29 Nisan 2011 Cuma

kalbimi kırdığın için teşekkür ederim


size de olmuştur, eminim olmuştur. çok değer verdiğiniz, ama öyle böyle değil, kardeşiniz gibi gördüğünüz insanlar günün birinde kendi ağzıyla söylemiyosa bile yaptıklarıyla ''ya bak ben senin bana verdiğin bu değeri valla billa haketmiyorum. yazık, sonra sen üzüleceksin. bildiğin moralini yerlere atıcam, moralin yerlerde olucak, seni ayaklarımın altında çiğnicem, ben yapıcam bunu sen de görüceksin. bu yüzden sen en iyisi bana verdiğin o değerleri al geri, ben sıfırım, bana hiçbir değeri veremezsin. bak sonra son iade gününü geçersen kalırsın verdiğin o değerle.'' diyolar. ama benim gibi inat edip, yok ben senin gül yüzünün hatrına vereyim o değeri, sende kalsın. dediğin gibi olsa ne farkeder, biliyosun acısa da öldürmez. hem biz severiz acıyı diyosanız hakikaten onu haklı çıkarıyosunuz. denedim %100 çalışıyor.

2 yıllık, 2 aylık, 5 yıllık dostlukları arkadaşlıkları geçiniz efendim. 30 yıllık olanlarında bile oluyo bunlar, çok var yani.


şimdi gelelim yapmamız gerekenlere...

burda o kadar çok şey yapmamız gerekiyo ki. haa pardon, eğer ''ben herkese eşit değeri veririm, kimseye arkadaş dost etiketi yapıştırmadan herkese aynı damgayı basarım. öyle kimse için ölüp bitmem'' diyosanız işiniz tereyağından kıl çekmek. haa ama eğer ki yok, en ufak bi güleryüzde dertleşmede aynı havayı solumada hoop direk kardeşim oluveriyor diyosanız, inanın bi tebriği hakediyosunuz. edin edin, beni de tebrik edin şu an. çünkü bu tebriği ben bu akşam hakettim.

Bir insana vazgeçilmez olduğunu hissettirdiğinizde ilk vazgeçeceği kişi siz olursunuz. evet durum tam da bu. her türden ikili ilişkide böyle. bunu biz hepimiz öyle iyi biliyoruz ki, hatta aramızdan bazılarımız sosyal paylaşım sitelerinde can yücel şiirleri paylaşır gibi bunu ve bu türden sözleri de paylaşıyo. tamam buraya kadar herşey güzel. paylaşıyosak anlamışızdır. ama sorun da burda başlıyo işte. biliyoruz anlıyoruz da acaba uygulamaya gelince kaçımız başarılı oluyoruz. herşeyi buluyo bu biliminsanları ama bi şu insanoğlunun söylediğini uygulayamaması işine el atsalardı bizden mutlusu olmıcaktı. kararlı olanlar yok mu var tabi. ama eminim araştırsalar çok büyük bi çoğunluk uygulamada problemli çıkıcaktır. yani sanırım bu biraz okuduğumuzu anladık mı kısmındaki bi problem. okuma yazmamız var, bal gibi okuyoruz da, ama iş ne zaman anladıklarını pratiğe dökmeye geliyo orda bizde böyle şaşkın bi ifade.

değer verdiğin insanı serbest bırak, verdiğin değeri hakediyosa ve o değeri anlayabilmişse 3 vakte kadar kürkçü dükkanının kapısında belirecektir. yok belirmiyosa, tilkinin önde gidenidir, aşağılık onu!

3 kuruşluk adama 5 kuruşluk değer verirsen kalan iki kuruşa seni satar diyolar ya, ne 2'si bedavaya satar dostum. satıyo, öyle bi satıyo ki..






PS.(bazı arkadaşlar bu p ve s'yi üstlerine alınmışlar. rahat olun çocuğum, o ps=postscript demek yani kısa not. böyle yazılardan sonra falan koyuluyo.) şimdi böyle hayatın sillesini yemiş gibi konuştum ama bi zaman sonra hakikaten insanda bi hissizleşme oluyo. sana tokat atana diğer yanağını uzat olmuyo her zaman. hem daha karşımıza ne insanlar çıkıcak. o gitti diye yalnız mı kalıcaz canım, hiç. o gider başkası gelir, başkasına kardeşim deriz yine yanılırız ama böyle böyle bi zaman sonra artık tam o mantıklı ve kararlı kıvama geliriz.

25 Nisan 2011 Pazartesi

çok romantik komiğiz napalım


Romantik komedi tadındaki hayatlarımıza iki damla gözyaşı damlayınca film hemen arabeskleşiyor. Çoğu zaman özendiğimizi belli etmesek hatta düpedüz reddetsek de kadın olarak içimizde yanıp tutuşan o 'romantik komedi tadı' bize o filmlerdeki tutkulu kadınların yaptığı hataları yaptırıyor bu doğru. Ordaki adamlar gibi adamlar çıkar sanıyoruz karşımıza: sevdiğini, özlediğini, senle benden biz olmak istediğini söyleyecek ve hoop sevgili olucaksınız. Peki gerçek hayatta ne oluyor? İki insan bir şekilde tanışıyor ve Allah ne verdiyse artık.

Geçenlerde reklam olduğunu bilmeyenlerimizin ağzının suyu akarak izlediğimiz şu viral var ya hani. Adam dünyayı gezip her ülkeden insanlara birer kelime söyletip sonunda sevdiği kıza evlenme teklifi ediyor ya hani. Mesela reklam olduğunu bilmeyenlerimiz ''Ayyy neden böylesi bizi bulmuyoğğ'' derken, reklam olduğunu bilenler ''Olm zaten böyle erkek mi kaldı'' dedi. Ortası yok yani. Tabi işin başka bir boyutu da var. Bir arkadaşım şey dedi mesela ''Sen benden habersiz 3 ay dünyayı gez! Kim bilir kimlerle neler yaptın da işin bitince gelip saçmasalak bir videoyla evlenme teklifi et. Hadsiz!''  Ama şimdi reklam filan ama kabul edelim, o evlenme teklifi bize yapılsaydı o anda nasıl şaşırıp mutlu olacağımızı hepimiz biliyoruz hanımlar itiraf edelim. Yani sen o an adamın tek başına dünyanın bi ucunda ne naneler yediğini filan düşünmezdin kabul et. O an o mantıklı filan düşünemezdin yani hatta ne mantığı şuurun yerinde olmazdı hey yavrum hey salyaların akarak baygınlıklar geçirirdin.

Gelelim biz kadınların neden hala romantik komedilere tapınmakta direttiğimize. Neden biz hala öyle aşkların, öyle erkeklerin, öyle sürprizlerin, öyle tesadüflerin olabileceğine böyle gözü kapalı inanıyoruz? Bunun sebebi belki de gündelik hayatın yeterince sıkıcı olması ve böyle romantik komedili düşünmenin de gerçek hayattan bir kaçış yolu olması. Zaman zaman herkes kadar melankoliye bağlasam da öyle çok karamsar biri değilim ama bazen her şeyin aslında sıradan, tekdüze ve basit olduğunu görmemiz gerekiyor. Çünkü ne zaman çıtayı yüksek tutsak sonunda biz üzülüyoruz. Çünkü hala içimizde bir yerde o iflah olmaz romantik göz kırpıyor. Çünkü hala o lanet olasıca romantik komedi denen şeytan bir omzumuzda durup aklımızı çeliyor bizi kışkırtıyor ''Ulan ne öküz adam şu seninki de, bak görüyor musun yine çiçek almamış! Aa sanki askerlik arkadaşıyla vedalaşıyor  üstüme iyilik sağlık, bir de durmuş elini tutmuyor.'' diye diye böyle o sol tarafımızı aşındırıyor.

Böyle abartılı isteklerle kafamızın içini yiyip bitiren ama oasihatler faydasız, illa musibet gerekiyor erkeklerin düz olduklarını anlamamız için. ama tabi o musibetleri yaşamak da öyle kolay lokma olmuyor. kaç gece kendimizi yiyip bitiriyoruz da yine o adamın bizi utandırmasını, şaşırtmasını, yanılmadığımızı, bizim o romantik komedilerdeki kadınlardan birşeyimizin eksik olmadığını göstermesini bekliyoruz. olmuyor. biz yine umutsuzca uykuya dalıyoruz.

sabah telefona bakılır: mesaj yok. saatler geçer. iş okul, bir şekilde hayatın günlük ritüelinde koşturmaca derken bir bakarsın herif soğuk bi mesaj atmış. bazen o bile olmaz. yani şanslıysanız ya da dün tartışmamışsanız atar o soğuk mesajı da. buluşmak istersiniz, hep bir bahane. hani erkek arayıp ''şuraya gelir misin bebeğim'' derdi. bekle sen, diyecek! ya da gelip seni alırdı, ''seni harika bir yere götürücem sevgilim'' derdi. ama o filmdi işte, bunu anlamamız gerek. bizim artık romantik komedi izlemekten vazgeçip aksiyona yönelmemiz gerek.



yani şimdi bizi zorla feminist olmaya zorluyorsunuz arkadaşım. hoş mu yani bu yaptığınız.

23 Nisan 2011 Cumartesi

ortaya karışık bi yazı(acıktım ya herşeyi yemeksel söylemlere vuruyorum)


aldım sırtıma çantamı. yol benim, giderim gidebildiğimce. demeyi çok isterdim şu an. ebeveynlerim memlekete gitti, koca evi çekip çevirmek evin kızı sıfatıyla bana kaldı. evin kızı da küfür gibi olm, süs köpeği der gibi.

şimdi işin yoksa evin yemeklerini yap. temizlik olayını unutmamak lazım tabi. evi bok götürmeden işe koyulmak gerek. geç kaldığın zaman çünkü ne işe koyulmak geliyo içimden, ne de titiz olma hevesi. kalsın lan zaten yarın gene kirlenicek diyorum. her neyse. şimdi benim çantamı sırtıma alıp yollara düşüp rüzgarın götürdüğü yere gidebilmem için öncelikle bi sırt çantası almam lazım. ondan da önce tabi bu nalet alerji illetinden kurtulmam, o çantaya kıyafetlerimi şuyumu buyumu sığdırmam, çanta yetmeyeceği için ikinci hatta üçüncü çantayı da hazırlama işkencesine girişmem lazım. zor iş yani. hep kıskanmışımdır zaten çabuk hazırlanan, acil bi anda saniyeler içinde tiril tiril olan insanları. acil durum çantası hazırlamak da bi işe yaramayacak buna eminim. çünkü o zaman da şunu unuttum bunu unuttum,şunu koymazsam olmaz bunu koymazsam darılır diyerek o acil anda etrafımdakiler en acilinden katil olurlar, ortada acil olan bi durum da kalmaz ben de kurtulurum çanta hazırlamaktan.

koca bi evin reisi olmak şeysine tekrar dönersek (cCc evin reyisi forever! cCc) ben diyeyim daha ilk günden serdim, siz ordan anlayın artık. dakka bir gol bir, şu an yapılacak tonla iş varken ben tam 3 saattir internet başında oturma yerlerimi büyütüyorum. gayet de böyle umarsız, yemek yapmasam evi pislik götürse falan hiiç sanki ben yaşamıyorum, sanki başkası yapıcak, öyle rahatım. annemin de bi lafı geldi şimdi aklıma ''kızım komşular kaldırmıcak kalk götür şunu mutfağa''. ah annem, komşular ne güne duruyolar ama, hani ev almamıştık komşu almıştık biz, hani nerdeler! nerde dost bildiklerim, hani sevenler! dost kara günde belli olurmuş diyolardı da sallıyodum, umarsızca boşveriyodum, haklılarmış, aha kara gün, aha komşu! şimdi söyle, o komşular mı dost! yerim lan öyle komşuyu ben. o dolmaları yerken boğazında kaya varmış gibi olmuyo mu sana soruyorum alt komşum. hey sen, karşı komşusu, söyle, o spagettiler demir parmaklık olup esir etmiyomu seni, ben burda karnımın gurultularıyla cebelleşirken.

şaka maka annem de bugün rahat bi nefes alıcak resmen. kadıncağız ne çekti benim bu pasaklılığımdan evlere şenlik. kurtuldu şimdi. tamam o anne, hani sevinmez kurtulduğuna ama ben onun adına seviniyorum yani, artık 3 ay dağınık kızının herşeyi boşlamış pislik mi pislik hallerinden uzak, huzurlu bi yaz tatili. vay be, söylerken bile ağzımın suyu aktı. abartmıyorum, benim benim gibi bi kızım olsun var ya nasıl bi hitler olurum evde yaka silker kızcağız yeminle. böyle benim gibi, kendi yemeğini bile dolduramıcak kadar üşengeç, doğuştan yorgun, ne desen ''uff anne ya ben evlenince uçan tabaklar çıkıcak zaten, kendi kendini götüren mutfağa böyle'' dese, vururum ağzının orta yerine(demiyoruz tabi, şiddete hayır. mozaikliyoruz burayı hemen). şapşal büyümüş de laf yetiştiriyo annesine. evliliğe karşı, yemek yapmaya karşı, bulaşık yıkamaya karşı, pazara gitmeye karşı, her türlü hanımkız etiketinin barındırdığı hamaratlığa karşı.. büyük konuşmayayım ama bi eve iki salaş yeter, bi junior versiyonum mazallah!

etme


onunla o kadar şey yaşadık ki. sadakat mi, deli misin sen, hem de nasıl bi sadakat var. birbirimiz olmadan yapamayız biz. tutku desen, piuvv! dibine kadar tutku da cabası. alışkanlık da var tabii ama o bi duygu değil, saymıyorum. nasıl desem, aşk da çok yetersiz, kifayetsiz kalıyo onunla aramızdakini anlatırken. onu anası benim için doğurmuş hacı, gel de öpme o ananın ellerinden!

kaç mevsimi beraber yaşadık biz. kah böyle bembeyaz karlı günlerde oturdu yanıma, kah yağmur çamur. en çok da güneşliydi hava, dışardaki hava ne olursa olsun. çünkü o yanımdaydı, o vardı, onun elleri vardı, bana bakışı.

onun yanında bi başkasını görmeye tahammül edemem, bi başkasına bana baktığı gibi bakmasın isterim. biz yemin ettik, biz bi yola beraber baş koyduk, kaç gün kaç ay kaç mevsim oldu. onca emeğe, sevgiye, hatıraya ihanet etmektir düşüncesizce davranmak. o da böyle düşünüyordur eminim. ona güveniyorum, yapmaz saçma şeyler.










şimdi bunları sevgilime yazdım sanıyosunuz. ama sandığınız gibi değil, durun açıklayabilirim.

herşey soğuk bi kasım akşamı başladı diye başlamıcam tabi, o ne öyle. yok Adem'le Havva!
bi insan vicdansız olur da onun kadar olamaz. abi kadın tam 1,5 yıl boyunca(2 yıl bile vardır belki, düşün) beni benden aldı. kuruttu beni kuruttu! tamam dişçisin de bu kadar da acımasız olmasaydın dostum. tamam, bilmemne mezunuyum diyosun ama bu işler öyle olmuyo. kökte iltihap varmış, sen kalkıp 9 dolgu, 3 kanal yapıyosun. sonra aradan 1,5 yıl geçiyo artık rüyana ak sakallı dişçiler mi geliyo noluyosa ''aa iltihap varmış görüyonmu seğğğnnnn''. diyerek o dolguları tek tek oy, yeni baştan gerizekalı müteahhitler gibi işe giriş. yazık değil mi bana laağn!

2 yıllık macera dolu ilişkimiz bugün biticekti. olmadı, olamadı, kopamadık yine. gelicek cuma benden haber alamazsanız bilin ki menopoza girmiş gerizekalı müteahhit kılıklı dişçim katilim oldu. aşkına eşkıya çekiyoruz sanki mk.


duydum ki temeli oynak zemine gökdelen dikiyosun etme.

22 Nisan 2011 Cuma

sinüs kosinüs değil,sinüzit!


sinüzit.
sinirlerimi bozuyosun.
beni üzüyosun.
git artık sinüzit!
başım çok ağrıdı bugün biliyosun
hapı yutsam
ne fayda,
sen ilaçla geçmiyorsun
bi geçmiş olamıyosun
ne yapsan da bana yaranamıyosun.
iyisi mi boşver sen,
SİNirbozuculuğun
Üzüyobeniçok
gİTartık.

19 Nisan 2011 Salı

bu yazı yarın kendini tamamlıcak

dersi derste öğrenirsin. şimdi anladım, ben dersleri dinlemiyorum ki! sonra bi dönem boyu yatmış olarak, dönem bitip de notlar pıtır pıtır sudan çıkmış balık gibi gözlerini dikerken ve tabii ortalama da poz verir gibi kendini göstermeye başlamışken; kendime küfredişim, pişmanlığım, ''önümüzdeki dönem kütüphaneden çıkmıcam'' laflarıyla saçmalamalar alıp başını gidiyo. haklıyım o küfürlerde, hakediyorum da. millet dersi dinlerken ben kim bilir kafamın içindeki hangi sesi dinliyodum, ve ne söylüyodu da dersten hiçbir şey bilmiyo olarak çıkıyodum. neydi beni bunca engelleyen, daha düzgün bi öğrenci olmam yolundaki ihtimalleri bir bir yolan(bu son cümle çok melodramatik oldu farkındayım). şimdi oturup gecenin 04:10'unda, üstelik sabah bi sunum, bi sınav, bi de kitle iletişimi gibi baba bi ders varken bunu düşünmicem tabi. hem şu an bahsettiğim konu işte, resmen pratik oldu bak. yani şimdi ne yapıcam biliyosunuz, yazıyı yayınlıcam, okuyan okuycak, devamınıysa yarına artık bayinizden istemiceksiniz, neyin bayisi genşler allasen, gir tık tık tık diye http://reklamciinsankisisi.blogspot.com/ adresine, haşırt diye karşında, çarşaf gibi. yarın görüşürüz, tatlılıklar.

14 Nisan 2011 Perşembe

al sana depresif yazı


şu an dışarıda insan üflemesi gibi bi rüzgar sesi. üşüyorum, kansız çıktık iyi mi! küfreder gibi doktor ''kansızsın!!'' dedi. öldürseydin be usta.

eve ölü gibi geliyorum her gün. bazen istisnalar da oluyo, mesela 2 gün önce babamla oturup musiki söyledik. annemle anneannem de izliyolar öyle.

-kızım içtin mi?
-yok anne. musiki söylemek için sarhoş mu olmak lazım illa allaşkına. hayat kısa, amaaann.


evet bu ara böyle düşünüyorum. bunca moral bozukluğu, ummadığım anda tanık olduğum bazı kayıplar, çoğu kez hiçbir işe yaramıyormuşum sadece zaman öldürüyormuşum gibi bi his, ne yapsam geç kaldım duygusu bir de... tüm bunlar artık hiçbir şeyin kafaya takılmamasının lazım geldiğini söylüyo bana. bence herkes boşuna dertleniyo yani. her ne yaparsak yapalım hepimiz aynı ekmeği yiyip, aynı suyu içip, aynı gökyüzünü yorgan yapıyoruz rüyalarımıza. unuttuğumuz tek ve önemli şey bu bence. hayat kısa diye herşeyi boşverelim de demiyorum, ki ne kadar son zamanlarda biçok şeyi boşlamış ve umursamaz olsam da bunun bana verdiği depresif ruh hali gözle görülür. tamam bahar gelsin diye çıldırdım ama bu kez de bi bakıyorum yağmur yağıyo sabah. üstüne bide şu lanet alerji kuruttu beni!

şükretmek en büyük erdem evet. yani sağlıklıyız, okuma yazmamız var, metropol denen bi yerde yaşıyoruz(metropol, stres bol!) falan şükür. şükür de, şımarmak da değil bu bendeki, sanmıyorum. belki de mevsim değişikliği, bahar yorgunluğu, vize haftası gerginliği vs. bilmiyorum ama şu ruh hali bi an önce çıkıp gitsin diye evrene yalvarıyorum, her defasında meşgule alıyo sümsük. hayır alt tarafı tek kişiyim, mahalleyi alıp gelmemişim, öğrenci adamız bide, hani zamanının yarısını alır derdimizi dinleyip çare bulması ama işte abimizin kaale aldığı mı var!

her gün aynı yollardan geçmek, her gün aynı ruh halindeki insanları görmek, her gün aynı kapılardan geçip aynı kaldırımlarda yürümek, aynı aynaya bakıp aynı insanlarla zaman geçirmek, her gün aynı kendine tahammül etmek... biliyorum saçmalıyorum ama aynılığın bütün bu sıradanlığı, yavanlığı, bayatlığı beni öyle yoruyoki bu aralar. belki de sırf böyle hissetmemek için, teslim olmamak için direniyorum, bi sürü şeyi yapmaktan vazgeçtim. en basitinden, bi ara ''bahar geldi yehuwww!!!'' diye zırvalayıp evden yazlık giysilerle çıkıp akşama burnu kızarmış, hapşuran, bağışıklık sistemi çökmüş hasta bişey olarak dönüyodum. beni gören, istanbulun havasına güvenilmeyeceğinin mavalını okuyodu. size ne arkaaşım, belki ben üşümek istiyorum, hayret bişi!!

arayıp sormadığımdan dem vuran arkadaşlar, ''sen dersleri çok boşladın dikkatimi çekiyo bak'' diyen arkadaşlar, ''biraz daha asılın, daha da çabalayın'' diyen öğretmenler, beklentisi olan ailen ve senin o beklentiyi söke söke gerçekleştirmek zorunda olman, her gün bitli gibi kaşınmak durmak(milleti de tek tek çevirip ''ya ben bitli değilim, alerji bu:( '' diye de dil dökemiyosun, öyle bitli gözüyle bakıyolar), gelgitli bi beslenme şekli(bi gün hayvanlar gibi yiyip başka gün çıtkırıldım, böyle ebru şallı tarzı yeşil çaylarla organik gıdalarla hava yapmacalar falan), uyku desen düzensizin önde gideni(ya 15 saat uyuyorum ya 3 saat, arası yok!) aklını oynatmaman lazım. bunlar böyle biraraya gelip tuhaf bi film olmuş, izliyorum işte. ne onlar tatmin oluyolar ne de ben. bu şekilde geçip giden bi bahar.


üstüme geliyolar. çok oluyolar!

10 Nisan 2011 Pazar

yazık lan


seferberlik ilan edildi!!! ailem gardını aldı! ''yemiyosun hiçbir şey.. bak bitmemiş tabağın.. bak abur cubur olunca nasıl da yiyosun.. kızım yeme şunu, çok mu güzel bişey.. meyve suyundan öleceksin, çay iç biraz..'' şeklinde hariçten gazeller okunuyo bizim evde. tabi işin içinde annem ve babamın olması yetmezmiş gibi, abimler de onlara müttefik. ben tek başıma, müttefiksiz.
tabağımda ne olursa olsun aynı lafları duymak ah nasıl da yoruyo. sağlıklı, organik olana yönelsem ''zayıfsın zaten, hala zayıflıcam da zayıflıcam.. ölüyo insanlar görmüyomusun zayıf olmak uğruna..'' yağlı, bol etli, böyle tipik anadolu usulü yemeklere yönelsem ''o yüzden alerjin var bak akşama kadar kaşınıyosun, yeme şu baharatları, çok yağlı değil mi o!'' eehh yeter ama! hayır arada kaldım resmen. bi de benim gibi beslenme konusunda dengesiz birinin böyle dengesiz manipülasyonlarla heba olması da güzel bi adalet oldu anasını satayım. bi gün sırf meyve, salata, su üçlüsüyle yaşamımı idame etmekten hoşnutken; hemen ertesi gün eve döndüğüm gibi tabak tabak yemeklere abanmak, yetmeyip yarım saat sonra bi saldırı daha, uyuyana dek yarımşar saat aralıklarla bu şekilde yaşayabiliyorum. maaşallahım var, hiç de reflü meflü çıkmadı şimdiye kadar. mideye de oturmuyo işin garibi. nasıl bi mideyse artık. o da bıktı evdeki çeneden garibim, verdikçe veriyo bana gazı, hayde bre diyerek başlıyoruz saldırıya. osmanlı gibi, girmediğimiz kale fethetmediğimiz toprak kalmıyor efendim(burda kale tencere, toprak da yemek oluyo).

etkiye tepki misali; evdeki ses, tüm bu baskılar ve gazeller arttıkça benim de depresyona girmiş tipik türk kızı gibi önüme geleni yeme potansiyelimde ciddi bi artış oluyo. nasıl desem, en alakasız besinleri bile ardarda mideye indirirken, hiç hesap kitap yapmıyorum örneğin. ya da bazen kafa yemek düşünmekten o kadar ısınıyo ki, toptan mutfağı yesem mi lan diyorum. yazık değil mi bana, yazık tabi olm. genç yaşta kimse yemekten öldü dedirtmek istemez arkasından. hayır sen onca çalış çabala bi yerlere gel, belli bi çevre edin, aileye kendini kanıtlama, bi ilişkiye sahip olma falan derken tüm herşey şıp diye çöpe. niye, midesine hakim olamadı yavrucak! yemişim öyle hayatı.

şimdi havalar da ısınıyo, aileden baskı dedik ama havalar durur mu, onun da hiiç aşağı kalır yanı yok. bi taraftan aile aman da ye aman da ye diyo, nerdeyse peşimden gelecekler ellerinde yemekler; havalar desen lan mayyak, artık etek elbise mevsimi geldi, acık ver şu g.tü göbeği bak yine saldın, jöle gibi oldun mk diyo. gel de kafayı yeme!

9 Nisan 2011 Cumartesi

muhtıra. hadi bakalım.


erkekler bizi anlamıyorlar azizim. bu artık net. ''biz düz adamlarız.'' e, tamam bi itirazımız yok da düzsün diye de hiç mi bi beklentimiz olmıcak. hiç mi heyecanlanmıcaksın be adam. saklanma bi kalıbın, tanımın arkasına; erkeksin ya, neden korkuyosun ki?

''nereye gidelim aşkım?'' canım benim. şu binmilyon asırlık soruyu sormaktan vazgeç, buluruz gidicek bi yer. yoksa ben eşşekler cennetini boylıcam.

''ne istiyosun benden, söyle ne yapayım?'' hiçbir şey yapma canım. mümkünse yapacağın şeyi sorma. içinden ne geliyosa onu yap, ama kadın ruhundan anla, romantik şeyler yap. bi de mesela hiçbir erkek genellenmeyi sevmez derler ya, ama dillerinden düşmeyen söz: siz kadınlar zaten böylesiniz. canımsın!

yolda yürürken çiçek gördüğümüzde içleniyoruz işte, bunda tuhaf karşılıcak bişey yok mesela. alman lazım. erkeksin, içinden gelerek çiçek alman mümkün değil, anlıyoruz ama en azından içinden gelerek alıyomuşsun gibi yap. al ve gülümse. basit.

sandalyemizi çek ey erkek, elimizden tutarken bile bize sevgini hissettir, öpüşürken gözün fıldır fıldır olacaktır ama bizden gözlerimizi sıkı sıkıya kapatmamızı bekleme kafamız başka yerde olmasın istiyorsun anlıyoruz, aklımızı al öyleyse.

güvenilir dur. sır saklayabilirsin elbet, herşeyi de erkek arkadaşlarınla toplaşınca anlatma, budur.

romantik ve ince ruhlu canlılarız vesselam, senden de bizim kadar olamasan da bizi biraz örnek almanızı bekliyoruz, çok şey değil.

''ben erkeğim, ben yaparım sen yapamazsın.'' bak şu konuşana.
''sen kadınsın, senle ben bir miyiz, kadın erkek eşit falan değildir...'' sana soran oldu zaten, tüm dünya ülkeleri senden bu konuda basın açıklaması yapmanı bekliyolardı.


bizi feminist takılmak zorunda bırakma ey erkek! sizsiz biz bizsiz siz diye bişey yok. doğa oturmuş bunun kitabını yazmış, böyle de bi kanunu var. yersen.

1 Nisan 2011 Cuma

çok çalışmam lazım çook


bikaç dk oldu olmadı, fena açgözlülüğüm tuttu. ''boşan da semerini ye lan!!'' demeyin izleyenlerim, bu defa yemek değil derdim. boş vakit bulup en yakın zamanda önce kolaj sonra ebru yapmayı öğrenmem lazım. bastırdığım hayranlıklar büyüdü büyüdü bu hale geldiler işte. şu vizeler bi bitsin, açayım gözümü, açayım kollarımı, başlayayım kolajlarıma, ebrularıma, hatta haikularıma(evet evet bi de bu çıktı başımıza).

Haiku demişken, dün sabahın 6'sında Haiku denen şeyi öğrendim. örneklerine baktım, kimler ilgilenmiş falan derken, dedim tam benlik. çünkü bazen hakikaten seviyorum kısa ve vurucu laflar etmeyi. her zaman olmuyo o tabii, yetenek işi. ve çok yapmış olman da gerekir. hani diyolar ya bi işte usta olman için 10.000 saat harcamış olman gerek diye, feda olsun olmasına da burda benim delice sabırsız olmamı da hesaba kattım bi an.. hmm, du bakalım olucak inşallah. bi de bu 10.000 saat de işin şakası. ne biliyosun ben belki 9.999'uncu denememde bu işi başarıcam. neyse saçmalıyorum.

neden bunlar? yani neden kolaj, ebru, haiku derseniz de; bilemiyorum deme hakkımı kullanıyorum şuan. herşeyi de bilmeyelim. kesin olan bişey var ki, yapmadığım türlü çeşit uğraş ve hobilerle delice zaman geçiresim geldi. herhalde son 3 yıla yakın zamandır hobilere, bu tip uğraşlara falan gereken zamanı ayıramıyorum. bi aralar takı tasarımı için tonla malzemesidir, inciğidir boncuğudur evi tuhafiyeye çevirdim ama elimde patladı tabi. araya öss girdi, bi vize final gerçeği ŞRAĞPP!!! diye tokadını attı derken, evden okula okuldan eve bildiğin moron bi tip oldum. laf aramızda, bazen öyle bi lafta kalıyorum ki. burda atıp tutuyorum şimdi ama gelecek sezon kim bilir bu yapılacaklar listesi fincanın telvesindeki kabaran kabartı gibi kabarıcak! dilerim sular seller gibi çoğalmadan damlaya damlaya göl olmadan yaparım bunları.

yeni bişey öğrenince google'dan görsellere bakarız ya, onu bu akşam ve de mümkünse bi 1 ay falan yapmasam benim için daha karlı(yağan kar değil, zararın zıttı kar, şapkasız çıktık bu defa sori) olucak diymi sevgili seyirciler. yoksa bu saydıklarımın fotolarını videolarını görürsem çıldırabilirim her an. bakabilirim hayran hayran.



tatlılıklar.