31 Temmuz 2010 Cumartesi

temmuz serzenişi


temmuz bitmeseydi şimdi..tavla öğreticektin bana.çizim yapıcaktık vapur beklerken iskelede.bizi sokak ressamları sanıp para bile atıcaktı yoldan geçenler.gülüşücektik.sigara yakıcaktın sen.ben de isteyecektim.önce mızmızlanacak sonra dayanamayacaktın,biliyorum.uçurtma uçurucaktık adalarda,bisiklete binicektik.yıllardır binmemişken üstelik.kesin düşücektim ben.
piknik yapıcaktık.bizim kızlara fal bakarken ben,sigara yakıcak,iki lafın belini kırıcaktı biz dışındakiler.karıncadan korkan ben,kim bilir ne güldürücektim sizi saçmalıklarımla.
....
kaç gün oldu..kaç hafta.yeni yeni aklıma geliyo planlarımız.hiçbirini yapamadığımız.bi kelebeğinki kadardı ömrü.giderken el bile sallamadın bana.ardıma bakmadım ben de.

ah bu şarkıların gözü kör olsun


eski şarkıları açıp açıp dinleme sakın.çocukluğunun kokusunu getirmekle kalmaz yanıbaşına,sana pişmanlıklarını,eski yalnızlıklarını -ki yalnızlığın da eskisi yenisi vardır,yaşadığın evleri,aşık olduğun adamları/kadınları da bırakıp gider yanına.başlarda bunun güzel olduğunu sansan da yanıldığını bilmezsin.herşeyin değeri geçmişte,tadı da yine geçmişte kalmıştır.derler ya,''artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır.''

30 Temmuz 2010 Cuma

selam olsun eski yazlara,eski çocuklara çocukluklara


ne yazlar vardı eskiden.hepsi eskidi.yaz yaz bitmez şimdi.bu yazlar yaz değil gibi sanki.ne kokusu aynı,ne güneşi benzer,ne rüzgarı eş eski yazlarla.sanki o zaman yetişkindik.herşeyin farkında olgun çocuklardık.ama salt çocuk değildik,eminim.neye baksak içini görür,neyi tutsak dokunur,neyi koklasak içimize çekerdik.

''ne kahraman ne cesur ne güzel çocuklardık,
her yeni günü ümitle nasıl kucaklardık
ah kaldırımlar biliyor bi devir muhteşemdik
güz güneşinden hüzünlü
ilk yazdan şendik''

eski yazlara özlemimle eski çocukları,eski çocuklukları da özlüyorum.yaz demek biz demekti.yazdık biz eski çocuklar.eski çocuklar yeni yetişkinler oldu.eski çocuklardık yeni yetişkinler olduk.büyüdük.eskilerin çocukları şimdinin alışamayanlarıyız.alışmış gibi yapıyoruz sadece.içimizdeki egeliyi susturduk sanıyoruz da koşup duruyoruz oradan oraya,dizlerimizi kanatıp sonra yeniden kalkıyoruz.çocukça bi güç gösterisi bu yaptığımız.oysa içimizdeki egeli bağırıp duruyor sol tarafımızda.
kaç yaz geçecek...kaç yazda büyüyecek,anne olucak,işe koşturucak,artık çok iyi bi aşçı olucak ve gün gelip anneanne babaanne olucaz.garip.önce çocuk sonra anneanne babaanne olduğun bi hikaye bu işte.
kaç yaz geçerse geçsin,kaç yaz eskirse eskisin eski yazlar olmayacak hiçbiri.eski çocuklar değil yenileri,zaten ne zaman görülmüş yeninin eskisi gibi olduğu.

tatilsizlik=talihsizlik kuramı


hiçbir şey yapmamanın dayanılmaz hafifliği diye bi yazı okumuştum yıllar önce.hafızam yok,tek bi cümlesi bile yok şimdi.ama şimdi düşününce,başlığına saydırdığım bi yazıyı hatırlamama hakkım da vardır elbet.

melankoliye düşkün,yalnızlığa tutkuyla bağlı,hüzne ölüp biten bi yapı bu bendeki belki.kimi insan böyledir ya.belki de mübalağayı seven hallerimdir buna sebep olan.yaşadığın 'incir çekirdeğinden de küçük şeyleri incir bahçesi sanma durumu'.her neyse buna yol açan,o yolları kapatasım geliyo.ah bi an belediye olsam ve o yolları kapatsam ah.yok böyle bi yapı.böyle olmaya özenilmesin pls.zaten kim özenicek lan,benimki de laf yani.kim benim kadar psikopat olabilir allasen.tamam belki sanatçıların tüme yakın hatta hadi diyelim tümü böyleydi.intihara meyilli,hayatı boyunca mutluluğu bulamamış,bi nevi 'hüznün,melankolinin adı' olmak,onlarla bi bütün haline gelmek sanatçıların kaderiydi.ve belki çoğu da istemezdi öyle olmasını.olağanüstü romanlar yazman,yüzyıllarca hatırlanacak şiirlerin şairi olman güzel.adını yüzlerce kuşak sonrakiler biliyo falan.paha biçilemez elbette.ama madalyonu çevirdiğin vakit karşına çıkan şey,hiç de iç açmıyo.kendimi yüzyıllık sanatçılarla eş tutmam falan değil bu,haşa.ama reenkarnasyon var.ruh göçü.belki de onlardan birinin ruhu gelmiş çöreklenmiştir ruhuma.olamaz mı? tamam,belki milyarlarca insan var,herkes başka başka renkte,başka başka karakterde falan filan.ama hiç mi iki insan aynı kadere sahip olmaz?hadi kaderi geçtim,aynı biçim yaşamaz?neyse saçmalıyorum farkediyorum.ama mesela düşün ki hepimiz aynı şeyden yaratılmışız,-feministim evet,ve erkeğin kaburgasından yaratılmış olmamız,düşününce ister istemez asice sorgulatıyo bana bunu,bu yüzden ister istemez aynı yapıda insanlar vardır ya.böyle düşünmek istiyorum hiç değilse.bi nevi,böyle olmam tuhaf kaçmasın kimseye demek istiyorum.yalnız olmadığımı bilmeye inanmaya ihtiyacım var belki.en saçma şeyleri konuşup,en aptal şeylere karnım ağrıyıncaya kadar gülüp,saçması sapanından beter şeylere her zamanki kahkahamdan atabileceğim ama melankolik,ama dibine kadar depresif,ama hüznün sonunu bulduğum günler bunlar.aması çok.herhangi bişeye herhangi bi şekilde yorum yapasım var.ama susasım da.
haftalardır bizim kızlarla biraraya gelmedik.belki onlara aptal esprilerimden yaparsam geçer biliyorum.ya da gülüşsek çocukça şeylere.salata yiyerek diyete girdiğimizi sanıp sonra kendimizi en ağırından bi waffle yerken bulsak falan.neler yaptığımızı anlatırken benim 'boş,hiç,sıkkın,yalnız,hüzünlü,depresif,geçmişe dönük,gelecekten apayrı' halimin ergenvariliğine bakıp dalga geçsek güler geçerim.sollarım bu melankoliyi,depresyonu.dikiz aynasına gözucuyla bakınca ardımda onlardan yeller esse,sonra göz kırpsam 'yeni halime'.ne de güzel olur.ama eşşek gözlüm tatile gidicem diyodu en son.biricik burçdaşım da rotası önce memleket sonra tatil ya da önce tatil sonra memleket olan bi tatilden söz ediyodu.aşkıçağıranmorsaçlıküçükkız tekirdağ kumbağa'da.bursalım bursada.kodadı 'yolarkadaşım' olanla en son didişiyoduk sen aramıyosun,hayır sen,sen arasan ben de ararım diye.almanyada diğeri.hocamın kızı olan da kim bilir nerde.şimdi anlıyor ve sindirmeye çalışıyorum ki,tatile gidememek=melankoli,depresyon,intihara meyilli sanatçılardan dem vurmak.anlıyorum ki tatilsizlik=talihsizlik.


1 gün gecikmeli hüzünlü bir 1. haftadönümü kutlaması


can sıkıntısından açıp yazmaya başladığım blogda tam 8 gün geçmiş.az.zaten yaş 20'ye dayanıp gelip geçince 21'e,nedense yaşadığım birçok şeyin 'ne kadar da az bi zaman olmuş' lafını bana sık sık söylettiğine şahit oldum.böyle bişey mi vardır artık bilemem.hani '20'ne gelince bunu diceksin,21'inde illa ki bu çıkmalı ağzından,25'de şöle şöle olucaksın,30'unda at kendini' gibi bi kural kaide varsa bilemem.hoş,dün müydü ondan önceki gün müydü,''30'umda nasıl olucam acaba'' diye sordum kendime.cevabı vericek olan ben diildim tabi ama ne malum kırk yılda bir,bi soruya da yanıtım olmayacağı.konudan daha fazla uzaklara gitmeden..çalsın davullar,inlesin zurnalar,ellerde atılsın havaya emeği geçenler,alkışlarla başlayalım çocukken deli gibi yaptığımız şeye:mezdeke açıp hobaaa...ne günlerdi.şimdi burda 1. haftayı kutluyoruz blogda.o zamanlar blog mlog da yoktu dimi ya.
yalnız bi balon havalansa da...1. hafta çünkü,87 balon havalanıcak diil ya.bi de yalnızlığıma gelsin bu balon.bu balonu yalnızlığıma ithaf ediyorum.kim bilir,reeldeki yalnızlık da blogdaki yalnızlık da ilerki 'hafta,ay,yıldönümlerinde' sonu bulur.dibe vurur.çeker gider.

yoldönümü


şimdi geri dönsen...
sürdürsek aynı şeyi,
aynı olmayacağını bildiğimizden midir;
aynı bakmayacak aynı ses tonunda konuşmayacak
aynı biçimde tutmayacağız birbirimizin ellerini.
ne sen aynısın ne de ben.
senin umudun,benim yorgunluğumu ayağa kaldırmaya yetmeyecek,
benim saçmalamalarım yine hep yanlış yollara sürükleyecek seni,
anlamayacaksın beni,
dinlemeyeceğim seni.
birbirimize herşeyi anlattığımız bu hikayede,
birbirimize yabancı ilk günümüz bugün belki de.
sana söylemedim,
sen de pek sevmezdin dönümleri.
her neyse.

27 Temmuz 2010 Salı

kasede kaydettim o anıları


bi gün kadıköy'deyiz en yakın dostumla.tanıştırayım nünü.tuhaf bi isim biraz ama adındaki harfler sebebiyle o isim çıkmış ağzımdan bi gün,ben de hatırlamıyorum,artık 'yine' içmeden nasıl bi milyon olduysa kafa..yok kendisi resimdeki değil,adı geçmişken şeyedeyim dedim.bi gün işte gezmişiz,iyice pestile dönmüşüz,kaç saat önce bi gram bi salata yemişim,temmuz sıcağı bi de,zaten o sıra annemle babam da gitmişler memlekete,özlem hasret...hah işte hepsini topla,tam da öyle bi haldeyim.gerçi o sıralar nünü de benden aşağı kalır bi halde değildi.o da ilk defa çıktığı heriften dert yakınır bi haldeydi.neyse oturuyoruz bunla.hani dedim ya pestil olmuşuz temmuz güneşi altında,ha işte akşamüstü böle.efil efil esmesi gerekiyo tabi ama tık yok.beşiktaş iskelesinin önündeyiz.o kadar kedi gibi atlayış ve sıçrayışlarımıza rağmen kaçırmışız vapuru.neyse dedik,daha vapura yarım saat var oturalım şöyle azıcık.yaşlılık işte.efendim,yaz gelmiş,boş bi bank yada kaseyi sağlama alıcağınız en ufak bi boşluk bulabilirseniz alın burdan yakın.yok.baktık bi bankta iki kız,ayakta da anneleri yaşta bi kadın.kadının elinde fotoğraf makinası.çekiyo babam çekiyo.sanırsın mankenlik ajansı.kızlar da 14,bilemedin 15'ler.nası sinir olduk nasıl sinir olduk.hayır bi de o sıcakta o odaklanma hali nedir be usta.biz ki,sırf emo sanmasınlar,apaçi stayla gibi durmayalım diye makinayı kafanın üstünden değil çenenin bayaa bi altından tutup fotoğrafa gayet 'habersiz,''aa resmimiz mi çekiliyomuş'' gibi bakıp da poz veren(!) insanlardık.yok,değişen bişey yok halen de öyleyiz.de...şimdi şiirsel bi anlatım tutturalım dedik,tamam.olay anında biz de,benim görür görmez ''aa şu vazoya oturalım bari'' deyip adını öyle koyduğum taşa oturmuştuk.ama harbiden ortasında ağacımsı bişey vardı böle kafamıza kadar.vazoydu işte lan daha ne uzatıyon.neyse.gel zaman git zaman,bunlar kalktılar.deniz tarafına gittiler.875 gün aç kalmışım da bikaç ekmek kırıntısı bulmuşum gibi benim bi kalkmam var,uff daha yeryüzüne gelmemiştir öyle kaba saba,çirkin bi saldırma anı.allah allah dedim koş nün,vakit yolalma vakit,vakit gördüğünü gördüğün gibi yakalama vakti.demedim tabi bunları,ama şimdi olsa derdim,kim bilir.hayat bu.artık ne kadar bi zaman miktarında oraya konuşlandıysak,hani derler ya 'gözümüzü kapayıp açışımızla' kendimizi bambaşka bi yerde bulduk.burası dünya olamazdı.değildi de.ve biz de biz değildik.bu geçen insanlar...hayır,insan değillerdi,onlar insan görünümündeki yüksek teknoloji ürünü canlılardı.hani çocukken nefesimizi tutup ''simiiiiiiiiiitttt'' diye yarışa girerdik ya abimizle,kardeşimizle,akranımızla.işte bu canlıların nefeslerini tutmalarına gerek yoktu.onlar hep nefessizlerdi.onlar hayata 1-0 galip başladılar.onlarr...ama her ne olursa olsun hayat buydu.''su hayattıırrr hayat güzellll'' diyo ya bi kadın su reklamında.hayır efendim,''bank hayattırrrr hayat güzeelll'' diyesim geliyo şu an.o kadını da kovalayasım.çünkü haksız yani.her güzel şey bitermiş.evet.tam da böyle.uzaktan,dumanını,genç bi kızın kumral saçlarını savurması gibi savurarak sinsice gelen vapur...o an gözümüzde bi damla yaş...değil tabi.ama dokunsalar ağlayabilirdik.daha oturalı 15,bilemedin 20 dakka olmuştu olmamıştı.ama hayat dedikleri de bu değil miydi.hayın bi vapur günün birinde gelip tüm mutluluğunu çalabilirdi.bi umut..iskelenin demir parmaklıklı kapısı açıktı da,vapurdan birer ikişer atlayarak inenleri,sessizce ve kendinden emin bi şekilde vapurun yanaşmasını bekleyenleri,iki arada bi derede olanlarıyla acı tatlı bi kalabalık bizim olduğumuz yöne doğru geliyordu.sanki biz iki kişilik bi orduyduk da,düşman dev bi savaş gemisiyle askerlerini üstümüze salmıştı.gözümüze bi yazma bağlasanız o an var ya o insanları askeri üniformayla görebilirdik.aaa ama hayır.nasıl bi düş bu lan.hiç pembe çiçek desenli asker üniforması olur m...ha,yazmanın deseniymiş o,sori.neyse deyip,boynumuz bükük..dedim ki silah arkadaşıma ''kalkalım mı?''.tek kelime bile etmeden kafasını sallamıştı onay vererek.ama o da ne?!bi kız..tam da denizin yanında durmuş...o...kolundaki o şey...çanta mıydı.hayır olamazdı.eğer bu çantaysa ben de julia roberts'ım lan dedim.dedim ki yanımdaki askere,müttefiğime ''onu sorucam.nerden almış''.kıza yaklaştıkça onun artık gerçekten bi çanta olduğunu anlamıştım.julia roberts'a dönüşmemiştim hemen oracıkta ama zaten küçüklükten beri bizimkiler hep benzetirler.çanta da resimdeki bu arada.kıza nerden aldığını sordum.gereken tüm bilgileri almıştım.artık göreve hazırdım.eve varmama vardı bi 1 saat filan ama o 1 saat belki de gerçekten bi amaca bu denli 'yönelik'' ve kısaydı bi vapurda.vay be.tabi eve geldiğim gibi siteye baktım internetten.hiçbi şey beni alıkoyamazdı ona sahip olmam için.o benimdi artık.benim.tabi o kadar tutuşmalarım anca 20 küsur gün sonra meyve verdi.bi saat önce verdim siparişi.yarın mı öbür gün mü gelir bilemem.taktıkça o vazo,kız,acı tatlı o kalabalık,müttefiğim-silaharkadaşım,temmuz sıcağında kah kedi gibi sıçrayışlarımız kah kaplan gibi koşmalarımızla vapura koşma saniyelerimiz ve pestile dönmemiz gelicek aklıma.zaten çanta da kaset şeklinde.tam nostalji.

26 Temmuz 2010 Pazartesi

bimbambom çok şükür dostlarr benim de artık bi bloğum varrr


anlamadım.hem de hiç.anlamadığımdan,anlam da veremedim,bi açıklama getiremedim.
blog açtığımdan beri,nasıl bi işse artık,kafam sürekli burda.bişey düşünüyorum,''aa bak bunu yazıcam bloğa'',''tam blogluk lan'' gibi,yani içimde tamamen 'bloğun çıkarlarına hitap eden bi ben' var artık.yatıp kalkıp,''ne yazsam bugün'',''o geçen yazdığım nasıldı acaba'' falan diyo içim bana öyle böyle değil.salak mısın kızım,git bi kitap oku,bi film izle,bi şiir neyin yaz,yeter ki açıl başka koylara,denizlere der gibi oluyorum sonra ama dank ediyo ki,ben kitap okumam,çok nadirdir.film desen amaaan kim çekicek şimdi,ben olmuşum film zaten,aman kalsın diyorum.şiir de öyle ha deyince yazılmaz,her çağırdığında ayağına gelmez.ne kalıyo,hiçbişey!zaten kayıtlarda var bakın hele.'ilk gözağrım'da yazmıştım ya hani,ilk yazıda yani,ordan anlayın siz nasıl bi halde olduğumu.
ilk insan gibi hissediyorum kendimi.ateşi bulup da habire oynamaktan k.çını yakan ilk insan gibi,düşün.belki de,
''benimle oynama
söyledim sana
şansını zorlama
uğurlar olsun''

demesini bekliyorumdur bloğun bana,kurak but gibi.olur da olur.sanal alem bu.sen uyursun sanal alem uyumaz.kimbilir ne işler çeviriyodur bu var ya,karı kız falan bile atıyodur bu var ya,beklerim yani ben bunu sanal alemden.sori lan blog,sen de kaynadın arada ama,napalım sonuçta sen de sanalsın sen de alemsin yani.

acıktım.saat de olmuş 20:08.''liplooo,kalma sokaklarda bak hava kararıyo'' diye çağırcak şimdi annem sanki lan.evet itiraf ediyorum annem bana küçükken liplo derdi.hala da bazen der.hatta bazenle her zaman arasındaki bi zaman dilimi kadar der yani.sağolsun.kendimi dışarda oyun oynayan,üstünü kirletmiş,defalarca bisikletten düşmüş,eline geçen ilk parayla diş şeklinde jelibon alan küçük liplo gibi hissettim bi an resmen.
demek ki neymiş,en ummadık konuyla insan geçmişine dönüp böyle büyüyüp de küçülebilirmiş.küçümsememek lazım.

bi dövmenin beni dövmesi hikayesi


kediden korkan insanım,o makina gelecek de ikna edecek beni öyle mi?hiç sanmam.hadi korkuyu falan geçelim.acısı da var bu işin.tamam acıyı çok severim,acısız yemek düşünemem,hayatımın anlamıdır acı.candır.bitanedir.lakin dişçide kaç kere,'öteki taraf'taki dönerkapıdan girer gibi olduğumu bilmez kimse.bilemez.bilseler bile,güler geçerler.herkeste var bu dişçi korkusu biliyorum.ya da gidince yaşanılan acılar,tasalar,hüzünler...bense nasıl biri haline gelirim bi ben bilirim.resmi gördünüz,'diş,dişçi,kanal tedavisi,dolgu,dişçi korkusu?!ne alaka lan?!'' dediğinizi duyar gibi değilim duyuyorum.''neyse tıraşı kes!'' dediğinizi de duyuyorum merak etmeyin.
bu dövmeyi gördüm bugün internette.ve görür görmez blogda paylaşmak istedim,siz değerli seyircilerimi mahrum etmemek istedim bu sanat eserinden.o kadar kahrımı çektiniz bi nevi,onca saçmalamalarımı telafi edeyim dedim pırlanta kalpleriniz ne derece memnun kalır bilm...çok yağ çektim farkındayım,affedin pls.
ne diyodum.hah evreka!dövme severim.buna rağmen yaptırmam sanırım.ama bi dövme,bi çeşit ikna etti beni,ilerde şöyle küçük bi dövmem olur diye.fekat,kalbimin çok daha delice attığı,neredeyse şekerimi düşüren,tansiyonumu tavana vurduran,elime ayağıma yel atan,beni benden alan,dövme ve ben ikilisinin asla biraraya gelemeyecek olmamız gerçeğine sadakatsizlik yapan asıl dövmeye.



gözleriniz,Thriller klibinde,kızla O'nun etrafını zombiler sardıktan sonra müziğin girmesiyle birlikte O'nun gözlerinin geldiği hale gelmemiş olabilir.benim de olmadı.ama yukarda saydığım şeylerin,yani işte kalbimin delice atması,şekerimin düşmesi,tansiyonumun tavana vurması,elime ayağıma yel atması gibi şeylerin neredeyse benzerlerini yaşamama ramak kalmıştı ki,fonda Thriller'ın çaldığını farkettim.ve şarkı nakarata girince kendime geldim.

hamiş:bi dövmenin,yazarınızı nasıl dövdüğüne tanıklık ettiniz.ettik.ileride yaptırır mıyım bilmiyorum ama bu dövme kalbime dövüldü bugün,o kesin.

REST IN PEACE MJ


Michael Joseph Jackson.adını yazmaktan başka yapacağım,yapmayı becerebileceğim bişey yok.çünkü adının yanına en parlak,gösterişli kelimeleri getirsem düşerler,dayanmaz güçleri adının yanında durmaya.
senin yanında küçük kalırlar,onlar senin gibi dansedemez,senin kelimeleri telaffuz edişinin taklidini yapamaz,senin gibi esnek değil bacakları kolları.en kötüsü,senin gibi değil onlar.kötü,çünkü bakıp da seni görebileceğimiz hiçbir şey yok.
kelimeler böylesine ''senden,suretinden apayrı'' iken bir insanı sana benzetmemiz bile olmaz.yapsak kim bilir neye benzeriz.

çocukken,adını bile bilmediğim şarkılarını duyunca,senin bu dünyadan olmadığına inanırdım.kimse öyle şarkı söyleyemezdi.hem zaten onlarınki şarkı söylemek değildi.aşıktım sana.büyüyecektim,bi sürü param olucaktı,olduğun yere nasıl bi araba geliyosa artık,ilkine binecek gelecektim.yoksa öyle bi araba,büyük,koskocaman bi merdiven yapıcaktım.nasılsa çizim yapıyordum ya,kendim çizecek çivileri kendim çakacak,üzerine resimlerini yapıştıracak,kenarlarına renkli ampuller takacaktım.beni basit,düz bi merdivenle gelirken görmemeliydi MJ.nasıl olacaksa,konuştuğun dili bilecektim,bu yüzden zorlanmayacaktım konuşurken.öyle ki,Senle aynı dilde Senin şarkını Senin gibi söyleyebilecektim.en azından deneyecektim.taklidin taklidi bile olmayacaktı biliyorum.

ben de senin gibi dansedicektim.en azından senin bi küçük boyun olucaktım.ya da öyle sanıcaktım.

artık kimse yok.adını bilmediğim,bilsem bile söyleyebileceğim bi şarkısı yok kimsenin.kimse başka bi dünyadan değil.kimse 'öyle' şarkı söyleyemiyo.konuştuğu dili biliyorum tüm şarkıcıların,en tuhaf dili bile belki de.ve dünyanın her yerine gidebilirim herhangi bi anda.merdiven yapmama gerek yok.bi anlamı da.kimse ulaşılmaz değil.


en kötüsü kimsenin adı MICHAEL JACKSON değil!


olm evren


birbirinin aynısı günlere uyanıyorum.yazabileceğim herhangi bi atraksiyon olmadığından hayatımda,saçmalama hakkımı kullanıyorum.öyle 'saçmalığı sapanlığından öte' günler yaşıyorum ki.yaz mı,hani deniz?tatil mi dedin,nerde bunun 'kışın üstüne yapıştırdıklarını önce bronzlaşıp sonra derini soymak suretiyle hayatından çıkarmak' faslı?kafam karışığın ötesine geçmiş,level atlamış,kendi içinde evrilmiş;artık daha ne kadar sıkılabileceğim hususundaki haklı şaşkınlığıma hak vermekle meşgul.evren işi gücü bırakıp,ben dışındaki 6 milyar insanı boşverip,yeryüzünde yaşayan tek canlıyım sanıyo sanki beni bu aralar.''ne iş la?bi ben miyim kalan olm?!'' deyip tüyesim geliyo.ama yapamazsın,g.t değil başka bişey ister o biraz.yemez kısaca.evren bu,boru değil.zaten o yüzden tüyerim dedim ya.yoksa açıp ağzını yumup gözünü daha neler neler demek ister deli gönül.şaklabanlıklar dizi dizi gelir falan.
ama gel zaman git zaman,bakıyorum da,''yoo,bu evren dalga falan geçmiyomuş benle olm,hem 6 milyar insan var düşünsene,sıyrıl artık şu bentekimcilik düşüncesinden!'' dedirtiyo.bu aralar bu nadir ama onu söyliyim.hiç havaya girme ama olm evren,haksızsın cicim!
ya işte böyle uyanıyorum sabah mesela,off nasıl bi yorgunluk.sanki akşam 88 tane fille dövüşmüşüm,95 tane mamutu anasından doğduğuna pişman etmişim,47 tane timsah...neyse lan örnekler çoğaltıldıkça baya bi salakça duruyo.he sanki işte öyle gibi bi yorgunluk ama anlatamam.gözüm hiç abartmıyorum 1 saat falan açılmıyo.hani merdivenleri inip salona geçmişsem de bilinsin ki o an rüyamda dünya turundayım ben.öyle yani.hani annem sabah her günkü gibi,nerden bulduğunu bilemediğim bi enerjiyle çemkiriyo mesela,rüyadayım ben ve düşün kızamıyorum,coşamıyorum,sinirlenemiyorum.gayet de naif,masum,böle pamuk gibi bi insan oluyorum.demek ki ne olursan ol gel değil,''ben uyandıktan sonraki ilk 1 saat tamamdır,gerisi yalandır!''.hani kendimi uyandıktan sonraki o ilk bi saat içinde dışardan biri gözüyle görürsem aşık bile olabilirim.o derece.abarttım mı lan yoksa?
mesela ilerde evime kamera sistemi falan kurdurursam,''eve hırsız girmiş mi girmemiş mi,bizimki gece ben uyuduktan sonra hınzırca ve sinsice üstüne bişeyler geçirip dışarı atmış mı kendini zamparalığa,çocuğun yatağı ıslatma anı''ndan ziyade,habire geri sarıp,uyandığım saniyeden başlayıp yeni günün benim için ilk olan saatindeki halimi tavrımı izlerim dururum gibime geliyo.yok kendime hayranlığımdan filan değil.ömrü boyunca aynaya bakınca kendini bi türlü beğenememiş biriyim ben.yok öyle narsist bi yanım.düşün benim gibi biri bile ''kendimi dışardan biri gibi izlersem aşık bile olabilirim'' diyosa vardır bi iş.sabahları olduğum biçimle böylesine fütursuzca eğlenmemi işin içine katmadığımız takdirde böyle de sıkıcı bi hayatım var bu aralar,huyu kurusun.kökü de kurusun.dur lan beddua gibi oldu böyle de.ya şimdi burda hayatıma demedim o lafı olm,hani bu 'sıkıcılık'tır kastım,yanlış anlaşılmasın.'kendini beğenmemiş' biriyiz dediysek kendine beddua eden bi psikopat da değiliz.

neyse.yakındır sabahın köründe fırın gibi yataktan çıkıp,yastığından uzak gurbet ele doğru,uykulu gözlerle hazırlanıp okul yolunu tutacağımız günler.sonra çok özlerim bu günleri ama.

25 Temmuz 2010 Pazar

bilmemne hızı


gün gelicek,twitter'ı çözemeyecek,facebook'un adını bile anmayacak,''blog mılog ne ola ki?!'' diyecek bi nesil yetişecek.hah işte onlar belki de bizden sonraki kuşak.çocuklarımız.bilemedin torunlarımız.böyle bi dünya yani.ee ne var ne yok daha daha?

huysuz nine olmak ya da olmamak


içimde diktiği düğmeleri tek tek söken huysuz biri var bu aralar.yapma diyorum,bi iliklesen belki de bastığında mutluluğun anahtarını tutuşturacak avuçlarına.'don't push' yazan aptal bi tuş değildir belki.belki de kendimize çekeriz onu,ve içine alırken,sen bilmezsin kimin kimi içine aldığını,bi de bakarsın için dışın bir olmuş,anlatıvermişsin derdini tasanı sağanağını.zaten yaz.bi yağmur farz.olmasa da olur.ama olsun.45 derece olucakmış yarın havamız,havamızdan geçilmez artık,bakın ne bok ettik dünyayı diye,saçımızı geri atıp geçeriz yanlarından otun böceğin.kaldıysa tabi.zaten ne varsa bizim bu hep 'daha iyisi olsun en iyisi olsun'culuğumuzdan geldi ya başımıza.neyse çok milyon kafam bu ara.içmedim.içmeden.cansıkıntısından böyle bi meşgale bulmuş olmaktan korkuyorum kendime.yoksa çekilmez bi nine mi olucam ben?

24 Temmuz 2010 Cumartesi

eski bir şarkı


nasıl kandırdın sen beni
nasıl rol yaptım sana
içimde savrulmaya,köksüzlüğe alışkın volkan
sende hala umut.
suçlu kim diye bişey yok
ne sen anlayabilirsin
ne de ben anlatabilirim
zaten hava sıcak
zaten çayım bitmişbu havada çay içilmez diyeceğini biliyorum
sigara içmeme de kızardın
ama tam da şimdi yaktım
senle çocukça inatlaşmalarımızdan ibaretti
büyü sandığın
gizemin büyüsü dediğin şey.
aşk değildi
bin şahit lazımdı
kime sorsan yolu söylerdi
ama gittiğimiz yol,yol değildi
apaçık.
bir de
anlatsam neden aşk değildi
neden suç yok suçlu yok
bu aralar kelimelerime güvenmiyorum
beni yarıyolda bırakıyorlar
onlara inanmıyorum.
istersen eğer iki çift sahtekar söz
söylerim elbet
nasılsa aşk değildi o
aşık değildik
suç yok suçlu yok.
aslında doğru olan bu
dedim ya
sen de anlayamazsın
ve anlatamam ben de.
ama iki çift sahtekar söz söyleyemem aslında
kendimle çelişiyorum böyle işte.
işte hikaye tam da böyle.
işte bu aralar tam da böyleyim.

Platonik


gittin.
kendini haklı görmek için
yalnızlığını görüp
içimin acımasını yoksayıp
sonra yalnızlığını yoksayıp
aptalca kandırmanı kendini
gözlerimin önünde
daha fazla oynayamacağını anladığında.
sen de biliyordun ama
masken solmuştu
gözlerinin etrafında çizgiler...
gözlerimin önünde büyüyen
yapayalnız çaresiz bi çocuk olduğunun
sana her baktığımda tokat gibi çarpmasına yüzüne
daha fazla dayanamacaktı ruhun.
yeterince yara almıştın
kendi ellerinle kendini yaralayışını
kim bilir benden başka biri görmüş müydü
bu senin en mahrem yerindi.
sana alışmamı
alışkanlığımın utanmaz sessizliğini
arkana bile bakmadan bir gece
yırtıp attın
gittin.
kim bilir şehrin neresinde
nasıl ve ne yapıyorsun
seni bir daha görmeyecek olsam bile
gittin
bir daha
gurursuzluğumla
herşeyi ayaklar altına alıp tek bir defa yüzüne bakmamla
bir merhabası çok
iyi geceler demesiz
o saçma hikayede savrulmamla
ve hiçbir söze yakışmayan o çaresiz duruşunla
aynı yerde
iki ayrı kalp olmayacak olsak bile.
zaten bunu da bilmeyeceksin.



alaaddin'in sihirli balonundan istiyorum


rüzgarın kararına bırakmadan,rüzgar nereye eserse değil,balonların seni götürdüğü yere gidebilmek...ya da olduğun yerde olduğu gibi balonlarının olması.
kafamda milyonlarca balon varken bu ara,şöyle bi tane olsa da olur,bi balon patlatsam ve içinden bi alaaddin çıksa..tamam sevgili seyirciler,görebiliyorum kafanızdan geçenleri,saklanmanın lüzumu yok.ama sandığınız gibi manita ayağında değil,harbiden ciddi ciddi söylüyorum fena mı olurdu şöyle bi iki dilek hakkımız olsaydı ve gözünü açtığın vakit yanında hepsini görüyosun uff.kim istemez yahu armudun pişip ağzına düşmesini.düşünsene bi,binbir dirsek çürütmeyle,cansıkıntısı,stres,cartcurtla okuduğun üniversiteden mezun olup şöyle cillop gibi bi ajansta babalar gibi çalıştığını(öyle yok ajansın başında olayım,gelsin ayağıma fikirler,yaratıcı düşünceler şunlar bunlar'cılık da yok serde,hem hiç bana göre değil öyle yöneticilik falan filan).sonra iki tane daha dilek hakkın varmış ha,bak orda o şirkete girdiğinde etrafında bi içim su çocukları,o bişey başarmış olmanın harika havasını falan da katmışlar katma değer olarak,düşün bunların haricinde iki dilek hakkın daha var.söylemem tabi neler dileyeceğimi 2. ve 3. olarak.sen olsan ne dilerdin mesela onu düşün bi.ya tamam yazının başında gayet de saçma bi yazıya giriş yaptığını daha ilk,bilemedin sonraki cümlelerde sezdin hislerinin 6. olanıyla.da..da'sı var işte.kim istemez ki sonuçta durduğun yerde durduk yere şöyle aklını durduracak şekilde dileklerinin gerçek olmasını.tamam belki toplasan 3 tanecik ama bak ben bi tane diledim mesela,içinde de kdv'si falan oluyo böyle,promotion babında.

23 Temmuz 2010 Cuma

öküz


bi öküz kadar olamadın
hayır ağladım arkandan
köpek gibi
kaç gece bilmiyorum
saymadım
her şarkıda
-içinde öküz geçmeyen
sen vardın
ama hiçbir şarkının adı
öküzlü bişey değildi
keşke olsaydı
çünkü adı öküz olan bi şarkıya
ne de yakışırdın sen

ebe olmam ben reklamcı olucam


zaman öldürüyorum
önüm arkam sağım solum aynı yalnızlık
ebemi bilmem
sobelemem de bunca senenin sonrasında
tuhaf herifmiş dediklerine göre
kafası yok demiş anneme babama
daha bezelye kadarken yani ben,bilmiş
diyeceğim ama
keşke sadece kafası yok demeseymiş diyorum
kalbi yok deseymiş
hayalleri
kelimeleri...
düşmezdim hep aynı boşluğa
kafasızlığımla.böyle herkesden habersiz.
şimdi görsek
tanımayız birbirimizi
ama tanırsam ben onu
söylemem bişey
ebe olmam ben
reklamcı olucam ben
varsın o sobelesin
kimi çıkaracaksa bi yerden

serzeniyorum lafın gelişi


eli kulağında düşlerimizin
pamuk elleri cebe gitmedi
hep cimriydi
anlamadı ya bizi,
canı sağolsun yine de.

22 Temmuz 2010 Perşembe

ah merak duygusu


bilmediğin bi şarkıyı dinlemek tuhaf şey.
sana da yaşamı hatırlatmıyo mu?
tamam,belki senin benim gibi bi bedeni yok.
ama bu aralar,bi şarkının çok şey olduğunu öyle açık gösteriyo ki hayat bana,kendime bile söyleyemediklerimi,hani biri istifa dilekçesini atar ya patronun suratına,tam da öyle yüzüme vuruyor içindeki düşlerle ve gerçeklerle.
bi bakıyorum kelebek olmuş avuçlarımda,tutsam ölücek biliyorum ama bırakırsam belki de adını bile unutucam.
bi sabah uyandığımda başucuma bağdaş kurup oturmuş bi çocuk...elleriyle kulaklarını kapatıp bağırıyo.hayır,kendi sesine tahammülsüzlüğünden değil,bazen sen ben yada o kendi gerçeğimizden kaçarız ya,bilmediğin yada şöyle söyleyeyim,inanmak istediğimiz bi hikayeye inanmak isteriz ya,aynısı bu işte.
bana verdiği sırlar çok.
her birine adayıp gecelerce,yollarca ağladığım insanlar çok.
hatta çoğu kez aynı şarkı
birbirini tanımayan sevgilileri aynı yerde buluşturur.
şimdi kimi seviyorsan ve eskiden kimi
birbirinin yüzünü bile göstermeden
ikisini öyle güzel biraraya getirir ki bi şarkı.
bilmediğin bi şarkıya alışmak da tuhaf.belki de ben herşeyi tuhaf gören,büyümeye yeni koyulmuş biriyim ve bu yüzden herşeyi sorabilir,herşeye yutkunabilir,herşeyi garipseyebilirim.bi sürü insan da zaten bu merak duygusunun ne de güzel şey olduğunda hemfikir.olsunlar.
bilmiyosun bi şarkıyı.ama dinliyosun.ikinci kere dinlediğin andan başladığın bi yolculuk bu.artık hep bildiğin kaldırımlardan bildiğin bi sokağa çıkıyor,tanıdığın bikaç kişiye el sallıyor,sevdiğin bi kafeyi uzaktan görüp oturuyorsundur farkında bile olmadan.
.eğer sen de herşeyi tuhaf görmeye,büyümeye yeni koyulmaya ve bu yüzden herşeyi sormaya,herşeye yutkunmaya,herşeyi garipsemeye hazırsan.sen de ''merak duygusunun ne de güzel şey olduğunda hemfikirsen''.benim gibi.bizim gibi.
bundan sonra dinlediğin her şarkıyı 'kulaklarınla' duymayacağına eminim

saçım bunu beğenmedi



korkmayın edebi yazmıcam.ne de bi aforizma var metaforik.dünden önceki gün...böyle ağlamıyorum tabi.ama belli günlerde içime oturan o aptal cansıkıntısı yine teşrif etti.ne yapsam diye düşünürken sanki çok şey biliyormuşum gibi girdim banyoya,aldım elime makası,baktım gidiyo tutamlar.el mahkum sanki.ama mahkum gibiydim,sanki o saçlar gitmezse içeri giricem.tövbe tövbe.içeri derken de odaya falan değil canım,anlatamadım herhalde neyse ya.tabi kafamda belli bi model de yok,hani nasıl olucak neye benzicem diye en ufak bi fikrim yok inanır mısınız sevgili seyirciler,varın siz düşünün ahvalimin vehametini ve de rezaletini.sanki gözlerim kapalı,koca ayna var önünde kör müsün evladım,nereyi nasıl kestiğini göremiyomusun.tamam anladık uzaktan yakından miyopsun,yakını değilse bile uzağı 2,5 şiddetinde görememektesin de,bu körlük neyin nesi dedim kendime.tabi dışımdan değil.maazallah,zaten dengesizim tam deli sanıcak bizimkiler.can sıkıntısı işte.yaptık bi delilik.her neyse.dedim ya nasıl bi yaratık çıkıcaktı ortaya tüm yaratıcılığımı koysam tahayyül edemezdim inanın.artık ne kadar süre cebelleştiysem elimde makas,içimde cansıkıntısı,aynada tuhaf bi mahluk...sonunda alnımın üstünde garip,yamuk yumuk bi kahkül buluverdim.21 yıllık ömr-ü hayatımda bi kere bile kahkülüm olmamış,bilmem etmem ne yer ne içer,neye benzer,ne işe yarar falan.''sabah kalkınca serçe parmağınızın ortasına gelecek kadar zeytinyağını,dün geceden oda sıcaklığında bekletip kulak memesi kıvamına getirdiğiniz başparmağınızın yarısı kadar tarçınla(tabi burda başparmağınızı değil,sabaha kulak memesi kıvamına getirmeniz gereken tarçını oda sıcaklığında bekletiyosunuz,yoksa olmaz!)karıştırıp bi güzel yoğurun(oncacık malzeme şeysi nasıl yoğrulursa artık!burda iş k.çınıza kalmış,ya kıçınızı yırtıp mis gibi kahkülleriniz olucak ya da o kıç kalacak orda öyle).sürün saçınıza.sürün sürün korkmayın.15 dakika kalsın o kahküllerde.15 dakika geçti mi,heh şimdi sakın yıkamayın.şimdi şunu yapıyoruz:5 diş sarımsağı alıyorsunuz.yok illa gidip manavdan bakkaldan almayın canım,evde varsa o da olur.şimdi o sarımsağı 5 yemek kaşığı çikolatayla karıştırın.ama çikolata dediysek illa gidip kalıp çikolatayı eritin demiyoruz bakın,kıymetimizi bilin yani(he bide eritseydik be usta!iki tutam kahkül uğruna koca bi kafayı kurban edelim kaynar çikolatayla!)bildiğimiz,hani kahvaltılarda ekmeğe sürüp ağzımızın etrafını leş yapa yapa bide üstüne üstlük ağzımızı şapırdatarak yediğimiz çikolatalar varya,onlar işte(burda reklam vermiyoruz,şimdi o kadar 'kahvaltılık çikolata markası' var,hiçbiri küsmesin mantelitesi mevcut).ne diyoduk.5 diş sarımsakla 5 yemek kaşığı çikolatayı karıştırın.hayır,sarımsağın ne kabuğunu soyun ne de ezin.öyle olduğu gibi.ne olursan ol gel diyoruz sarımsağa,ayıp yani nimet sonuçta.şimdi kafada saatlerdir beklettiğiniz o harcın üstüne bu pis şeyi de sürün.artık bitlenirseniz de bizden günah gitti,siz istediniz olm ''yok efendim güzel kahküllerim olsun'' diye zırlayıp durdunuz'' tariflerine uyup da şimdiye kadar saçımla cebelleştiğim görülmemiştir,kaldı ki k.çı boklu bi kahkül için hiç yapamam valla üzgünüm.şansına küs valla cicim diyorum burdan şuan alnımda bön bön bakan kahküllerime.buradan herkese selam yolluyorum.kayıtta mıyız.çekiyo mu...

kendini dinleyen bi yazı


kelimeler bile küsmüş artık.ne duysam hep birbirine benziyor,renkler bile birbirlerinin giysilerini giymiş gibiler.kime ne söylesem hep aynı şeyi söylüyorum.ne söylediğimi ben de bilmiyorum.sonra başını alıp da giden cansıkıntılarımın geri geldiğini görüyorum.sigaramı içiyor,sabahları ondan başka hiçbir şey içemediğim son meyve suyumu içiyor,yediğim birkaç dilim ekmeği yiyor.içsin,yesin.son dilimleri de yesin.kilo aldım.yemeyebilirim de.yeter ki dilimdeki sözcüklerde gitmek olmasın.

iki yabancı



yanyana iki yabancıydık biz senle.
sen adını söylemiş,
adımı öğrenmiş,
saçmalamalarımı görmüş,
şiirimi okumuştun.
ne farkımız vardı
aynı filmde oynayan iki oyuncudan.
ikimiz de mecburmuş gibi buna
günleri dikip gecelere
uzaktan uzağa
birbirimizi kandırdık
geçip giden baharı
şarkıları...
en kötüsü
kendimizi.
şimdi,
bir ayrılık sahnesi bile olamamış
bu yapma ve saçma film
tozlu bir çatıkatına mahkum.
boşver beni.


içimi açtım baktım,yok birşey yapacak


bi listem yok.aman aman planlar içinde de değilim bu aralar.okul yok(en azından şimdilik tatil durumu),çalışmıyorum,bakmam gereken çocuk yahut çoluklar yok,çekip çevrilecek bi ev yok,ders çalışmaya niyetim yok,kitap okumaksa çok arada derede/arada sırada yapılan bi aktivite çocukluğumdan beri benim için.ne kalıyo geriye:sosyal birtakım aktiviteler falan filan.işte o yönden de istek yok bende.hava olmuş bilmemkaç derece,nem desen 100 üstünden 100.gel de yap bişey.gel de içinden bi istek gelsin.ama sen gelmeyince istek nerde.işte böyle sapansaçma şeyler ve şeyler...gün gelicek,benim de koşturacağım zaman dilimleri gelicek sevgili seyirciler.