31 Mart 2011 Perşembe

rapunzel boşuna saçını süpürge etmedi.sevdi ki etti.

-rapunzel rapunzel söyle bana, ne yapalım da adamı kendimize bağlayalım
-olm ben biliyomuyum da bana soruyon.saçımızı süpürge ettik,merdiven ettik,asansör ettik gene yaranamadık herife.bunlar böyle anacım,alışıcaksın.alışmıyosan kendin üzülürsün cicim.

böyle bi muhabbet geçti kafamdan şimdi.kadınsanız,bu diyalog size gerçekdışı gelmeyecek.ama erkekseniz,eminim,saydırıcaksınız.gerek yok saklamanıza,sizi iyi tanıyoruz.

ne yaparsan yap olmuyor bazen diyo ya bi şarkıda, evet öyle. ömrü hayatında bunu bi kere bile söylememiş bi insanevladı olduğunu sanmıyorum ben. hepimiz anlaşılamamaktan dem vurup duruyoruz ama karşımızdakini anlamaya dair en ufak bi umut emaresine sahip değiliz. sahibim diyosanız lütfen yorulmayınız, yok öyle bi dünya. kadın mısın, gel gel gel güzelim, gel hiç acımayacak demiyorum. sevince öyle bi acıyo ki anlaşılamadığını görmek. erkeksen yine öyle. erkek değilim ama kadın veya erkek olman bişeyi değiştirmiyo ki, insanız. çok şey tecrübe etmiş, çok insan görmüş, feleğin çemberinden çok kereler geçmiş olmasan da artık farkına varıyosun: insan anlaşılamadığını düşünen bi varlıktır. bu kesin.

şimdi işi neden rapunzel ablayla başlattım bilmiyorum ama en uç örneklerden biri bu. kızcağız öyle lafta falan kalmamış, bildiğin eyleme geçmiş. ama herif, dangoz, anlamamış. kendi kaybeder valla. ne diyeyim. kadındır yapsın deyip işin içinden sıyrılıp geçemezsin, izin vermezler buna bebişim. kadındır ne ya. ya da ben böyleyim deyip ortada kuyu varmış gibi yandan geçemezsin hiç. yerim senin öyleliğini. değişim şart.

ilişkilerimizde çokça karşımıza çıkan bir diğer nokta: ben yandım sen de yan, ben yaptım sen de yap. ya da kısaca ''yapıyorum öyleyse sen de yaparsın'' şeysi. ama şimdi seviyosan bişeyler yapıcaksın usta. öyle çetelesini tutar gibi ''hmm geçen hafta ben bunları bunları yaptım, bak sen şu kadar şey yaparsan eşitlenicazz''. canımsın. ha tamam, ilişkilerimizde hepimiz yapıyoruz, yapmıyor değiliz. ''canım yaa şunu yapsan ne güzel olurduu'', ''ben bi erkek olarak bile yapıyosam senin hayli hayli yapman gerekirdi, şaşırdım doğrusu'', ''nasıl ya? söylediğin şeye baksana, herşey karşılıklı mı?'', ''ne yani ben şimdi kendi kendime evleneyim mi o zaman, ben yapıyosam sen de yap hayret bişii''... diye uzar gider bunlar. hatta kimimiz işi öyle bi noktaya getiriyoruz ki, herif/kız sıçmıyo diye sen de sıçmıcaksın.. yani artık bıraksak hepimiz bu karşılıklılık durumunu da, ''canım ya ne demek. içimden geldi, böyle yapmam gerekiyodu ve yaptım.'' falan desek iki taraf da kurtulcak, oh mis. ama yok, kadınsan da yapıyosan erkeksen de. bu duruma herhangi bi yorum getiremiyorum çünkü ben de insanım. ucu bana da dokunuyo şimdi yani. artık ego mudur, kişiliksizlik midir, insanın doğası mıdır bilmiyorum ama bu böyle giderse şu şarkının nakaratını bağıra bağıra söyler dururuz artık.


20 Mart 2011 Pazar

yaşasın kahvaltı yapmamak!


kahvaltı denen şeyden nefret ediyorum! allahım o nasıl bi işkencedir, kim durup dururken ''dur la kahvaltı diye bişey icat ediyim'' deyip başka işi gücü yokmuş gibi buna kafa yormuş! hayır hakikaten başka işi gücü yoktu eminim, yoksa işi başından aşkın(nur yengi diye de bi espri patlatırmışım) biri böyle saçmasalak bişey için bi dk bile düşünmez. düşünürse kayış kopmuştur yani, çok net.
kahvaltı dediğin insan bünyesine ters değil de nedir allaşkına. saatlerce hiçbir şey yapmadan uyumuşsun, sabah kalk yemek ye. bu nasıl bi zihniyettir anlayamam. hayır tamam insanlar yemek yemeliler ama sabahın köründe de yuh derim ben açıkçası. ne pisboğazmışız hocam ya.

bi kere bu kahvaltı denen malağı bulan herif ismine de kafa yoran herifse o zaman hakikaten elimi omzuna atıp ''gel canım bak şurdan atla bi minibüse, bakırköy son durak zaten, hah orda in kime sorsan söyler akıl hastanesini bebişim'' derdim hiç vakit kaybetmeden. canımsın ya, kahve-altı diye de böyle tuhaf tuhaf hareketler bi de. insan mısın sen ha? kahvenin altı ne alaka hem gözünü seveyim cevap ver.

bi de bu kahvaltıyı bulan insanoğluinsan, neden normal yemek değil de illa ki muhallebi çocuğu gibi reçel yediriyo bize sabah sabah? hayır ben mesela sabah uyanınca 1 buçuk Adana yemek istiyorum belki, niye beni sınırlıyosun? ya da ne bileyim uyandığımda şöyle tantuni, lahmacun, çiğköfte ve bilumum acılı nimet olsa fena mı olur. sen kimsin de bana ''sakınn! sabah kalktığınız gibi yumurta, peynir, zeytin, reçel bal yiceksiniz lağğnn!'' diye çemkiriyosun olm akıllı olsana!

yok yok eminim ben artık, sen kesin çelimsiz, soluk benizli, kavanoz dibi yuvarlak gözlükleri olan tuhaf saçlı biriydin canımcım. kahvaltı denen şeyi bulan adam böyle olabilir ancak. ne bileyim, karayağız, dediğim dedik, günün 24 saati nefes alır gibi Adana, Urfa ile yaşamını idare eden bi abimiz kahvaltıyı bulamaz, ismine de kahvealtı diyemezdi.

13 Mart 2011 Pazar

çok pis kaşınıyorum


çocukken şu alerjiden neler çektiğimi bi ben bilirim.kaç kez doktora gittiğimizde hepsinin de farklı günlerde farklı ses tonları ve farklı bakışlarla ama senkronize bi şekilde söylediği tek bi şey vardı: yumurta, acı, yağlı, tatlı yemiyceksin! dostum tamam da sen o yaşta bi çocuğa tatlı yeme dersen o çocuk sana gardını almaz mı! off bi de acı yeme diyo bak şu terbiyesize! olm ben kendimi bildim bileli acıya aşığım bi kere. geriye kalıyo iki seçenek. bi şekilde yılları yedik ve bu yaşa geldik. şimdi özellikle son 2 aydır nasıl bi alerji illetinden muzdarip olduğumu anlatamam. her yerimde acayip kaşıntılar, kaşısan yanıyo kaşımasan ölüceksin kaşıma isteğinden. öyle bi ızdırap. doktora gitmedim. gidiceğimi de düşünmüyorum. çünkü tıpkı çocukken sözleşmişçecine söyledikleri şeyi duyucağıma parmak basarım. ben de madem doktora gitmiyorum, o zaman kendi doktorum olucam dedim. yumurtayı az yemeye başladım mesela, yağlılardansa gözümün üstünden bakmak suretiyle kaçışlardayım. nasıl pis pis bakıyo bana ama o yağlılar ah, küfreder gibi! amann yemişim onun yağlılığını, ben ondan kaçarken yağ çeker gibi yalvarışını. herkes yoluna bebişim, üstü kalsın.

tabi acıdan asla vazgeçmiceğimi herkes biliyor. gördüğüm her yemeğe hiç düşünmeden acı koyabilirim. annem beni her gördüğünde yasadışı bişey yapıyomuşum gibi değişik bi surat ifadesine bürünüyorum tabi. sanki yemeğe acı koymuyorum da masum birine acı çektiriyomuşum gibi. tatlı desen, 22 yılda zar zor azaltabildim düşün.yeni yeni farkediyorum nutellanın namıssızlığını. namussuz da değil ama namıssız! o kim lan, sıkıyosa teker teker gelsin.

şuan mesela nasıl böyle can çekişiyorum allam. birine kızınca ''sen çok pis kaşınıyosun!!'' derler ya, arkadaş ben kimi kızdırdım da kaşınıyorum böyle. hayır hiçbir şey değil, uluorta kaşınmaya başlasan bitlendin sanıcaklar. kaşınmasan oturduğu yerde pıtı pıtı dönüp duran rahatsız bişey gibi durucam. hani hapşurucakken hapşuramazsın ve yüzün anlamsız mimiklerle dolar taşar ya, kaşınmak isteyip gururuna yediremeyip kaşınmayınca da deli duruşlarla aleme madara olursun üstad. bahardan mı yoksa alerjik bi insankişisi miyim bilmiyorum ama...


mahvoluşlardayım bildiğin.

10 Mart 2011 Perşembe

en sevdiği renk mor olan kadın



Zamanı, yaralarla ölçen kadın
Geçmişiyle kavgalı
Tanrı'ya sığınan kız çocuğu geceleri
İsyankar gündüzleri

...
Kırdığı kalpleri dizmiş ipe
Genede en büyük zararı kendine
Ayak izlerini kuşlar yesin diye
Ekmek kırıntıları bırakır geride

En sevdiği ses, çocuk sesi
Oysa, anne olmayı istememiş
Yıllar var ki kendi
Hiçbir zaman kök salmamış ki
Sırf birgün çekip gidebilmek için

4 Mart 2011 Cuma

kırılıyoruz cam bi bardak gibi


nasıl olduysa erkenden kalkıp girilen derste bir sabah birini görürsün. bu ne lan, daha önce bu sınıfta mıydı bu?! ama orda işte.

-oha, resmen biscolata reklamı çekiliyo burda la
-ayneğğnnn.

belki de biz kadınlar biraz dar kafalıyız. inat da cabası. ne biliyosun belki misafir sanatçıydı o gün, ilk ve sondu o derse girişi. kabul, bu çok yüzeysel ve basit bi örnek oldu.

''açma kalbini her gelene, bir gün hergelenin biri gelir ve kalbini kırar'' gibi bi aforizma vardı. tam nasıldı inan unuttum. ama böyle bişeydi. şıpsevdilik gibi basit ve derinliksiz yaftalamalara kurban gitmesi muhtemel bir durum bu. ama sadece kadınlar yaşamıyor bunu. direk sevmek, bağlanmak değilse bile şu hayatta insanlar sadece aşk yada sevmek var diye heyecan duymuyorlar bu bir gerçek. filmleri gerçekmişçesine izlemek, hayatı film gibi yaşamak yada hayatta filmlerde olanların olacağını sanmak gibi şeyler tamamen çocukluk ama güneşli bir öğleden sonra kalabalık bir caddede karşıdan karşıya geçtiğin vakit yanından geçtiğin kişi yere düşen bardak yapıyor seni. isviçreli, amerikalı bilimadamları her boku araştırıyor da bi böyle şeylere el atmıyor. ben inanıyorum ki, adamlar herşeyi buldular ama herşeyi. gel gör ki insanların bunu bilmemesini istiyorlar, niyeyse. ulan sen kimsin ki benim böyle şeyleri bilmemi istemicek. dimi ama! sinirlendim bak.

yani adı tanımı tarifi falan umrumda bile değil ama böyle birşey hakikaten var. yolda, okulda, yeni çalışmaya başladığın işyerinde, markette, çarşıda, pazarda, otobüs durağında, pencereden bakarken yada herhangi bir yerde biri seni alıp yere atıyor işte. insanlar sadece aşık olduklarında heyecan duymuyorlar valla bak. hiç düşünmedin mi yahu, çorba pişerken bulgur mercimeğin yanından geçiyor. birbirlerini tanımıyorlar ama birbirlerini görüyorlar işte. ve aynı kazandalar. böyle bir hikaye.


aslına bakarsan fazla derin ve fazlaca usta bir üslup gerektiren bi mevzu bu. umarım düşündüklerim az da olsa bi ışık yakmıştır.

1 Mart 2011 Salı

ismail yk'dan geliyor: allah belanı versin


hiçbir zaman mıymıy kızlardan olmadım. nasıl derler.. böyle çıtkırıldım, dokunsan ölecek, öyle narin. tabi böyle olmaları dış görünüşlerini de allahına kadar etkiliyo. kolları incecik olur bunların böyle, bacakları falan da incedir tabi. ah tanrım, hele o düz karınları yok mu! her neyse daha fazla fay hattının kırılma sesine benzer kıskanma seslerime maruz bırakmayayım sizi, acıdım valla.

efendim bi insan bütün halinde mi çelişkisiz olur! ruhu ince(bak orda durucaksın usta, o konuda elime su döktürmem kendim yıkarım elimi), kolu ince bacağı ince, karnı düz, sırtı pek(bu pek olmadı galiba?!), bir efendime söyliyim sonbaharda kurumuş yaprak gibi. say say bitmez. şu yaşıma geldim, hiç de özenmedim inan bak. kabayım, kabul ediyorum yani. bunu herkes söylemiştir bana(en sık ve özellikle de annem söyler. sağol be anne, sen de mi)

''kızım biraz daha kız gibi yürü.''

''kızım daha zarif ol.''

''kızım şöyle kızım böyle.''


burdan sesleniyorum bir kez daha büyük zevkle: tamam annee!!!!


şimdi tüm bunları neden mi yazıyorum? olağanüstü bi olay yaşamadım canım korkmayın. sıyırdı diyelim. sabah okula gitmek üzere her zamanki gibi yollara düştüm. allahım o sabahları metrobüs çekilmiyo yeminle. katil olabilirim, abartmıyorum. neyse. bu metrobüs tın tın gidiyo şimdi, geldi zincirlikuyuya, aktarma olucak ya iniyo şimdi insanlar. kol kadar çizmeyi giymişim, topuk desen hayvan gibi. sabahın körü pıtı pıtı yürüyo insanlar inmeye çalışmacalar falan. ben bi uyku mahmurluğu mu desem, sabahları öküz gibi bişey olduğumdan mı dem vursam bilmiyorum ama ben bi inmeye çalış. hobarey diye bi düşeyazdım. böyle ayağım mı burkuldu nolduysa. bi de kış ya, lahana gibi böyle kalın kalın giyinmişsin tıpkı çizme gibi hayvan gibi mont. hani orda düşsen bile gene bi gülümsersin bi şirinlik, hani amann düşmek nedir ki üstad der gibi şirinlikler yaparsın(hoş, o kalabalıkta millet üstünden geçer bi de yüzüne bakıp şirinliklerini mi görcekler). nerdee! öyle kaba kaba montlarla çizmelerle hangi şirinliği yapsan ayı gibi görüneceksin yine.

hah işte başta bahsettiğim o zarif kızlardan biri olsaydı yerimde, ayağının burkulmasını falan geç. hayvan gibi düşse yine göze batmaz. ben artık kemiklerim mi kalın yoksa hakkaten bi ayılık mı var benim hamurumda bilmiyorum ama ne yapsam daha kaba duruyo arkadaş. bi de şansıma, yakın arkadaşlarım falan benden hafif bi kısalar, yahu bi insan istediği şirinliği yapsa kaç yazar. böyle dev şişman bişey. özgüven eksikliği falan değil bu. kendini tanıma, kendini kabul etme. hakkı bulut ne güzel söylemiş ''ben buyum'' diye. tam da bu.



neyse akşam akşam çok dolmuşum kendime karşı. iyi oldu arada yapmak lazım böyle.