. seni gördüğüm için hayatın güzel olduğuna inandım. eşsiz varlığın, içimde varolan güzel ruhun, savunmasız bir çocuk oluşun benim çocuğum gibi oluşun, gülümsemen ve seni anlatan herşey yıllardır benim için ifade ettiği anlamı ve güzelliği hiçbir zaman kaybetmedi. mucizeydin. iyi ki hep vardın.


seni seviyorum Kerem Özyeğen. iyi ki doğmuşsun Sen...

reklamcıinsankişisi

18 Eylül 2011 Pazar

Reklamcıinsankişisi ile Röportaj

Bugün reklamcıinsankişisiyle röportaj yaptık. Son zamanlarda nasıl olduğunu, neler yaptığını ve düşüncelerini konuştuk.


ÖLMEDEN ÖNCE ÜZERİNDE İSMİMİN YAZDIĞI BİR KİTABIM OLMASINI İSTİYORUM

Bir süredir sosyal paylaşım sitelerinde seni sıkça görüyoruz. Kimdir reklamcıinsankişisi kısaca bahsetsen.
İsmimden anlayacağınız üzere reklamcıyım. Daha doğrusu şu sıralar 'okulunu okumaktayım'. Var yani daha olmama. Kendi halinde yaşayan, kendini geliştirmek peşinde, durmadan kendini didikleyen bi tipim. Çok düşünürüm çok eleştiririm. Kendime durmadan dışardan bakmaya çalışırım. Bu tip şeyler.

Peki nasıl çıktı blog fikri?
Geçen yaz bir gün öyle evde oturuyordum. Canım sıkılıyor, acayip de sıcak bir hava var dışarda. Tatile gidememişim feci keyifsizim falan. O zamanlar birkaç blog okuyordum. Dur bakalım dedim bir deneyelim nasıl birşeymiş. Açtım. Sonra baktım ki yazdıkça yazdırıyor bu meret, öyle devam etti. Bir de zaten yıllardır yazıyorum, bana uzak birşey değildi pek. Ordan öyle gelişti herşey.

Yazıların genç ve dinamik. Çoğu da birbirinden farklı, yani kendini pek tekrarlamıyorsun. Nasıl oluyor da bütün o ilhamı bulabiliyorsun? Zorlanmıyor musun?
Açıkçası içimden hiç yazmak gelmediği zamanlar oluyor tabii. Bu normal çünkü insan durmadan değişen ve gelişen bir varlık evet, ama duraklama zamanları da olabiliyor. Etten kemiktenim ben de. Soruna gelecek olursak, okuyorum. Yeni şair ve yazarlar keşfetmeye bayılırım. Bayıldıklarımın da tüm eserlerini edinmeye çalışırım. Bağımlılık derecesinde müzik hastasıyım. Sergilere giderim, çok ilginç bulduklarımı kaçırmam. Yeni şeyleri kurcalarım. Güncel olanı merak ederim. Var yani belli ilham haplarım.

Kimleri okursun?
Cemal Süreya, Turgut Uyar, Orhan Pamuk, Perihan Mağden, Tagore okurum. Ama tabii bunlarla sınırlamak doğru olmaz. Şu an hatırlamadığım çok iyi yazarlar var severek okuduğum. Bu aralar Perihan Mağden'in Best of'unu okuyorum mesela. Tavsiye ediyorum.

Senin var mı kitap düşüncen?
Tabi canım ben kendimi bildim bileli bir gün üstünde ismimin yazdığı bir kitabım olsun çok istiyorum. Hatta ölmeden önce yapılacaklarımda bu ilk sırada diyebilirim.

Blogdaki yazıların mı olacak kitapta?
Yok hayır. Şiir kitabı olacak.

Yazdıklarında zaman zaman nasıl biri olduğuna dair ipuçları veriyorsun. Yazılarındaki sen gerçek sen mi?
Şöyle söyleyeyim, insan 2. ve 3. şahısların düşüncelerini hislerini yazmaz. Ben buna pek inanmayanlardanım. Hani elbette bu zamana kadar varolmuş bütün yazarlar kendi fikirlerini yazmamışlardır, illa ki hayalgücü devreye giriyor ama sende varolmayanı da dile getiremezsin diyorum. O güç içten gelir bence. Yani yazdıklarımda zaten genel olarak kişisel olduğum için benim duygu ve düşüncelerim var çoğunda.

Peki kimleri dinler Reklamcıinsankişisi? Hangi müzisyenleri seversin?
Ergenlik zamanlarımdan itibaren Mor ve Ötesi'ne karşı bir tutkum var. Hatta şöyle de komik bir anım vardır. İşte bunları yeni keşfetmişim. Bir gün bir kliplerine denk geldim ve grubun gitaristi ordaki esmer, uzun saçlı, sakallı olanını gördüm ve Eros o anda elindeki oku tuttu bana fırlattı. Ben tabi şiirler yazıyorum, bir de malum en dertli zamanlardır o ergenlik. Vebalı bir aşkın pençesinde çaresizce can çekişiyorum. Sonradan öğrendim isminin Kerem Özyeğen olduğunu ve adam o günden sonra adını kalbime yazdı(gülüşmeler). Büyüyünce onunla evlenicem diyordum falan. Bunun dışında beni etkileyen herşeyi dinlerim. Son günlerde Emilie Mover, Kimbra, Best Coast, Ceylan Ertem ve Jamiroquai'a sardım. Jay Kay'in de yeri ayrıdır mesela.


İÇİMDE PATLAMAYA HAZIR BOMBA TAŞIMIYORUM DİREK PATLAMAYA HAZIR BOMBAYIM


Çılgın bir yanın var. İçinde patlamaya hazır bir bomba taşıyor gibisin, doğru mudur?
Haha hem de nasıl. Çocukluğundan beri durmadan birşeylerle uğraşan, birşeyler yapan, yerinde durmaktan delice nefret eden bir tipim. Ah annem neler çekmiş bazen anlatır güleriz. Çok tuhaf anılarım vardır. O açıdan evet çılgınım diyebilirim. Ve bombayı taşımaktan ziyade direk bombayım.

Yazılarında kadın erkek ilişkilerini sorguluyorsun. Erkeklere dair sanki daimi bir intikam arzun varmış gibi hissettim ben. Feminist misin?
İntikam demesek bile erkeklere dair söyleyecek sözüm var. Bazen birşey oluyor, birşey duyuyorum ya da görüyorum ve bu sözler içimden çıkıyor. Feminist görünürüm ama değilimdir. Hala bir yerlerde kadınların erkeklerden 1-0 geride olduğuna inanan bir zihniyet var ve ben o zihniyete karşı hiç değilse bir duruş sergilemek istiyorum. Ayrıca kendini çok üstün varlıklar olarak gören erkeklerin sayısı özellikle son yıllarda arttı ve bu durum insanı feminist olmaya zorluyor. Şunu söyleyebilirim, kadınlar ve erkekler varolduğu sürece bu tip yazılar yazmaya devam edeceğim, o kesin.

Takip edilmeme korkun var mı? Ya da daha doğrusu, ''ya kimse okumazsa'' gibi endişelerin?

Baktığında, her yazar okunmak ister. Nacizane söylemem gerekirse yazan biri olarak ben de isterim tabi yazdıklarım okunsun, eleştiriler gelsin. ''Şu yazında şunu şunu demişsin ama bak şöyle de birşey var'' diye yorumlar gelsin. Bir kere insanın ufkunu açar. Ama okunmak için mi yazıyorsun dersen elbette ki hayır. Yani var öyle bloggerlar ama onlar bana pek samimi gelmiyorlar. Ne bileyim, çok takipçisi olan bir sürü bloggerda şu duyguyu rahat rahat görebilirsiniz ''Artık oldum ben şu kadar insan okuyor beni'' şeklinde bir çeşit kasarak yazma şekline bürünüyorlar. Samimi olarak söyleyebilirim ki okunmak için yazmıyorum ben. Birşeyler hakkında yazmam gerektiğini düşünüyorum. Aklıma takılan, üzüldüğüm, komik bulduğum, başımdan geçen şeyleri samimi bir şekilde insanlarla paylaşmak derdindeyim. Bir de henüz kapışılmamış, meydana çıkmamış olmanın daha özgür ya da daha içten yazdıracağına inanıyorum. Tabi ki istisnalar var, yani çok takipçisi olup gerçekten okumaya değer yazan bloggerlar da var. Bu biraz şeye benziyor: sen elmayı yazıyorsun diye elmanın seni okuması şart mı. Tabi ki de değil.

15 Eylül 2011 Perşembe

bazı kızlar seni şaşırtırlar

dün sezonu açtık. ama 1 hafta erken gittim dün, çünkü daha dersler başlamadı. boşu boşuna 6'da uyandım iyi mi:(
sen o kadar sabahın köründe kalk yollara düş, bi kıtadan öbür kıtaya geç, kampüse gir sonra sınıfı bul. içeri bi girdim bomboş! ve ben normalde dersten 1 saat önce gitsem bile o sınıf ana baba günü olur normalde. işimi garantiye alayım dedim, 8:30 da sınıfın önündeydim ama içeri girmemle karşımda bomboş bir sınıf buldum. boşu boşuna 6da uyandım, millet fosur fosur uyuyo böhühü diye tam depresyona gircektim ki bi kız geldi. sanki sabahın körü değilmişçesine bir dinç, bir mutlu. ''ahaha =) XD'' modunda. günaydınlaştık oturduk yerimize. ben tabi 3 ay malak gibi yatmışım. birden sabahın köründe uyanınca bi afalladım böyle. ıyy bide bir elimde su, öbüründe diyet bisküvi. kendimden tiksindim yemin ederim. ben başkası olsaydım benle hiç tanışmak istemezdim. neyse sonra yavaş yavaş damladı millet. şansıma herkesin bölümü psikoloji. bi ben aralarında kaldım iletişimci. tabi sabah sabah nasssıl iletişimciyim, nasssıl konuşkanım anlatamam. ağzımı bıçak açmıyo, uyumakla uyanmak arasında bi yerlerdeyim ama ben bile nerdeyim bilmiyorum.
hoca geldi işte. kendini tanıttı. sonra durduk yere öyle bişey söyledi ki o an o solumdan püfür püfür estiren pencereden bi ayağımı sarkıtıp höööğğ diye atlamak istedim. ''ders yapmıcaz bugün bir tanışalım bakalım'' bu mu yani ben bunun için mi asya kıtasındayım şu an. işin esprisi sadece bu kadar mı! allahımm hem ben sabahın 9'unda tanışılcak insan mıyım yaa diye kendimi jiletliycek triplere girdim, kafamda böyle canlandırıyorum. şu an şunu yapsam millet bunu der mi, onu mu yapsam yok nan diye salak salak içimden bir diyalogtur gidiyor. o arada bizimkiler tabi çoktan kaynaşmışlar, nereli olduğunu söyleyenden tut kaç doğumlu olduğundan dem vuran mı, ne ararsan var. gayet sıkıcı bir muhabbet. sonra öyle birşey duydum ki bir kova buz gibi suyu başımdan aşağı dökmüşler gibi kaldım. yanyana dipdibe oturmuş üç kız sıra onlara gelince anlaşmışlar gibi sırayla konuşmaya başladılar. 92'liyim bıdı bıdı. hiç abartmıyorum en az 25 gösteren o 3 kız istisnasız aynı şeyi söylediler. hööö?!! nasıl yaa? na-nasıl olur bu diye ben canlandım içimden sayıklıyorum ve şaşkın ve şaşkın olay yerini inceliyorum. sıra yavaştan bana doğru gelirken de dank etmiş gibi bir duygu belirdi içimde: ablam gibi görünen hatta ablamla yanyana gelseler ablamın abla diyeceği o kızlar 92liler! düşünebiliyor musun tamı tamına 92!! ben şimdi kalkıp doğum yılımı söyliycem ve rezil olcam, yanlarında nasıl kart kaldım:( kesin içlerinden dalga geçicekler, kessinn! pis pis yüzüme bakıp sırıtcaklar. allahım bu işkenceyi çekecek ne yaptım ben sana:'(
ve kaçınılmaz son gelip çatmıştı bile. hoca yüzüme baktı, o an anladım içinden ''eehh hadi sen de ne zırvalıycaksan zırvala da evime gideyim şuna bak torunum yaşında hepsi'' gibi şeyler söylüyordu. başladım tabi. pıtır pıtır konuştum, reklam dedim. tabi orda hepsi dönüp baktı. etrafım psikologlarla sarılmış tabi, ben tekim onlar ohoo. sonra mağlubiyet kaçınılmaz son olcak tabi salak. neyse dedim tanışma faslı bittiğine göre artık gidebilirim. çantamı taktım artık kendi kendime nasıl gelin güvey olmuşsam. baktım yeni bir muhabbet konusu açılmış bile. kadın kaptırmış kendini, vitesi kaça atmışsa artık. şunu şunu yaptım, yok efendim aslında mesleğim şu ama ben bilmemkaç yıldır bunu yapıyorum. aha tam böyle oldum: :(
yetmezz! daldan dala kafasına göre takılıyor kadın. bu sefer hangi konuları görceğimiz, sınavlar, not olayı derken saate baktım 1 saat olmuş. yuh dedim ne çabuk 1 saat geçti diye. gizom bi yandan mesajla beynimi yiyo hadi nerde kaldın gidicem bıdı bıdı. iki arada bir derede kaldım artık bu defa kesin atlamalıyım diyordum ki ders olmayan ders sona ermişti. fırladım çıktım.


yazının ana teması:
zamane kızları fazla gelişmiş azizim. bir boylar, bir kadın gibi görünmeler. siz ne yediniz de böyle oldunuz nan diye bağırarak çıldırsam yeridir! yanlarında kısa boylu, ve bunu söyliceğim aklıma gelmezdi ama çelimsiz, evet evet çelimsiz hissettim. olay benim öyle hissetmem değildi, direk öyle görünmemdi. hayatı diyetlerle geçmiş, anne sütünü 1 ay içebilmiş, ama buna rağmen sırf kemiklerim iri diye balıketli görünen benim çelimsiz görüneceğim bir mucize. buna mı sevinmeliyim yoksa bizden sonraki kızların bizi hareket çekerek hızla sollamalarına mı içleneyim bilemedim.

12 Eylül 2011 Pazartesi

evren sen bize nazik davranmadın

yo yoo, ser verip sır vermiycim. bu aralar neyin peşinde olduğumu söylemiycem. e peki neden bu satırları yazıyorsun diyebilirsin canım okurum. şöyle söyliyim,
bi çeşit evrene ''bak ben artık bişey yapmak isterken yada birşeyin olmasını isterken sadece lafta kalmıyorum. ayrıca da sana çıtlatmıyorum ki, hani bişeyi çok istediğini belli edince artık nasıl bi hırs varsa sende, sen o şeyi hemencecik bozmak için oturma yerlerinden ter damlayana kadar yırtınıyosun ya o açıdan. seni yenecem olm!'' deme şeysi bu. çünkü biliyosun evrenin okuma yazması var ve şu an kulağını çıtlattığımı da iyi biliyor. ben eminim evren şu an bu satırları okuyor.

güzel fotoğrafların hep habersiz çekilenler olması gibi, o spontanlık o doğallık o efendime söyliyim plansızlık hoş bi durum. sanki sen hiçbir şey yapmamışsın da herşey kendiliğinden olmuş gibi davranmak. ve işte asıl bahsetmek istediğim şeye sonunda gelebildim oh be! hayatında olmasını istediğin şeyler de öyle spontan, öyle doğal, öyle kendiliğinden olmalı. elbette sen çabalamazsan bazı istisnalar hariç hiçbir şey olmaz. öğrencilikte de bu böyle iş hayatındayken de. aşkta da böyle dostlukta da. misal güzelleşmek istiyorsun(burda her kadın güzeldir demek istiyorum. klişe görünür ama gerçektir) oturduğun yerden daha fit daha bakımlı daha güzel olmayı sakın bekleme canım hemcinsim. illa ki poponu kaldırıp işe koyulman gerekiyor. yoksa valla o yağlar alıp başını gidiyor, çatlaktı selülitti göbişti, yok kollarım güreşçi kolu gibi oldu, yok efendim bacaklarım erkek bacağından farksız.. bu tip monologlardan mümkünatı yok kurtulamazsın. kalk ve yap bebişim. ha ama çok da böyle çevrene renk vermiyceksin. bırak insanlar ''görüyor musun nasıl zeki kız, bak oturduğu yerde hangi okulu kazandı'' desinler. ama sen tabi o arada test kitaplarını denemeleri falan yala yut. çok iyi hatırlıyorum şimdi sbs olan sınav bizim zamanımızda lgs idi. heh işte o zamanlar ana haberde hep böyle mal tipler çıkıp ''ya valla hiç çalışmadım'' deyip deyip bilmemhangi liselere giriyorlardı. sonra üniversite sınavına gircez gene aynı terane. yani bu tipler hiç bitmez. he canım hiç çalışmadın he gülüm. bırak ''vay be kız götürdü waffleları, sufleleri ama gram kilo almadı'' desinler(tabi bu baya uç bi örnek. doğuştan iskelet olan, fıstık gibi genlere sahip pislikler var onlar meclisten dışarı. aramızda öyle olanlar varsa eğer, pislik dediğime de bakma. bal gibi de çekemiyorum. eğer ki onlardan değilsen tabiki waffleları sufleleri götürüp kilo vercem sanma, zira yok öyle bi dünya!) ama sen her gün ağırlığınca ter dökmeye devam et. söylemek istediğim farkında olmayış, ''aa hiç haberim yok valla'' durumları aha tam da bu.

hadi bi yere kadar ama evreni sırdaşın falan belleme. senle kalkıp spor yapıcak diyete girecek, yeni bi ilişkiye başlarken sana yardım edicek sanma. çünkü hep tam tersi olmuştur ve olacaktır. çünkü allah belanı versin cümlesinde geçen bela, ondan başkası değil. bizi hiç sevmedi, iyiliğimizi istemedi, ölüm orucuna girmiş gibi dili damağın kuruyana kadar aç kalıp sonra tartıya çıkınca sadece ama sadece 200 gr verdiğini gördüğünde seni teselli etmedi, birinden hoşlandığında çat diye hep bi engel hoşlandığın kişi şu anda bir başkasıyla görüşüyor! tıpkı sibel can'ın şarkısında geçtiği gibi kader sen bize adil davranmadın hesabı, evren sen bize nazik davranmadın:(

2 Eylül 2011 Cuma

aynaya kırmızı rujla elveda yazıp sigarayı terkettim!

sigarayı bıraktım. başlamış mıydın ki deme, evet aslında hiç başlamamıştım ve başlamadığın işi bitiremezsin bunun farkındayım. yani şöyle, tiryaki denen cinsten değildim. hani bazen kafam bulanmışken dumanlı bi şarkı açıp fonda dumanlar gelirken anlamsız triplere girmek suretiyle klip çekiyormuş gibi yapmak bana acayip karizmatik geliyordu, şarkıcılar sahneye neden dumanlarla çıkıyo sanıyosun hey yavrum hey. neyse işte. bazen de böyle hakikaten ağlamaklı bi moddayken, dokunsalar ağlayacak değil zaten ağlak bir haldeyken kısa süreliğine de olsa hakikaten kendimi iyi hissettirdiğinden içiyordum. ara ara bırakmışlığım da oldu, hatta ne diyosun vardır bi 5 hatta 6 bırakma girişimim. Keşke saysaymışım lan. her neyse. Bugün de sabah, her zamanki gibi yorgun ve keşke uyanmasaydım üfff pfff şeklinde kalktıktan ama hala uyanamadıktan sonra mutfağa gittim. peder bey kahvaltı sırasında başladı yok efendim ''püfür püfürsün neden içiyorsun bak zararlı şudur budur..'' sonra abim başladı ''10 yıl sonra şöyle olucak böyle olucak diyosun da bak bakalım 10 yıl sonra o sigara seni ne hale getirmiş olucak''. dedim ''yaae ben tiryaki değilim zaten''. neyse baktım olcak gibi değil. hemen o saniye bırakmazsam sigara değil ama fazla demogojiye maruz kalmaktan bilgisayar gibi çökücem! kalktım tıp tıp odama gittim, aldım paketi tam odadan çıkıcam baktım abim kapıdan saklanmış bana bakıyo ama nasıl, böyle çocuk gibi komik bi surat ifadesi. ee az buz değil yani zafer ilan etti, onun yüzünden uzadı mevzu sonunda da başardı işte. neyse al dedim şunu, gittik mutfağa sigara tablamdakileri de çıkardım verdim paket doldu(orda tabi ağlamamak için zor tuttum kendimi, dün almıştım nan:( napıcan ki sen şimdi bunu, sen ötekini içiyodun dedim, bi garibana vericem dedi. yuh dedim ''millet gariban doyurur sen sigara veriyosun bildiğin zehirliyosun''(gülüşmeler).
yeminler ettim bakın bıraktım yeminle artık içmiycem tarzı saçmalıyorum bi yandan. hani sanki falakaya yatırmışlar da bi daha aynı suçu işleme diye yeminler tövbeler ettirmişler öyle havaya girdim. olcağı varmış oldu tabi ama her ne kadar sürekli erteleyerek bırakcam desem de bugün bi parça pişmanlık tarzı bişey de hissettim. ama o an içimden sana zarar veren şeyden er yada geç kurtulmalısın demiş olmalıyım ki ilk hamlemde tek celsede ondan vazgeçtim. normalde kolay olmazdı bunu biliyorum. yani en azından birkaç gün hatta hafta bunun provasını yapardım(böyle de tuhafımdır) ama sırf ani kararların, spontanlığın adamı olmamdan ötürü zaman zaman böyle asla vazgeçmeyeceğimi bildiğim şeylerden yırtmışımdır. ne diyelim hayırlısı. bundan sonra da sigara içilen ortamlara her zamankinden daha fazla maruz kalıcam buna eminim çünkü murphy denen gerizekalı bunun için şu an ağlarını örüyordur. ama önemli olan gözünün nuru da olsa onunla bir daha kavuşmamak. en doğrusu bu.


2 Eylül 2011 cuma 11:00 suları sigarayı bıraktığım gündür ve umarım bir daha dönmemecesine sigarayı terkettiğimin resmidir. seni sevmemem lazım artık sigara, imkansız bu aşk bebişim:(



ps. evet dopdolu paketi abime verirken hiç iyi değildim ama sonrasında tuhaf şeyler hissettim böyle kurtulmak rahat bir nefes almak gibi duygular. üzüldüm mü dersen üzülmedim aslında. sadece alışkanlığın terkettikten sonraki salakça boşluk hissi. allam nolur özlemeyeyim onu.

30 Ağustos 2011 Salı

içimde, 895 defa daha diyetli yazı yazabilecek fakat facede yiyecekli sayfaların hepsini beğenebilecek gerçek bi gerizekalı var.

haberler iyi değil. hem de hiç. bugün abim kilo almamdan dem vurdu işte acaba bu etek mi kilolu gösteriyo bıdı bıdı. sonra öyle bi laf duydum ki sanırım hayatımın diyetine başlayacağımın resmidir bu! laf aynen şu: tosunum. evet aynen bunu dedi. ben de tosuncuk dedim güldüm geçtim ama öyle bi içime oturdu ki. ve sanırım o andan itibaren beynimin içindeki adamlar toplanıp hep bir ağızdan bana bir mesaj vermeye çalıştılar: kilo ver lan!
eskiden, yani eskiden dediysem şöyle en fazla 6-7 ay öncesine kadar sadece öğünler dışında yediklerimden sonra vicdan azabı çekerdim. bugün gördüm ki ben o aşamayı çoktan geçmişim. çünkü artık açlık grevine başlamamın farz olduğu aşamaya gelmişim. artık öğünlerden sonra başlıyor vicdan muhasebesi. adam öldürmüşüm de böyle falakaya yatırılmam gerekiyor gibi bi his bu. nasıl bi suçluluk duygusu ama üff. yemek yemek bana haram, yediğim her lokmayla binbir işkence görecek kadar günahkarım sanki. nazım hikmet abidin dino'ya sormuş ya mutluluğun resmini çizebilir misin abidin diye, ne halde olduğumu en kral ressam çizemez, en ödüllü şair ya da yazar anlatamaz, en iyi müzisyen çalamaz söyleyemez.
2 ay önce tatile uçmadan önce tartılmıştım. tabi tartı o zaman da acıyla inliyordu. ah o tartının dili olsa da konuşsa. yine de artık bana kene gibi yapışmış bütün o gerizekalı kiloları verebilirim umudu vardı o zaman. çabalıyodum da. başarısız da olsa birkaç diyet denemem olmuştu. ki bi ara 7 kilo verdiğimi hatırlıyorum. neyse 2 ay geçti istanbula döndüm. bakalım ne haldeyim nereye gidiyorum diye tartılayım dedim. ama başta böyle bi ikilemde kalmadım değil hani. şimdi tartılıcam, e kilo aldım o allahın emri zaten de, şimdi ne diye moralim bozulsun dedim. çünkü dostun acı söyleyeceğini biliyordum. evet belki ayıdan post düşmandan dost olmaz neticede. kalbim kırılacaktı zaten geceleri uykum gelmiyo varolan 2 gram uyku da kaçıp gidicekti. ömrü hayatımda duymadığım paparayı o tartıdan yiyeceğime adım gibi emindim. lakin malak bi tartıya yenilmeyeceğime, tükürüğünü ona yalatacağıma yeminliymiş gibi akıllı ol dedim kendime. insan değil ki bu! hem kilo senin, yemek senin. hayatına karışma gibi bi lüksü yok. manava ordan 2 kilo armut tart der gibi çıktım tartıya. ve kaçınılmaz son. tatata taamm! tamı tamına 3 kilo almışım! başka bişey deseydim olcakmış demek ki. çünkü tatildeyken tartılmadım ama kilo aldığımı hissediyodum. ağırlaştım böyle, yokuştan bıraksan yuvarlana yuvarlana gidicek yuvarlak bişey oldum. ne giysem löp et fırlıyo bi yerlerimden. sırf şişmanım diye denize gitmek istemediğim günler oldu. hayır şimdi çevreye verdiğim rahatsızlığı geçtim banane lan milletin ne gördüğünden hayret bişi, ben kendime bakarım. bikinisini siyah renk alıp zayıf görüneceğini sanan bi gerizekalıyım ben. gerçek bi gerizekalı. ama yok ne yaparsam yapayım daha zayıf görünemiyorum. yaz ya bide, yazın benim iştah zaten benden bağımsız. böyle tam dayaklık hiperaktif sorunlu çocuklar vardır ya heh işte benim iştah yaz oldu mu tam da öyle bişey oluveriyor. ne görsem yiyesim geliyo. mesela ağaçtan meyve topluyorum ya, kurt mu var içinde insan mı var hiiç bakmıyorum hop yutuyorum. ya da nerde yağlı bi yemek var ''ya anne şu yemeği yapsana, aa anne o yemeği neden yapmıyosuun'' kızım yaz günü nerden canın çekiyo o yemekleri. hem o yazın yapılmaz zaten kilo aldın. aha böyle cevaplar alıyorum sonra.
uff yazarken bile karnıma ağrılar saplandı. aç olsam bile yediğim her lokmayla çocuk kaçırmışım gibi hissetmek yeterince üzerken kalkmış bide durumumun vehametini yazıya döküyorum burda. kendine işkence çektirmekte üstüme yok yemin ederim.

bu nasıl bir duygu bilmiyorsun

tuttuğun takıma ölüp bittiğinin 10'da 1'ini bana duysaydın yarın beraber şeker topluyor olucaktık. tek yaptığın o salak herifleri düşünmek. tek istediğin takımının bu sezon galip gelmesi. ama bir güne bir gün demedin ki şu kızın kalbini kazanmayı da isteyeyim. nerdee. ben, sen beni dinliyorsun sanıp taramalı tüfek gibi konudan konuya atlamak suretiyle bıdı bıdı yaparken sen gözünde takımının kupayı alıp kameralara terli terli gülümsemelerini canlandırıyordun belki de. ben de salak gibi transa geçmiş bi vaziyette sana planlarımdan, o gün başımdan geçenlerden, hoşlaşmadığım salak kız arkadaşlarımdan bahsediyordum. evet belki sen ağır adamdın. oturup sadece ya siyaset ya da futbol konuşmalıydık. yani sana göre öyle. ama inan yukarıda saydığım konular sana anlattıklarımın çok azıydı. yani sen de biliyordun kabul et şimdi, araştırsan ki buna hiç gerek yok, en entellektüel sevgilindim. bu bir iddia değil gerçeğin ta kendisi sevgilim. sana sevgilim demem sana şimdi ne hissettirir bilemem ama sana sevgilim demek sadece benim aptallığım. hiçbir anlamı olmayan birşey artık. başka başka şehirlerde olmamızı, senin en yakın zamanda gerizekalı bir sevgilin olacak olmasını falan değiştirmeyecek. merak etme mutlu olucaksın. çünkü takıntılısın. çünkü bağlandın mı bağlanıyorsun. aslında sen de biliyorsun şu hayatta bağlanamadığın tek şeydim. ne şans ama. yani kendimi sana karşı övsem bile hakkım var buna sen de görüyorsun. çünkü sen beni övmüyordun, sen beni yüceltmiyordun, sen beni ileri itmiyordun. sen, en kötüsü kendini bana bağlı hissetmiyordun. varsın ben kendimi öveyim. sonra şişmesin bi tarafım dimi.

bildiklerimi yeni bir şeyler öğrendiğinde akşam evde annesine anlatan çocuk gibi anlattım sana hep. heyecanla, istekle, günlerce bekleyerek belki de. sense benim tüm söylediklerime sıradan bakışlarla bakardın. beni sıradanlaştırırdın. gözünde salak eski sevgililerin gibiydim kim bilir. beni onlardan biri gibi görme diye çabalamıştım aslında hep. ama söylemiyordum. ayrılsak bile yine senin sevgilinmişim gibi hisset diye. kendini hep bana ait hisset diye. ne yaparsan yap seni hep affettiğim gibi ne olursa olsun beni yine sev diyeydi. ama sen hiçbir şey gibi bunu da anlamıyordun.
bildiklerini dinlerken senin beni dinlediğin gibi dinlemiyordum seni. yaptığın herşeyde öğreneceğim birşey olduğuna inanıyordum. beni büyütecekti söyleyeceklerin. ki büyüdüm de. tek fark, sen başladığın işi yarım bıraktın, artık tek başıma büyüyorum. bunu da bilmiyorsun. hala çocuğum gözünde, seninleyken söylediğim yaptığım sevdiğim herşey çocukça geliyordu ya sana hani, hala öyle buna eminim. hem zaten kadınları asla masum görmeyen bir erkektin. ama masumsun demiştin bana. masumiyetini hiç kaybetme. ve çocuklar masumdur ya hani. bu yüzden çocuktum işte gözünde. masum kız çocuğu. hepsi bu. hayır küçümsemiyorum elbette. lakin senin için eşdeğer olup olacağım tek anlam buydu.

bugün bayram. bayramlarda dargınlar barışırmış ya hani. biz seninle hiçbir zaman barışmayacağız ki. hani bir gün demiştin ya, keşke seninle iki dargın olsaydık bayram sabahı barışma ihtimali olan. işte o ihtimal yok. beni hiçbir zaman aramayacaksın. yani ben şimdi neden umutlanayım sana dair söylesene. hoş, okumayacağın bir yazıda seninle konuşur bi havada olmak da ayrı olay tabi. neyse işte. güzel geçsin bayramın yine de. birbirimizi bildiğimiz ama başka şehirlerde iki yabancı uyanacağımız ilk bayram bu.