31 Ekim 2016 Pazartesi

Sadece bir defa.. Hatırla ve sonra devam et unutmaya

Seni üzen, sıkan, yoran şeylerin arasında kaldığında bir yerlerde hala mutlu, güzel şeylerin de varlığını hatırlamak insana güç veriyor!

Öğle arasında sevdiğin ve o an yemeyi çok istediğin bir yemeği yemek, 2 yıl önce çekilmiş ve içinde senin de olduğun mutlu bir aile fotoğrafı görmek, ansızın sevdiğini arayıp sesini dinlemek mesela. Ve şimdi saymakla bitmeyecek daha nice sonsuz güzellikle çevrilmiş olduğunu arada sırada hatırlamak gerek.

Şu an her ne yaşıyorsan, farkında olsan da olmasan da kendi tercihin. Bir karardı bu aslında, her şey bir karardır biliyorsun. Kimi zaman çok içinden gelerek alırsın o kararı, kimi zaman mecbursundur almaya. Bazen de zaman akar ve o getirir seni oralara. Ama nasıl ki kendi kararını yaşıyorsan, kararından dönme özgürlüğü de senin! Birileri ya da bir şeyler sana engel oluyor gibi görünüyorsa da gemileri yakma özgürlüğü de senin. İçinin yanmasındansa gemilerin yanması iyidir nasılsa.


Hepsiyle herşeyiyle aslında kendi evrenindesin

Sen bir yerlerdeyken, bir şeylerle meşgulken o an başka yerlerde de bir şeyler olup bitiyor bunu hep hatırla. Tıpkı diğerleri gibi, tıpkı birçoklarının yaptığı gibi hayatın uydusunu kendin sanma. Elinle tutamayacağın kadar küçük, minicik bir toz parçası bile olmadığın şu koca evrende, kendini tüm evrenlerin tanrısı hissedecek denli kibirli, poz verme ustası tiplere inat zaman zaman bu değersizliğinin farkına varmak da bir özgürlük mesela. Senin dışında da bir şeyler olup bittiğini gör ve izle arada sırada. Sadece sen değilsin işini sevmeyen, sadece sen değilsin ayın sonunu zor getiren, yapacak tonla işi olup bir yerlere yetişmesi gereken bir sen yoksun, bazı şeyleri bir tek sen yaşamıyorsun unutma.

Kısaca...

Bırak gitsin akıntıya, her şeyi ve herkesi. Bırak her şey olduğu gibi olsun, her şey yerinde dursun. İlginç bir resim sergisinde gözlerini kısıp bakarak ne olduğunu çözmeye çalıştığın karmaşık bir tablo değil hayat.

Her şey aslında çok basit, her şey aslında olması gerektiği ya da olacağı gibi.

Kendi ellerinle kurduğun kendi evreninde, kendi hayatının tek ve en özgür bireyi olarak dışarıda bir yerde olan, yaşanan, olacak olan ve en güzeli de senin de başına gelecek olan güzellikleri aklından çıkarma. Ne yap ne et hatırla.

İyi kötü ne olursa olsun sadece bir kez yaşadığını unutma.

23 Haziran 2016 Perşembe

Hayatı hızlandırılmış bir film gibi yaşıyoruz

Farkında mısın?

Çok acele ediyoruz. Her şey için, her an çılgınca telaş yapıyoruz. Sabırsız olduk artık biz, hiçbir şeye uzun süre tahammül edemiyoruz.

Güzel bir manzaraya bakmamız topu topu 5 saniye sürüyor, tabii her türlü sosyal medya hesabımızda paylaştıktan sonra. Hatta bazen “paylaştık” diye baktık sayıyoruz, o güzelim manzaraya kendi gözlerimizle bir kez olsun bakmadan arkamızı dönüp gidiyoruz.

Nefis bir yemekle göz gözeyken bile ya bir an önce “herkese göstermek” ya da bir an önce mideye indirmek istiyoruz. Her lokmayı hissederek yemeyi unuttuk, sanki dünyaları kurtaracakmışız gibi bir an evvel tabağımızdakini bitirip sofradan kalkmak istiyoruz.

İnsanlarla konuşurken bir sonraki sözünün ne olacağını merak bile etmeden araya giriveriyoruz, “söyleyecek çok şeyimiz varmış gibi” kelimeleri ardı ardına bağlayıp düğümler yapıp kalkıyoruz oradan.


Hiç bir şeyi kurtarmıyoruz, kahraman olamıyoruz

Bekleyemiyoruz, beklemek istemiyoruz, acele ediyoruz ve her şey bir an önce olsun istiyoruz. Hemen gitmeliyiz, hemen yemeliyiz, hemen söylemeliyiz, hemen yapmalıyız.

Peki sonra?
Sonra çok mu iyi bir şey oluyor? Ya da sonra ne olacağını sanıyoruz da öyle uçuşup kaçışıyoruz durmadan bir yerlere, bir şeylere, birilerine? Hayır sonra hiç de devasa bir şey olmuyor, sonra yine ne olacaksa ne olması gerekiyorsa o oluyor. Ne birilerini, bir şeyleri kurtarıyoruz; ne de bir şeylerin gerçekten tadını alabiliyoruz. Başkalarının kahramanı olamadığımız gibi, kendi hayat hikayemizin de kahramanı olamıyoruz.

Bir kere yaşayacağımız bir hikayeyi bin kere yaşayacağız sanıp her ânımıza “taslak” muamelesi yapıyoruz. Sonra mutluluğun Kaf Dağı ya da küllerinden doğan bir Anka kuşu olduğuna kendimizi inandırmaya devam ediyoruz.

Öylece tekerin içinde hiçbir yere varamayan, yaşadığının da farkında olamayan bir deney faresi gibi koşup duruyoruz. Yorulduğumuzu bile anlayamadan, bazen beklememiz ve soluklanıp biraz da etrafı izlememiz gerektiğini hatırlayamadan acele etmeye devam ediyoruz. 

Yetişmemiz gereken hiçbir şey olmadığını anlayamıyoruz, en kötüsü de anlamak istemiyoruz.

Her şeyi çok hızlı, çok sabırsız, çok telaşlı yaşadığımız şu biricik hikayemize çok büyük haksızlık yapıyoruz.