30 Ocak 2011 Pazar

nerden nereye.of çok saçmalıyorum şuan


fazlasıyla dejavulu günler yaşıyorum. biraz evvel yutupta gezinirken, ''alla alla ben yine böyle şarkı arıyodum yine yanda bu şarkılar vardı. na burda sağda'' diye içimden geçirdim. yaşlanıyomuyum lan yoksa dedim demedim derken, şuan bu mısraları yazmaktayım efendim.

yarın yeni sezonda geceleri ve gündüzleri ayılıp bayılacağım dersleri seçmek için okulun yolunu tutucam. sırf bunun için yani. düşün nasıl tembel ve kök salmış biriyim, ben bile anlatamam kimselere. neyse efendim. işte bikaç saattir, okulun internet sitesi ekranda açık, önümde bikaç liste. kafam karışık. ben şimdi kaçıncı sınıfım lafını en az bi 187 kez etmişimdir eminim. nasıl bi pişmanlıktır bu yaşadığım bilinmez. bi dönem geriden başlamak, irregular yani düzensiz öğrenci damgasını yemek, ve bu lekeyi 2 sene daha taşıyacak olmak.. ne bileyim belki de bazen şappadanak diye habersiz kelamsız gelip karşıma oturup malak gibi yüzüme bakan can sıkıntılarım ve umutsuzluklarım bundandır. tamam mübalağa kabul. belki mübalağa yapmak istiyo canım ne konuşuyon.

bi de lanet olasıca takıntılarım yok mu. 5 saattir radyasyon yayan nemrut bi ekranın önünde oturmuş kayda değmeyen şeyler yapıyorum. bilmiyorum şu 5 saatte yaptığım tek adamakılllı iş, unutmadan gidip yemek yemiş olmam. dönünce de bahsettiğim şu listeleri yapmamdır. bu kadar. liste de ne liste ama. 2-3 sayfa bişey. ve sadece... ya ben neden bunlardan bahsediyorum şuan?

canım sıkılıyo. çok üşeniyorum. tam şuan canım bol sarımsaklı mantı çekti. bi de yaşpasta. bi de portakal. bi de zıkkımın kökü. aslında aç da değilim. sanmıyorum cık. ne bileyim ya, şuan oturup kitap okumalıydım gibime geliyo. ya da çizim yapardım belki. aylardır rafta öylece sıkılarak pinekleyen izlenmemiş filmlerden birini takıp izlerdim. ki bu büyük ihtimalle romantik film olurdu. böyle de içli böyle de pek içli olurum. değme benim keyfime.

burayı daha fazla, ne derler, aslında 'burayı daha fazla...'' cümlesinde üç nokta yerine gelebilecek öyle çok biçok yüklem cümle vs var ama onu düşünüp bulacak bide üstüne yazacak denli takatim yok. sigarayı bırakmamış olsam, normalde bi oturuşta en fazla 3 tane içebilen ben, yeminle bi 4-5 tane yakardım. öyle düşün. allahtan buluğ çağlarını geçtik. şimdi öyle olsa durum daha vahim olurdu. slipknot ya da marilyn manson dinleyip ''kimse beni anlamiyeee, ölmek istiyerummmmm'' diye zırlardım. hani şimdi yaş kemale ermiş. allahtan bülent abi(ortaçgil) var. o da olmazsa halim niceydi. sıkılan ama sevgi pıtırcığı bi halde oturuyorum burda böyle.

ulan okul açılsın tekrar sabahın 6'sında kalktığım günlere döneyim de çok pis intikam alınsın. bu ne yae, bulmuşum mis gibi tatili bunuyorum yeminle.


off'lardan bir demet.





ps. berbat bi yazı olduğunu biliyorum. ben de hava atmıyorum burda zaten. cansıkıntısına vericeksiniz artık genşler, yapcak bişi yok. hep genş kalın.

29 Ocak 2011 Cumartesi

beni sonsuza kadar anlamak istediğin gibi anlayacağını biliyorum


karşısındakini anlamak istediği biçimde anlamak isteyen bi sürü insan var. bi erkek değilim bu yüzden kızları ele alıcam. hemcinsini çok alakasız biri olarak kafasında kuran gençkızlarımız var. karşısındakini belli bi kalıba dökmeye öyle yorulup terliyorlar ki. bilmeliler, karşılarında bi hamur yok. yoğrulmuş yoğrulucağı kadar. bi erkek olabilirdi anlamak istemediği. evet bu çok normal ve anlaşılabilir. çünkü içimizdeki hormonların adı bile başka. başkalıklarımız öyle fazla ki. şunu diyorum: hemcins demek, onun halinden anlamak demek. söylediklerini dinlerken neden ve nasıl söylediğini tahmin etmek demek. bilmemek asla! hani ne bileyim, bi ortamda kızın biri, kızarkadaşının söylediği bi lafı duyduğu an olur olmaz senaryolar yazmaz. ya da ne bileyim nefret ediyosa, çok samimiyim hani kıskançlığı falan koy bi kenara, direk nefret ediyosa muhattap dahi olmamalı. çok şahit oluyorum facebookta iletisine içinde yanıp tutuşan duygu patlamalarını gayet alakasız uzatmalarla dile getiren zamane kızlarımıza. şimdi böyle söyleyince, kendimi onlardan soyutladığımı düşünebilirsiniz hepimiz insanız, anlamamız gerekeni anlamak istediğimiz şekilde anlıyoruz hepimiz de maalesef.ama bu duruma özellikle uzaktan bakmak istedim. kendim de bu işe dahil olabiliyorum kimi zaman, istemsiz de olsa. yaklaşık 1 ay önce bişeye tanık oldum. hayatımızın belli bi dönemini beraber geçirdiğimiz bi kız öyle dolambaçlı yollardan yürüyomuş ki çok uzunca bi zaman. kendi elleriyle bi ben yaratmış. çizmiş, boyamış tek tek ellerimi yüzümü. aslında hiç gereği yokken. aynı mavisini aynı güneşini aynı yıldızlarını gördüğümüz bi dünyada beni çok başka biri olarak seyredalmış. bi insan başka bi insana hayatındaki bazı değişimlerin onu değiştirdiğini söyleyebilir belki. söyleyen kişinin senin için ifade ettiği anlama göre onu ciddiye alma derecen de artar ya da azalır. aslına bakarsan, bi daha yüzyüze gelmeyeceğin, bi daha böyle sanal alemler yardım etmeden yüzüne bakıp merhaba demeyeceğin biri bile olsa insan duymak istemez bu yönde lafları.
ama anlaşılmamak kötü şey üstad. şu hayatta herşey böylesine gelip geçiciyken, bi günü nasıl yaşadığını bilemeden bitiyorken ve bi sürü şarkıda da söylendiği gibi hayat mutlu anların toplamıyken, ki onlar da bi elin parmaklarını geçmezken, birilerinin seni anlamamış olması ne bileyim uykularını kaçırmasa,iştahını kesmese bile kendini sorgulamana sebep oluyo işte. kendini tanısan bilsen bile, acaba mı diye sorasın geliyo. ve o an bulamıyosun cevabı. hiçbir an bulamıyosun. insanlar kendilerine karşı hiçbir zaman objektif olamazlar çünkü. ne yapmış, kim ve ne haline gelmiş olursan ol kendini hep 1 basamak yukarıda görüceksin. bu böyle.
ama insanlar... tuhaf. az yada çok ne farkeder, hayatının bi zaman diliminde aynı yerde aynı amacı taşıyıp aynı şeyleri yaptığın birini neden inatla istediğin şekilde görmek isteyesin? bu gerçekten anlama kapılarımda anahtarımı kaybetmeme sebep oluyo. anlayamıyorum ve anlayamıcam. önyargıları hiç sevmesem ve lanet olsun ki ölene dek ben ve biz ve siz hepimiz hep önyargılıycak olsak da, benim bahsettiğim başka. bi gün bile olsa biriyle aynı ortamda kalınca hiç mi anlayamaz bi insan diğerini. düşün tek bi gün. otur orda izle karşındakini. gözlerini kırpma sayısından nefes alıp verişlerine, oturup kalkışından kelimeleri dizişine ses tonuna vs. 10 yıllık tanımış gibi olmasan da bi anlama olur. dimi. ama olmaması için, onu anlamamak için dişini tırnağına takıyosan da yapıcak gerçekten bişey yok. ne dersek diyelim, herkes birbirini kendi yönettiği bi filmde oynatarak tanır. ne yapalım, kendimizin yönetmediği bi hayatı yaşıyoruz. kimilerimiz başkalarını kendi istediği şekillere sokarak tatmin oluyo. bu hep böyledir. ve ne olursa olsun, bizden sonra neler yaşanırsa yaşansın, isterse güneşe gidilebilsin, insanın olduğu herhangi bi yerde bu hep sürüp gidicek. ne kötü aslında. belki önyargı, belki kıskançlığın esiri olmak, belki kendine duyduğun sıfırdan da az güven sana o lafları söyleticek. böyle yapan biri olmamak için öyle çabalıyorum ki.

25 Ocak 2011 Salı

büyümek demek





sen istemedikçe hiç bir şey olmuyor. ve olmasını istediğin her şey, sen onu istediğini hatta onun ne olduğunu unuttuğunda oluyor.
son zamanlarda isteklerimi gözden geçirdiğimde, eskisine göre daha makulum belki de. tıpkı diğer birçok şeyde olduğu gibi, kalbimin çok daha hızlı attıkları eskisinden daha gerçek ve gereken şeyler.

yere düşüyosun büyüyünce. gökteydin onca sene.

ve kolay değil tabii, görmek artık bazı şeyleri. karşında kırmızı bi sinyal lambası gibi yanıp sönüyor hayatın gerçekleri. hazırsın ya da değil ne farkeder. çok paranın olması, çok güzel olman, çok zeki olman, çok iyi laf yapman falan geçmiyor burada. biraz sükunet yalnızca. dalgalanıyorsun.

dizlerini kırmamalısın. bi laf vardır hani eğil fakat kırılma diye. bu işte. önünde eğilmen gereken bi ton şey, yıkaman gereken bulaşıklar gibi birikiyor önünde. üstelik bulaşık makinası yok. ve sen tüm bu dalgalanmalarda soğukkanlılığının elini bırakmadan yıkanmalısın.

başını kaldırıp baktığında boyun kısa kalacak. sabah gözünü açtığında önceleri hiç umrunda olmayan bir şeyin artık umrunda olmasının da ötesine geçtiğini göreceksin. çok isteyeceksin bir şeyi, bir şeyleri ama sen de tıpkı ben ve diğerleri gibi, artık gelecek planlarımı hayattan gizli yapıyorum. sanki hayat, işini gücünü bırakıp planlarımı bozmak için her şeyi yapıyor lafında kendini bulacaksın.

aslında ne komik. küçükken nasıl da isterdik büyümeyi ve ne aptalca ki büyüdük. biz büyümeyi gözümüzde çok büyüttük.

23 Ocak 2011 Pazar

çok bunlar



çok şey yapmak istiyorum. çok şeyi aynı anda yapıyorum. kafamda durmuyo bazen tek bi düşünce. zaman, marionun sürekli ordan oraya koşturması gibi geçiyo benim için çok kereler. sanki bi yarışmaya almışlar da beni, kalan süre şu kadar şu kadar demişler ve ne yapacağım bana bırakılmış. öyle durmadan bişeylerle uğraşayım, boş durduğum an elenicem. hayat, elbette yarışmak için fazla değerli ve naif. hırsa gelmez. saçmasapan kuruntularımız, planlarımız, ajandalarımız, rekabetlerimiz onu boğuyo. söyleyebilirim ki, tüm bu aceleci edalarım bunları söylememe engel değil. elimde değil. sanki kovalanıyorum, sanki yapmam gereken o bi sürü şey, bi an önce yapılmalı. saat 02:15 olmuş farketmez. belki de sabahı ederim, hiç sorun değil. böyle bi düşünüş. dışardan bi gözle bakmayı denesem de bi anlam veremiyorum. belki vardır bi adı, tanımı. bilmiyorum.
dürüst olayım. çoğu zaman, hatta neredeyse hep, hayatı bi prova gibi görenlerdenim. sanki asıl hayat tüm yapılacaklar yapıldığında başlıycak. yaptıkların yanına kar kalıcak, yapmadıkların için şansına küs. bi kere yaşarsın her bi anı. dönüşü yok. 2011 yılının 23 Ocak'ını bi kere yaşıyorum. 02:20 şuan zaman. aynısı yok. en azından bugün için.
ki bi oyun parkı gibi bazen de hayat benim için. kaykaydan kayıyorum. salıncakta gökyüzünün mavisi yüzüme değiyo. aşağı inerken hızımı azaltmak için ayaklarımı yere sürtüyorum. tahteravalliye biniyoruz bi şarkıyla, şarkımla. o çalıyor, ben dinliyorum. ellerimi bırakayım diyorum ama bisiklet değil bu, saçmalama diyorum kendime. saçmalama diyo bana O da. bi sürü şey yapmalıyım. belki de aynı dakikaya sığdırmalıyım hepsini de. hayat bi park. nefes nefese kalmalıyım, nefes kesiciliğini içime çekmeliyim onun.
bazen hiç sıkılmıyo da gibiyim tüm bu 'koşuşturmalardan'. dürüst olalım, bi günde bi sürü şey yapıp bitirmiş her insan evladı, mutlu mesut olur. olmam diyen yalan der. yok öyle bi dünya. insana dünyayı kurtarmış hissi verir. tamam belki abartıyorumdur. ama bu, bi insanın 24 saate sığdırabileceğinden çok daha fazla şeyi sığdırmasının güzelliğini değiştirmez. cebin dolu dolu eve dönüyosun. açgözlülük yapıp yarının işini de bugün yapıyosan eğer, alnından öpülesisin. ki bugünün işini yarına bırakma diyen atalarımız, bıraksan yarından sonraki günün işlerini de yapıcak insan evlatlarını görmezden gelmiştir. bugün ne ya. bugün ne allasen. 1 hafta kafam rahat düşün. benim değil tabi, öyle insanlar var onu diyorum.
velhasıl kelam. belki işkoliklikle bağdaştırılır, belki psikopatlık, belki açgözlülük falan. her neyse işte. ama bi işle yetinmemek tamam yorar. zaman alır. gerek yoktur kimilerine göre. meslek ya da uğraş anlamında da düşünebiliriz bunu. bi işte kök salmış, artık profesyonel sayılmış birçokları, yetinmeyip ikinci hatta üçüncü dala yuva yapar. çok severim ben bunu. çünkü insanoğlunun yok bi farkı kelebekten. tek çiçekten bal olmaz. kelebeksen kelebekliğini biliceksin.
çocukluğumdan beri hep imrenmiş ve takdir etmişimdir bu yüzden çok yönlü insanları. belki de günlük sıradan şeylerde bile çokluğa çabalayışım hep bundan. çünkü sıradan şeyler bile hayatta yapıcağın yaptığın büyük şeylerin bi taslağı bi örneğidir bi nevi. çünkü tek bişeye saplanıp kalmak dar kafalılığı da beraberinde getirir. belki de yetinmemek bu kim bilir. yine de bunu kelebek oluşumuza bağlıyorum. binlerce çiçekten bal almalısın bal yaratmak için.

20 Ocak 2011 Perşembe

ham bi ilham


sanat ilham veriyor bana herşeyden önce. insanlar. kırmızı saten bi elbise giymiş kırmızı rujlu simsiyah saçlı bi kadın. beni tanımasa da ve aslında hiçbir şey hakkında hiçbir şey bilmese de tatlı tatlı gülümseyerek gözlerini dikip bakan, inceleyen, dokunan, ısıran, koklayan, düşen, kalkan bi çocuk ilhamı sunar bana camdan bi tepside. siyah beyaz fotoğraflar. mesela taparcasına sevdiğim Edie Sedgwick. mesela Claire Forlani. her an tek bi sırt çantasına hikayesini toparlayıp içinden gelenin önünde eğilip rüzgar nereye götürürse oraya gidebilecek genç kızlar, kadınlar ilham verirler bana. Edith Piaf. Cemal Süreya. Turgut Uyar. Birhan Keskin. Dali. Ve tabii Frida.
Çocukluğum, güneşli yaz öğleden sonraları. Fransızca. yağmurlu bi akşam şömine başında fonda Edith Piaf - Autumn Leaves, kadehte beyaz şarap. karlı bi sabah sıcak çikolata.
Aşk.
Heyecanlar, elin ayağın titreyerek geçmek o eşikten. gözünü karartıp sonunu düşünmeden girilen hikayeler. ya da belki hiç farkında olmadan içinde bulunulanlar. Hangi şarkıyı seviyosan onu dinlemek. Çok sevdiğin bi şairin bi şiirini okumak. Ne yaşarsan yaşa, güzel günlerin olacağı umudunu taşımak içinde. Yaşamak, salt yaşamanın kendisi en büyük ve en güzeli ilhamı veriyor bana.

15 Ocak 2011 Cumartesi

seni seçtim panpa


sene 2001. ortaokula başlamışım. yeni bi eve taşınmıştık, zaten taşınmak dediysem de şöyle ki iki bina arkasıydı nerdeyse eski evimiz de. yani öyle taşınmak falan denemez aslında. yeni olan bişeye alışmak zorunda olmak o zamanlar da yorucu görünüyodu gözüme. neyse bi şekilde oldu bitti. tabi ben o aralar, yeni evden okula nasıl gideceğimin planını falan yapıyorum. ''allamm yolum uzadıı yolda kaçırcaklar beni. sabahın 6'sında o karanlıkta tek başıma yürüycaamm'' falan diye böyle bi içsesim var. gel zaman git zaman, o planlara aslında gerek olmadığını gördüm tabi. okul dediğim de iki, bilemedin üç sokak ötede.
bi gün, okuldan gelmişim galiba. baktık yeni biri taşınmış bi üst dairemize. kadın ilk günden geldi işte kapıya annemle tanıştılar. iki kızı var yanında. biri esmer öteki kumral. çocuğuz tabi, bakışıyoruz falan malak gibi. utanmalar, sessizlikler, adımızı bile sormadık birbirimize. neyse kadın da kızlarını önüne kattığı gibi çıktı yukarı. sonradan öğrendim ki kumral olanla yaşıtmışız. daha doğrusu benden 1 yaş küçük. esmer olansa 2 yaş büyük. benden 1 yaş küçük olan daha işime gelince dedim bari onunla arkadaş olayım hem benden küçük. döverim falan. nasıl sevinmişim böyle. iki tane yaşıtım taşınıyo apartmana olm boru değil. zaten biz de yeni taşınmış sayılırız. o okul yolunu tek başıma yürümicem artık diye hayaller kuruyorum. tabi sonradan kız gitti daha uzaktaki okula yazıldı o ayrı. ben de kaldım tabi hayal kurduğumla.
velhasıl kelam. günler geçti haftalar derken biz kızla çoktan kaynaşmıştık. evin önünde yürüyoz böyle. bi de öyle bi yaş ki, hani ip atlasan olmaz malum ergenliğe girmişiz. saklambaç oynasan, mahalledeki diğer kızlarla pek bi muhabbetimiz yok daha. iki kişi kendi kendimize de oynayamayız türk filmi mi çekiyoruz. hani ağaçlara saklanmalar falan. yok. dedik bari yürüyelim. her gün okuldan gelince çıkıyodum yukarı hadi dışarı gidelim diye. bazen de o geliyodu beni almaya. apartmanı 88 kere bildiğin tavaf ediyoduk. harçlıktan kalan bişey varsa bakkala gidiyoduk diş şeklinde jelibonlardan alıyoduk mahalledeki küçük çocukları korkutuyoduk falan.
ruh ikizim canım ciğerim bellemiştim kızı. mahallede bi çiçekçi dükkanı vardı. bi oğulları vardı sürekli böyle mahallede top koşturuyo. anime karakterleri gibi böyle gözleri kısık esmer küçük bişey. ama bildiğin abayı yakmışım çocuğa. kızın beyninin etini yiyorum yae bi adını öğrennn kaça gidiyomuşşş diye. kız da tıpış tıpış öğreniyodu tabi. eli mahkum. oturuyoz böyle kızla karşıki apartmanın merdivenlerine çocuğu kesiyorum falan. çocuk da boş değilmiş, 2 sene sonra doğumgünümde çiçek almış bana. havalara uçuyorum. ayy ne romantikk çiçek almışş diye. tabi salaklığım arşta farkedemiyorum. sonradan düştü jeton tabi. çocuğun çiçekçi dükkanı var zaten. neyin romantikliğinden söz ediyosun. neyse konumuz bu değil.
kızla akşamları balkonda oturuyoruz hayal kuruyoruz. birbirimizden ayrı gayrımız falan yok. bi karar almak istedik. olmuyo böyle. adını koyalım bunun bi adı olsun falan dedik. bunlar sonradan yukardan taşınıp gene bizim apartmanın terasına taşınmışlardı. bi gün işte terastayız. hadi bakalım kesici delici bikaç bişey aldık yanımıza annesinden gizli oturduk betona. korkuyoruz tabi. işin kötü tarafı, iki tarafın da ödlek olması durumu daha bi trajikomik yapıyo. ve ikimiz de birbirimizi korkutmaktan başka bi işe yaramıyoruz. tamam ya artık dedim bi yerden başlamak lazım. iğneyi aldım soldaki elimin şimdi hatırlamadığım herhangi bi parmağına batırdım. tabi iğne olunca öyle kolay kan gelmiyo. canım da acıyo. bi yandan da o yaşta bilinebilecek tüm küfürleri sayıyorum. neyse bi damla da bişeydir dedim. kendim dışındaki herşey o an umrumda olmadığı için o ne yaptı nasıl yaptı bilmiyorum. kanlarımızı birleştirdik. hobaa olduk mu kankardeş. tarifsiz duygular. kardeşimm diye birbirimize sarılıyoruz gülüşüyoruz falan. nasıl da modaydı o zamanlar. sonraki günler hep canciğer kuzu sarması şeklinde, ediyle büdü kıvamında geçti. birimize sataşan olursa öteki gelip onu kurtarıyodu falan. bildiğin çocukluk işte. şimdi düşününce saçma ve çocukça geliyo evet ama zaten çocuktuk ve o yaşta birbirini hiç bırakmadan hep destek olarak her zaman birbirinin yanında olma sözünün sorumluluğunu almak istemiştik. böyle de bişey.

13 Ocak 2011 Perşembe

istanbul git ankarayı bul


araya ayrılık girmesi fena. ben de oturdum bi sigara yaktım. evdekiler evde değillerdi, bu yüzden döndüklerinde en ufak duman kokusu almasınlar diye pencereyi açtım sonuna kadar. ama geldiklerinde, ne yaparsam yapayım o kokuyu alıcaklar. ne yaparsam yapayım çıkıp gelmiceksin şuan.
ankara. uzak yer. istanbul da yakın değil bana. kendimden uzağa gittim son bikaç gündür. hah, evet 5 gün olmuş.
belki öldüğüm haberini alsan, yine dönmeyeceksin oralardan. inatsa inat. kesinlikle öylesin. ama sana kızmıyorum. seni anlıyorum yine de biliyor musun. bazen sana kızdığımda, aslında kendime kızıyormuşum da, bi an seni kendim sanıp da öfkeli kelimelerime küskünlüğüme gri kanatlar takıp yanına yolluyormuşum. zaman geçiyor. zaman demek, gitgide daha alışmak. alışıyo insan iyi kötü.
ama özledim. seninle konuşmasak da 1,5 gündür, beni çok kızgın bi halde kendimi burada yiyip bitiren bi halde bıraksan da, haklı ya da haksız umursamasan da.
depresif şarkılar açıp duruyorum. ama günde 1 sigaradan fazlasını sen gelinceye kadar kendime yasakladım. dönünce zaten beynimi yiyosun içme içme diye. sanki sen ben içme diyince bırakıyosun da. halla halla. hayret bişey.
ayyyy böyle bi yazı yazabileceğimi yazıya başlarken bile bilmiyodum resmen. ama berbat. halim gibi.

10 Ocak 2011 Pazartesi

sensiz saadet neymiş tattım bilirim ki


kimse değil özellikle annem çok iyi bilir. temizlik; kanlı bıçaklı düşmanım, kan davalım, mahallede top oynarken nasıl becerdiysek balkonuna kaçan topumuzu keseceğini söyleyen deli kadın, tam ısındık kaynadık kaynaştık derken annemizin hoop diye eve çağırmasıdır benim için. hiç mi sevmedim, evet hiç.
bazı kızlar vardır böyle, adımını yere attığı dakikadan itibaren evinin kadını olmayı düşleyen, büyüyünce ne olcan sorusuna 'temizlik yapceemm' diye manasız bi cevap veren. onları hiçbir zaman anlayamamış olmak bi yana da, bana hep mi komik geldiler, istisnasız her defasında evet.
tamam hepimizin küçükken bebeği oldu. hepimiz, cansız olmadığına kendimizi öyle bi inandırıp o bebeğe annelik yapmaya uğraştık ki. çok masum ve sorumluluk almayı seven. kendi saçımı taramazdım o bebeğin saçı her sabah uyandırdığımda güzel olsun isterdim. okuldan yorgun gelince leş olmuş önlüğümü çıkarmadan hoop bebişimin yanına koşardım üstü başı ne halde altını pislemiş mi diye. bi de anne olucam, kaç defa bebişimin minnacık şirin elbisesini kendi ellerimle pislettim. düşün ağzı kapalı, gerçek yemek kaşığını alıp çorbayı içirmeye çalışıyorum böyle. hatta galiba sırf bana inat yapıyo da yemiyo, ya da tam bana çekmiş, o yaşta diyete mi girdi ne, niye yemiyosa diye çıldırıp falçatayla caarrt diye ağzını yırtmıştım. ama normal görüyorum şuan o psikopatlığı. çünkü o günlerde tvde ayşe teyze diye bi kadın vardı. çocuk beynimizle izlerdik biz de carrtt diye çamaşırları yırtıyolardı falan. çok ayıp. şu an düşününce, tebessüm etmeden duramıyosun. tamam konumuz bu değil. ama aslında var bi bağlantısı temizlikle. anaç insanların temizliği sevdiğine inanıyorum. ama kendimi bu kategoriye sokmuyorum kesinlikle. konu anaçlıksa anacım anacım.
neyse fabrika ayarlarına geri dönüyoruz.
ya hiç bilmiyorum nasıl sevileceğini temizliğin. bildiğin, kılı akarı kokarı pisliği falan süpürüyosun siliyosun havalandırıyosun. süpürüyosun içine çekiyosun, siliyosun aynı yerde kalıyo, bi hareketlenme bi yerinden kalkma olmuyo o kılda tüyde. havalandırıyosun üstüne başına bulaşıyo o toz o pislik. tamam çözümsüz çaresiz bişey değil temizlik yaptıktan sonra senin kirlenmen ama neden durduk yere toza bulanasın.
misal, bulaşıkları makinaya atmak birçoklarınca temizlik sayılmayabilir. günlük ritüel. lakin benim adıma, oturduğun yerden kalkıp bişeyi bi yerden kaldırıp öbürsü(bu lafı çok sevdiğimi söylemiştim) yere koymak temizlik demek. ki toz almak da aynı şey değil de ne yani. tozu bi yerden alıp bi yere götürüyosun. kargocumuyum ama ben. cık. bu yüzden sıcacık kurulduğum yerden beni kaldırıp ''şunu al şuraya götür, şunu kaldır şurdan..'' falan dendiğinde temizlik yapasım geliyo aslında bunu çok dürüstçe söylüyorum şuan. ama söyleyeni temizleyesim geliyo. yani yaşadığım sürece seveceğim ve yapacağım tek temizlik aktivitesi bu olacaktır.
deli oluyorum temizlik yaptığım dakikalarda. bugün mesela, ben orda mutfakta yerleri siliyorum falan baktım abim içerden sesleniyo bıdı bıdı. allahım nasıl fitil oldum. bi bağırdım tüm apartman durduk yere zelzele yaşadı. gerek yok yani orda ne ben temizlik yapayım ne temizlik yaparken benle iletişime geçilsin. çok anlamsız. gerçekten. ha tamam insanız, çok mecburuz fazlasıyla elimiz mahkum yaşadığımız yeri temiz tutmaya. ama ben bu çok zaruri hayati yüklemle meşgulken kimse gelip benim yüzüme bile bakmasın. katil olmak istemiyorum. lütfen. adımı soran olursa dananınanı derim. yaşın kaç de anında dalarım. çok rica etmiyorum yalvarıyorum. yapmayın böyle.
zaman içinde birçok şey değişir. değişmeyen nerdeyse hiç yok gibidir. insanlar da aynı kalmaz. hem de hiç. bu yüzden vardır elbet, öyle çok uzaklara gitme 2 yıl öncesine kadar çok pasaklı olup da şimdi nefes alsa kendi nefesinin ortamı kirlettiğini düşünen insan efendiler. ama her iddiasına girerimki ben hiçbir zaman temizlik sevemicem. çok mucize, çok inanılmaz bişey olur, kainatta herkes beni protesto etmeye kalkışır ve koca evrende bi tek benim temizlik yapmam gerekir. iş öyle bi boyuta gelir ki hani ben temizlik yapmazsam tüm insanlık ölecek öyle diyim. son arzun ne diye sorsunlar bi zahmet. aynen şunu derim: yae kıvrılalım şuraya, erkek olun nan biraz ölmekten korkuyosunuz. hadi ışıkları kapatıyom sizde kapayın gözünüzü ben de şimdi geliyom.

ps.üstümden her defasında 85 tane kamyon geçmiş gibi yorulunca temizliği sevseydim şizofren olmam gerekirdi. Sevmedim sevemedim sevemem ki.

9 Ocak 2011 Pazar

Cemal Süreya'ya...



Hangi şiirinizi yazsam diğerinin hatrı kalacak. Diğerini yazsam ötekinin boynu bükük. Hem ben, Sizin kadar usta değilim üstadım kelimeleri önümde diz çöktürecek denli. Kusurumu bağışlayınız.

Oralarda ne şiirler yazdınız, biliriz. görmeyiz fakat biliriz. Gün gelir, biz de elbet görürüz. Ve elbet, ve tabii, Siz de bakarsınız görürsünüz bizi. Şiir yazarız ama şair değiliz. Şair diye size denir.

Yazacaklarım çok. Lakin huzurunuzda söyleyeceklerimle, daha doğrusu çelimsiz kelimeleri elele tutuşturup birşeyler söylemeye çalışmalarımla şahsınızı sıkmayı hiç mi hiç istemem.

Sanki bir gün oturtup beni karşınıza, ''Bak evladım. Böyle olmaz. Yazmalısın daha da. Şiir uslanmak nedir bilmez bir nehir, dörtnala bi arap atı ve daha nicesi. ne derler nedir nasıl yaparım deme. yaz.'' demişsiniz gibi, size söz vermiş gibi, -ki o söz benim için ne denli büyük bir yemindir. Şiir yazmayı elden bırakmayacağım. Ve siz orada, daha doğrusu her daim yakınlarda, buralarda, seyredeceksiniz. Eleştireceksiniz de. Ve ben, yazdığım her şiirden sonra tatmin olmayacağım da, ''Bu, sanatçının doyumsuz tanrısallığıdır...'' diyeceksiniz. Diyeceksiniz değil mi. Seyredeceksiniz de.


Işıklar içinde uyuyunuz güzel şair.

8 Ocak 2011 Cumartesi

ellerimde ödevler kapında sırılsıklam görürsen bir gün şaşırma


üzerine afiyet şuan oturmuş çikolatalı top yiyorum. vizesinden hadsizce berbat bi sonuç aldığım dersin hocası, bilmemkaçın altında alanlar ödev getirsinler bana yükselteyim demişti. söylediğinin akşamı otur yap bitir için rahat olsun dimi. hayır. zor olanı değil. bazen illa inat edip kolayını seçiyorum. 1 hafta var la yaparım bi ara dedim ve evin yolunu tuttum. tabi araya hayat girince yapamadıkları da giriyo insana. geldi mi ödevin teslim günü. ben tabi o gün hocanın karşısına çıkmadım. yüzün tutar mı hiç. benim de tutmadı. dedim haftabaşı veririm. sen gene git eve. gene otur netin başına saatlerce. al gene önüne bu geceki gibi çikolatalı havuçlu topları. mide fesadı geçire geçire bayıl o ekranın önünde tamam mı hiçbişey yapma. tarzım bu. bikaç haftayı böyle yedim falan.
eveeett geldik bu gecenin esprisine. şu saniyelerde ben, 2,5 ay önceki ödevi yapmak için tam 4 saattir netin başında ödeve yarayacak bilginin falan tam tersi ne var ne yoksa onlarla uğraştım durdum. öğlen evden aceleyle çıkıyodum kahvaltıyı es geçeyim geç kalmışım bide kahvaltı mı yapıcam dedim hem zayıflarım. ama olmadı. kahvaltıda götürdüm dolmaları kekleri kurupastaları. kainatta öğünlerini olması gerekenden çok alakasız şeylerle geçiren bi ben varım bunu biliyorum. çemkirilmeye ihtiyacım yok. biline. kahvaltıda dolma, öğleden sonra yağ reçel, akşam yemeği niyetine de cips yerim. sonra tartıda tek bi kiloya çivilenmiş bi şekilde yaşamanın lüzumsuzluğundan dem vurmalarımın ensesine vurmalıyım. ama parmak kaldırıyorum, anlamadığım şey: be insan evladı, onca yiyosun bari kilo al dimi. yok. 'kilomu koruyoroomm' diyenlerden nefret ediyorum ya, illa onlara benzeticek evren beni. tikilere gülerim kelime aralarında yavşayıp tikileşirim. tayt giyenlere gülerim 'cesurum', doldururum dolabı türlü çeşit taytlarla. o basenlerle giyerim. bi ara ugg'lara fena çemkirmiştim, bazen ayağımdan çıkmıyo, bırak onla uyurum yeminle. kundağa sarılmışsın hissi gibi böyle tuhaf bi duygu. neyse saçmaladım.
ne diyodum ben. heh evreka! demek istediğim, benimki artık tembelliği, boşlamayı, öfleyip püflemeyi geçti bi yaşambiçimi. buluşma yerlerine söylenilen saatleri ikiyle çarpıp çıkan sonuç neyse o zaman ulaşabilmeyi beceriyorum ya her defasında, bu da ondan işte.
bak sınıf bitti, yeni bi sınıfa başlıcaksın(böyle diyincede kendimi ilkokulda hissettim. sınıf ne lan!). yap lan artık şu ödevi yolla hocaya yükselt notunu bak not ortalaman bilmemkaç gelince ağlama sonra. diyor bir yanım.
oha lan. kaç onlarca öğrencisi var. kaç kişinin ödevi. kalkıp 3 ay önce not yükseltme adına verdiği ödevi, üstelik senin gibi temmbeeell birine verdiği ödevi zamanında yapmadığını zamanında teslim etmediğini, hadi zamanı geçti en azından sonraki haftabaşı vermediğini hatırlıcak da sana içinden bi güzel zılgıt çekicek de ortalamana yansıtıcak da. diyor öbürsü(çok seviyorum bu lafı) yanım.
ağlayayım mı lan şuan. valla da ağlayayım.




ps. oha ne dengesiz bi yazı oldu böyle. ara ara yoklayan depresyona ver sen de hacı.

ps2. 2011'in de ilk yazısıymış bu arada. e kutlanır bu ama. neyle, tabiki yemekle.