29 Haziran 2012 Cuma

arkadaşım ol yeter böylesi daha güzel

en kötüsü de apaçık ''ben güvenilmez biriyim bana aşık olma'' diye bağıran bi adamı sevip sevmemeyi düşünmek, tereddütler içinde kaybolmak.. adamın ister haberi olsun ister olmasın, umrunda bile olmayacaktır. çünkü o 'bay güvenilmez' ve senden daha fazla kız var etrafında. ve sen büyük ihtimalle, hatta kesin, tek başına kendi kendine dertlenip dertten kendini yediğinle kalırsın.

seni sevdiğini ima edecek neredeyse herşeyi söylese bile(bu onun için zor olmaz çünkü o kadar çok yapmıştır ki artık diline pelesenk olmuştur), hatta direk seni sevdiğini söylese bile, onun ne kadar da güvenilmez bi adam olduğunu unutamazsın. beynine çivi çakmışlar gibi, aklından çıkmaz. ve o an, düşük ihtimal ama gerçekten seviyorsa, olan o sevgiye olur arada kaynar. yoksa kim istemez aşık olmayı.. öyle kolay değil ama işte, öyle önüne gelene aşık olamıyosun.. aşkını hak etmeyecek birine veya öyle görünen birine aşık olamıyosun. olan var mı, ben de dahil biz kadınların neredeyse % 90'ı bunu yapmışızdır. ama belli bi yaşa gelince öyle eskisi gibi kendini kaptıramıyosun.

bakarsın adam feci tatlı, hoş sohbet, kendini tutmasan belli, aşık olcaksın. ama tutarsın kendini. sonra bi an gelir, sana umut veren sözler söyler, güvenmek istersin, ona inanmak istersin. keşke inanabilsen, keşke güveneceğin biri olsa.. ama değil. ve bu seni paramparça yapar.


söyle, sence biz aşık mıyız

adam istediği kadar Casanova olsun, belki de sen ona çoktan aşık oldun, ya da belki de çoktan hoşlanmaya başladın. ama bunu değil kabul etmek, kendine itiraf edemezsin. çünkü o güvenilmez biridir.

ona güvenmen için sana kendini güvenilir biriymiş gibi göstermesini değil, gerçekten de öyle biri olduğunu kanıtlamasını istersin. öyle biri olmasını dilersin. çünkü önceden, asla sevilmeyi haketmeyen gerizekalı tiplere aşık olmuşsundur, berbat ilişkiler yaşamışsındır ve bir de bakmışsın, erkeklere kolay kolay güvenmeyen biri haline gelmişsin. ister 5 ilişkin olmuş olsun ister 1, artık güvenin kalmamıştır. tek bir adam bile bunu başarabilir çünkü.

herşeyiyle güvenilmez duran bu adam, şimdi kim bilir nerede hangi kızla ne yapıyor diye düşünürsün ama belki de gerçekten sandığın gibi değil. yine de güvenemezsin.. sevmek istesen de sevemediğin, güvenmek istesen de bi türlü güvenemediğin bu adam da aslında güveneceği birini bekliyordur.

26 Haziran 2012 Salı

welcome to the depresyon

sanırım depresyona girdim! depresyona girmek bende artık ritüel olduğu için, yiyip içmek kadar sıradan ve doğal bi hale geldiği için şaşırmadım. ama o kuruntular, o durmadan gelen ağlama isteği, ''herşeyi bırakıp çekip gidicem :'( '' ayakları yok mu, çekilir dert değil. istersen 100 yıldır depresyona gir çık, ne kadar alışırsan alış, ''buyur gel canım ben de seni bekliyodum nerde kaldın'' diyecek boyuta geç, insan depresyona girince yine kendini kaptırıyor işte. ''sakin ol. şu an depresyondasın ve böyle düşünmen normal. çünkü depresyondasın. ama en kısa zamanda normale dönüceksin'' butonu olsaydı emin ol çoktan kırılmıştı, öyle abanırdım o butona yani. ama maalesef öyle bi buton yok. ve ben yine her zamanki gibi, aynı animelerdeki kızlar gibi gözlerimden yaşlar fışkırır boyuta geldim çoktan. gelsene su çok güzel asdfg.

baktım birkaç gündür uyandığımda bi boşluk hissi, ''bu ben değilim kimin hayatını yaşıyorum allam kendi hayatıma seyirci oldum'' duygusu, içimden hiç bir şey yapmak gelmiyor gelse de hemen sıkılıyorum, öküz gibi iştahım arttı filan. dedim tamam depresyon göründü. direk depresyon sınırı tabelasını gördüm, rakımdır nüfustur gördüm yani. sonra fifuvv son gaz depresyon.

twitter'da romantik hüzünlü laflar filan görünce gözlerim doluyor, sadece depresif şarkılar dinlemek istiyorum, sadece tatlı yemek istiyorum, normalde lavaboya gitmeye üşenen ben tatlıcı tombağa sardım kazandipleri tavuk göğüsleri evdekiler parmaklarını yiyor kalkıp dükkan bile açabilirim yani o derece, anneme durmadan ''anne şunu pişirsene, anne ya bunu yapsana'' diye yemek isimleri sayıyorum, ütü yaparken üzülüyorum, balkonda anne kız çay içerken ''100 yıl yaşamıycaz :'( '' diye ağlamaya başlıyorum filan.

bi de telefon bekliyorum acanstan. adamlarda tık yok. dün yine aradım, patronlar Cannes'dan yeni dönmüşler arıycaklarmış. kaç haftadır bekliyorum. trip atan sevgili gibisin canım acansım, ben aramayınca aramıyon lan. zaten depresyondayım bi de siz üzüyosunuz canım benim yapmayın böyle :(


test edildi onaylandı, depresyondaymışım

evden çıkmak istemiyorum, giyinmek süslenmek oje sürmek fön çekmek eyeliner çekmek istemiyorum. durmadan söylenen ''gençsin çık gez dolaş bugünlerin tadını çıkar'' sözüne uymak istemiyorum. yaşlanmış hissediyorum, bi yolunu bulup sakin bi tatil beldesine gitmek istiyorum.

mesela her gün günlük burç yorumuma bakmadan kahvaltı yapmam. son birkaç gündür astrologlar da aynı şeyi söylemeye başlayınca kıllandım. depresyonda olduğumu ima eden laflar filan, adamlar ciğerimi biliyolar yaa görüyomusun diye şaşkınlıkla okurken ''ühüüğğ evett yaa, depresyondayııım'' diye hak vermeyi de unutmuyorum.

oturup magazin izliyim diyorum, tatilde sevgilisiyle elele gezen ünlüleri filan görünce depresyonum artıyor. ağlamıycam hayır diye kendimi tutmaya çalışsam da kültürsüz, kişiliksiz, boş bazı ünlüler bile bu kadar mutlu benim günahım neydi diye içim kan ağlıyor. bu depresyon denen gerizekalı daha ne kadar devam eder bilmiyorum ama, olm sana 3 gün mühlet. bak bu hafta bittin bittin, hele bi haftasonu seni burda göreyim var ya işte o zaman.. ühühü nolur gitt :(

25 Haziran 2012 Pazartesi

ben yaşarken insafsızım tatsızım



bu aralar neye elimi atsam hayal kırıklığı, dokunsalar ağlayacağım. havadan mıdır bilmem, içimde anlamsız bi isteksizlik, sadece uyumak istiyorum. uyumadığım zamanlarda ise aklıma gelen tek şey yemek ve uyumak.

beklemek kadar berbat bi his yok, neyi beklediğini bilmemekse en kötüsü. herşey değil, en azından tek birşey yolunda gitse ''tamam'' diyeceğim, umut var. ama umut etmek için sahip olduğum dünyevi şeylerden başka birşey bekliyorum belki de. kimine göre yeni bir aşk, kimine göre iş bulmak, kimine göre arkadaşlarla o mekan senin bu mekan benim gezmek.. bunların hiçbiri de bana göre değil. aşık olunca kendimi tanıyamıyorum bu saatten sonra hiç bana göre değil, çalışmak desen delice istediğim bi iş değilse çalışmak bana göre değil, herkes uyurken evden çıkıp normal bi insanın uyanacağı saatlerde eve girmekse hiiç bana göre değil. e peki ben ne yapayım da bu tembel, ruhsuz ve renksiz yaşantıma bir canlılık gelsin? bunu kendime sormaktan sıkıldım, sorunca bi işe yaramıyor. zamana bırak desen, bende sabır denen şeyden bi kırıntı bile yok. önceki hayatımda çok mu sabrettim de bu hayatta bu kadar sabırsızlık küpüyüm bilmiyorum.

zayıflayayım dedim, spora başladım, bi ara ciddi ciddi diyet bile yaptım. olmadı. film izleyeyim dedim, bende vakitten çok ne var dedim. olmadı. aylar önce roman yazmaya başladım, onun bile başına oturmaya mecalim yok. ve düşün yazmak benim için nefes almaktan da doğal ve benlik ve bi kitabım olması en büyük hayalim. ama ona bile tam anlamıyla bağlanamamak, yapmam gerekeni yapmamak nasıl sinir bozucu anlatamam. bütün bunlar da insanda pis bi başarısızlık duygusu yaratıyor. ve bu duygu gerçekten de berbat!

hayatından memnun görünenlerin de sıkıldıklarını görmek, yaşadığı zorlukların bi tek kendi başına gelmediğini hatırlatıyor insana. çünkü kimse yalnız olmak istemez, hiçbir konuda. ama bu yetmiyor, gerçekten mutlu olmanın bi yolu olmalı. ama ne?

18 Haziran 2012 Pazartesi

seni hep seveceğini sanırsan babayı alırsın

şu hayatta insanın başına gelmesini isteyeceği en son şey değilse bile, son şeylerden biri olabilir: eskiden senden hoşlanan birinin şimdi bi başkasını sevdiğini görmek.

sevilmek, daha da önemlisi sevildiğini bilmek insana babasının evi gibi hissettirir; rahatsındır, yarın ne olacağından korkmazsın, ''yaa nasılsa seviyor beni'' düşüncesi beyninin bir köşesinde durmadan sana gaz verir. çoğu zaman ilişkilerimizdeki en büyük yanlışlarımızdan biri de 'seni sevenin gün gelip seni gayet de sevmeyebileceği ihtimali'ni unutmak. kendini buna kaptırınca gözden kaçırdığın gerçekler büyüyüp sen farkında değilken kocaman bi çığa dönüşür ve altında ezileceğin güne dek peşinden gelir. işin kötüsü, günden güne o çığ daha da daha da büyüyecek.


beni seviyorsan bundan banane!

bu konuya nerden sardım dersen, öyle bi yerden ki...(hani filmlerde kahramanımız yıllar önceki bişeyi hatırlarken ekran flulaşır ya, aynen öyle yap sen de şu an)

yıllaaar yıllaaar önce ben daha ergenliğe girmemişim, memlekete ilk defa gitmişiz. neyse bi gün annemin dayısının evindeyiz. balkondayız ve balkon da büyük böyle, bi kapısı salona öbürü oturma odasına açılıyor. salonda ablamla diğer kızlar Kral tv izliyolar, biz birkaç küçük kız gerizekalı gibi balkonda oyun filan mı oynuyoruz napıyoduk pek hatırlamıyorum.bi ara bi genç geldi baktım aşağıdan bişiler söylüyor. alla alla ne bu bakalım derken baktım çocuk adımı söylüyor, seni seviyorum diyo filan baya gaza gelmiş kaptırmış gidiyo. bu ne lan adımı nerden biliyor kim bu derken kızlara sordum, adını sanını öğrendim çocuk akraba çıkmaz mı. bi de şehirden bi kız gelmiş, bakıyor tatlı kız bi de dünya tatlısı filan ben olsam ben de balkon altlarından adını söylerdim yani şljgkhg.

öhömm neyse dakikalar sonra bu hala dolanıyo oralarda. nasıl bi cesaret bu diye de şaşırmadan edemiyorum. şimdi olsa ''aiyy aynı filmlerdeki gibi ne romantiiikk'' diyebilirsin ama ben hala anlayamıyorum dehşete kapıldım işte. çocuk da gitmiyo bi türlü. şimdi babamlar adamlar gelicek dayak yerim filan ondan da tırsmaya başladım. ben hayatımda ilk defa ilan-ı aşk'a maruz kalmışım gibi önce şaşırdım ama niyeyse en çok da korktum(ilk ilan-ı aşk'a maruz kalışım başka bi yazının konusu olucak). ama var ya nasıl korkmuşum, öyle böyle korkmak değil. sanırsın 50 tane mamut kovalıyo öyle bi yusuflardayım. ablama koştum bildiğin ''ablaa yıaaa öhüğğğ'' diye ağlamaya başladım. o sırada tv'nin sesi açık, bi şarkı çalıyo ''mutluluğun formülü çok açık, bir sen bir ben bir de bebek'' diye. çocuk sanki Kral tv ile anlaşmış, o sırada o şarkı nasıl denk geldi olm. çocukla aramızda öyle çok yaş yok, varsa da en fazla 1-2 yaş vardır ama o sırada ben bunu adam sanıyorum çığlıklar atmamın sebebi de o zaten. kocaman adam gelmiş kaçırcak beni sanıyorum. çocuk yazık o da baktı kız şizofren midir nedir demiş olcak ki gitti sonra.

birkaç gün sonra çocuğu gene gördüm ben. bu defa bi düğündeyiz, kır düğünüydü püfür püfür serin böyle. benim saçlar yapılı, makyaj yapmışım, beyaz puanlı boyundan bağlı siyah bi elbise giymiştim. bu beni bi de öyle gördü ya, iyice cıvıttı. baktım uzaktan bakıyo filan, ben korkmaya devam. sapık mıdır nedir diyorum, koca kız olmuşum ama korkudan annemin koluna yapışmışım koala gibi, bırakmaya hiç niyetim yok. sonra bi ara gerizekalı akraba kızlarıyla ayağa kalktık dikiliyoz düğünü öyle izlicez bi de. benimki gözünü bi saniye benden ayırmıyo, baktım bu küçük bi oğlan çocuğuna bişiler söylüyor. ikisi pür dikkat bana bakıyolar. aha dedim plan hazır, birazdan kaçırılcam yarebbim! gözlerim fal taşı oldu etrafta halı arıyorum halıya sarıp kaçırcaklar sanıyorum ya hani. bi de taşa döndüm korkudan kaçamıyorum. rüyanda sesin kısılır bağıramazsın ya aynı öyle oldum. birkaç saniye sonra küçük oğlan yanıma gelmez mi. ''abla şu abi sana çıkma teklifi ediyor kabul ediyo musun?'' diye sormaz mı. ben tabi günlerin korkusunu biriktirmişim, bi de bunu duydum ya çıldırdım. bi bağırdım ''s.. git kabul etmiyorum git söyle o salağa!'' diye. çocuk gitti söylemeye. bu duydu benim cevabımı ordan gülümsüyor, ben kızgın suratımla hemen koştum gittim. farkında olmadan kaçan kovalanır olayını uygulamışım meğer.

yıllar içinde biz hep karşılaştık, hiç konuşmadık en fazla birkaç defa merhabamız ve iyi akşamlar'ımız oldu. ve dün, hayatımda ilk kez kumamı gördüm ve yıkıldım! o zamanlar bişey hissetmemiş olsam da insan sevilmeye çok pis alışıyor.


şu hayatta kumamı da gördüm ya bana yeter

bana yıllar önce çıkma teklifi eden o çocuğun kız kardeşinin nişanında dün yine karşılaştık. bi tek farkla, bu kez ilan-ı aşk'a maruz kalan ben değil bi başkasıydı. bunu öğrendiğimde içimde bişeylerin yandığını, ya da sanki kırıldığını hissettim. çok tuhaf ama sanki onu kaybettiğim için üzüldüm belki de.

tesadüfe bak ki, kız da beni bi sevdi. içten bi şekilde durmadan birbirimize gülümsüyoruz filan, e kız durumdan habersiz tabi. ama benim gülümsemelerimin çoğu kızın kumam olduğunu öğrenmemden önceydi. öğrendikten sonra daha çok yakın markaja aldım, her ayrıntısıyla incelemeye başladım. bi ara millet yanlış anlar diye artık kıza bakmayı bıraktım. ama gülümsemelerimiz devam etti. ihanete uğrayan, aldatılan, terkedilen ben olsam da adamın tercih ettiği kıza bu kadar kanımın kaynayacağını tahmin bile edemezdim valla. benim kadar olmasa da cidden tatlı kız :(

ben çocuğun bu kızla çıktığını üstelik 3 yıldır çıktığını öğrendikten sonra artık hiçbir şey eskisi gibi değildi. kırılmıştım, inkar edemem. ama önce seven sonra terkeden o kalpsizden intikamımı almalıydım. kızla o kadar samimi olduk ki, aynı esprilere gülmeye başladık yanyanayız ve bildiğin can ciğer kuzu sarması olduk. çocuk orda fotoğraf filan çekiyor, bize bi baktı biz yanyana dip dibe. kızın dibinden ayrılmayışım, çocuk ikimizi bi yanyana görsün, neyi terkedip neyi tercih ederek nasıl da yanlış bi karar verdiğini görsün utansın diyeydi. kız iyi kız ona bişi demiyorum ama insanoğlu böyle işte. neyse ben kararlı bi şekilde buna baktım, sanki bi ara bakışlarında ''Allah kahretsin ben hayatımın hatasını yapmışım, ne olur geri dön, mini minnacık kızlarımız olsun sana ilan-ı aşk ettiğim o balkonda koştursun'' yakarışını gördüysem de yanılmışım. bizim köprümüzün altından çok sular aktı, dile kolay 11 yıl geçmiş. 11 yıl bekleyeceğini düşünerek hata yapan asıl bendim. çocuk mutlu, kız mutlu, gökten düşen 3. elma ise benim değil. bi zahmet o elmayı da yeme sevgili pisboğaz!

13 Haziran 2012 Çarşamba

Reklamcıinsankişisi dişçide - 3

1 yıllık aranın, 3 saatlik oyalanmanın ve 10 dk'lık gecikmenin ardından sonunda dişçinin odasına girdim. kadın güleryüzlü, ses tonu filan gayet böyle sempatik. dedim tamam, heralde acı çekmeden sallanan dişim çekilcek. ama dua etmeye devam ediyorum tabi bana hiçbir şey engel olamaz.

heyecandan alışveriş poşetleriyle oturcaktım koltuğa ''elindekileri kenara koyabilirsin'' dedi kadın. ''ah tabi, pardon:)'' dedim. yüzüm gülüyor, içimse kan ağlıyor yarebbim. ve dınınınınn! dişçi koltuğuna oturdum!

kadında acıma yok abi, elinde dana gibi iğneyle geldi. endişeli endişeli bakıyorum kadına. ama dönüş yok, o iğneyi vurmazsa incileri dökülür hanımefendinin. aldı o iğneyi, sağ alt dişetime bi soktu, anam o nasıl bi sızlama, batmadır. ''uyuşma ortaya gelince söyleyin'' dedi çıktı gitti. bekliyorum, ohoo allah bilir ne zaman çeneme gelcek diye beklemeye başladım. dakikalar geçti, çenem uyuşmaya başladı. ben tırsmaya başladım kadın gitti lan ya bi daha gelmezse, burda bütün suratım felç inmiş gibi kaldım, allam hayatımın geri kalanını Stephen Hawking gibi geçircem diye tutuştum. derken kadın geldi sonunda. ama o birkaç saniyelik tırsma yetti, Stephen Hawking oldum geldim resmen.


izinsiz kazı yapan belediye gibisin yarim 

kadın geldi ama gelişi hiç de muhteşem olmadı. avuç dolusu demir aletlerle kafamın üstünde duruyo. geldi hoop hepsini gözümün önüne koydu. çekiç var ya, lan resmen çekiç gibi bişi gördüğümü hatırlıyorum. ben hiç gocunmadan ego filan ayaklar altında kadına yalvarıyorum ''acımıcak dimii:'( ilk defa çekcem acımaz dimii:'('' ağlamadan önce son çıkıştayım, 10 saniye sonra ağlıcak gibiyim. ama kadın hiçbir duygu belirtisi göstermeden tek tek o aletleri eline aldı, son ayarlamaları yaptı ve klasik sözü söyledi ''açın ağzınızı''. küfreder gibi, aç ağzına s...cam der gibi:( cınım yaa ben de bilmiyodum zaten ağzımı açmam gerektiğini, yanağımdan gircen sanmıştım sori.

açtım ağzımı yumdum gözümü. en ufak bi acı hissetmemek için hayallere daldım. maldivlerdeymişim, masmavi deniz, hasırdan minik bi kulübede öküzler gibi tıkınıyom. allam hayalimde bile pisboğazım derken baktım biri dişime bişey soktu. o ne lan derken bi uyandım baktım kadın dişimin içinde tornavida gibi bişeyi saat yönünde dönderiyo. hayır acı çekmiceksin tatlım diye kendimi teselli ederken tekrar gözümü kapadım, ama kadın o tornavida gibi şeyi bildiğin bastırıyo. yeter lan ne gidiyon daha diye küfrediyorum içimden. acı filan çekmiyorum ama belediye gelmiş o matkap gibi büyük şey neydi onunla dişimde kazı kazıyomuş gibi oldu. neyse bastırcağı son noktaya kadar bastırdı. 1 dk geçti geçmedi, dişimde bi boşluk, bi sıcaklık hissettim. boşluk, sağ alttaki 4. dişimin artık orada olmamasındandı, sıcaklıksa kanın sıcaklığıydı.

gözümü açtım şaşkın gözlerle kadına bakıyorum bitti mi diye mırıldanıyorum. evet dedi. oha lan bu kadar mıydı, enee onca sene boşuna mı kandırdılar bizi, diş çekmek acılıdır diye. bunu bilinçaltımıza monte edenlere müsaadenizle burdan bi güzel küfürler monte ediyorum beybi. boşluğa pamuğu koydu, kalktım. ağzım yüzüm yamulmuş konuşamıyorum duygularımı ifade edemiyorum. botox yapmış gelmiş gibiyim, Aşk-ı Memnu'nun final sahnesinde Bihter'in annesi gibi oldum. içimden ''allam şimdi eve nasıl gitcem bu suratla, herkes bana gülcek'' diye üzüntülü cümleler geçirirken, kadın soru bombardımanına tutmaz mı. ''2 saat bişi yemiyceksiniz, soğuk sıcak içmeyin, bıdı bıdı'' bunda cevap vercek bişi yok, her dişçinin klasik lafları ama ''2 hafta sonra gelin, bakalım'' filan deyince cevap verme gereği hissettim. kendimi zorlayıp cevap vermeye çalıştım ama tüm çabam şunu söylemek içindi ''2 hafta sonra mı?''. gerizekalıyım yemin ediyorum, kadın 2 hafta diyo hala neyin peşindesin. neyse teşekkür ettim(niyeyse) ve çıktım.


asıl olay eve dönüş yolunda. sonraki yazıyı bekleyin ^_^

9 Haziran 2012 Cumartesi

arar bulurum izini bilirsin zır deliyim ben

insanlar türlü türlü.. bloga gelirken nerden gelmişler, neyi aratmışlar da buraya gelmişler, noktasına virgülüne dokunmadan aynen yazıyorum işte son veriler.  

tam koltuga oturusun ya ozaman annen bisi ister: olduğun yerde kal ve derhal ölü taklidi yap. şimdiye kadar denemedim ama çalışabilir. ah bide o istediği şey de gereksiz bişi olur, of hayattan soğursun. sonra o eski halinden eser kalmaz, aynı yere otursan da nehir aynı nehir değil ki yıkanasın aynı nehirde(Herakleitos, dostum seni andım bak).

arabesk dinliyorum diye kızlar bakmıyor: ne desem bilemedim şimdi. seni teselli edeyim desem kendi çizgimden çıkıcam, onlara hak vereyim desem senin kalbin kırılıcak. iyisi mi elindeki arabesk müziği yavaşça yere bırak ve sakin ol. taraf tutuyorum: onlar haklı!

rüyada platonik aşki görme: milyon kere başıma gelmiş bişi. bi işe yarıyor mu dersen, şöyle anlatayım. hani gecenin bi vakti acayip acıkırsın. önce bi süre sabredip kendini kandırırsın ama artık dayanamayıp gözün dönerek mutfağa uçarsın ya. sonra homini gırtlak götürdüğün o yiyeceklerle yalnızca birkaç saniye dünyanın en mutlu insanı olup saniyeler sonra delice vicdan azabı olarak geri döner, aynısı bu işte. sadece rüyanda görürsün onu, sabah uyanınca kalpte bi ağrı, safi dert yahu, hepsi bu. boşver sen onu, sana maşuk mu yok. karşılıklı sevgi en güzeli, al sana abla tavsiyesi.

guzel kiz ama yuzu tam belli olmasin: he sen çirkin ama sempatik olsun diyosun, peki olsun. da işte yanlış yere geldin sen dostum, kız ne arar burda, öyle böyle birine benzer bi halim mi var lan terbiyesiz!

chok deli resimler: aChayip bisHeysiN sEnN! sEndEn deLi oLmaSın oNLaR Da deLidiR isHte nApSın yAzıK..
  
yürüyüş ile kilo verenler: bu da moda oldu. zayıflamak isteyen hoop soluğu burda alıyor. adeta bir Osman Müftüoğlu, bir Taylan Kümeli oldum dostum. piyasada hatrı sayılır demirbaş oldum, Ebru Şallı kadar olamasak da biz de tutunmaya çalışıyoz işte burlarda.

senı sevıyorum bilmiyorsun: kanıtla o zaman napiyim yani, hiç. gelmiş atar yapıyo adama bak. eskiden olsa ''cınım yaa:( '' derdim belki ama.. kapı açık arkanı dön ve çık istenmiyorsun artık.


ps. yepyeni yazılarla en yakın zamanda acayip deli geliyorum! sürprizler çok yakında..

5 Haziran 2012 Salı

evlilikle yüzleşmem serisi vol 1.

ilkokul arkadaşlarımın resmen yarısı şimdi evli barklı insanlar. bu durumu gören ben, kariyer yapcam diye, ''ne evliliği yeaa'' diye diye aşk hayatımı da mahvettim. bildiğin ipsiz sapsız dolanıyorum ortalarda.

 ''herkes ruh eşiyle birlikte yaratılmıştır'' zırvalıklarını çoktan geçtim. bi kere ruh ikizim karşıma çıksa ben çok sıkılırım abi. en az benim kadar tembel, benim gibi üşengeç, dağınık ve kafası karışık biriyle değil eş olmak, merhabamı bile esirgerim. illa ruh ikizimle evlencem diye bişi de yok hem. ben zıt kutuplar birbirini çeker kuralına daha çok inanıyorum. daha güzel öyle olm, ben dağıtayım adam arkamdan toplasın. ben günlerce uyuyayım, gelsin bana kahvaltı hazırlasın bana kahvaltıyı sevdirsin. yatağımdan kalkmadan bana getirilecek bi tepsi güzel kahvaltıyla 23 yıllık kahvaltı nefretim son bulacak buna eminim. bu eşsiz, bu şerefli görev de tabi ki kime düşüyor, benle evlencek şanslı adama.


evlilik dediğin nedir ki
 
bütün ilkokul arkadaşlarım bir bir evlensin hiç vakit kaybetmesinler, bana böyle ''sen gerizekalısın. böyle yurtsuz yuvasız salak bi avaresin'' dedirtsin olur mu. lütfen bak bu çok önemli. hiç işim gücüm yok böyle oturup bunları düşünüp mal gibi iç çekeyim. abartıyorum biraz, o kadar da umutsuz değilim lan günün 24 saati oturup buna kafa patlatmıyorum elbette. ama ne zaman feysi açsam, ilkokulda sabi sübyan aynı sınıfı paylaşıp aynı sıraları paylaştıklarının hepsinin ilişki durumu evli, çoğu nişanlı ve kına gecesi yapılmış, pembeleşinceye kadar sözlenmiş ve başı bağlı. ilkokul arkadaşım olmayanların da evliliğe doğru emin adımlarla giden ciddi ilişkileri var. bense dibi tutmuş sütlaç gibiyim.

duruma çözümü şunda buldum. problemin üzerine üzerine yürüyorum, çünkü kaçarsan içine atarsın, hepten üzülürsün. feyste anasayfada bunların gelinlikli kına elbiseli profil resimlerini görünce hoop soluğu profillerinde alıyorum. içimden hiçbir yorum yapmadan, hiçbir şey hissetmeden fotolarına bakıyorum. en ufak bi pişmanlık, bi üzüntü, bi keder hissetmemek için ayrıntılarla ilgileniyorum. mesela bunlar gelinlikli damatlıklı bi yerde resim çekmişler ''neresi lan burası o ne öyle kuleye çıkmışlar ahah'' diye dalga geçiyorum. çocuğu olanlara bakıp ''üff salak ya bebeğe ne giydirmiş o ne be. gerçi bu ilkokulda da böyledi. insan işte değişmiyo ki anacım'' diyorum, bişicikler olmuyor.

karşıma geçip dersen ki, ''evlenip de napcan ben evlendim de noldu safi dert yahu'' sana derim ki ''ben üzülmek için dert yokken dert arayan, yoksa da yaratan bi tipim bebeyim, yoksa biliyoz olm evlilik de gayet normal bi durum. maksat gerizekalı gibi zorla melankoliye bağlamak. eninde sonunda pilav yapcam, vakit varken bekarlığın kıymetini bilmek gerek.''

3 Haziran 2012 Pazar

Annelik denemeleri vol. 1

ben çocuklara bayılıyorum! ben onları gördüğümde dayanamıyorum! bu akşam hayatımın en 'şeker' akşamlarından biriydi. neden mi? 4 kız ve 1 adet ben, delice eğlendik! yaşlarımızın ne önemi var. en büyüğümüz 23, en küçüğümüz 7 yaşındaymış, bu bir önyargı yalnızca ve saçma. kızların enerjisiyle üzerinde nefes aldığımız dünyayı yerinden oynattık. öyle eğlendik ki, rüya gibi. şu an bunları yazarken mola vermişim de birazdan oyuna devam edecek gibi hissediyorum. sanırım bağımlısı oldum!

spora ineyim deyip, salonu kapalı görüp, bi müddet bekleyip sonra tırsarak hışımla merdivenleri koşup çıktım dışarı. bahçede çocuklar her yerde. geçenlerde aralarına katılıp voleybol oynadığım kızlardan biri de orda, baktım kızlar yine ellerinde top. madem buralara kadar geldim, ''hadi!'' dedim, ''oynuyoruz!'' sonra olaylar başladı. 1 saat boyunca o voleybol topuna vura vura dirsekler, avuç içleri, bilekler ve kollar acı içinde. bu da bişey mi,  topun sahibi olduğunu iddia eden bi kız(5. sınıfta) geldi, topu kucakladı ve bi eli belinde şunu dedi: ''bu top ablamın!'' bizim yüzümüz düştü ama dünyanın sonu muydu? tabi ki hayır!

sonradan gelen, ilk görüşte aşık olduğum Ayşe(7)... bu sene başlamış okula, reklamcı olcağımı ve onu reklamlarda oynatabileceğimi söylediğimde ''reklamlarda oynatabiliyo musun ki?'' diye de soran minik şey. topu her seferinde o minik elleriyle manşet atmak için durmadan uzağa atan, almak için o minik terlikleriyle saçlarını savura savura koşan, bi ara heyecanla koşarken çimlere yuvarlanmak suretiyle düşen ama düşmek gibi değil, o kadar minik ve şeker ki bide çimler olunca şükür ki bişicikler olmayan Ayşe ile tatlı tatlı sohbet edip bahçedeki spor aletlerinde ordan oraya sallanırken topu alan kız yanımıza gelip adımı, kaça gittiğimi filan sordu sonra yanındaki kız kardeşiyle bunların bana kanları ısınmış olsa gerek gelip sarıldılar. adımı bağırıyolar, ablaaa ablaa diye çığlıklar.. ve yaşımı öğrendiklerinde söyledikleri: ''ne?! 23 mü?!! abla sen 30 yaşında 6 yıllık evli görünüyosun!'' o anki şaşırma efektlerim, o şok etkisi, inanamayışımla söylediklerinin iyi bişimi kötü bişi mi olduğuna karar verememe hali.. ben, 30 yaşında, üstelik 6 yıldır evli ha? 40 yıl düşünsem aklımın ucunun da ucundan geçmezdi işte bunu biliyorum.ben bunları düşünürken eteklerimdeki kızlar ''annee'' diye bağrışıyorlardı.


doğurmadığım kızlarım oldu benim

sonra kalabalıklaştık. ben, Ayşe, topu alan kız, topu alan kızın kardeşi Berinay ve topu alan kızın diğer kardeşi Rana. bu kızlar, biz kızlar dakikalarca bahçedeki parkta önce salıncak, sonra yastık(kaydırakla oynanan bi oyun), sonra tahtalı körebe(körebenin, tahtalar arkasına saklandığın çeşidi) ve sonra daha bi sürü oyun. bunlar esnasında kızlar durmadan bana sarılıyor, anne diye bağırıyor, ...abla diye çığlık atıyor ve sevginin en coşkun hallerinde ordan oraya peşimde koşuyorlar. bu eşsiz bi duygu! haklı çıktılar, dakikalarca anneydim ben, 4 kızım vardı ve hepsinin de saçları belinde, oyuncak gibi tatlı. itiraf ediyorum, bi ara kızlarım kızlarım diye peşlerinden koşup, ''aman düşmeyin, ama ben hepinizi çok seviyorum tatlımm, ablanız salıncakta sallanırken önünde durmayın aşkım..'' diye deli oldum. annelik duygum son zamanların en üst seviyesine çıkmışken bu anların tadını doyasıya çıkardım.

herkes dağılmışken ilk göz ağrım, görür görmez ''senin gibi bi kızım olsun lütfen:)'' diye mahvolduğum, koyu kumral dalgalı saçları belinde, harika gülümseyen tatlım Ayşe'mle oturup dertleştik. o yaştaki bi kıza göre sorduğu sorular: ''hiç birinden hoşlandın mı?'', ''sevgilin var mı?'', ''aşık mısın?'' kızımla dertleşir gibi oturdum bir bir verdim cevapları. şaşırdı, gözlerini sonuna kadar açtı, kulaklarına inanamadı, kahkaha attı, sevindi ve en çok da merak etti. hala sesi kulağımda resmen! ben anlattıkça onun da anlatası varmış, eteğindeki renkli renkli taşları bir bir döktü ortaya. aramızda kalacağını söyledim ama size söyleyeceğim, aramızda kalsın. Ayşe'min şu an hoşlandığı çocuğun adı Efe. tabi bide Kemal var. haa bu arada Furkan'ı unutmayayım. sırlarımızın ikimizin arasında kalacağına söz verdikten sonra benim için dua edeceğini söyledi: ''Reklamcıinsankişisi ablama biri aşık olsun''.




ps. anne ben anne olmak istiyorum!