29 Aralık 2015 Salı

Teşekkür ederim hayatımın 2015'i..

Koca bir yıl bitti madem, oturup üstüne konuşmasak olmaz. Çünkü bazen ardında bırakacaklarını son bir kez hatırlayarak veda etmek insana kendini hatırlatır ve yeni başlangıçlar için yolunu aydınlatır.

2015'i geride bırakıp yoluna giderken keşke diyenlerden olmadığım için kendimi şanslı hissediyorum. İlk kez bir senenin bu kadar kocaman olduğuna şahit oldum diyebilirim. İçinde hem bal, hem de büyülü zehirler olan parlak ve ihtişamlı bir çikolata kutusu gibiydi sanki.

"Her şey" gibi görünenlerin koca bir "Hiç" olduğunu da gördüm, bildiğimi sandıklarımın sadece inanmak istediğim bir yalan olduğunu da. Dost ya da sevgili maskesinin altında düzenbaz bir sahtekar olabileceğini de. Ama çok güzel şeyler de oldu. Mesela yelkenlide fazlalık yapıp hızlanmama engel olan ve bir adım bile ilerlememe izin vermeyen saçmasapan insanları o koca okyanusta bırakıp kendi yoluma gittiğim için kuşlar kadar hafif hissediyorum. Çünkü kendime inanmam gerektiğini ilk kez bu kadar iyi anladım ve insanın en büyük kahramanının bazen yalnızca kendisi olduğunu da.

İyi ki diyorum uyandım. İyi ki bitmesin istediğim rüyalar bitti ve asıl rüyaya uyandım. Gerçek olandan kaçmanın nasıl bir korkaklık olduğunu ben hatalarımla anladım. Bazı acı gerçeklerin bazı hayallerden daha tatlı olduğunu ben yanılgılarımla anladım. Ama "İyi ki" diyorum! Bu kadar yanmasaydım bu kadar cesurca küllerimden doğmazdım, yenilmeseydim böyle sükunet ve şükürle kendimle barışmazdım, bütün o renkli ve sahte yalanlara inanmasaydım sonunda sade ama çok güzel o gerçekleri anlamazdım. İşte bu yüzden "İyi ki" diyorum!


Tek başına mücadele ettiğin bir savaştan çıkmış gibi bir yorgunluk hissetmek normal. Çünkü hiç biri bir diğerine benzemeyen 365 başka hikayeyi ardında bırakıyorsun. Her birinde bir başka savaştaydın. Yani savaşlar yalnızca meydanlarda yaşanmıyor, bazı büyük savaşlar insanın kendi hayatında da olabiliyor.

Ama hepsi bitti işte, hepsi geçti ve bu his en güzeli. Uçmak desen değil, her şeyiyle hissedebiliyorsun olup biteni. Gelip geçenler, başından geçenler rüya mıydı diyorsun ama değil gerçeklerden daha gerçek hepsi de. Ve insan inanamıyor tüm bunlar koca bir insan ömrüne sığabilecekken hepsini de tek bir savaşta yaşamış ve sonunda kazanmışsın. Bu seni aptal bir egoist yapmamış ama şükür ki, geldiğin yeri ve haddini bilecek kadar olgunlaşmışsın mesela ne mutlu ki.

İçim rahat, vicdanım rahat çünkü kendim olmaktan bir an bile vazgeçmedim. Başkaları gibi olmak gerektiğine inananlara rağmen ben hep kendimdim, tam da ben gibiydim. Zaten bu yüzden hatalarımı ve pişmanlıklarımı da tıpkı şanslı ve mutlu anlarım gibi teşekkürle öpüp başıma koyuyorum şimdi.

Ve her şeyden sonra, kendini yeni başlangıçlara hiç olmadığın kadar hazır hissetmek kadar güç veren hiç bir şey yok. Ve asıl gücü sadece kendinde bulabileceğini bilmekten vazgeçmemek kadar cesaretlendireni de. İşte ben bu yüzden en çok da 2015'te beni kıran, üzen, bana yalan söyleyen, maskesiyle karşıma dikilen, yolumu kesen, yarı yolda bırakan ve hayal kırıklığım olan insanlara ve yaşanılanlara şükrediyorum. Çünkü onların hiç biri olmasaydı şimdi bu kadar huzurlu ve şükran dolu olamazdım. Yaşadığım son ana kadar kendim olmaktan vazgeçmeyeceğime her zamankinden daha çok inanmazdım. Tıpkı dün gibi bugün de yarın da ben olduğum ve ben olacağım için beni ben yapan her şeye işte bu yüzden teşekkür ederim.

İyi ki 2015 tam da 2015 gibiydi.

İyi ki herkes ve her şey tam da olduğu gibiydi.

12 Kasım 2015 Perşembe

Derin bir uykudaydım 26 yaşında uyandım!

10 gün sonra bir yaşıma daha gireceğim. 30'a her gün biraz daha yaklaşırken seni bugün sen yapan şeylerin sadece seninle ilgili şeyler olmadığını anlıyorsun.

Hayatına giren her insanın sana bilmediğin bir şeyi öğretmek için hayatına girdiğini, kahramanı olduğun her hikayenin unuttuğunu sandığın bir şeyi sana hatırlatmak için başından geçtiğini anlıyorsun. Bazı tanışmaları kendimizle tanışmak için yaşıyormuşuz ve bazı vedalar aslında kendimize kavuşmak içinmiş.

26 yaşına kadar ne oldu nasıl oldu derken her şey su gibi geçip gidiyormuş ama 26'dan sonra sanki ışıklar yanmış, büyük büyük pencereler açılmış, her şeyin üzerindeki tozlar uçup gitmiş ve içeri temiz hava girmiş gibi oluyormuş.

25 yıl boyunca her şey derin bir uykuymuş ve insan 26 yaşında uyanıyormuş.


Fragman bitti bebeyim, asıl şimdi başlıyor film!

Daha önce her şey gözüne karmaşık, anlaşılmaz ve içinden çıkılmaz gelirken hiç bir şeyin sandığın gibi olmadığını 26 yaşında anlıyorsun. Her şey bir örgü yumağı gibi sırasıyla oluyor. Kafanda yarattığın senaryolarla kendini yormayı, düşünceler içinde kaybolmayı bırakıp yıllarca dalga geçtiğin şeyi yapmaya başlıyorsun: Düz bir insana dönüşüyorsun. Artık her şeyi daha iyi anlıyorsun, insanları tanımaya başlıyorsun ve sonra çok güzel bir şey oluyor: Kendinle tanışıyorsun. Kendini her halinle kabul edip sevmeye başlıyorsun.

Zor olanı ama en güzel olanı başarıp kendini sevmeye başladıktan sonra inanılmaz güzel bir aydınlanma yaşıyorsun: Gerçeklerden inatla kaçıp olanları ve insanları gözünde büyütmeyi ve görmek istediğin gibi görmeyi bırakıyorsun.

Artık her şeyi ve herkesi olduğu gibi görmeye başlıyorsun. Olması gereken şeyi olması gereken zamanda olması gerektiği şekilde yapmayı öğreniyorsun. Mesela hayatında olmaması gereken insanların ve durumların artık hayatında yer işgal etmesine izin vermiyorsun. Çünkü kimseye ödeyecek borcun, verecek hesabın olmadığını ve bu yüzden kimsenin saçmasapan egosunu çekemeyeceğini anlıyorsun. Çünkü artık anlıyorsun ki ne onlara, ne de onlarla yaşadıklarına gerek yok. Sonrası ohhh be diye tertemiz bir hafiflik!

Bir kere en üzeli de Drama Queen'likten emekli oluyorsun ve kendi hayatının kraliçesi gibi hissetmeye başlıyorsun. Çoğu şeyin öyle çok da ciddiye alınacak bir şey olmadığını anlıyorsun. Hayatın her şeyiyle ve her şeye rağmen güzel olduğuna artık emin oluyorsun.

Evet belki 30 yaşına girmek gibi büyük bir uyanış olmasa bile 10 gün sonra 27 yaşına gireceğimi düşününce 26 yaşın hayatımda çok şeyi öğrendiğim bir dönemeç olduğunu artık daha iyi anlıyorum. Tamam belki 30'a çok az kaldı ama ben artık ''Yaşlanıyorum'' demiyorum ve öyle hissetmiyorum. 18 yaşındaki o acemi kızı mesela hiç özlemiyorum. Kendimi tam da kendim gibi ve harika hissediyorum! Oyundaki kötü canavarları, yaratıkları yendiğim için kendimi bir kahraman gibi hissediyorum!

26 yaş bitti, tabii bütün o çirkin canavarlar ve savaşlar da. Ve şimdi bu gurur verici ve keyifli zaferi kutlama vakti! 

7 Ekim 2015 Çarşamba

Evrenin beni bir hanım teyzeye dönüştürme hikayesi

Merhabalar. Şimdi anlatacaklarım biraz sıradan, biraz da sıradışı şeyler. Hazırsanız başlıyoruz!

Bundan 8 sene önce, daha liseli ve hayatı yeni yeni tanımaya başlayan ergen bir kızken durduk yere bir şeyler oldu ve o günden itibaren ben artık sıradan biri değildim. Evet belki görünür bir pelerini ya da kanatları olmasa da en az bir süper kahraman kadar süper güçleri olan biriydim: Ben artık bir baldızdım! 

Daha 18-19 yaşındaki bir insan evladına yetişkin bir insan sanıp koca koca teyzelere ait bir ''Baldız'' rozetini alıp yapıştırmıştı hayat. Alnımda ''Baldız'' yazan fosforlu bir post-it'le gezmek gibiydi. Herkes bana baldızmışım gibi bakıyordu resmen. Bu üstün görevi başarıyla tamamlayabilir miyim diye düşünmeye başladım. Başta pek algılayamamış olsam da zaman içerisinde her şeye alıştığımız gibi artık bir ''Baldız'' olduğum gerçeğine de alışmaya başlamıştım, tam böyle baldız baldız hareketlerle filan gerçek bir baldız gibi dolandım durdum ortalarda. Bi kere baldız kelimesini üst üste bir kaç defa söyleyince bile acayip komikken ben artık baldızdım aman Tanrım!

Her neyse sonra gel zaman git zaman.. Dünya dönmeye devam ediyor, zaman geçiyor ve hayat kaldığı yerden devam ediyordu. Baldızlığın tadını daha yeni yeni çıkarmaya başlamışken hayat bu durur mu ''Dur bak sana daha ne sürprizlerim var'' dedi ve 3 yıl önce bir de teyze oldum! Yani evren resmen başka işi gücü yokmuş gibi beni bir hanım teyzeye dönüştürmeye çalışıyordu. Şaka bir yana, varsın ''Teycecim gel otur'' diyerek metrobüslerde yer verilen teyze olayım güzeller güzeli bir yeğene sahip olduğum için her gün şükrediyorum. Bugün ise hayatın bana bir süre önce takdim ettiği yeni görevimden söz edeceğim. Ay çok heyecanlı! ^_^


Yeni görevine hazır mısın bebeyim?

Uzun yıllar içinde iki önemli hanım teyze rozetimi alnımın akıyla gururlu bir gazi gibi taşırken aylar önce hayat yine karşıma çıktı ve bana şunu dedi ''Hey dostum yeni görevine hazır mısın?''. Karşındaki öyle sıradan biri değil basbaya hayat ve sen de o durumda ''Bi  saniye canım ya ben bi diyete başlayıp 5 kilo verip gelicem ok?'' diyemiyorsun. Gözlerimi belertip şaşkınlıkla kekeledim ''E-evet''.

Kalbim küt küt atarken yeni bir maceraya başlayacağım için deli gibi heyecanlıydım. Allah'ım lütfen güzel bir şey olsun derken cevap gecikmedi: ''Sen artık bir görümcesin''. Ne? Nasıl ya? Görümce mi? Bi dk ya hani şu bildiğimiz, damadın kız kardeşi olanından mı derken ''Evet gerizekalı evrende kaç tane görümce var!'' dedi.

Vay anasını, tıpkı özlü sözlerden bahsedilirken ''Büyük düşünür, ünlü filozof, üstad'' dedikleri gibi beni çağırırken de insanlar artık ''Büyük Baldız, Teyzelerin Şahı, Görümcelerin Hası'' mı diyeceklerdi yani? Vay be şaka maka böyle deyince kulağa havalı geliyor sanki. Maksat aksiyon olsun diye ''007 Görümce'' rozetimi alıp göğsüme taktım ve artık büyük görevime hazırdım.

Henüz resmi olarak görümce değilim tabi ama o büyük gün gelmeden önce bir kaç aydır ''Görümcecim'' diyen canım yengem sayesinde göreve hazırlanma şansını yakaladım. Aylardır görümce modu loading oluyor yani anlayacağınız. Bu görev bana verildiği ilk günden beri hayata artık gerçek bir görümce gibi bakmaya başladığımı da inkar edemiycem. Resmi olarak görümce olmama ise çok az bir zaman kaldı: Sadece 18 gün. Vay be 18 gün sonra resmen görümceyim!

Şimdi düşünüyorum da, evrenin bütün o beni bir hanım teyzeye dönüştürme çabası her şeye rağmen öyle güzel ki. Tek başına olmadığını, varlığının bir amacı olduğunu ve birilerinin ''Teyzesi, görümcesi, baldızı, halası'' olmanın aslında öyle ''Yaşlanıyorum'' kafasına girecek bir şey olmadığını anlıyorsun bir süre sonra. Hala demişken, eli kulağındadır yakında hala da olur muyum olurum valla. Hayat bu, sağı solu belli olmaz sonuçta. Sonra da ortamlarda ''Baldızlı Teyzeli Görümce Hala Kişisi'' diye çağırırlar artık napalım kısmet :)

2 Ekim 2015 Cuma

Ne olursan ol yine de gel Sonbahar


Hani hep bir şekilde ne yaparsan yap ait olduğun bir mevsim vardır. Kimi çiçekler açıp bahar gelince gerçek mutluluğun bu olduğunu hatırlar, kimi düşen ilk karla birlikte kendine gelir öyle bir manyaktır, kimi Haziran'la birlikte tamam der ''Yaz iyi ki var!''. Ben hep sonbaharcılardan oldum. Belki sonbaharın o sakin, dingin, her haliyle biraz hüzünlü biraz da o hala umudunu kaybetmeyen hallerinden.. Belki hem biraz kırılgan, hem biraz da görmüş geçirmiş bilge biri gibi vakur ve güçlü oluşundan.. Belki de tamamen basit bir sebepten, bir sonbahar akşamında doğduğumdan... Bilmiyorum ama sonbahar bir mevsimden çok daha başka bir şey.

Artık mevsimler şaştı hiç bir mevsim eskisi gibi değil tabi. 2 ay bahar 5 ay yaz derken hiç bir mevsimi şöyle doya doya yaşayamıyoruz ama sonbahar sonunda dün gerçekten geldi. Evet belki tam olarak sonbahar diyemeyiz, sonuçta sonbahar deyince hemen bir kuru ağaçlar sarı yapraklar filan hemen o kafaya giriyoruz ama dün mesela tam bizim o klasik Tumblr kızı moduydu direk. Dün ben eminim ki binlerce kızımız dört bir yanda kahvesini kitabını alıp camın yanına oturup battaniye altında nutella kaşıkladı. Yağmur damlasının cama vurduğu selfieler filan klişeler gırla.

İnsan üzülüyor tabi, her şeyi klişeleştirdiniz iyi hoş da bir sonbaharımız vardı bari onu bıraksaydınız be kardeşim diyorum ama tapusu bende değil bu neyin havası! Neyse işte hazır sonbahar da gelmişken tam o huzurlu hırka halleri, botları çizmeleri giymek filan bütün bunlar bir insanı neden bu kadar mutlu eder bi yandan da bunu sorguluyorum çünkü gerçekten anlamıyorum. Nasıl yani az önce sonbahara aşk nağmeleri yazan sen değil miydin dediğinizi şu an gayet net duyuyorum ama inandığımız şeye öyle körü körüne de bağlanmıyoruz sonuçta, bi oturup sorgulamak da lazım ''Ben buna niye inanıyorum neden seviyorum istiyorum'' diye. Tamam belki sonbahar deyince artık akla sadece Tumblr kızı geliyor ''Ne ekmeğini yediniz şu sonbaharın be kardeşim'' diyor insan filan ama olay sadece bu da değil. Evet tamam insan sevdiği şeyin böyle herkesleşmesini istemez ama sonbahar yani gri, soğuk, bunaltıcı, depresif bir mevsim sonuçta. Böyle bir şeyi hangi akıllı sever lütfen biri bana açıklasın.

Daha bebekken evet abartmıyorum daha el kadar bebeyken denize fırlatılıp yüzme öğretilecek kadar denizlerde büyümüş biri olmamı bir kenara bırakacak olursak görür görmez koşup sarılacak kadar sonbahara ayılıp bayılmam ya da bayılmamız bana cidden saçma geliyor. Kafam kadar kazaklar, tiftik tiftik kaşındıran boğazlılar hırkalar botlar giymenin, kim takarsa taksın hiç bir şekilde yakışmayan o çirkin berelerin kaşkolların filan nesi güzel Allah'ın aşkına? Hayır bir de huzurlu hava diyorsun iyi hoş da o rüzgarda föndü maşaydı hiç bir şey kalmaz, yüzüne fır fır esen yağmur damlalarını sileyim derken makyajın bozulur, istediğin kadar kat kat giyinip üşümeyeceksin sansan da hep bir şekilde üşürsün filan. Sadece bunlara taktığımdan değil elbette, öyle yaz gibi püfür püfür telaşsız ve hafif bir mevsim değil onu diyorum. Yoksa yemişim fönü, önemli olan ruhumuz huzurlu olsun. Demek istediğim, sonbahar hiç de öyle filmlerdeki gibi huzurlu, sakin, aman da kafa dinlemelik sessiz yürüyüşler filan öyle bir mevsim değil yani yok öyle bir dünya. Velhasıl.. bunlar hep sorgulamadan inanılmış şeyler. Ama yine de ne olursa olsun hiç bir şey sonbaharın güzelliğini değiştirmiyor bu da bir gerçek.

Diyeceğim o ki bakmayın siz bana, güzeldir sonbahar. Kansızlıktan elleri buz gibi birinin dokunması gibi sürekli içimizi üşütecek kadar soğuk olsa da, kapkaranlık ve baya gece gibi sabahlara uyansak da, hava erken kararıp güneşin batışını izleyemiyor olsak da çılgınca huzurludur sonbahar ve insana sanki hep biraz da kendini hatırlatır. Oturup film izler gibi kendi hayatını izlemek gibidir. Yaz gibi yüzeysel, bahar gibi dengesiz, kış gibi itici değildir. Hep biraz gizemlidir.

Zaten aslında öyle herkesin sevdiği sıradan, düz, niye sevildiği mantıkla açıklanamayacak şeyleri sevmek de insanı biraz sıradanlaştırır hep.

Bu yüzden ne olursa olsun hoş geldi sonbahar, iyi ki geldi.

6 Ağustos 2015 Perşembe

Öylesine ama öylesine olmayan bir gündü

Ne zamandır saçmasapan ama gerçek maceralarımı yazmıyordum. Hep maneviyat, hep spiritüel olmaz ki canım sonuçta dimi. E hadi o zaman hazırsan başlıyoruz.

Günlerden bir gün.. Sıradan bir gündü ya da biz öyle sanıyorduk. Buharı üstünde kaynar suyla dolu mavi bir leğenin içine bırakılmış gibi fışır fışır terlediğimiz bunaltıcı bir yaz günüydü. Mesai bitmiş, kızlarla nerede buluşacağımıza karar vermiş yola çıkmıştık. Dakikalarca süren sıkıcı ve yorucu yol tarifi ve birbirini bulma çabasının ardından sonunda buluşmuştuk.

Püfür püfür esen tatlı bir cafede zamanın nasıl geçtiğini anlamadan yemek ve gıybet ikilisinin dibine vurmuştuk. Muhabbetimizin konu yelpazesi öyle bir yelpazeydi ki.. Yeni evli arkadaşımın düğünde başlarına gelenlerden tut, benim içimdeki zibidiyi sakin tutup terbiye ederek kurumsal hayata adapte olma çabama, üniversitedeyken İran kedisi gibi mırıl mırıl olan arkadaşımın yıllar sonra acansta defalarca büyük çıldırıp tüm acans ahalisini ''Tamam tamam sakinleşince gidelim yanına'' diye bir algı yaratan eli maşalı bir account executive'e dönüşmesine kadar, bizim sektörden tut da benim romanı ne zaman çıkaracağıma kadar her şeyi konuştuk.

İş hayatıydı hayatın koşturmasıydı derken insan en çok da böyle samimi ve gerçek arkadaşların sohbetini özlüyor. Böyle zamanlarda keşke zaman böyle çabuk geçmese bi de keşke bütün zamanlar böyle geçse diye düşündüm, imkansız tabi. Neyse artık buna da şükür napalım.


Biz neden böyle değiştik kuzum

Saatler geçmiş ve eve dönme vakti gelmişti. Yeni evli arkadaşım eşinin gelip almasını beklerken ışıklara kadar beraber yürüyüp evli olmanın nasıl bir şey olduğunu meraklı meraklı dinliyorduk. 4-5 saatlik sohbet yetmemişti yani. Derken öpüşüp vedalaştık, eşini bekletmez olmazdı. Biz de benim çılgın account executive arkadaşımla nereden gitsek neyle gitsek diye daha eve nasıl gideceğine karar verememiş iki ipsiz sapsız olarak yürümeye karar verdik.

Yeni evli arkadaşım yanımızdan ayrılınca suratımızdaki ifade şimdi çok daha belirginleşmişti. Tuhaf bir duyguydu bu. Belki yaz akşamı olduğu için öyle bir hüzün gelmişti, belki de biz hüzünlenmek istemiştik. Koca caddede akşam karanlığında yanımızdan geçip giden arabaların gözü acıtan ışıkları yüzümüze her vurduğunda şu an neden yürüyor olduğumuzu hiç sorgulamadan gayet doğal bir şeymiş gibi yürümeye devam ediyorduk. Yürürken kafamız açılmıştı belli ki, konuştukça konuştuk. Ama bu konuşmalar çoğunlukla kendini ve hayatını sorgulama ve masaya yatırma şeklindeydi. Hayat bazı zamanlarda çok daha keskin bir biçimde sorgu odasına alıyor insanı. Neyse ki hala gençtik ve gülecek şeyler vardı. Saçmasapan esprileri yarıştırmaya çalışır gibi yorulana kadar güldük.

Farkında olmadan epeyce yürümüşüz ama çok iyi geldi. Yürümenin böyle tuhaf bir büyüsü vardır hep. Çoktan bütün hayatını ardında bırakıp bambaşka bir ülkede gözlerini açmışsın gibi sanki. Tabi her şey bu kadar şiirsel değildi, gerçek hayat diye bir şey vardı. Konu dönüp dolaşıp her ay maaşın neden bu kadar çabuk bittiği ve ay sonunu getirme çabamız, hayatımızın şu an nasıl ve neden böyle olduğu gibi birbirinden alakasız konulara gelmişti. Kısa bir zaman önce her şeyi inanmak istediğimiz gibi görüp öyle yaşarken şimdi gerçek hayat çıkıp gelmişti davetsiz misafir gibi. Sadece birkaç yıl önce vizeydi tezdi diye öyle çok da resmi ve ciddi olmayan şeylerle uğraşıp dersi asalım diyen iki üniversiteliyken birbirimize baktık ve bambaşka iki insan gördük. Zaman çok çabuk geçmişti ve hiç bir şey umduğumuz gibi gitmemişti. Şu an hayatımız öyle çok da ummadığımız kadar kötü değilse bile asla başımıza gelmeyecek sandığımız şeyler olmuştu.

Hayat tam da böyle bir şeymiş. Bir anda yağan yağmur gibi gerçek hayatın ortasına atılmış iki yetişkin olmamızın hüzünlü bir şey olmadığına kendimizi ikna etmeye çalıştık filan ama ı-ıh öyle isteyince olmuyor canım şansına küs. Ne yaparsan yap hayat hep olduğu gibi işte, bazı şeyleri değiştirmeye sadece zamanın gücü yetiyormuş ve zaman bazen çok şeyi değiştiriyormuş.

Sonra neler oldu neler.. Sonraki yazıda :)

30 Temmuz 2015 Perşembe

Düşünmeden yaşamaya övgü

Neden diye soruyor insan, neden öylece yaşamak dururken düşünürüz hiç yorulmadan. Bir şeyleri yaşarken sebebini, gerekçelerini, mazeret ve bahanelerini sorgulamak hiç sıkılmadan. Çünkü her şeyin bir nedeni, nasılı ve sonucu olmalı laneti takılmış bir kere peşimize.

Yaşadığımız şeyleri oyun hamuru gibi kendi istediğimiz şekle getirmeye çalışıyoruz. Yaşadığımız şeylerin artık bizim olduğunu öyle inatçı bir tavırla sahipleniyoruz ki, o şeyin artık nasıl olması gerektiğine ancak biz karar veririz sanıyoruz. Oysa her şey hep tam da kendisi gibi ve öyle olmaya da devam edecek.

İnsan çoğu kez kendini bile değiştiremiyorken bir şeyleri değiştirmek için çabalamak, hayatın bize verdiği şeklini beğenmeyip sürekli düşünerek onu bukalemun gibi kendimize benzetmeye çalışmak en çok da  yel değirmenleriyle savaşmak gibi. Ama bugüne dek olanlar bundan sonra da olacak sanmak da en büyük yanılgı sanki. Daha önce defalarca kırılmış olman, şimdi yine kırılacağın kuralını yaratmıyor mesela. Hayat aslında sadece kendi için kurallar koyuyor, yoksa ne yapsın senin benim fani hayatlarımızdaki tozdan da küçük derdi. Daha önce defalarca yanlış adamlar/kadınlar sevmiş olman, şimdi yine yanlış birini sevdiğin ya da seveceğin kuralını da doğurmuyor. Hem matematik sorusu gibi yaşanmaz ki sevgi, 3 yanlış kadın 1 doğru kadını götüremez götürmemeli.


Kendini ''Şimdi''nin kollarına bırakmak

Hep merak etmişimdir sadece şimdiyi yaşayan ''şimdi'' ve tam da ''şu anda'' olan insanlar bunu nasıl yapıyorlar diye. Çünkü öyle insanlar bana hep böyle ütopik, Dali tablosundaki garip bir yaratık gibi gelmiştir.

''Asla öyle olamayacağım'' diye yıllarca hüzünlü bir şekilde ve hayranlıkla iç çekerek düşünüp durdum öyle olmayı. Kafanda dünün yorgunluğu, yarının sorgusu olmadan. Dünün ve yarının seni iki parçaya bölüp her birini kendilerine alıp bir bilinmeze gitmelerine öylece seyirci kalmak hiç de güzel bir şey değil çünkü. Aslında onlara bu hakkı veren de yine biz kendimiziz. Dün de benim yarın da diyerek açıkça üzerimizde söz sahibi olmalarına izin veriyoruz. Bir süredir hatta belki de çok yeni, bunu denemeye çalışıyorum. Sadece ''şimdi''ye sahip çıkmayı yani.

Düşünmek, ancak bir değişim hatta iyi bir değişim yaratabiliyorsa güzelmiş bunu anladım. Ama duygularla yaşanan bir durumun ortasındaki bir düşünmek değil bu. Yaşadığın şeyin o an içindeyken düşünmek, attığın topun kaleden sekip kafana çarpıp ufuklara gitmesi gibi bir şey. Sadece an'a değil kendine zarar verdiğinin farkında olmadan kendini kandırmak ve oyundan atılmak gibi. Çok düşünüyoruz. Şimdi'yi öpmenin güzelliği dururken gözlerimizi kapatıp karşımızdakini Dün ve Yarın diye hayal edip Şimdi'ye ihanet ediyoruz.

Böyle söyleyince ne üzücü değil mi? Ama tam da bunu yaptığımızı anladığımızda, kendimize bir dürbünle uzaklardan bakmak yerine biraz daha yaklaşıp gözlerimizi sonuna kadar açıp baksak ne güzel olur. Bunu değiştirmeyi başarabileceğimizi düşünmek de gelir ardından. Neden olmasın ki?

10 Temmuz 2015 Cuma

içindeki 'seni' sevmek

Son zamanlarda fazlasıyla dikkatimi çeken bir şey var. Bilmiyorum siz de dikkat ettiniz mi ama farkında mısınız artık hiç kimse ‘‘içinden geldiği gibi’’ değil. 

Nasıl yani, şöyle ki: Mesela şu an içinden, içini tatlı tatlı heyecanlandıran birini aramak geçiyor. Sesini unutmak istemiyorsun çünkü. E ara o zaman? İşte burada neon bir lamba gibi HAYIR kelimesi yanıp sönüyor ve fonda da yarışmacı kaybedince çalan DIITTT!

Peki sence neden? Bence aslında genelleme yapamayacak kadar çook sebebi var ne yazık ki.

Mesela muhtemel sebepleri sayacak olursak:
1. Kahramanımız pek tabii çekingen biri olabilir. Yani ne bileyim içinden gelenleri öyle pat diye yapamayan biridir. Bu yüzden içindeki ses hemen bahaneler üretir: ‘‘Neyse dur zaten çok işim var sonra ararım’’. Bi kere sevmekten büyük ve güzel iş olabilir mi?

2. Kendini fazlasıyla ciddiye alan biri olabilir. Egosu boyundan büyük tipler vardır ya hani. Zaman zaman o devasa egosu kendisini bile ezebilir, öyle beslemiş büyütmüştür onu. Yani der ki ‘'Aman canım ne arıycam, öyle ilk günden aranır mıymış hiç. O arasın.’’ Bak seennn.. Sonra da derler ki neden yalnızım. Ve dikkat et böyle tipler genelde yalnızdır da. İçinizdeki egoyu değil sevgiyi büyütün der geçerim.

3. Fazla mantıklı biridir. Deliler gibi sevse bile (ki bu kişilerin öyle çok deliler gibi sevdiğini de düşünmüyorum) böyle yukarıdan yukarıdan soğukkanlı gözlerle etrafı inceler, insanları süzer, yaptığı en ufak harekette mantıklı olmak için kendini parçalar, attığı her adımın mükemmel olmasını ister. Yani kısaca sanır ki bu hayat öyle her noktasıyla planlanabilir, her an mantıklı olunabilir bir matematik sorusudur. Her şey onun için denklemler, formüllerdir. Oysa fena halde yanılır. Sevgi diyoruz sevgi, bunun sağlaması denklemi mi olurmuş canım.

4. Ve tabii ki ve elbette içinden geleni içinden geldiği gibi yaşayan gerçek faniler vardır. ‘‘Şimdi bunu yapsam ne anlar şu an şunu yaparsam ne söyler’’ diye düşünmeden yapar. Çünkü bilir, içinden gelen sesi sevmek gerekir.

Çünkü içindeki ses de sensin, aslında o senin kendin.
Yani aslında içindeki sesi sevmek içindeki 'seni' sevmek demektir. Kasmalar, kendini ağırdan almalar bence tamamen içindeki sesi sevmemekle ilgilidir. Ne bileyim kimi o ses konuştukça rahatsız olur tüyleri ürperir duymazdan gelir, bir başkası o sesi ne zaman duysa sevinçten delirir.

Bu biraz da insanın kendisiyle ilgilidir. Ve zaman içerisinde o sesi tanımak, onu ve neden öyle davrandığını anlamak ve sonunda onunla barışmakla ilgilidir. Hem bence o ses bir yabancı değil, insanın jr hali. Hatta belki çocuk görünümlü bilge biri. Ve hatta bence o Usta Yoda’nın ta kendisi.

Ne dersiniz, sizce de harika bir fikir değil mi? :)

29 Haziran 2015 Pazartesi

Her şey bazen bir kamikaze

Bir durup baktığında, her şey bazen bir kamikaze gibi hissettirir.

Hayat akıp giderken geçmişte yaşadıklarına uzaklardan, çok yukarılardan bakarsın sanki sen yaşamamışsın gibi. Geçmişindeki insanlar iki parmağının arasında gibidir, hiç karşılaşmamışsın gibi.

Başını eğip aşağıda minicik noktalar olan eski dostlar, eski aşklar ve tanıdıkları görür şaşarsın. Hepsi şimdi başka başka yerlerde, başka hikayeler içinde. Hiç tanışmamışsınız sanki. Orada öylece duran geçmişini izlemek başını döndürür sonra. Çünkü hala bir yolculuktur yaşadığın.
Bir kamikazedir çünkü hayat.

Bazen geçmişine çok yakın olursun, bazen çok uzaklarda.
Tam hepsini unutup yola devam ettim sanırken yeniden yüzleşirsin
onunla ya da artık yeni hayatıyla yeni biri olduğunu hatırlatır zaman yeniden sana.


Birlikte uçmak gökyüzünde

Dedim ya hayat bazen tam bir kamikaze! Heyecanlıdır bazen, nefes nefese kalırsın. Gözlerin yuvalarından çıkacakmış gibi şaşırırsın. Ama bazen hiç korkmazsın. Hafif bir ürpertiyle kendini rüzgarın kollarına bıraktığında yaşadığın hafifliği hiç bir şeye değişmezsin. Bilirsin, artık hiç bir şeyi düşünmeden yalnızca o anda ve kalbinde olanla kendini rüzgara bıraktığında uçmak gibidir yaşamak.

Bir kamikaze olan hayatta kimin elini tuttuğun da önemlidir aslında. Biraz korkuyorsan mesela, korkundan zerre bırakmayacak kadar sana güven verecek biri olmalı yanında. Bu kişi bazen senin seçimin, bazense kaderin.

Seninle birlikte cesaretle gökyüzüne çıkmaya kendini bırakan, seninle birlikte korkusuzca kanatlanan biri olmalı yanında. Ellerini tutmaktan bir an olsun yorulmayan. Mutluluğun onun da yüzünde güller gibi gülümseler açmalı, gücünü kaybedip yorulduğunda dünyaları yenecek kadar güçlü olduğunu sana hatırlatan ve her yeni başlangıçta yeniden ilham verip yanında kalan. Belki sadece varlığıyla bile en büyük ilhamın olan.

Çünkü bilirsin, bazen bir kamikaze olan hayatta kim ne derse desin tek başına uçmak istemezsin. Uçmak, kalbini de uçuran biri yanındaysa güzeldir. Kamikazeden aşağıdaki, şimdi çok uzaktaki geçmişine ve eski sen'e bakarken şimdiye şükretmenin en güzel yolu bazen o yanındaki güzel gülümsemedir çünkü.

Bu yüzden siz siz olun, kalbi de yüzündeki gülümseme gibi güzel insanlar biriktirin. En önemlisi, elinizden tutacak o güzel gülümsemeli kişiyi bulun ve hiç kaybetmeyin. Çünkü birlikte bulutlarda olmak en güzeli, biriyle birlikte uçmak gibi kendini rüzgara bırakmak en şahanesi.

14 Haziran 2015 Pazar

Hayat dediğin teşekkür etmek demek biraz

Şimdi sana söyleyeceklerim belki sana içi boş birer zırvalık gibi gelecek, belki biraz anlamlı. Her ne düşünürsen düşün, tıpkı hayatta her şeye olduğu gibi bu yazıya da şans ver derim.

Bugüne kadar aldığın tüm yanlış kararlar, kalbinle inanıp gittiğin yollar, sevdiğin yanlış kadınlar/adamlar... Denemekten yorulanımız da oldu, ruhundaki üst üste yamalar halindeki yara bantlarına aldanmayıp denemekten vazgeçmeyenlerimiz de. Kimimiz yaşadıklarının etkisiyle hüzün sarhoşluğu yaşadı, belki de hüznüne bağımlı oldu da bir daha mutlu olamam sandı. Kimimiz yaşadıklarından dersler aldı, evet bazı şeylere üzüldü ama hiç değilse artık hayatı anladı. Kimimiz her şeyi sevdi, kendisini üzenleri bile çünkü sevmenin kendisini sevdi. Sen bunlardan hangisi oldun hiç düşündün mü?

Bugüne kadar aldığın tüm yanlış kararlar, kalbinle inanıp gittiğin yollar, sevdiğin yanlış kadınlar/adamlar... Bak, hangisi sonsuza kadar sürdü? Hala düşünüp üzülüyor olman hiç bir şeyi değiştirmiyor, onlar için iyi veya kötü hala bir şeyler hissediyor olman hayatının son gününe kadar hatırlayacağın anlamına da gelmiyor. Boşver aldığın karar yanlış bir karar olmuş olsun, unut gittiğin o yanlış yolları ve bırak anlamasın sevdiğini o yanlış kadın/adam onu ne kadar sevdiğini.. Bırak değerini bilmiyor olsun değer verdiğin insanlar, umursamayı bırak seni umursadığını sandığın ama aslında hiç umursamayanları.. Neyi değiştirecek, hiç değişmeyecek insanları iyilikle ve sevgiyle değiştirmeyi istemek? Onlar değişmek istemedikten sonra. Çünkü iyi insanlar olduğu kadar iyiliğe inanmak istemeyen insanlar da var bu hayatta.

Düşün mesela, tatlı mı tatlı yaz çıktı geldi bak. Evet belki biraz fazla sıcak olacak, nemi trafiği işi gücü stresi... Ama gideceğin tatilleri düşün, denizleri, sıcak kumları ve serin akşamüzerlerini. Şu an yeni yıkanmış bir balkon gibi tenhaysa kalbin yeniden seveceksin belki de. Biri varsa o kalpte, o da seni sevecek ya da seviyor belki de. İşte her şey, işte hayat tam da böyle kusurlu bir kusursuzluktayken seni artık ne üzebilir? Giden gitti, yaşadın bitti seni daha ne kadar üzebilir?

Başımıza gelen güzelliklerin bir anlamı olduğu gibi, acılarımızın ayrılıklarımızın karanlıklarımızın da öğrettikleri çok şey var. Yüzün daha güzel artık, belki de ağladığın için ardından yanlış kararların yanlış kadınların/adamların. Gizlemeye çalışsan da içini kemirip duran pişmanlıklar zaman zaman derin bir iç çekmenin sebebi olsa da, dolu dolu yaşadın işte ne güzel. Belki içini dökemezdin defterlere kağıtlara öyle güzel öyle anlamlı, şarkıları öyle içli ve samimi söyleyemezdin, insanlara artık anlayan gözlerle bakamazdın.. Seni onu sevdiğin gibi sevmediyse bu onun yenilgisi olmuştur, bir daha senin onu sevdiğin gibi sevileceği ne malum. Ne var yani hala hatalar yapıyorsan ''Hiç akıllanmadım, bir türlü dersimi alamadım, yine başa döndüm bir adım ileri atamadım'' düşüncesi sadece senin kuruntun yani. Ne güzel işte hala hatalar yapabilecek kadar bağlısın hayata, her şeyinle hayattasın hala. Devam ediyorsun yola, yerinde saymıyorsun yani aslında.

Yanisi şu ki sevgili dostum.. Sadece güzel şeyleri sevince değil, acıtan şeyleri de sevebilmeyi denediğinde ve hatalar yapmaya devam etmenin yaşamak demek olduğunu anladığında başlıyor asıl hikaye. Ve belki de işte o zaman anlamlanıyor hayat dediğin şey.

İşte bu yüzden... Unut bir zamanlar unutmam dediklerini, bir kağıdı buruşturup atar gibi fırlatıp at keşkelerini, üzülmek yerine anla ve yoluna devam et ve tıpkı eski seni bıraktığın gibi ardında bırak bitmiş hikayelerini. Unutma, hayat sen onu gerçekten yaşadığında hayat ve ona verdiği her şey için teşekkür etmeye başladığında işte o zaman hayat gibi hayat!

28 Mayıs 2015 Perşembe

Hadi gel dertleşelim biraz seninle

Sevgili dostum hoşgeldin. Günün nasıl geçti? Her şey yolundadır umarım. Ben de nolsun işte.. hayat, yaşamak filan. Bugün biraz dertleşir gibi konuşmak istedim seninle. Arkana yaslan ve bu sözlerimi bir dosttan dinler gibi oku olur mu?

Hiç fark ettin mi? Biz her şeyi erteliyoruz. Sabah çılgınca çalan alarmı, öğleden sonra bir şeyler atıştırmayı, günün herhangi bir saatinde sesini duysan sana dünyaları yenecek kadar güç verecek birini aramayı, akşam eve dönerken hiç tanımadığımız bir çocuğa sevdiği çikolatayı almayı, uyurken unutmayı... 

Hep erteliyoruz. İşin kötüsü neleri ertelediğimizi, neden ertelediğimizi ve nereye kadar erteleyeceğimizi de bilmiyoruz.  

Hiç düşündün mü? Bazen tıpkı hayatı tanıyamadığın gibi kendini de tanıyamıyorsun. Çok yürümüş, bazen epey üzülmüş, bazen daha önce hiç kırılmamış gibi kahkahalarla gülmüşsün. Kimler kimlerle tanışmış, birileriyle yolların kesişmiş, birileri seni delmiş geçmiş en hırçın matkaplar gibi ve birileri seni gerçekten sevmiş. Yaşın yavaaaş yavaş ilerlemiş, kimileri seni artık koca bir yetişkin gibi bilmiş, kimilerininse gözünde hala küçücük bir çocuksun mesela. 

Hiç aklına getirdin mi? Çocukken her şeyi hemen o an isteyen sen, büyüyünce neden böyle erteler oldun? Artık çok sevdiğin herhangi bir şey bile seni artık eskisi gibi heyecanlandırmıyor değil mi? Ve sen de erteliyorsun nasılsa şu an şaşırtmıyor diye. Ama hatırla o heyecanlı çocuk sendin, şu an bu yazıyı okuyan da sensin.

Peki hiç anladın mı? Erteliyorsun güzel dostum, farkında olmadan basbaya erteliyorsun. 

Bu yazı biraz olsun fark edebilmene yardım ederse mutlu olacağım.  Çünkü hayat ertelenebilecek bir şey değil, çünkü hayat ertelemeyi hiç mi hiç hak etmiyor.

Seni üzen şeyleri bilmiyorum, neler seni deliler gibi mutlu eder ya da nasıl birisin hiç bilmiyorum ama emin olduğum bir şey var. Sen de tıpkı benim gibi, köşedeki bakkal ya da baban gibi, sen de tıpkı hepimiz gibi erteliyorsun. 

Erteleme.

Kendini, hayata şükretmeyi ve sevmeyi erteleme.  

Ve sana bir sır vereyim mi? Her şey yoluna girecek merak etme, yeter ki sen erteleme.

2 Mayıs 2015 Cumartesi

Teyzeler halalar birleşin!

Merhaba sevgili dostum. Şimdi okuyacağın yazıdaki her şey gerçektir. Bu yüzden atacağın kahkahaların % 100 organik ve de orijinal olmasını çok rica edicem. Öhöm, hazır mısın?

2 yıl 45 gündür ben o eski ben değilim ve 2 yıl 45 gündür hiç bir şey eskisi gibi değil. Çünkü 2 yıl 45 gündür ben bir teyzeyim! Yani bu mısraları 775 günlük bir teyze yazıyor boru değil!

Teyzeler, halalar, dayılar ve de amcalar, kemerlerinizi bağlamayın çünkü uçacağız! \o/


Açılın ben teyzeyim!

Bir yaştan sonra etrafında her gün yeni yeni minik insanlar görmeye başlıyorsun. Ve bu öyle bir tür ki, her gün yenileri geliyor her gün! Hayır herhangi bir bilim kurgu filmi değil bu, gerçek. Bu, hayatın ta kendisi. O minik insanlar kimler mi? Senin yeğenler ya da arkadaşlarının çocukları. Ve bütün bunlar bir anda oluveriyor. Bıraksan hala çocukça hareketler yapacak kadar büyüyememiş ya da büyümek istememiş biriyken sen, günün birinde el kadar bebe kalkıp sana ''Teyze'' diyor ve olduğun yerde kalıyorsun. Küfretse bu kadar koymaz! Çünkü birinin sana teyze, dayı, hala ya da amca demesi ''Ulan az akıllı ol kaç yaşına geldin yaşından başından utan'' demek oluyor. Kısaca ''İnsan ol be kardeşim!'' diyor yani. Bir çeşit ''Allah belanı versin'' işte. Ölsek daha iyi tövbe tövbe. Gerçi benim yeğen bana teyze demiyor direk ismimle çağırıyor ve bu durum 2 buçuk yıldır hala istisnasız her defasında beni güldürüyor ama teyze demesinden iyidir işte ne güzel! Oh be en azından buradan yırttım!

Şöyle bir dönüp bakıyorum da.. Evlenip çocuk çocuğa karışmayan arkadaşım kalmadı bu artık klasik bir şey. Tamam belki bir kaç tane kaldı ama lütfen yani şurada ağız tadıyla tümevarım yaptırmıyorsunuz çok rica edicem. Neyse işte bütün bu çoluk çombalaklı arkadaşlarım artık öyle bir aşamaya geldiler ki, maşallah yakında torunlarının fotolarını filan layklayacağım diye korkuyorum öyle hızlı ve de hırslılar yani! Ne ara tanışıp samanlık seyran diyerek anlaşıp sonra da aynı hızla nikahı basıp bi de üstüne çoluk çocuğa karışıyorlar gerçekten hala anlayamıyorum ben. Evrenin sırrı bence bu ve bizim bunu çözmemiz gerek sevgili dostum. Hayır madem bunları yapıyorsunuz bizi niye teyze, hala, amca, dayı yapıyorsunuz? Kendi başınıza evlenip barklanamıyor musunuz güzel kardeşim, işin içinde bir teyze hala amca olmadan yuva kuramıyor musunuz? Olacak iş mi yani? Hayır evlenen barklanan sensin, bensiz olmuyor mu evlilik kurumu? Durduk yere hoop diye 25 yaş yaşlanıyorum ve bunda benim hiç bir rızam ya da imzam yok DÜPEDÜZ DOLANDIRILMAK derim ben buna!


Hayata teyze gibi bakmak

İşin garibi, o ''Künye'' bir kere yapıştı mı üstüne, hoop hemen öyle davranmaya başlıyor insan. Noluyoo diyorsun, ben artık bir teyzeyim teyzeler böyle davranmaz napıyorum ben filan diyorsun. Kafanın üstünde o saniyede teyze topuzu çıkıveriyor, sağ kolunda koltuk altına yerleştirdiğin minik bir çanta, boynunda yakın gözlükleri filan. Kim görse ''Tamam ya teyze bu'' diyebilir rahatça, çünkü senin artık teyzeden başka bir pozisyonun yok bu hayatta.

Bir de artık öyle bir nesil geliyor ki peşimizden.. Bıraksan seni beni bir punduna getirip binbir üç kağıtla ayakta kandırır gider. Çünkü teknolojiyle göbek bağından bağlı doğup sosyal medya emziriyorlar. O eski teyzeler halalar dayılar olmadığı gibi o eski yeğenler de yok anlayacağın. Misal, eskiden teyze dediğinde yukarıda betimlediğim gibi bir hanım ablayı gösterirdin, şimdi önüne gelen teyze oluyor o eski ağırlığı filan kalmadı yani. En önemlisi de bu teyzeler halalar amcalar yeğenlerinden daha çocuklar. Dünya tersine döndü bildiğin. Düşünsene artık çocuklar yetişkin gibi, yetişkinler de çocuk gibi. Kaç kez salakça bir şey yaptığımda yeğenimin bana koca bir insan gibi yargılayan gözlerle baktığını bilirim. Konuşmasına gerek bile yok yani, tek bakış yetiyor! Tek bakışıyla ''Allah canını almasın teyze!'' deyip gidiyor en cool afrası tafrasıyla.

Velhasıl... İşin şakası bir yana, abartıyor gibi görünüyor olabilirim ama isminin yanına günün birinde teyze, hala, amca filan gelince bunların hiç birinin abartı olmadığını anlıyorsun. Bambaşka duygular yaşıyorsun, artık bambaşka biri oluyorsun. Teyzeyim olm ben daha nolsun?



PS. Canım yeğenim, iyi ki teyze yaptın beni. Teşekkür ederim :)

19 Nisan 2015 Pazar

Hayat bazen tam PMS!

Selamm! Nasılsın tatlı insan? Beni sorarsan, az önce baktım 8 ay olmuş. Neden yazmadım bunca zaman, inan ben de bilmiyorum. Hayat işte, oluyor öyle bazen. Neler neler oldu anlatsam bloglar yetmez. Her neyse buradayım işte, yazıcam artık. O zaman napıyoruz? Hazırsan kaldığımız yerden devam ediyoruz! :)

Bugün anlatacaklarım hepimizin başına gelebilecek türden. Başlıktan anlamışsındır zaten ama dilersen minik bir giriş yapayım. Hani hayatında bir gün bir dönem gelir. Her şey saçma sapan bir şekilde ters gidiyordur, neye elini atsan tam bir fiyasko, hiç bir konuda 1-0 olan skoru değiştirmeye gücün yetmez berabere kalmaya bile razısındır oysa ama yok. Madem şu an hiç bir şey yolunda gitmiyor deyip istemsizce geçmişe gider kafa. Eski işler, eski aşklar, eski dostlar ve dostluklar... Düşünür durursun, düşünmek sana bir şey kazandırmaz bunu sen de bilirsin ama kendine engel olamazsın işte. İnsan boşluktayken yapar normaldir, çok üstelememek gerek elbet geçecek. Düşünürken bazen içinde ufak bir pişmanlık olur ama onları yapan ve yaşayan sendin ve sonunda neler neler öğrendin diye olgun bir duyguyla konuyu kapatırsın.
Tabi her zaman bu kadar olgun olmazsın, insanız sonuçta. Bütün o alışamama, kendini mağdur olduğuna inandırma ve pişmanlık durumundan sonra artık öfke aşamasına geçersin. Zehri atma aşaması da diyebiliriz buna, çünkü başlarda deliler gibi üzüldüğün konu ya da kişiyi artık çok yaratıcı küfürlerle anımsar ve bir güzel yok saymaya ve bir süre sonra artık hatırlamamaya başlarsın. Hayat böyledir çünkü, hiç bir şey sonsuz değildir.


Bunlarla bitse iyi. Keşke her şey bunlarla kalsa ama sarpa saran şey sadece için değildir, dışının da altta kalır yanı yoktur. Bu dönemin en önemli belirtisi, kendini asla beğenmezsin. Aynada gördüğün insanı tanımak dahi istemezsin. Hiç bir şekilde güzel/yakışıklı bulmazsın kendini. ''Markette gördüğüm kızınki kadar güzel dudaklarım neden yok, neden dün cafedeki garson çocuk gibi yakışıklı değilim be kardeşim, Allah canını almasın o nasıl çirkin bir surat git gözüm görmesin seni'' diye bu sefer de kendine küfredersin.

Ne giysen yakışmaz, elini kolunu nereye atacağını bilmez, aldığı kiloları nasıl vereceğini düşünme zahmetine girmeyen hatta artık umursamayan biri olup çıkarsın. Depresyon değildir aslında tam olarak ''Ne ölcem be, beni üzenler ölsün'' dersin çünkü. Depresyonda olan adam bunu der mi Allah aşkına. Yani kısaca sen depresyonda filan değilsin güzel kardeşim, bu ''Hayatının PMS Dönemi''.


Sonsuza kadar süren PMS yoktur

Şimdi bu kadar Pms filan diyoruz ama bunu sadece biz yaşamıyoruz tabii ki. Bal gibi erkekler de yaşıyor. Sen kadın o kadın, evlerden ırak. Hatta bazı erkekler abartıp hayatı boyunca Pms döneminden çıkamıyor ayrı mevzu. Az çok tanırsın zaten öyle bir erkeği. Tanımadıysan hemen şükür dualarına başlamalısın, hatta nazar değmesin diye çaputlar bağlamalısın.

Pms dönemindeki erkekler kızlardan daha komik görünür mesela. Çünkü hepimizin kafasında bir erkek algısı var, güçlü olacak ya da en azından öyle duracak filan işte. Bir ara iş arayan bir arkadaşım (erkek), iş görüşmesine gittiği yer kendisine dönmedi diye günlerce sanki eski sevgilisiymiş gibi arkasından konuştu durdu.

Şu an hayatında her şey süper gidiyorsa değerini bil derim yani. Çünkü dedim ya, hiç bir şey sonsuz değil. Sorunsuz da olmaz bu yüzden. Kariyerinde başarılar takdirler terfiler bravolar, ''Uuu adam ülkenin en iyi bilmemnelerinden biri'' filanlar bütün bunlar yaptığın tek bir hataya bakar, sonrası Osmanlı'nın Gerileme Dönemi. Aşk ve ilişkiler desen zaten onlar başlı başına ansiklopedi yazılacak konu. Mükemmel insan olmadığı gibi mükemmel ilişki de yoktur diyelim kısaca.

Ve son sözlerimi de şu an hayatının Pms döneminde olanlara söyleyip bugünlük veda edeceğim. Ne olmuş bir işin yoksa, eninde sonunda herkes iş buluyor. Bunun için üzülünür müymüş, hiç yakıştıramadım. Ya da ne olmuş işin var ama işinde sorunlar da varsa, kimse annesinin karnından Ceo doğmuyor ki canım, çözülmeyecek şey yoktur. ''İşte sıkıntı yok ya, benim olay ilişkilerde'' dediğini duyar gibiyim. Yıllardır süren ya da daha yeni bir ilişki hiç fark etmez, ortada bir sorun varsa güzelce çözmeyi deneyip sevgiye ve saygıya devam et gerisini zamana bırak, ne oluyorsa en iyisi oluyor merak etme. Ve sen, ey platonik aşk yaşayıp kendini oradan oraya atan arkadaş! Sana söyleyecek sözüm yok, birinin bir şey söylemesi gerekiyorsa o ben değilim anladın sen (yan yan bakan tripli emoji). 

Sözün özü şudur ki, hiç bir şey sonsuz olmadığı gibi sonsuza kadar süren PMS dönemi de yoktur. Sonrası zaten mutlu son.