22 Temmuz 2013 Pazartesi

iyi ki yapmışım, iyi ki varmışsın!

bugün güzel bir gün. bugün, daha önce yaptığım bir şeyin nasıl güzel bir hale geldiğini gördüğüm bir gün. bir milat, bir yıl dönümü, iyi ki doğdun günü. başlıyoruz.

3 yıl önce.. günlerden 22 Temmuz 2010 Perşembe saat 19:09. ne mi oldu tam da o an? işte o gün ben reklamciinsankisisi.blogspot.com'u açtım. kişisel bir şeydi, hem herkes okusun istedim, hem kim okuyacak ki dedim. ama sonunda illa ki bir şey olacaktı. iyi kötü bir şey. oldu da. çok güzel şeyler oldu. hiç ummazdım ama ben bişi yapmıştım nasıl yapmıştım bilmiyorum ama 3 yıl sonra bugün arkadaşlarım, sevdiklerim, hiç tanımadığım insanlar, hatta bizimkiler (ailem) bile bana artık Reklamcıinsankişisi diyorlar. bir hitap yaratmıştım, bu blog boşuna olmamıştı, benimle özdeşleşmişti adım olmuştu ben olmuştu artık.

klasiktir hep derler ya ''çekerken çok eğlendik'', ''yaparken nasıl da eğlendik'' filan. ben bu cümleyi çok içten söylüyorum şimdi. sizin komik bulduğunuz yazıları ben gülerek hatta çoğu zaman kahkahalar atarak yazdım. dramatik, melankolik, depresif olanları biriyle dertleşir gibi yazdım, içim acıyarak, hissederek. ilk yazıdan 226. yazıya kadar hep bendim, hep kendimdim. ne söyleyeceksem ve bunu nasıl söylemek istiyorsam öyle söyledim. birileri kırılmasın, yanlış anlamasın düşüncesi hep vardı elbet, fakat kendin olmanın en güzel şey olduğunu burada hiç unutmadım, tıpkı hayatımda da yaptığım gibi. her ne olursa olsun kendin olmak en büyük özgürlük ve zenginliktir çünkü.

iyi ki yapmışım dedim hep, tek bir an bile pişman olmadım. çünkü ben hep anlatmak istiyordum. kendimi bildim bileli hiç değişmemişti bu. anlatacak öyle çok şey vardı ki şu hayatta.. birine anlatmak istediklerim olduğunda anlattım, biri değil onlarca kişi bildi böylece. başıma gelenleri anlattım, ''bakın nasıl eğlendim'', ''bakın ben böyle mükemmel biriyim'' demek için değil, ''bakın nasıl şapşallıklar yapmışım'' demek için belki de. çünkü bu blogu kendimi beğendirmek, kendimi övmek için açmamıştım; her halimle yazmak için açmıştım. en aptal, en aşık, en saçma, en çocuksu, en sakar hallerimle yazdım. neden sahte olayım ki?

hiç tanımadıklarım okudu ya, yorumlar yaptı ya, bir şey yapmış olmanın gururu doldu içime. mutlu oldum. ben böyle şeylere değer veririm çünkü. çünkü ben çocukluğumdan beri yazmaktan başka şey bilmem ve yazdıklarının beğenilmesi neler hissettirir insana, bunu yaşayan bilir.

bir gün bölümden bir arkadaşım kepli cübbeli mezuniyet fotoğraflarımızı çektirirken şey demişti: ''ne zaman reklamcılıkla ilgili ilginç bişi görsem tam Reklamcıinsankişisi diyorum ister istemez. içimden geliyor o anda :)'' nasıl ya demiştim, ciddi misin! ciddiydi. ''dilime dolandı valla ben de anlamadım.''. gülüşmüştük. hayatımda duyduğum en güzel şeylerden biriydi. yine bölümden ve bölümden olmayan arkadaşlarımdan ''çabuk giriyor insanın aklına.. nasıl buldun kızım bu ismi'' , ''ilginç bir isim.. nereden geldi aklına Allah aşkına :)'' cümlelerini ve benzerlerini duyduğumda havalara uçtum. o an Reklamcıinsankişisi'nin bizzat ben olduğumu bile unuttum. vay be dedim içimden. ve onların bu sorusuna şu cevabı verdim her seferinde: ''bilmem :)'' karşılaştığımızda buluştuğumuzda beni görür görmez adım buymuş gibi, baya kimliğimde filan yazıyormuş gibi hep Reklamcıinsankişisi diyorlardı bana. hala öyle. zaman zaman şakayla karışık ''adımı mı unuttunuz yoksa :)'' diyorum ama asla kızmıyorum. böyle güzel şeye kızılır mı hiç?

arka arkaya hem arkadaşlarımdan hem hiç tanımadıklarımdan  ''bazen okuyunca diyorum ki cidden o tepkileri verdin mi?'' , ''gerçekten sen misin o kız?'' , ''haha aynısı benim de başıma gelmişti kendimi gördüm yazıda''  yorumlarını ve benzerlerini duydukça ve okudukça daha fazla yazmam gerektiğini biliyorum artık.

bu blog benim hobim değil, bu blog yalnızca bir internet sitesi değil, tüm içtenliğimle söyleyebilirim ki bu blog ben, bu blog bir insan, yaşayan bir genç kız, hiç tanımadığım bir genç kadın ama aynı zamanda kendimden daha iyi tanıdığım bir genç kadın. belki ilginç gelecek ama zaman zaman hiç aklımda yokken beni çağırıp heyecanla kendinden bahseden, son yaşadıklarını anlatmamı isteyen ve bana yazdıran, bir kişiliği olan ve basbaya bana kafa tutan biri. şımarık görünebilir ama değil, yalnızca kendisi. eğlenceli hem de zaman zaman beni yoracak kadar. feminist feminist takılır bazen ama aşık olmayagörsün, Sezen'e bağlar, tam bir Leyla olur. bana deli derler ama benden daha deli ve yaratıcı. çok da şakacı. yazarken kahkahalar atıyorum diye bahsettiğim tam da buydu. bazen dediği bir şeye ''vay canına!'' gibi tepkiler verebiliyorum o derece! çünkü O ''saçmalamak konusunda ölümüne ciddi''. başına neler geleceğini sizler gibi ben de bilmiyorum ve en az sizin kadar ben de merakla bekliyorum.

onu büyütmek, hiç değişmeden ve hep çocuk kalarak içinden geldiği gibi olmayı hiç bırakmasın istiyorum, onu anlatmak istiyorum. çünkü ben, Reklamcıinsankişisi olarak değil, kendim olarak, Reklamcıinsankişisi'nin dinlemeye, okunmaya, tanınmaya değer biri olduğunu biliyorum. bundan, hiç bir şeyden olmadığı kadar eminim. ve sana, bana, ona, hepimize benzediğine de.


hem kendim hem de Reklamcıinsankişisi adına 3 yıl boyunca seven sevmeyen, okuyan okumayan, takip eden etmeyen herkese, hepinize çok, çok teşekkür ederim. iyi ki varsınız.

God bless Reklamcıinsankişisi! \o/
Tatlılıklar.

Leyla :)

17 Temmuz 2013 Çarşamba

bir Mezuniyet Balosu macerası 3

balodan önceki gece uyku filan hak getire. tam rüyaya dalıyorum, yine balo. kuaför dünyanın en iğrenç saçını yapıyor, makyajımla Guinness Rekorlar Kitabı'na giriyorum basın filan hep orda ''işte kainatın en iğrenç saçına sahip kızı'' diye gazetelere ana haberlere çıkıyorum. gözümü bir açıyorum, rüya gerçekmiş gibi geliyor filan. bunu en son Öss'den önceki gece yaşamıştım. bir şekilde uykuya dalmışım.

ve balo sabahı geldi çattı! hala inanamıyordum ama elbise ayakkabı takı çanta her şeyi halletmiştim şimdi sıra kuaför faslındaydı. yani zurnanın zırt dediği, dananın kuyruğunun koptuğu ve tünelde ışığın görüldüğü o son hazırlık aşaması.

epey meşakkatli kıyafet ve aksesuar sahnesinden sonra kuaför sahnesinde de rolümü hakkıyla icra edersem perde kapandığında yüzümde koca bir tebessümle sahneden ayrılacaktım. hayatımın en önemli rollerinden biriydi çünkü bu. mezun olmuştum ve mezuniyet balosu geriye dönüp baktığımda hayatım boyunca hatırlayacağım en güzel günlerden biriydi. hiç bir şeyin o geceyi tebessümle hatırlamama engel olmasına izin veremezdim.

bölümden arkadaşım Yamiyle günler öncesinden balo günü kuaföre birlikte gitmek için sözleşmiştik. ta Kıbrıs'lardan bize gelecekti bebişim, baloya kadar neredeyse her gün birbirimize kıyafetimizin fotosunu yollayıp saç makyaj vb konuları konuşuyorduk heyecan ve sabırsızlıkla. günler önce balo biletini alacağım gün ya kalmamışsa diye endişelenirken beni sakinleştirdi, aynı masada bilet alamadığım için buruklaştığımda masalarımızın yan yana olduğunu öğrenip sevindik. düşündüğümüz şeye bak. napalım okul bitmiş bırak da biraz eften püften şeylere takılalım. bileti aldığım gün ''olumm ressmen balo bileti şu an bu elimde tuttuğum hihhuvv!'' diye çıktım okulda neredeyse sekerek yürüyorum. 

bi dk ya! kuaförden randevu almam gerek upss! evin civarındaki kuaförlerin hepsine baktım, en iyisini bulmalıydım. randevuyu aldım, son hazırlıkları tamamladım (balonun ertelenmesi iyi olmuştu, yoksa yetişmeyebilirdi) ve işte sonunda filmin sonuna gelmiştik. aslında yeni başlıyor desem daha doğru olur. büyük gün! akşam balo var! ^_^


Murphy seni çok seviyorum!

yıllar öncesinden bizzat deneyimlediğim berbat bir kuaför macerasından sonra balo için olabilecek en sade ama güzel modeli bulmalıydım. elbisenin derdi yetmedi, bi de saç modellerine baktım günlerce. neyse balo günü arkadaşımı aradım, kuaföre geç kalmayalım şimdi. telefonda heyecanla ''canımmm randevuyu aldım, geliyo musun nerdesinn'' derken anlaştığımız saatte gelemeyeceğinizi söylemez mi. böyle önemli günlerde zaten iki ayağı bi pabuca girmişken kendini sakinleştirmek bir yana, daha da telaşa sokan evhamlı bi tip olarak bunu duydum kaynar sular tepemden döküldü. nası ya dedim filan, annesini havaalanına bırakacağını söyledi. kıza şimdi anneni bırak da atla gel diyemezsin. neyse ki saçımız öyle zahmetli bi model olmıcak geç kalmayız ya diye içim rahat. ne var yani 2'de değil de 3'de gelicekti. tamam dedim randevuyu 3'e aldım. 

saat oldu 3, arkadaşımı arıyorum, 4'de geleceğini söylüyor, benim kafaya dökülen kaynar sular double oldu. hem de katmerli katmerli kaynar su. ben hala nolcak yeaa diye kendi içimde ustaca manevralarla kriz yönetimi yapmaya çalışıyorum. eve gittim. elbiseyi şunu bunu hazırladım kız gelsin bişiler atıştırıp vakit kaybetmeden çıkalım.

benim güzel arkadaşım arayıp 5'de geleceğini söylemez mi. hobaa kafama huniyi takıp mahalleye koşcam şimdi. balo 7'de, saat 4 buçuk ve biz hala kuaförde değiliz.

neyse yarım saat geçti aradı taksideymiş evi tarif ettim çıktım balkona, geldi gelecek. telefonum çaldı, yanlış yola girmişler, bizim semti geçmişler sizin ev nerde diyor tatlı arkadaşım benim sdfgdghjk. dedim çabuk dön nereye gittin sen len. Allah'tan çok uzağa gitmemişler, 10 dk'ya geldi. balkonda telefonla son tarifi de yapıyorum, baktım taksi durdu ve taksiden indi. 11. kattan el sallayıp ismini çığırıyorum, ama nasıl komik bir haldeyim var ya. bi yandan kuaföre geç kalmışız baloya gecikicez telaşı, bi yandan az sonra baloya gidiyoruz onun heyecanıyla deli gibiyim. neyse sonunda asansör bizim katta durdu ve Yamicim asansörden indi. bir dönem erken mezun olup Kıbrıs'a gitmişti, 6 aydır filan görüşmüyorduk ama sanki yıllar sonra buluşuyormuş gibi oldum bi an onu görünce. sarıldık hasret giderdik. hiç serzeniş filan yapmadım ona bile vakit yoktu. hemen bişiler atıştırdık, anneme sarıldım sanki askere gidicekmiş gibi, evden çıktık. aklımda saçımın nasıl olacağından başka hiç bir düşünce yok. o an göktaşı düşse ''cnm bi saniye çıkar mısın önümden şu anda saçımdan başka hiç bir şey önemli değil ok?'' diyecek boyuttayım. bi uzaylı arabanın önüne çıkıp ''hieüğğvv ekikeh'' diye sesler çıkararak bizi indirmeye çalışsa bi hışımla arabadan inip çingen gibi ''yemin ediyom parçalarım seni! de get!'' diye yakasına yapışcam! ne istiyosunuz lan benden, alt tarafı balonun en güzel kızı olucam bi bitmediniz! neyse umarım kuaför iyi biridir de mutlu ayrılırım oradan.


sonraki yazı: kuaförler neden hep aynı!

12 Temmuz 2013 Cuma

bir Mezuniyet Balosu macerası 2

sonra ne mi oldu? bizimkiler elbiseye tek kelimeyle bayıldılar. nette görüp aşık olan bense, o elbiseyi rüyasında gören bense sanki bütün o aşkı duyan ben değilmişim gibi bi tiksindim elbiseden anlatamam. ama var ya aynaya tiksinerek bakıyorum. eğdim başımı, gözlerim melül melül, dudaklarım yine animelerdeki kızlar gibi titreyerek kabine girdim. severek ayrılan, engeller yüzünden ayrılmak zorunda kalan sevgili gibiydik. çok sevmiştim, ayrılmak da bu yüzden çok zordu. ama mecburdum, bitecekti bu hikaye.

çıkardım elbiseyi. gidelim dedim kuzenime. annemle yengem mağaza dışında oturuyorlardı. yanlarına gittik. sordular tabi ''ee naptın''. almıycam deyip geçiştirdim. hayatımda yeni bir sayfa açmam gerekiyordu, yeni okyanuslara yelken açmam gerekiyordu. ''ama çok istiyordun, çok sevmiştin o elbiseyi'' dedi annem. ''bazen sevmek yetmiyor anne'' dedim, ''fedakarlık da gerek (burada fedakarlık balodan çok önce kilo vermem gerektiğiydi)''. mağazaların neredeyse hepsine bakmıştık ve beğendiğim tek elbise çıkmamıştı. beğendiğim tek elbise vardı onunla da aramızda engeller vardı. ama yemişim engeli! tek çare kalmıştı, kavuşmak. ''bu aşk burda bitmez belalımm'' dedim ve romantik komedilerde sevgilisinin havaalanında olduğunu ve uçağının birazdan kalkacağını öğrenen aşık gibi hızla yerimden kalktım. mağazaya deyim yerindeyse 'ışınlandığımız' o saniyeler nasıl geçti hiç anlamadım. benim bedenimden bi tane kaldığını biliyorum ya, Allaaaahhh tutmayın beni!


hemen girdik mağazaya, oh be yerinde duruyor. canım benim ya sonunda kavuştuk ^_^ diye benim aşkım sen bir perçinleş. araya ayrılık girince aşk büyümüyor mu ki zaten? sarıldım koştum kabine. tam huzur içinde elbiseyi giycem kabin dışında bir bağrış çağrış, kapılar vuruluyor filan o derece! o ne lan deprem mi oluyor diye tırstım. ya nolur lütfen şu balo olsun sonra ölelim diyorum bi yandan da elbiseyle cebelleşiyorum. neyse dedim hiç değilse öldüğümde beni bu güzel elbiseyle görcekler ;))))  tekrar giyince elbisenin üstünün birazcık geniş olduğunu hatırladım, amaann bu muydu aşkımıza engel, sen çık bakiyim aradan dedim ve daraltmak için görevli kızı çağırayım diye kabinden çıktım. Murphy her zamanki gibi yine iş başındaydı. az önceki sesler yan kabindeki kadının çocuğundan geliyormuş. hiperaktif bir çocuk ve peşinde mahvolan annesi. derken çocuk sen bir hışımla koş hoop elbisemin eteklerine bi güzel basa basa benim kabine gir. bağırıyor çağırıyor. ter içinde kalmışım stresten patlamama az kalmış! kabinin önü de ana baba günü. noluyo lan bedava ekmek mi dağıtıyorlar bu ne kalabalık! eşyalarım kabinde, kapı açık, üzerimde yerleri süpüren elbise, hop hop koşturuyorum kalabalığı yarıp kuzenimi çağırıyorum yok, toz oldu kız resmen. neyse deyip görevli kızı çağırdım ondan da ses yok. cinnet geçircem zor tutuyorum, bi yandan da kabin sırasındaki kadınlar ''hadi yaa sırada bekliyoruzz!'' diye car car konuşuyorlar. görevli hanımefendi sonunda duydu da geldi yanıma. terzi için ölçü alıcak ama kız nasıl mıy mıy. iğneyi tutturamıyor, pıt pıt koluma batırıyor, bi de güzelim elbiseyi bir sıkıyor bir paralıyor, gitti caanım elbise dedim. tam kavuştuk derken engeller bitmiyor resmen :( kız bi de demez mi ''elbiseyi pazartesi alabilirsiniz'' diye. resmen beni çıldırtmak için sıraya girmiş bi dolu insan! olamazzz balo cumartesi dedim, üzgünüm dedi. neyse ki bildiği bi terzi varmış da ona yönlendirdi. koştur koştur kasaya gittim bu kez kasada sıra bekleyen kızın biri ''yaa hadi ama yaa bi tek o kasa mı açııkkk!'' diye darlıyor. kızın o kadar çıldırdığı şey de aldığı 10 liralık tişört. hepsi bu. lan gerizekalı ben orda mezuniyet balom için elbise almışım senle ben bir miyiz! haftalarca hatta aylarca orda öylece dursam haklıyım tamam mı! elimden bi kaza çıkıcak diye korkuyorum çünkü artık sabır filan kalmadı. derin bi nefes aldım elbiseyi kaptığım gibi kıza sert bir bakış atmayı unutmadan koşarak çıktım terzi kapanmadan yetişeyim en azından. boyum kadar elbiseyle yaz sıcağında İstanbul'un bir semtinde kan ter içinde oradan oraya koşturarak zamanla yarışmaya başladım.

şimdi işin yoksa terziyi bul. bi büfeye sordum oralı bile değil, adamın dünyadan haberi yok. birine daha sordum biliyormuş neyse ki. hemen girdim, bu kez de meğersem yandaki terziymiş. sonunda bulup girdim ve bi rahat nefes aldım. ölçüleri aldı, bir bir anlattım, binbir ricayla bugün almam gerektiğini, yarın son gün olduğunu söyledim, ''ya elbise arkadan patlamaz dimi'' diye saçma sorularımı da sordum çıktım. Allahtan adamcağız güleryüzlü iyi birine benziyordu. evet canım big bang olcak diye absürd bi cevap verseydi de bana kapak olsaydı keşke. ama bakınca saçma değildi sorum ya lütfen ama. düşünsene o kadar hazırlan et, kırmızı halıda adeta kuğu gibi süzül, derken pıt diye elbisenin fermuarı arkadan patlasın. emin ol kimse istemez o hale düşmeyi.

elbiseyi terziye bırakıp, derin bir oh çektim! bi dk bi dk, neyin derin nefesi! daha çanta almadım aman Tanrım! hemen annemlerin yanına koştum. bir iki mağazaya baktık ama yok, yer yarıldı da elbiseme uyan bütün çantalar yerin dibine girdi sanki! hayır bi de çanta bile değil, minik, avuç kadar bi clutch alt tarafı nedir bu bulunmaz hint kumaşı durumu yahu! koskoca avmde bi clutch bulamadım ya. amaaan deyip çantayı yarına bıraktım. elbise yüzünden yeterince kalp krizi geçirmişim, çanta desen ayrı dert, en azından ayakkabı aradan çıksın diye gittim hiç düşünmeden elbiseyi aldığım mağazadan aldım ayakkabıyı da. neyse ki elbisemin renginde gayet güzel bişiydi. buraya kadar okurken bile sıkıldın biliyorum, bi de beni düşün nasıl bir işkence!


oh be dedim, şimdi yemek yiyebiliriz. bir alışveriş işkencesi de böylece bitti.


elbisemi terziden almaya giderken yolda neler düşünmedim ki.. olum mezuniyet balosu hazırlığı böyleyse, bunun daha sözü, nişanı ve hatta düğünü var. Allah sabır versin valla. sağ elimde benim canım elbisem, gözümden bile sakındığım, uğruna dağları delmesem bile dağları bayırları aştığım biriciğim elbisem ve o sıcakta binbir kaprisimi çeken canımıniçi bitaneciğim anneciğimle evin yolunu tuttuk.




sonraki yazı: balo günü geldi çattı!

8 Temmuz 2013 Pazartesi

bir Mezuniyet Balosu macerası

her şey yaklaşık 1,5 ay önce başlamıştı. 4 sene boyunca aynı bölümde, şimdinin reklamcı adayı geleceğin cillop gibi reklamcıları olarak aynı sıraları paylaştığımız, vize haftaları gelip çattığında son 2 gün kala hatta son birkaç saat kala ''x hep önde oturuyordu, hiç devamsızlığı da yok, deli de not tutuyor şundan istesene hocu'' diye birilerinden not bulma peşinde helak olup, final zamanları uykusuz geceler geçirip ''ulan DD ile geçirse yeter'' diye depresyondan depresyon beğendiğimiz yıllardan sonra son senemizdeki finaller de bitti, tezleri teslim ettik, cübbeleri kepleri giyip kepli foto çektirdik, ''olumm mezunuz biz uleynn!'' naralarıyla dört nala koşturduk derken bir mezuniyet balosu gerçeğiyle yüzleştik. hani şu 4 sene boyunca bize fizan kadar uzak duran, hiç gelmeyecek sandığımız meşhur süper gece!

kepli fotoları çektiğimiz gün başladı balo muhabbetleri. her kafadan bir ses çıkıyor ''yiaa napcaksınız baloyu, yemişim Çırağan'ı'' hallenmesinden tut, ''salak mısın! Çırağan'dan bahsediyoruz! ayrıca hayatımızda 1 kere olucak iyi misin?!'' tepkilerine kadar herkes bişi söylüyor. ben 2. kısımdandım mesela. insan kendini haklı gören bir canlıdır eyvallah, ama haksız mıyız yani? düşünsene 5 sene afedersin eşşek gibi kasıp okumuşsun, e bi baloyu hak ettin dimi? ki sağolsun canım okulum bizim için en iyisini de düşünmüş, daha ne olsun! neyse bu ilk kısımdaki ''muhalif'' kesim kendi aralarında bi karara varıp ''biz balomuzu kendimiz yaparız tağam mı. atlarız Suada yaparız, ordan yat turuyla Sortie'' diye bize fikirlerini sundular. hiç balo yerine geçer mi lan bu dedim içimden. aralarında benim de olduğum 2. kesim kararında kesindi. ve tam da beklenen oldu. 1. kesim dediği gibi balo için bilet almadı, 2. kesim zaten dünden razı, güzel güzel aldı biletini. derken balo günü geldi çattı.

2 Haziran 2013. malum hafta. Gezi Direnişi başladı ve bizim balo iptal. eminim o sırada bizim bu baloyu gereksiz bulan 1. kesim ''bak şu Allah'ın işine gördün mü balo malo kalmadı. geldiniz mi gene bizim sözümüze keh keh'' diye bi rahatlamıştır da neyse ben şimdi bişi demiyorum. duyarlı okulumuzun bu yerinde kararını takdir edip güzel güzel direndik. balo tam 1 ay ertelenmişti, 2 Temmuz 2013 Salı gününe.


her şey çok güzel olmalı

başladı bende bir heyecan. ne giycem, saçımı nası yapıcam, ay bunun bi de makyajı var diye homurdandım durdum. işin kötüsü, çok kısa bi süre kalmış. 3 hafta filan kalmış ama o 3 hafta bana 3 saatmiş gibi geliyor öyle bi stres düşün. kaç elbise gördüm, kaç elbiseyle balonun en güzel kızı olurum diye düşündüm, kaç kombinle pembe hayaller kurdum ama iş eyleme geldiğinde denemeye cesaret bile edemeyip animelerdeki kızlar gibi bakarak mağazadan koşar adım çıktım, hayata küstüm, neden bu kadar şişmanım nedeğğnnn diye canımdan bezdim. 20 günde de o istediğim fiziğe ulaşmam bi mucize olacağı için sanırım balonun en tombiş ve en rüküşü ben olucam diye üzüldüm. ama direndim! o aradığım aşkı, hayatımın elbisesini bulacaktım!

aramadığım yer kalmıyor seni sabahtan yatana kadaağğrr
sanırım hep seni sevecek kalbim son kez atana kadaağğrr

diyen bir Soner Sarıyabadabadu oldum çıktım. resmen hayatımın elbisesi için serenad yaptım. o internet sitesi senin, bu alışveriş sitesi benim, o dergi senin bu mağaza benim derken artık umudumu kesmiştim. #direnmereklamcıinsankişisibulamayacaksınaradığınelbiseyi diye içimde TT bile kastım heşteklerle.

sonra bi sabah.. dedim ki anneme gelir misin benimle, çıkar mısın bu yola, bu onurlu direnişte yanımda olur musun, anadır ses etmeden kabul etti. canım anam! ve bir sabah aldım anneciğimi yanıma, bi de yengemi ve kuzenimi, atladık gittik alışverişe. sürekli homurdanıyorum ''bulamıycam, of bunun rengi kötü, ay buna sığamam, yok şu çok salak, yok bu nasıl elbise'' diye. onlar da garibim sakinleştirmeye çalışıyorlar ''ya sen nasıl bişi istiyorsun ki?'' diye. ama cidden böyle önemli zamanlarda, aradığını bulamamak diye bişi var hiç garipseme yani beni sen de biliyorsundur.

neyse Allah'tan internet diye bişi var da günler öncesinden istediğim bi elbise vardı ''yaa anne şunun tatlılığına bakar mısınn'' diye eriyip bitmiştim. ama ya bulamazsam korkusu var ya.. işte o korkunun ben ellerinden öpüyorum! istediğim elbisenin olduğu mağazaya gittik, bir bedene bürünmüş kanlı canlı elbise karşımda duruyor! tüm zarafeti, tatlılığı ve şıklığıyla tam karşımda! ama upss o da nesi! e bu elbise ayfon ekranından görünen elbise değil! nası ya diye afallamışken, aradaki farkın çok da büyütülecek bi mesele olmadığını gördüm. ne vardı yani netteki elbise düz renkken, karşımdaki gerçeğinin üst kısmında minik altın rengi simler vardı. sen bu oyunu bozarsın, sen buna takılacak bi insan değilsin Reklamcıinsankişisi dedim ve elbiseye sarıldığım gibi kabine gittim.

tatata taamm! bir de ne göreyim! geçen yaz sporu bırakmış, vizeydi finaldi tezdi kepti derken bir üniversitelinin yaşadığı o zahmetli günlerde tam da bir üniversiteli gibi abura cubura sarıp ''çikolata benim aşkım'' diye geçen yaz sporla azmedip kendimi parçalayıp verdiğim kiloları misliyle geri almıştım. bunu tam da mezuniyet balosu için kabinde elbise denerken farketmek hiç hoş olmadı tabi. her şey çok güzel olmalı diye gözüme uyku girmezken bunu unutmuştum. ama artık çok geçti. bu arada baloya sadece 2 gün kaldığını söylemiş miydim?

elbise tek kelimeyle su gibi. onu giyince kendiliğinden peri gibi hissediyorsun. ama gel gör ki straplez ve benim kollarımın altından löp löp et fışkırmış durumda. aynada kendime bakamıyorum. o an oracıkta bitkisel hayata girip kendimi maydanoz gibi hissetmeye başladım. yediğim bütün o çikelatalar, amaan veririm kilo ya diye hiiiç umursamadan yediğim dondurmalar, börekler, mantılar hepsine lanet okuyorum ama nafile. iş işten çoktan geçmiş ve şimdi acıcık göbişimi içime çekmekten başka yapacak bişi kalmamıştı. annemler de dışardan söylenip duruyorlar ''çık da bakalım nasıl oldu merak ediyoruz''. bense tam odasına kapanmış durmadan metal dinleyen ve odasından çıkmamaya kararlı ergen gibi cevap veriyorum ''ya tamam ya, ya çıkıcam tamam üf''. ve fonda tövbe tövbe cenaze marşı çalarken kapıyı açtım. karşımdaki ayna içerdekinden daha zalimmiş onu anladım. belki de dünyanın en şık elbisesi ama o elbiseyle bile suratı asık bir kız bana bakıyor. evet ta kendisi, o kız benim!

bizimkiler de hemen eridiler ''aa çok güzel olduu, ablaa bakar mısınnn şunaa''. dinlemiyorum tabi. baloya 2 gün kalmış, beğendiğim tek elbise de üzerime olmamıştı. sözün bittiği yerdeydim. işte şimdi bittin kızım dedim..


sonra neler oldu neler. sonraki yazıda! :)