18 Mayıs 2014 Pazar

hala iyilige inananlara ithaf edilen yazı

Cuma akşamüstü saatleri.. Tepede koskocaman sımsıcacık Güneş ama içim/iz simsiyah, kapalı, soğuk, buz. Mevsim bahar olması gerekirken aslında kara kış. Ben artık gökyüzüne bakmak istemiyorum, onu bir daha göremeyecekler varken. Ben artık gökyüzünün mavisini göremiyorum, gökyüzünün artık bir rengi yokken.

En yakın arkadaşımla buluştuk. Bahariye'ye yürüyüp oturacak bir cafe aradıktan sonra her zaman oturduğumuz ve sevdiğimiz cafede karar kıldık. Bağzen bağzı şeyler alışkanlıktan da öteye geçer çünkü. Sevdiği cafede oturunca dünyalar onun olmuş gibi huzurlu olan biri olarak kalmak, değişmemek. Çünkü biz hala sevgiye inanan insanlardanız. Çünkü biz birilerinin evlatlarının kupkuru ve sessiz mezarlar, toplu mezarlar başında öylece durup ölü toprağını izlemelerine sebep olanları sevmeyecek insanlardanız. Yaradanın sevdiği kullarıymış gibi kendini pür-i pak sanıp dışarıda kendi gibi olmayanlara aşağılayan gözlerle bakmayacak ve hatta kendilerini bunca masum ve günahsız sanma gafletindeyken o ''diğerleri'' cehenneme gidecek sanmayanlardanız. İnanmanın, sevginin, bağlılığın eşyalarla filan gösterilmesi gösterişine inanmayanlardanız. Şükür ki iyi insan olmaya çalışanlardanız. 

Arkadaşımla kahvelerimizi içip, sigaramızdan içli ama huzurlu nefesler alıp bırakırken uzun zamandır buluşamamış olmanın özlemiyle birbirimizin gözlerinin içine bakarak, Dünya'da hala iyi şeyler olduğu için şükrederek konuştukça konuştuk, saatlerce anlattık. Çünkü biz bir fincan kahveye dünyaları sığdıranlardanız; paranın, gücün, büyüklüğün hırsının sarmadığı, şükür ki sarmadığı ve gözlerimizi kör edip bizi birer zalim yapmadığı ve böylesi kötü insanları, zalimleri seven birileri olmamış, iyi ki olmamış insanlardanız. 

Tam o an.. Arkadaşım bir şey anlatıyor, ben pür dikkat dinliyorken saniyenin onda biri kadar kısacık bir süre içerisinde oturduğumuz cafenin sokağından bize doğru hızla koşan onlarca genç insan gördük. Cafe sahibi hemen içeri girmemiz gerektiğini söyledi, etraftaki tüm cafeler masalarını içeri alırken sadece dakikalar önce bahar gibi olan sokak artık kimsesiz bir çıkmaz sokak gibiydi. Normalde o saatte şenlik yeri gibi kalabalık o sokak artık savaş sonrası şehirleri gibiydi. Cafenin penceresinden yaşaran ve yanan gözlerle sokağa bakarken, şimdi endişelenirler diye aramadığım ailem ararsa onlara ne söyleyeceğim çaresizliğini düşündüm. Sadece dakikalar önce bahçedeki masada oturup hayattan konuşan biz şimdi birer esir gibi beklediğimiz içeride dakikalar önce tanımadığımız ama şimdi aynı duyguları hissettiğimiz cafenin diğer müşterileriyle keşke böyle olmasaydı diyen bakışlarla ve yaşaran gözlerimizi silerek iç çekiyorduk. Cafenin müşterilerinden yaşıtımız kızlardan biri ''İsterseniz arkadaşınızın evinde kalın, bu saatte hiç bir araç bulamazsınız'' deyince işte o an kendimi gidecek bir evim yokmuş gibi hissettim. Tüm bunlar bize kimsesiz hissettiriyordu. Neden diye sorarken birbirimize, neden olduğunu tüm bunların, nedenini bilmemize rağmen bilmek istemiyorduk, inkar etmek istiyorduk ama gerçekti, hepsi ve her şey gerçekti ve yaşıyorduk.

Cafe sahibi ve çalışanların ısrarlı engellemelerine rağmen daha fazla beklemeyip arkadaşımla bir hışım çıktık. Kol kola girip aceleci ama sabırlı adımlarla yürürken, ''Eve gidince mutlaka ara'' diye birbirimizi tembihlerken ve buna gerçekten inanarak ''Her şey güzel olacak'' derken yolumuza devam ettik. 

- Ne durağı demişti?
- Aşk Çeşmesi.
- Aşk Çeşmesi mi? İtalya'da değil miydi o ya..
- Hahaha
- Heh tamam hatırladım Ayrılık Çeşmesi.

Şu diyalog bile her şeyi anlatmaya yetiyordu. İsmi Ayrılık olan bir durağı Aşk durağı olarak hatırlayan bir dostum vardı benim. Son buluşmalarında ansızın spontan bir şekilde birbirine şiir yazıp veren tiplerdik biz. Birkaç gün sonra konuştuklarında ''Bir dahaki buluşmaya kadar birer mektup yazalım mı'' deyip ''Ben yazmaya başlıyorum bile'' diye sevinen insanlardık.

Elimizde cafe sahibinin verdiği ıslak kağıt mendillerle ağzımızı burnumuzu kapatarak kol kola girmiş hızlı adımlarla meydana yürürken ''Şu sokaktan gidelim orada ışık var'' derken, ellerimizde hala cafe sahibinin verdiği limonların kokusu varken kıkır kıkır gülüşmeye başladık bu diyalogla, sokak başlarında duran lacivert tişörtlü adamlar bize bakarken. Tam o an ''Dostluk böyle bir şey işte! Hakikaten de iyi günde kötü günde..'' dedi arkadaşım. O an o cümleden daha anlamlı bir cümle kimse kuramazdı, onu ancak içinde Ayrılık olan bir durağı içinde Aşk geçen bir durak sanarak ayrılığın yerine aşkı koyan biri kurabilirdi ve o benim dostumdu.

Çünkü biz hala, birbirine şiirler mektuplar yazıp veren, kol kola girince güçlenip caddelerden geçen, sevdiği cafede oturunca Dünya'nın en huzurlu insanı olan ve hala iyiliğe inanan insanlardanız.