30 Temmuz 2014 Çarşamba

Bir yolculuk ve yeniden baslama hikayesi 4

Harika bir gün bizi bekliyordu. Mızmızlanıp kedi gibi yataktan hiç çıkmak istemesek de kalkmalı ve dışarı çıkmalıydık. Mevsimlerden yaz, bizse gençtik. Kaybedecek vaktimiz yoktu.

Kahvaltı faslını hızla geçip hazırlanıp çıktık. Rotamız Çınarcık'a 20 dk uzaklıktaki şirin mi şirin Teşvikiye Köyü, taktık çantamızı sırtımıza çıktık yola. Yol boyunca gözüm hayranlıkla güneş ışığında pırıl pırıl görünen insanlar ve tertemiz denizdeyken beni buraya getiren sese bir kez daha şükrettim. Hayatta iyi ki dediğimiz şeylerdir bizi hayata bağlayan ve ben bu yaz binlerce kez iyi ki dedim.

Sonunda varmıştık. Masallardaki gibi şirin bir cafe, mis gibi kokan ağaçlar, dağ havası ve atlar..

Kurt gibi acıkmıştık, hemen siparişleri verdik ve ben her zamanki gibi fotoğraf çekmeye başladım bile. Hangi köşesini çeksem diğeri dudağını büzüp bakıyor bana oradan. İsyankar ruhumla telefonun hafızasına bir güzel isyan edip telefon artık ''Yeter artık daha neyi çekeceksin!'' diye dile gelip cinnet geçirene kadar fotoğraf çektim. Yemekleri yediğimize göre atların yanına gitmek istedim. Kendimi bir masal kahramanı gibi hissettiğim her saniye, hayatta olduğumun dibine kadar farkında, yüzüm hep güldü durdu.

Atlara yaklaşıp gözlerinin içine baktım, onlara teşekkür ettim bu kadar güzel oldukları ve iyi ki var oldukları için. Onlara gülümsedim ve kendilerine iyi bakmalarını söyledim. Salıncağa bindim, şarkılar söyleyerek, mutluluktan uçmak bu olsa gerek. Bugüne kadar kanatlarım olduğunu bilmiyordum, varmış, uçuyordum işte. Hem de çok yükseklerde.

Dönüş vaktiydi, gidiyorduk. Son bir kez daha garson çocuğa telefonlarımızı verip bize o günü hatırlatacak birer fotoğraf daha çektirip eve döndük.


Buraya boşuna gelmediğimi bir kez daha anladım

Eve dönmüştük. Yorgunduk biraz uzanacaktık. Tam da o an Tijen Abla çağırdı balkondan. Sürpriz bir misafiri varmış.

Ece ile oturup düşünmeye çalıştıysak da kim olduğunu bulamayıp sonunda heyecanla yukarı çıktık. Ve kapıdan girip balkona geçtiğimizde hayatım boyunca unutamayacağım insanlardan biriyle tanıştım: Lena Hanım. Ece'nin akrabasıymış, gençliğinde herkesin hayranlıkla izlediği ve hatta çalıştığı iş yerinde herkesin birbirine ''Bir mola verelim de Lena'yı izleyelim'' diye aşık olduğu bir kadınmış. Ece bana bunu anlatmasa da emindim, Lena Hanım tam da böyle bir kadındı.

Yıllar hiç geçmemiş ve geçtiyse de Lena Hanım'a hiç dokunmadan geçip gitmişti sanki. Hala çok güzel ve eşsizdi. Masmavi derin gözleri, sapsarı saçları, hala o büyülü genç kızlığındaki kadar güzel yüz hatları ve tatlı gülümsemesiyle tanıştığım için iyi hissettiğim insanlardan. Hayatını az çok duymuştum önceden, şimdi karşımdayken yüzüne bakınca hepsi bir film gibi önümde canlanıyordu. Ne kadın ama.. Herkesin konuştuğu güzel Lena..

İsmimi duyunca ''Ne güzel bir isim'' deyip gülümsedi. Böyle bir kadından bunu duymak gururlandırmıştı beni. Ona yazar olduğumu söyleyince şiirlerimden birini duymak istediğini söyledi. Utandım, şiir gibi bir hayat yaşamış birinin karşısında nacizane yazdığım şiiri okumak hadsizliği mi? Saçmalamamalıydım. Ama Tijen Abla'nın ve Ece'nin ısrarları girince araya, okumasam ayıp olurdu. Şiiri okudum ve Lena Hanım'ın yüzüne baktım, gözleri dolmuştu. Uzaklara baktı. Sanki baktığı yerde geçmişini görüyordu, genç kızlığını, onu özlüyordu, yılları geri getirmek istiyordu, hala o günlerde olduğuna inanmak istiyordu. Mahvoldum oracıkta, ağlamamak için kendimi zor tutsam da gözlerimin dolmasına engel olamamıştım. Ve şimdi bana hüzünlü gözleriyle gülümseyerek bakan bir çift göz.. Gece boyunca hiç durmadan konuştuk, Tijen Abla'nın mezeleri, Ece ile kendi aramızda kulaktan kulağa esprilerimiz, şarkılar, şiirler derken yine büyüleyici bir akşam daha yaşamıştık.

Ayrılırken elimi tuttu, yüzüme o her zamanki gülümsemesiyle baktı ve ''Güzel Leyla, kendine iyi bak'' dedi. Bir romanın içinde gibi hissettim kendimi. Ve o gece kendime uzaktan bakarken, kendimi unutup bir kez daha hayatı anladım. Ansızın oraya gelmek istememin, tüm bu insanlarla tanışmamın ve şimdi o gece orada olmamın kesinlikle bir anlamı vardı.



Bitti.

17 Temmuz 2014 Perşembe

Bir yolculuk ve yeniden baslama hikayesi 3

Nerede kalmıştık?

Geçen bölümde her şeyin rüya gibi olduğundan bahsetmiştim, ilk kez Çınarcık pazarını görünce animelerdeki koca gözlü sevindirik kızlar gibi olduğumdan ve Tijen Abla ile tanışmam ve onun film gibi hayatından.. 

Ertesi gün.. 

Sanki böyle her şeyin bembeyaz tüller içinde geçtiği uçmakla ilgili bir filmin içindeymiş gibi hissetmeye tam gaz devam ederken.. Yine her günkü gibi tertemiz mis gibi uyandım. Sabah Ece ekmek almaya gidince o gelmeden hemen kahvaltı sofrasını hazırlamaya koyuldum. Geldiğinde sofra hazır, Ece şaşkındı. Kurt gibi acıkmıştık, son 3 gündür yaptığımız gibi dakikalarca sofrayla bakışmaya hiç niyetimiz yoktu. Her sofra kurduğumuzda da sofrayla aşk yaşamayalım sonuçta dimi? Hiç acımadık, 5 dk.da sildik süpürdük. Sonra evi de silip süpürmek gerektiğini anladık, onu da hallettik ve görevimiz başarıyla tamamlandı! Alnımızda ''Mission Completed'' yazıyordu, yüzümüzde yorgun ama mutlu bir ifade. Dün gece canım Tijen Abla'yı kahvaltı sonrası kahvesine çağırmıştık, sözleştiğimiz gibi yaptık. Her şey hazır olduğuna göre artık çağırma vaktiydi. Çaylar, kahveler, çerezler, kurabiyeler, meyveler derken tatlış bir öğleden sonraya hazırdık. Ve sonunda geldi canım Tijen Abla.


Yaşadıklarımız farklı olsa da aynıymışız aslında

Dün gece anlatmadıklarını anlattı, unuttuklarını ve anlatmak istediklerini. Dinledik. Heyecan ve büyük sessizlikle, anlamaya çalışarak. Satır aralarında söylediği hayat dersleri hala kulağımda küpe, ışıl ışıl. İnsan, bir başkasının hikayesini dinlerken en çok da kendinden bir şeyler bulmaya çalışıyormuş. Başka başka hayatlar yaşasak da hepimiz aşağı yukarı benzer şeyler yaşıyormuşuz aslında. Aşık olduğu adamlardan ve yaşadıklarından bahsederken, kendi hayatında yaptığın hataları, hissettiklerini görüyormuşsun. İkiniz de başka başka adamlara aşık olmuş olsanız da, hissettikleriniz aynıymış, görüyorsun. Aşk her yerde ve her zaman aşkmış, insan da. Onun yaşadıklarını dinlerken, tıpkı film izlerken yaptığım gibi, içimden ''Hayırr onu yapma, oraya gitme! Hayır sakın onu yapma'' dedim durdum. Ama senin yapma dediklerini yapıp, söylemesini istemediğin şeyleri çoktan söylemiş olduğunu görüyorsun. Hayat tam da böyle bir şey işte.

Kahvelerimizden birer yudum alıp sohbetimize devam ederken sonunda fallar kapandı. Sohbete ve dinlemeye kendimizi öyle kaptırmışız ki normalde yarım saatte anca soğuyan fincanlar 10 dk sonra soğumuştu. ''Önce senden başlayalım'' dedi fincanımı açarken. Söylediklerini dinlerken bir yandan her zaman fal baktırırken hissettiğim gibi ''Yok canım sadece fal sonuçta'' diyordum içimden, ama bir yandan da duyduğum güzel sözler karşısında inanmak istiyordum. Duymak istediklerimi, olmasını istediğim şeyleri söylüyordu çünkü. Bu arada fal bahaneydi, ''Yüzüne baksam anlatırım sana her şeyi fal gibi'' dedi, öyle de yaptı. Bir insanı, onu gerçekten tanımadan çözmek zordur ama Tijen Abla gördüğü anda tanımıştı beni, öyle söylemişti dün gece. Ve o öğleden sonra dediğini yaptı, bana beni anlattı. İyi hissettim. Falı bitirirken de ekledi, ''Çıkacak bu fal gör bak. Her şey çok güzel olacak, tam istediğin gibi. Ara ama beni Tijen Ablam çıktı falın'' diye. Tatlı kadın bu Tijen Abla.

İşi olduğunu ve gitmesini gerektiğini söyledi, üzüldük tabi bu güzel sohbet ve öğle keyfi biteceği için ama nasılsa üst kat komşuydu, kendisinin de dediği gibi ''Dilediğimiz zaman onunla muhabbet etmeye, dertleşmeye gidebiliriz'' güveniyle onu kapıya kadar geçirdik.

Ece biraz kestireceğini söyledi. Hazır güzelim sessizliği ve mis gibi huzurlu ortamı bulmuşken, açtım müziğimi, aldım kahvemi defterimi, balkonda kendi kendimle başbaşa kaldım. Uzun zamandır olmadığım kadar iyiydim. Sanırım özlemişim, İstanbul'un o karmaşık kalabalıkları, işi gücü yorgunluğu yalnızlığı koşturması içinde unuttuğum duygulara kavuşmuştum. Arada yapmak gerekiyormuş bunu, anladım.

Burada her şey ama her şey bir film sahnesi gibiydi. Sessiz ve dingin bir akşamüstü, top oynayan çocuk sesleri, karşıda deniz, içimde huzur. Bir insan daha ne isterdi? 

8 Temmuz 2014 Salı

Bir yolculuk ve yeniden baslama hikayesi 2


Büyülü sahil kasabasına filmlerdeki gibi bir ilk adım, huzurlu bir uyku ve ertesi sabah acayip huzurlu bir kahvaltının ardından giyinip evden çıktık. Gideceğimiz yeri duyunca nasıl heyecanlandığımı anlatamam. Çınarcık'ın o rüya gibi manzarasına karşı kulağımda ''Hayat benim, her anımı yaşadıkça sevesim var. Aldırmam hiç yağmurlara, benim güzel hatalarım var. Bir an bile vazgeçmedim kendi yolumdan'' diyen o güzel şarkı, içimde çocuksu bir heyecan, önümde benden biraz daha hızlı adımlarla yürüyen en yakın arkadaşım, arkasında ben hayallerde, yürüdük sahil boyunca. Benim her an durup fotoğraf çekme sevdam yolumuzu biraz uzattı tabi ama halimizden memnunduk hatta epey eğleniyorduk. 

Sonunda gelmiştik ve işte şimdi karşımda Çınarcık Pazarı. Allah'ımm nereye baksam rengarenk ve gerçekten gerçek sebze ve meyveler ve çiçekler. En güzeli ise istisnasız tüm pazar esnafının yüzünde, sanki hissettiklerimi anlıyormuşçasına tatlı bir tebessüm. Heyecanım ve sevincim her halimden o kadar belliydi ki, mantar alırken heyecandan parayı fazla vermişim. Ece dalmış tabi alışverişe ''Akşama ne pişirsek, salataya ne koyarız, dur limon almadım'' diyor ama ben duymuş gibi yapıyorum. Kiraz görünce birbirimize verip küpe yapmalar, gülümseyerek kayısının dutun tadına bakmalar.. Elbette koskoca ömrü hayatımda ilk kez pazar görmüyorum ama gerçekten çok ciddi söylüyorum, gittiğim en tatlı pazarlardandı. Alacağımızı aldık, akşama kendi ellerimizle ziyafet sofrası hazırlayacağımızın mutluluğu, yüzümüzde tebessüm, çarşıya doğru yürümeye başladık. 

''Seni buranın en güzel cafesine götürücem'' dedi Ece, tamam dedim gidelim bakalım. Elimizde torbalar, kulaklıklar düşüp duruyor arada, şapşal bir görüntümüz var ama umrumuzda değil. Neyse ki çok yürümedik, en fazla 10 dk. Ki ben dedim dolmuşa binmeyelim diye, ne gerek var şu manzarada yürümek varken. Ve sonunda geldik. Bahsettiği kadar varmış, cafe güzeldi. Tam caddede ve iskelenin hemen karşısında, karşıdaki güpgüzel denizi yemyeşil ağaçlarla çerçeveleyen bir manzara. İnce belli bardaklarımızda sıcacık çaylarımız, oyuncaklar kadar şirin muzlu rulolarımız, yerdeki torbalarda duran renkli renkli meyvelerimiz, caddeden geçen bisikletli çocuklar, akşamüstü mahmurluğuyla pazardan dönen şirin teyzeler, elele geçip giden sevgililer.. Hepsi sanki bir rüya ve her şey mutluluk dolu. En son ne zaman bu kadar naif şeylerin ortasında kaldığımı hatırlamıyorum. Güzel bir sohbet, çektiğimiz fotoğraflara bakmak ve günlük planımızı yapmanın ardından eve döndük.


Her insan bir hikayeymiş, hepsi birbirinden başka 

Geldiğimiz ilk andan beri yaşadığımız ilginç tesadüfler, tuhaf işaretler ve mucizelerden sonra akşam bizi neyin beklediğinden de habersizdik tabi. Eve geldik, nasıl yorgunuz. Kısa bir kestirmenin ardından hafif bir yaz yorgunluğu ama aynı zamanda hiç olmadığımız kadar dinç, yerimizden kalkıp yemeklere giriştik. Sağlık bombası ama hiç de sağlıklı yiyecekler kadar tatsız tuzsuz olmayan mis gibi yemeklerle donattığımız krallara layık bir sofra, tüm bunları biz mi yaptık diye inanamayarak bakan ve sonunda kendine gelip oturunca masada yemeklerle bakışan biz, şimdi bunları nasıl yemeğe kıyacağız diyen bakışlar.. Ama sonunda yedik tabi. Dünya'nın en meşhur restoranının sahip olamayacağı kadar değerli bir sofra ve eşsiz bir manzara, Dünya'nın en mutlu insanı bendim tabii ki!

Şimdi böyle güzel bir akşam yemeğinin üstüne şöyle bol köpüklü bir Türk kahvesi ne iyi gider dedik, hemen yaptım geldim. Açtım telefonumdan da şöyle en güzel şarkıları, keyfimiz yerinde. Tam şarkıya eşlik ediyoruz böyle tam da İngiliz aksanı filan bile yapıyoruz, yukarıdan bir ses geliyor. Ne olduğunu anlamak için müziği kıstım, aman Tanrım o nasıl bir ses! Tok ve yaşanmışlık dolu bir ses ve Türk Sanat Musikisi söylüyor. Hem de en sevdiğim şarkı. ''Dilimi bağlasalar anmasam hiç adını, gözümü dağlasalar görmesem hiç yüzünü, elimi bağlasalar tutmasam ellerini.. Silemezler gönlümden, ne aşkını ne seni..'' Her akşam, Dünya'nın başka hiç bir yerindeki sofralarda oturmak istemeyeceğiniz güzellikte sofrasını kurup, şarkılarını söyleyen komşu hanımmış, Tijen Hanım. Onunla tanışmak isterdim dediğimin saniyesinde ''Ecee'' diye biri çağırdı, Ece'yle kafamızı kaldırdık. 

- Hoşgeldiniz kızım, nasılsınız? 
- Hoşbulduk Tijen Abla. Siz nasılsınız?
- İyiyim ben de. Şimdi siz yoldan geldiniz yemeğiniz yoktur, hadi çıkın bak sofra hazır, kokusu da gelmiştir şimdi.

Yeni taşınmışlar, Ece de yeni tanışmış kendisiyle, bi uğrayalım mı dedi, seve seve dedim. Yeni insanlar tanımak yeni hikayeler tanımak demektir dedim ve çıktık. 

Gerçek olamayacak güzellikte rengarenk çiçeklerle dolu bir teras, çok güzel bir sofra, ışıl ışıl mumlar, fonda da Müzeyyen Abla, gel de bu sofraya oturma. Laf lafı açtı, yemeğimizi yemişiz karnımız tok ama ucundan da olsa tüm yemeklerden ve mezelerden birer lokma aldık. Maksat yemek değil zaten, o sofranın keyfi bir başka.

Hani bazen biriyle tanışırsınız ama sanki çok uzun zamandır tanıyormuşsunuz gibi olursunuz ya, Tijen Abla ile tanıştığımda hissettiğim şey tam olarak buydu. Kendinden bahsetti, hayatından. Film gibiydi anlattığı her şey, hatta gerçek olduğuna inanamıyordum. Yalnız kendinden bahsetmedi tabii, o kadar güzel öğütler ve hayat dersleri aldım ki.. O anlatırken tüylerim diken diken oldu ve belki de böylesine hayatı dolu dolu yaşamış birinin anlattıkları beni çok etkilemiş olacak ki gözlerim doldu. Beni öyle duygulanmış görünce yerinden kalkıp bana sarıldı ama nasıl içten. Başımı okşadı ve belki de hayatım boyunca unutamayacağım o sözleri söyledi ''Sen çok güzel yürekli bir kızsın ve her şey çok güzel olacak güzel kızım''. Gerçek olamaz bunlar, yoo hayır ben şu an kesin rüyadayım dedim içimden. Hayatımın en derin akşamlarından biriydi. Çınarcık'a adım attığımda hissettiğim o tuhaf silkelenmenin sebebi buymuş meğer. Buraya gelip yeni insanlar ve yeni hikayeler görüp tokat yemiş gibi silkelenmem, büyümem, hayatı tanımam ve anlamam içinmiş hepsi. 

Saatin nasıl geçtiğini anlamamışız ama gece yarısını çoktan geçmiş. Nasılsa dışarıda değiliz hemen üst komşu zaten dedik ama artık kalkma vaktiydi. Tekrar sarıldı bana. Beni anlatırken benim bile bilmediğim şeyleri söyleyen bu kadını tanıdığım için mutluydum. ''Yarın öğleden sonra kahveye bekliyoruz'' dedik ve eve indik.

Koca bir hayat hikayesini dinlemek güzel olduğu kadar yormuştu da. Yatağa uzandığım gibi uyumuşum.



Devam edecek..

4 Temmuz 2014 Cuma

Bir yolculuk ve yeniden baslama hikayesi

Bir süredir tarifsiz bir şekilde her şeyi mistik bir şekilde yorumlamaya başladım. Beni bunu yapmaya iten şeyin ne olduğunu bilmesem de ya da bilmediğimi sansam da eminim bir sebebi mutlaka var. Son bir kaç haftadır ortalıklarda tabiri caizse ''Osho'' gibi gezmemin mantıklı bir açıklaması olmalı diye sorgulayıp durdum kendimi. Bu ne zaman başladı, hangi ara bu kadar bambaşka biri haline geldim ben de pek emin değilim ama sanırım gözle görülür ''miladımı'' yani beni böyle yapan şeyin başladığı günü tahmin edebiliyorum.

Uzun zamandır en yakın arkadaşımla hayat gailesinde bir türlü gerçekleştiremediğimiz minik bir tatil planımız vardı. Bundan tam 1 ay önce, spontan kararlar kraliçesi ben, yani Reklamcıinsankişisi ''Kalk dedim Ece gidiyoruz!'' Sırt çantamı kaptığım gibi atladım motora, sür dedim kaptan Çınarcık'a. Tabi beni nelerin beklediğinden habersizdim.

Ece ile farklı iskelelerden binip sonunda aynı motorda buluşmuştuk. Kitaplarımızı açıp, kulaklıklarımızı takıp yolculuğun tadını çıkarmaya baktık. Her yarım saatte bir, annesine sorular soran sabırsız bir çocuk gibi ''Bitmedi mi? Gelmedik mi? Ne zaman varacağız?'' diye sorup durdum. Adaların önünden geçtik, İstanbul gittikçe ardımızda kalıyordu ve sonunda şimdi ufukta bile değildi. Uzaktan görebiliyordum şimdi varacağımız yeri. Motor daha yaklaşırken hissedebiliyordum çok tuhaf bir yere geldiğimi. Ama hala her şeyden habersizdim. Ve motor iskeleye demirleyip karaya adım attığımda biri tüm varlığımla beni ve ruhumu silkelemiş gibi garip hissettim. Karşımdaki manzara aşağıdaki manzaraydı. Evet, işte ben tam da böyle bir yere gelmiştim.

Kendime gelmem abartısız bir kaç saatimi aldı. Çünkü hiç bir şey beklediğim gibi değildi. Rüyalarımda bile göremeyeceğim fantastiklik ve mistiklikteki sahilde akşamüstü yürüyüşünün ardından yine ancak filmlerde görebileceğimiz güzellikte bir kasaba çarşısı içinden geçtik. Annemi aradım ''Çok iyiyim ben''. Ve bir yokuşa geldik. Yokuşun sonunda kalacağımız ev göründü. Yol yorgunu bir şeyler atıştırıp sohbete daldık. Sohbetimiz bile eskisinden farklıydı sanki. Ve belki de birlikte ilk tatilimiz olması ya da o güzel sahil kasabasının verdiği ilhamla bir şey bulmuştuk. Bulduğumuz şey hakkında saatlerce konuştuk, heyecan ve mutlulukla. Hala inanamıyordum. Evden uzakta ama sanki evini bulmuş gibi hissederek uyudum.


2. gün ve olaylar gelişir

Şu ana kadar gördüklerim ve hissettiklerim yalnızca fragmanmış. Hani bazı anlar vardır ve o andan itibaren olaylar gelişir ya.. Çınarcık'ta 2. günüm de tıpkı böyleydi. İlk kez kaldığım bir odada gözlerimi açtığımda karşımda mışıl mışıl uyuyan arkadaşım, tatlı tatlı esen sabah esintisiyle balerin gibi dans eden tül, mis gibi çiçek kokusu ve kuş sesleri.. Uzun zamandır ilk kez bu kadar dinlenmiş uyanıyordum. Ait olduğum yeri bulmuş gibiydim.

Birlikte hazırladığımız şirin bir kahvaltı ardından kahvelerimizi yapıp keyifle içtik. İlk kez uyuduğun evde gördüğün rüya gerçek olurmuş inanışıyla gördüğüm rüyayı hatırlamaya çalıştım. Hatırlıyordum, akşam konuştuğumuz mevzu hakkındaydı rüyam ve o rüya bile bir işaretti.

Sahilde güzel bir yürüyüşün ardından bir banka oturup denizi seyrettik. İlhamla dolup taşmak bu olsa gerekti. Hiç durmadan bir şeyler yazmak istiyordum, yazıyordum da. Ve tabii burada geçirdiğim hiç bir anı unutmak istemiyordum, bu yüzden neredeyse gördüğüm her köşeyi, her ayrıntıyı fotoğraflamaya başladım. Ece şaşkınlıkla izliyordu beni, kafasına estiği an atlayıp kafa dinlemeye gittiği ''kaçış yerinin'' daha önce böyle bir yer olmadığını düşünürken artık kararı değişmişti. Burası bizim için artık önemli bir yerdi. Her şeyin başladığı ve değiştiğim yer.


Devam edecek...

1 Temmuz 2014 Salı

iste yine bir ''elestiriyorum öyleyse varım'' yazısıyla karsınızdayım

Son zamanlarda nerede görsem acayip midemi bulandıran, hiç bir şekilde sempati besleyemediğim, geçmişte herhangi bir ilgimin olup olmadığını düşününce şayet ilgim varsa kendimle delice dalga geçtiğim ama geçmişte ara ara merak edip bakmayı saymazsak aslında öyle pek de meraklısı olmadığım ve artık gördüğüm yerde arkama bile bakmadan kaçmak istediğim bir konu var, hayır eski sevgili filan değil, ne mi? İlişkiler hakkında yazılan yazılar.

Nasıl yani? Sen de yazardın, hatta arada hala yazıyorsun demeyin, gözlemlerden ve yaşananlardan yola çıkarak yazılan ilişki yazılarını kast etmiyorum. Hani şu seni aptal yerine koyan, hatta baya hiç bir şeyden haberi olmayan bir gerizekalı muamelesi yapan o ''İlişki ipuçları'' ya da ''Taktikler'' tarzı yazılardan bahsediyorum. Seni baya salak yerine koyarak adından bile daha iyi bildiğin şeyleri bir keşiften ya da yeni bir icatten bahseder gibi heyecan ve coşkuyla anlatan yazılardan bahsediyorum. İşin en acı tarafı da anlattıklarının çoğunu biliyoruz filan tamam da hiç değilse bir yerlerinizden element uydurmayın gözünüzü seveyim.

Ve işte onlardan bazılarını ele alalım.

''Bir erkek gün içinde herhangi bir an sana mesaj atıyorsa seviyor''
Ne alaka yahu! Adam belki bir şey soracak ya da canı sıkıldı biriyle konuşmak istiyor, ya da gayet amaçsızca yazmak istiyor işte. Bunu neden ''Ooo hacıııı kolay gelsinn ;))))'' durumuna bağlıyorsunuz arkadaşım!

''Sana yazdığı mesajların sonunda gülücük varsa kesin seviyor''
Zaten şunu gördüm kör oldum. Nasıl bir zeka bunu yazıyor gerçekten merak ediyorum. Yahu bir kere yazdıklarımızın sonuna gülücük koymak artık gelenek haline geldi, gayet alışkanlıktan o sonuna ufak bir '':)'' koyuveriyoruz el alışkanlığı, hatta oraya o gülücüğü koymazsan kovalıyorlar öyle bir durum artık düşün. Ve buna inanıp cidden ''Yaaa inanmıyorummm gülücük koymuşş'' deyip ortada gerçekten hiç bir şey yokken adama kör kütük aşık olan kızlar varsa da çok üzülürüm bir hemcinsleri olarak. Ay neyse daha fazla uzatamıycam içim daraldı anlatırken bile.


''Senin mesajından sonra uzun zaman geçtikten sonra cevap yazınca özür diliyorsa valla billa seviyor'' 

Allah rızası için biri bana bunun gerçek olmadığını söylesin çok rica edicem. Bak güzel kardeşim, azıcık bir nezaketi olan herkes bunu zaten yapar, yapmayan varsa ya unutmuştur, ya o an işi vardır hemen cevap yazıp işine dönecek, ya aklına gelmemiştir ya da direk öküzdür. Ama bunu yapıyor diye de durduk yere adama aşık mı olalım yani? Oh valla kebap, sırf ''Ya çok özür dilerim işim vardı şimdi yazabiliyorum'' dedi diye aşık olunmayı hak mı etti yani? Gider misin lütfen.


''İyi görünmek için çaba sarfediyorsa sana ölüp bitiyor'' 
Neresinden tutsan elinde kalıyor Allah aşkına şu cümleye bakar mısın? Len nasıl bir insan evladısınız siz, pasaklı pasaklı mı gezsin insanlar? Tabii ki kendine özen gösterecek, güzel kokacak, elleri güzel olacak, dişleri beyaz olac.. napıyorum ben ya kaptırdım gidiyorum öhöm öhöm.. Ne diyorduk, heh yani sırf bunları yapıyor diye bize aşık öyle mi? Ne malum kendine özen gösteren bir erkek olmadığı? İnsanları kandırıp umutlarıyla oynuyorsunuz resmen yazıklar olsun size dostum. Hayır yani adam sadece dişlerini fırçalıyor diye evlenelim mi onunla!

''Seni dinliyor, anlattıklarını merakla ve araya girmeden dinliyorsa aşkından kendini ciletliyor'' 
En saçmasını da sona sakladım. Lütfen yukarıdaki cümleyi yeniden okur musun? Ne gördün? Ya valla ben bir şey söylemek istemiyorum yıldım, yoruldum, tükendim. Bu kadar düşük bir iq karşısında beynim eridi, düşünme yerlerim uyuştu, nefes alamıyorum. Bir insan bir insanı dinliyorsa, dikkatini çekerim sadece dinliyorsa ona aşık mıdır yahu! Hayır yani olması gereken de bu zaten, tabii ki dinliycek ben orda büyük bir ciddiyetle en saçma şeyden bahsediyorsam bile dinleyecek. Ne yani anlattıklarımı ilk kez duymuş gibi ve yeni bir şey öğrenir gibi merakla dinliyor ve hiç araya girmiyorsa aşık öyle mi? Tamam sakinim, tamam tamam iyiyim ben tamam alt satıra geçebilirsin.


Daha ne saçmalıklar var da şimdi daha fazla yazıp sizi de bitkisel hayata sokmak istemem dostum. Ki bu kadar saçma şeylerin var olduğunu görünce sloganım olan ''Saçmalamak konusunda ölümüne ciddi'' cümlesinin önemini bir kez daha anladım. Tamam ben de ara ara saçmalıyorum ama emin olun sizin kadar değil sevgili ''Taktik'' yazarları. Ama cidden bunları yazan ve okuyan insanlar var. Ciddi ciddi var. Üzücü tabi. Ve bir de bence bütün bu yazıları yazan tipler hayatı boyunca tek bir insanla bir etkileşimi olmamış, ama sadece aşk meşk olayı değil normal bir arkadaşı da olmamış tipler. Yoksa bu kadar düz duvara tırmanacak kadar her şeye hallenmek başka türlü açıklanamaz. Öyle böyle değil adam artık neredeyse duvardaki saat ona bakıyor diye gidip saati öpecek ya da uzanmış telefonla ilgilenirken telefon yüzüne düştü diye ''Uuu seni hınzır şey ;))))'' diyecek. Evet tamam bu yazıların bir okuyucu kitlesi var, gayet merakla bekleyen ve okuma oranlarını tavan yapan bir kitle var saygım sonsuz, yazanlar da bir şekilde ekmeğini bundan çıkarıyorlar ona da saygı duyuyorum ama sırf birilerine bir şey anlatacaksanız anlattıklarınız neden mantıklı ya da en azından gerçek şeyler olmasın?

Haydi, bir iyilik yapın ve bizi o güzel (!) ipuçları ve taktik yazılarınızdan mahrum etmeseniz bile en azından işe yarayacak ya da bilmediğimiz bir şeyler söyleyin. Bakın tam da yaz geldi, evlenmek isteyen kızlar olabilir, bir iki gerçek şey söyleyin de evleniversin garibanlar. Ve tabii ne zaman facebook'a girse bir yeni düğün albümü gören o acı dolu kitle için de bir şey yapsanız iyi edersiniz, zira artık neredeyse Mark Zuckerberg çıkıp ''Tamam yeter! Valla tamam isyan ettim yeter tamam alın sizin olsun Facebook düğün de düğün yeter ulan ben gidiyorum!'' diyecek.