30 Temmuz 2014 Çarşamba

Bir yolculuk ve yeniden baslama hikayesi 4

Harika bir gün bizi bekliyordu. Mızmızlanıp kedi gibi yataktan hiç çıkmak istemesek de kalkmalı ve dışarı çıkmalıydık. Mevsimlerden yaz, bizse gençtik. Kaybedecek vaktimiz yoktu.

Kahvaltı faslını hızla geçip hazırlanıp çıktık. Rotamız Çınarcık'a 20 dk uzaklıktaki şirin mi şirin Teşvikiye Köyü, taktık çantamızı sırtımıza çıktık yola. Yol boyunca gözüm hayranlıkla güneş ışığında pırıl pırıl görünen insanlar ve tertemiz denizdeyken beni buraya getiren sese bir kez daha şükrettim. Hayatta iyi ki dediğimiz şeylerdir bizi hayata bağlayan ve ben bu yaz binlerce kez iyi ki dedim.

Sonunda varmıştık. Masallardaki gibi şirin bir cafe, mis gibi kokan ağaçlar, dağ havası ve atlar..

Kurt gibi acıkmıştık, hemen siparişleri verdik ve ben her zamanki gibi fotoğraf çekmeye başladım bile. Hangi köşesini çeksem diğeri dudağını büzüp bakıyor bana oradan. İsyankar ruhumla telefonun hafızasına bir güzel isyan edip telefon artık ''Yeter artık daha neyi çekeceksin!'' diye dile gelip cinnet geçirene kadar fotoğraf çektim. Yemekleri yediğimize göre atların yanına gitmek istedim. Kendimi bir masal kahramanı gibi hissettiğim her saniye, hayatta olduğumun dibine kadar farkında, yüzüm hep güldü durdu.

Atlara yaklaşıp gözlerinin içine baktım, onlara teşekkür ettim bu kadar güzel oldukları ve iyi ki var oldukları için. Onlara gülümsedim ve kendilerine iyi bakmalarını söyledim. Salıncağa bindim, şarkılar söyleyerek, mutluluktan uçmak bu olsa gerek. Bugüne kadar kanatlarım olduğunu bilmiyordum, varmış, uçuyordum işte. Hem de çok yükseklerde.

Dönüş vaktiydi, gidiyorduk. Son bir kez daha garson çocuğa telefonlarımızı verip bize o günü hatırlatacak birer fotoğraf daha çektirip eve döndük.


Buraya boşuna gelmediğimi bir kez daha anladım

Eve dönmüştük. Yorgunduk biraz uzanacaktık. Tam da o an Tijen Abla çağırdı balkondan. Sürpriz bir misafiri varmış.

Ece ile oturup düşünmeye çalıştıysak da kim olduğunu bulamayıp sonunda heyecanla yukarı çıktık. Ve kapıdan girip balkona geçtiğimizde hayatım boyunca unutamayacağım insanlardan biriyle tanıştım: Lena Hanım. Ece'nin akrabasıymış, gençliğinde herkesin hayranlıkla izlediği ve hatta çalıştığı iş yerinde herkesin birbirine ''Bir mola verelim de Lena'yı izleyelim'' diye aşık olduğu bir kadınmış. Ece bana bunu anlatmasa da emindim, Lena Hanım tam da böyle bir kadındı.

Yıllar hiç geçmemiş ve geçtiyse de Lena Hanım'a hiç dokunmadan geçip gitmişti sanki. Hala çok güzel ve eşsizdi. Masmavi derin gözleri, sapsarı saçları, hala o büyülü genç kızlığındaki kadar güzel yüz hatları ve tatlı gülümsemesiyle tanıştığım için iyi hissettiğim insanlardan. Hayatını az çok duymuştum önceden, şimdi karşımdayken yüzüne bakınca hepsi bir film gibi önümde canlanıyordu. Ne kadın ama.. Herkesin konuştuğu güzel Lena..

İsmimi duyunca ''Ne güzel bir isim'' deyip gülümsedi. Böyle bir kadından bunu duymak gururlandırmıştı beni. Ona yazar olduğumu söyleyince şiirlerimden birini duymak istediğini söyledi. Utandım, şiir gibi bir hayat yaşamış birinin karşısında nacizane yazdığım şiiri okumak hadsizliği mi? Saçmalamamalıydım. Ama Tijen Abla'nın ve Ece'nin ısrarları girince araya, okumasam ayıp olurdu. Şiiri okudum ve Lena Hanım'ın yüzüne baktım, gözleri dolmuştu. Uzaklara baktı. Sanki baktığı yerde geçmişini görüyordu, genç kızlığını, onu özlüyordu, yılları geri getirmek istiyordu, hala o günlerde olduğuna inanmak istiyordu. Mahvoldum oracıkta, ağlamamak için kendimi zor tutsam da gözlerimin dolmasına engel olamamıştım. Ve şimdi bana hüzünlü gözleriyle gülümseyerek bakan bir çift göz.. Gece boyunca hiç durmadan konuştuk, Tijen Abla'nın mezeleri, Ece ile kendi aramızda kulaktan kulağa esprilerimiz, şarkılar, şiirler derken yine büyüleyici bir akşam daha yaşamıştık.

Ayrılırken elimi tuttu, yüzüme o her zamanki gülümsemesiyle baktı ve ''Güzel Leyla, kendine iyi bak'' dedi. Bir romanın içinde gibi hissettim kendimi. Ve o gece kendime uzaktan bakarken, kendimi unutup bir kez daha hayatı anladım. Ansızın oraya gelmek istememin, tüm bu insanlarla tanışmamın ve şimdi o gece orada olmamın kesinlikle bir anlamı vardı.



Bitti.

17 Temmuz 2014 Perşembe

Bir yolculuk ve yeniden baslama hikayesi 3

Nerede kalmıştık?

Geçen bölümde her şeyin rüya gibi olduğundan bahsetmiştim, ilk kez Çınarcık pazarını görünce animelerdeki koca gözlü sevindirik kızlar gibi olduğumdan ve Tijen Abla ile tanışmam ve onun film gibi hayatından.. 

Ertesi gün.. 

Sanki böyle her şeyin bembeyaz tüller içinde geçtiği uçmakla ilgili bir filmin içindeymiş gibi hissetmeye tam gaz devam ederken.. Yine her günkü gibi tertemiz mis gibi uyandım. Sabah Ece ekmek almaya gidince o gelmeden hemen kahvaltı sofrasını hazırlamaya koyuldum. Geldiğinde sofra hazır, Ece şaşkındı. Kurt gibi acıkmıştık, son 3 gündür yaptığımız gibi dakikalarca sofrayla bakışmaya hiç niyetimiz yoktu. Her sofra kurduğumuzda da sofrayla aşk yaşamayalım sonuçta dimi? Hiç acımadık, 5 dk.da sildik süpürdük. Sonra evi de silip süpürmek gerektiğini anladık, onu da hallettik ve görevimiz başarıyla tamamlandı! Alnımızda ''Mission Completed'' yazıyordu, yüzümüzde yorgun ama mutlu bir ifade. Dün gece canım Tijen Abla'yı kahvaltı sonrası kahvesine çağırmıştık, sözleştiğimiz gibi yaptık. Her şey hazır olduğuna göre artık çağırma vaktiydi. Çaylar, kahveler, çerezler, kurabiyeler, meyveler derken tatlış bir öğleden sonraya hazırdık. Ve sonunda geldi canım Tijen Abla.


Yaşadıklarımız farklı olsa da aynıymışız aslında

Dün gece anlatmadıklarını anlattı, unuttuklarını ve anlatmak istediklerini. Dinledik. Heyecan ve büyük sessizlikle, anlamaya çalışarak. Satır aralarında söylediği hayat dersleri hala kulağımda küpe, ışıl ışıl. İnsan, bir başkasının hikayesini dinlerken en çok da kendinden bir şeyler bulmaya çalışıyormuş. Başka başka hayatlar yaşasak da hepimiz aşağı yukarı benzer şeyler yaşıyormuşuz aslında. Aşık olduğu adamlardan ve yaşadıklarından bahsederken, kendi hayatında yaptığın hataları, hissettiklerini görüyormuşsun. İkiniz de başka başka adamlara aşık olmuş olsanız da, hissettikleriniz aynıymış, görüyorsun. Aşk her yerde ve her zaman aşkmış, insan da. Onun yaşadıklarını dinlerken, tıpkı film izlerken yaptığım gibi, içimden ''Hayırr onu yapma, oraya gitme! Hayır sakın onu yapma'' dedim durdum. Ama senin yapma dediklerini yapıp, söylemesini istemediğin şeyleri çoktan söylemiş olduğunu görüyorsun. Hayat tam da böyle bir şey işte.

Kahvelerimizden birer yudum alıp sohbetimize devam ederken sonunda fallar kapandı. Sohbete ve dinlemeye kendimizi öyle kaptırmışız ki normalde yarım saatte anca soğuyan fincanlar 10 dk sonra soğumuştu. ''Önce senden başlayalım'' dedi fincanımı açarken. Söylediklerini dinlerken bir yandan her zaman fal baktırırken hissettiğim gibi ''Yok canım sadece fal sonuçta'' diyordum içimden, ama bir yandan da duyduğum güzel sözler karşısında inanmak istiyordum. Duymak istediklerimi, olmasını istediğim şeyleri söylüyordu çünkü. Bu arada fal bahaneydi, ''Yüzüne baksam anlatırım sana her şeyi fal gibi'' dedi, öyle de yaptı. Bir insanı, onu gerçekten tanımadan çözmek zordur ama Tijen Abla gördüğü anda tanımıştı beni, öyle söylemişti dün gece. Ve o öğleden sonra dediğini yaptı, bana beni anlattı. İyi hissettim. Falı bitirirken de ekledi, ''Çıkacak bu fal gör bak. Her şey çok güzel olacak, tam istediğin gibi. Ara ama beni Tijen Ablam çıktı falın'' diye. Tatlı kadın bu Tijen Abla.

İşi olduğunu ve gitmesini gerektiğini söyledi, üzüldük tabi bu güzel sohbet ve öğle keyfi biteceği için ama nasılsa üst kat komşuydu, kendisinin de dediği gibi ''Dilediğimiz zaman onunla muhabbet etmeye, dertleşmeye gidebiliriz'' güveniyle onu kapıya kadar geçirdik.

Ece biraz kestireceğini söyledi. Hazır güzelim sessizliği ve mis gibi huzurlu ortamı bulmuşken, açtım müziğimi, aldım kahvemi defterimi, balkonda kendi kendimle başbaşa kaldım. Uzun zamandır olmadığım kadar iyiydim. Sanırım özlemişim, İstanbul'un o karmaşık kalabalıkları, işi gücü yorgunluğu yalnızlığı koşturması içinde unuttuğum duygulara kavuşmuştum. Arada yapmak gerekiyormuş bunu, anladım.

Burada her şey ama her şey bir film sahnesi gibiydi. Sessiz ve dingin bir akşamüstü, top oynayan çocuk sesleri, karşıda deniz, içimde huzur. Bir insan daha ne isterdi? 

8 Temmuz 2014 Salı

Bir yolculuk ve yeniden baslama hikayesi 2


Büyülü sahil kasabasına filmlerdeki gibi bir ilk adım, huzurlu bir uyku ve ertesi sabah acayip huzurlu bir kahvaltının ardından giyinip evden çıktık. Gideceğimiz yeri duyunca nasıl heyecanlandığımı anlatamam. Çınarcık'ın o rüya gibi manzarasına karşı kulağımda ''Hayat benim, her anımı yaşadıkça sevesim var. Aldırmam hiç yağmurlara, benim güzel hatalarım var. Bir an bile vazgeçmedim kendi yolumdan'' diyen o güzel şarkı, içimde çocuksu bir heyecan, önümde benden biraz daha hızlı adımlarla yürüyen en yakın arkadaşım, arkasında ben hayallerde, yürüdük sahil boyunca. Benim her an durup fotoğraf çekme sevdam yolumuzu biraz uzattı tabi ama halimizden memnunduk hatta epey eğleniyorduk. 

Sonunda gelmiştik ve işte şimdi karşımda Çınarcık Pazarı. Allah'ımm nereye baksam rengarenk ve gerçekten gerçek sebze ve meyveler ve çiçekler. En güzeli ise istisnasız tüm pazar esnafının yüzünde, sanki hissettiklerimi anlıyormuşçasına tatlı bir tebessüm. Heyecanım ve sevincim her halimden o kadar belliydi ki, mantar alırken heyecandan parayı fazla vermişim. Ece dalmış tabi alışverişe ''Akşama ne pişirsek, salataya ne koyarız, dur limon almadım'' diyor ama ben duymuş gibi yapıyorum. Kiraz görünce birbirimize verip küpe yapmalar, gülümseyerek kayısının dutun tadına bakmalar.. Elbette koskoca ömrü hayatımda ilk kez pazar görmüyorum ama gerçekten çok ciddi söylüyorum, gittiğim en tatlı pazarlardandı. Alacağımızı aldık, akşama kendi ellerimizle ziyafet sofrası hazırlayacağımızın mutluluğu, yüzümüzde tebessüm, çarşıya doğru yürümeye başladık. 

''Seni buranın en güzel cafesine götürücem'' dedi Ece, tamam dedim gidelim bakalım. Elimizde torbalar, kulaklıklar düşüp duruyor arada, şapşal bir görüntümüz var ama umrumuzda değil. Neyse ki çok yürümedik, en fazla 10 dk. Ki ben dedim dolmuşa binmeyelim diye, ne gerek var şu manzarada yürümek varken. Ve sonunda geldik. Bahsettiği kadar varmış, cafe güzeldi. Tam caddede ve iskelenin hemen karşısında, karşıdaki güpgüzel denizi yemyeşil ağaçlarla çerçeveleyen bir manzara. İnce belli bardaklarımızda sıcacık çaylarımız, oyuncaklar kadar şirin muzlu rulolarımız, yerdeki torbalarda duran renkli renkli meyvelerimiz, caddeden geçen bisikletli çocuklar, akşamüstü mahmurluğuyla pazardan dönen şirin teyzeler, elele geçip giden sevgililer.. Hepsi sanki bir rüya ve her şey mutluluk dolu. En son ne zaman bu kadar naif şeylerin ortasında kaldığımı hatırlamıyorum. Güzel bir sohbet, çektiğimiz fotoğraflara bakmak ve günlük planımızı yapmanın ardından eve döndük.


Her insan bir hikayeymiş, hepsi birbirinden başka 

Geldiğimiz ilk andan beri yaşadığımız ilginç tesadüfler, tuhaf işaretler ve mucizelerden sonra akşam bizi neyin beklediğinden de habersizdik tabi. Eve geldik, nasıl yorgunuz. Kısa bir kestirmenin ardından hafif bir yaz yorgunluğu ama aynı zamanda hiç olmadığımız kadar dinç, yerimizden kalkıp yemeklere giriştik. Sağlık bombası ama hiç de sağlıklı yiyecekler kadar tatsız tuzsuz olmayan mis gibi yemeklerle donattığımız krallara layık bir sofra, tüm bunları biz mi yaptık diye inanamayarak bakan ve sonunda kendine gelip oturunca masada yemeklerle bakışan biz, şimdi bunları nasıl yemeğe kıyacağız diyen bakışlar.. Ama sonunda yedik tabi. Dünya'nın en meşhur restoranının sahip olamayacağı kadar değerli bir sofra ve eşsiz bir manzara, Dünya'nın en mutlu insanı bendim tabii ki!

Şimdi böyle güzel bir akşam yemeğinin üstüne şöyle bol köpüklü bir Türk kahvesi ne iyi gider dedik, hemen yaptım geldim. Açtım telefonumdan da şöyle en güzel şarkıları, keyfimiz yerinde. Tam şarkıya eşlik ediyoruz böyle tam da İngiliz aksanı filan bile yapıyoruz, yukarıdan bir ses geliyor. Ne olduğunu anlamak için müziği kıstım, aman Tanrım o nasıl bir ses! Tok ve yaşanmışlık dolu bir ses ve Türk Sanat Musikisi söylüyor. Hem de en sevdiğim şarkı. ''Dilimi bağlasalar anmasam hiç adını, gözümü dağlasalar görmesem hiç yüzünü, elimi bağlasalar tutmasam ellerini.. Silemezler gönlümden, ne aşkını ne seni..'' Her akşam, Dünya'nın başka hiç bir yerindeki sofralarda oturmak istemeyeceğiniz güzellikte sofrasını kurup, şarkılarını söyleyen komşu hanımmış, Tijen Hanım. Onunla tanışmak isterdim dediğimin saniyesinde ''Ecee'' diye biri çağırdı, Ece'yle kafamızı kaldırdık. 

- Hoşgeldiniz kızım, nasılsınız? 
- Hoşbulduk Tijen Abla. Siz nasılsınız?
- İyiyim ben de. Şimdi siz yoldan geldiniz yemeğiniz yoktur, hadi çıkın bak sofra hazır, kokusu da gelmiştir şimdi.

Yeni taşınmışlar, Ece de yeni tanışmış kendisiyle, bi uğrayalım mı dedi, seve seve dedim. Yeni insanlar tanımak yeni hikayeler tanımak demektir dedim ve çıktık. 

Gerçek olamayacak güzellikte rengarenk çiçeklerle dolu bir teras, çok güzel bir sofra, ışıl ışıl mumlar, fonda da Müzeyyen Abla, gel de bu sofraya oturma. Laf lafı açtı, yemeğimizi yemişiz karnımız tok ama ucundan da olsa tüm yemeklerden ve mezelerden birer lokma aldık. Maksat yemek değil zaten, o sofranın keyfi bir başka.

Hani bazen biriyle tanışırsınız ama sanki çok uzun zamandır tanıyormuşsunuz gibi olursunuz ya, Tijen Abla ile tanıştığımda hissettiğim şey tam olarak buydu. Kendinden bahsetti, hayatından. Film gibiydi anlattığı her şey, hatta gerçek olduğuna inanamıyordum. Yalnız kendinden bahsetmedi tabii, o kadar güzel öğütler ve hayat dersleri aldım ki.. O anlatırken tüylerim diken diken oldu ve belki de böylesine hayatı dolu dolu yaşamış birinin anlattıkları beni çok etkilemiş olacak ki gözlerim doldu. Beni öyle duygulanmış görünce yerinden kalkıp bana sarıldı ama nasıl içten. Başımı okşadı ve belki de hayatım boyunca unutamayacağım o sözleri söyledi ''Sen çok güzel yürekli bir kızsın ve her şey çok güzel olacak güzel kızım''. Gerçek olamaz bunlar, yoo hayır ben şu an kesin rüyadayım dedim içimden. Hayatımın en derin akşamlarından biriydi. Çınarcık'a adım attığımda hissettiğim o tuhaf silkelenmenin sebebi buymuş meğer. Buraya gelip yeni insanlar ve yeni hikayeler görüp tokat yemiş gibi silkelenmem, büyümem, hayatı tanımam ve anlamam içinmiş hepsi. 

Saatin nasıl geçtiğini anlamamışız ama gece yarısını çoktan geçmiş. Nasılsa dışarıda değiliz hemen üst komşu zaten dedik ama artık kalkma vaktiydi. Tekrar sarıldı bana. Beni anlatırken benim bile bilmediğim şeyleri söyleyen bu kadını tanıdığım için mutluydum. ''Yarın öğleden sonra kahveye bekliyoruz'' dedik ve eve indik.

Koca bir hayat hikayesini dinlemek güzel olduğu kadar yormuştu da. Yatağa uzandığım gibi uyumuşum.



Devam edecek..

4 Temmuz 2014 Cuma

Bir yolculuk ve yeniden baslama hikayesi

Bir süredir tarifsiz bir şekilde her şeyi mistik bir şekilde yorumlamaya başladım. Beni bunu yapmaya iten şeyin ne olduğunu bilmesem de ya da bilmediğimi sansam da eminim bir sebebi mutlaka var. Son bir kaç haftadır ortalıklarda tabiri caizse ''Osho'' gibi gezmemin mantıklı bir açıklaması olmalı diye sorgulayıp durdum kendimi. Bu ne zaman başladı, hangi ara bu kadar bambaşka biri haline geldim ben de pek emin değilim ama sanırım gözle görülür ''miladımı'' yani beni böyle yapan şeyin başladığı günü tahmin edebiliyorum.

Uzun zamandır en yakın arkadaşımla hayat gailesinde bir türlü gerçekleştiremediğimiz minik bir tatil planımız vardı. Bundan tam 1 ay önce, spontan kararlar kraliçesi ben, yani Reklamcıinsankişisi ''Kalk dedim Ece gidiyoruz!'' Sırt çantamı kaptığım gibi atladım motora, sür dedim kaptan Çınarcık'a. Tabi beni nelerin beklediğinden habersizdim.

Ece ile farklı iskelelerden binip sonunda aynı motorda buluşmuştuk. Kitaplarımızı açıp, kulaklıklarımızı takıp yolculuğun tadını çıkarmaya baktık. Her yarım saatte bir, annesine sorular soran sabırsız bir çocuk gibi ''Bitmedi mi? Gelmedik mi? Ne zaman varacağız?'' diye sorup durdum. Adaların önünden geçtik, İstanbul gittikçe ardımızda kalıyordu ve sonunda şimdi ufukta bile değildi. Uzaktan görebiliyordum şimdi varacağımız yeri. Motor daha yaklaşırken hissedebiliyordum çok tuhaf bir yere geldiğimi. Ama hala her şeyden habersizdim. Ve motor iskeleye demirleyip karaya adım attığımda biri tüm varlığımla beni ve ruhumu silkelemiş gibi garip hissettim. Karşımdaki manzara aşağıdaki manzaraydı. Evet, işte ben tam da böyle bir yere gelmiştim.

Kendime gelmem abartısız bir kaç saatimi aldı. Çünkü hiç bir şey beklediğim gibi değildi. Rüyalarımda bile göremeyeceğim fantastiklik ve mistiklikteki sahilde akşamüstü yürüyüşünün ardından yine ancak filmlerde görebileceğimiz güzellikte bir kasaba çarşısı içinden geçtik. Annemi aradım ''Çok iyiyim ben''. Ve bir yokuşa geldik. Yokuşun sonunda kalacağımız ev göründü. Yol yorgunu bir şeyler atıştırıp sohbete daldık. Sohbetimiz bile eskisinden farklıydı sanki. Ve belki de birlikte ilk tatilimiz olması ya da o güzel sahil kasabasının verdiği ilhamla bir şey bulmuştuk. Bulduğumuz şey hakkında saatlerce konuştuk, heyecan ve mutlulukla. Hala inanamıyordum. Evden uzakta ama sanki evini bulmuş gibi hissederek uyudum.


2. gün ve olaylar gelişir

Şu ana kadar gördüklerim ve hissettiklerim yalnızca fragmanmış. Hani bazı anlar vardır ve o andan itibaren olaylar gelişir ya.. Çınarcık'ta 2. günüm de tıpkı böyleydi. İlk kez kaldığım bir odada gözlerimi açtığımda karşımda mışıl mışıl uyuyan arkadaşım, tatlı tatlı esen sabah esintisiyle balerin gibi dans eden tül, mis gibi çiçek kokusu ve kuş sesleri.. Uzun zamandır ilk kez bu kadar dinlenmiş uyanıyordum. Ait olduğum yeri bulmuş gibiydim.

Birlikte hazırladığımız şirin bir kahvaltı ardından kahvelerimizi yapıp keyifle içtik. İlk kez uyuduğun evde gördüğün rüya gerçek olurmuş inanışıyla gördüğüm rüyayı hatırlamaya çalıştım. Hatırlıyordum, akşam konuştuğumuz mevzu hakkındaydı rüyam ve o rüya bile bir işaretti.

Sahilde güzel bir yürüyüşün ardından bir banka oturup denizi seyrettik. İlhamla dolup taşmak bu olsa gerekti. Hiç durmadan bir şeyler yazmak istiyordum, yazıyordum da. Ve tabii burada geçirdiğim hiç bir anı unutmak istemiyordum, bu yüzden neredeyse gördüğüm her köşeyi, her ayrıntıyı fotoğraflamaya başladım. Ece şaşkınlıkla izliyordu beni, kafasına estiği an atlayıp kafa dinlemeye gittiği ''kaçış yerinin'' daha önce böyle bir yer olmadığını düşünürken artık kararı değişmişti. Burası bizim için artık önemli bir yerdi. Her şeyin başladığı ve değiştiğim yer.


Devam edecek...

1 Temmuz 2014 Salı

iste yine bir ''elestiriyorum öyleyse varım'' yazısıyla karsınızdayım

Son zamanlarda nerede görsem acayip midemi bulandıran, hiç bir şekilde sempati besleyemediğim, geçmişte herhangi bir ilgimin olup olmadığını düşününce şayet ilgim varsa kendimle delice dalga geçtiğim ama geçmişte ara ara merak edip bakmayı saymazsak aslında öyle pek de meraklısı olmadığım ve artık gördüğüm yerde arkama bile bakmadan kaçmak istediğim bir konu var, hayır eski sevgili filan değil, ne mi? İlişkiler hakkında yazılan yazılar.

Nasıl yani? Sen de yazardın, hatta arada hala yazıyorsun demeyin, gözlemlerden ve yaşananlardan yola çıkarak yazılan ilişki yazılarını kast etmiyorum. Hani şu seni aptal yerine koyan, hatta baya hiç bir şeyden haberi olmayan bir gerizekalı muamelesi yapan o ''İlişki ipuçları'' ya da ''Taktikler'' tarzı yazılardan bahsediyorum. Seni baya salak yerine koyarak adından bile daha iyi bildiğin şeyleri bir keşiften ya da yeni bir icatten bahseder gibi heyecan ve coşkuyla anlatan yazılardan bahsediyorum. İşin en acı tarafı da anlattıklarının çoğunu biliyoruz filan tamam da hiç değilse bir yerlerinizden element uydurmayın gözünüzü seveyim.

Ve işte onlardan bazılarını ele alalım.

''Bir erkek gün içinde herhangi bir an sana mesaj atıyorsa seviyor''
Ne alaka yahu! Adam belki bir şey soracak ya da canı sıkıldı biriyle konuşmak istiyor, ya da gayet amaçsızca yazmak istiyor işte. Bunu neden ''Ooo hacıııı kolay gelsinn ;))))'' durumuna bağlıyorsunuz arkadaşım!

''Sana yazdığı mesajların sonunda gülücük varsa kesin seviyor''
Zaten şunu gördüm kör oldum. Nasıl bir zeka bunu yazıyor gerçekten merak ediyorum. Yahu bir kere yazdıklarımızın sonuna gülücük koymak artık gelenek haline geldi, gayet alışkanlıktan o sonuna ufak bir '':)'' koyuveriyoruz el alışkanlığı, hatta oraya o gülücüğü koymazsan kovalıyorlar öyle bir durum artık düşün. Ve buna inanıp cidden ''Yaaa inanmıyorummm gülücük koymuşş'' deyip ortada gerçekten hiç bir şey yokken adama kör kütük aşık olan kızlar varsa da çok üzülürüm bir hemcinsleri olarak. Ay neyse daha fazla uzatamıycam içim daraldı anlatırken bile.


''Senin mesajından sonra uzun zaman geçtikten sonra cevap yazınca özür diliyorsa valla billa seviyor'' 

Allah rızası için biri bana bunun gerçek olmadığını söylesin çok rica edicem. Bak güzel kardeşim, azıcık bir nezaketi olan herkes bunu zaten yapar, yapmayan varsa ya unutmuştur, ya o an işi vardır hemen cevap yazıp işine dönecek, ya aklına gelmemiştir ya da direk öküzdür. Ama bunu yapıyor diye de durduk yere adama aşık mı olalım yani? Oh valla kebap, sırf ''Ya çok özür dilerim işim vardı şimdi yazabiliyorum'' dedi diye aşık olunmayı hak mı etti yani? Gider misin lütfen.


''İyi görünmek için çaba sarfediyorsa sana ölüp bitiyor'' 
Neresinden tutsan elinde kalıyor Allah aşkına şu cümleye bakar mısın? Len nasıl bir insan evladısınız siz, pasaklı pasaklı mı gezsin insanlar? Tabii ki kendine özen gösterecek, güzel kokacak, elleri güzel olacak, dişleri beyaz olac.. napıyorum ben ya kaptırdım gidiyorum öhöm öhöm.. Ne diyorduk, heh yani sırf bunları yapıyor diye bize aşık öyle mi? Ne malum kendine özen gösteren bir erkek olmadığı? İnsanları kandırıp umutlarıyla oynuyorsunuz resmen yazıklar olsun size dostum. Hayır yani adam sadece dişlerini fırçalıyor diye evlenelim mi onunla!

''Seni dinliyor, anlattıklarını merakla ve araya girmeden dinliyorsa aşkından kendini ciletliyor'' 
En saçmasını da sona sakladım. Lütfen yukarıdaki cümleyi yeniden okur musun? Ne gördün? Ya valla ben bir şey söylemek istemiyorum yıldım, yoruldum, tükendim. Bu kadar düşük bir iq karşısında beynim eridi, düşünme yerlerim uyuştu, nefes alamıyorum. Bir insan bir insanı dinliyorsa, dikkatini çekerim sadece dinliyorsa ona aşık mıdır yahu! Hayır yani olması gereken de bu zaten, tabii ki dinliycek ben orda büyük bir ciddiyetle en saçma şeyden bahsediyorsam bile dinleyecek. Ne yani anlattıklarımı ilk kez duymuş gibi ve yeni bir şey öğrenir gibi merakla dinliyor ve hiç araya girmiyorsa aşık öyle mi? Tamam sakinim, tamam tamam iyiyim ben tamam alt satıra geçebilirsin.


Daha ne saçmalıklar var da şimdi daha fazla yazıp sizi de bitkisel hayata sokmak istemem dostum. Ki bu kadar saçma şeylerin var olduğunu görünce sloganım olan ''Saçmalamak konusunda ölümüne ciddi'' cümlesinin önemini bir kez daha anladım. Tamam ben de ara ara saçmalıyorum ama emin olun sizin kadar değil sevgili ''Taktik'' yazarları. Ama cidden bunları yazan ve okuyan insanlar var. Ciddi ciddi var. Üzücü tabi. Ve bir de bence bütün bu yazıları yazan tipler hayatı boyunca tek bir insanla bir etkileşimi olmamış, ama sadece aşk meşk olayı değil normal bir arkadaşı da olmamış tipler. Yoksa bu kadar düz duvara tırmanacak kadar her şeye hallenmek başka türlü açıklanamaz. Öyle böyle değil adam artık neredeyse duvardaki saat ona bakıyor diye gidip saati öpecek ya da uzanmış telefonla ilgilenirken telefon yüzüne düştü diye ''Uuu seni hınzır şey ;))))'' diyecek. Evet tamam bu yazıların bir okuyucu kitlesi var, gayet merakla bekleyen ve okuma oranlarını tavan yapan bir kitle var saygım sonsuz, yazanlar da bir şekilde ekmeğini bundan çıkarıyorlar ona da saygı duyuyorum ama sırf birilerine bir şey anlatacaksanız anlattıklarınız neden mantıklı ya da en azından gerçek şeyler olmasın?

Haydi, bir iyilik yapın ve bizi o güzel (!) ipuçları ve taktik yazılarınızdan mahrum etmeseniz bile en azından işe yarayacak ya da bilmediğimiz bir şeyler söyleyin. Bakın tam da yaz geldi, evlenmek isteyen kızlar olabilir, bir iki gerçek şey söyleyin de evleniversin garibanlar. Ve tabii ne zaman facebook'a girse bir yeni düğün albümü gören o acı dolu kitle için de bir şey yapsanız iyi edersiniz, zira artık neredeyse Mark Zuckerberg çıkıp ''Tamam yeter! Valla tamam isyan ettim yeter tamam alın sizin olsun Facebook düğün de düğün yeter ulan ben gidiyorum!'' diyecek.

14 Haziran 2014 Cumartesi

Drama Queen'im, öyleyse varım!

Kendimi bildim bileli içimde bir Drama Queen var. Karşıma çıkan neredeyse her şeyi bir rakı bardağından görüyormuşçasına arabeskleştirmek konusunda bir dünya markası olduğum bile söylenebilir. Peki bir insan bunu kendine neden yapar?

Cevabı çok basit: böyle geldik böyle gideceğiz. Yani bir insan 7'sinde Drama Queense 70'inde de Drama Queen'dir, yapacak bir şey yok. Aslına bakarsan bunun için epey çabaladım ama ne yazık ki hiç bir zaman bir arpa boyu yol kat edemedim. Yani evet son zamanlarda, belki yaş ilerledikçe bir nebze de olsa bir iyileşme var diyebilirim. Olaylara diğerlerinin baktığı gibi bakmak dururken bir şeyleri abartarak ya da içine arabesk katarak yaşamak kesinlikle çok saçma! Ve evet aslında kendime bile itiraf edemesem de sanırım hiç bir zaman değişmeyeceğim. Böyle yaşamanın kötü yanları olduğu kadar iyi yanları da yok mu dersen elbette var. Bi kere acayip ilham verici bir durum! Her an yaşadığın herhangi bir şeye biraz şiirsellik, az biraz melankoli, bir tutam da hüzün katıp bir şey yaratıyorsun. Düşünsene sıradan biri sıradan bir şekilde düşünüp hissettiği sürece ne yaratabilir dostum?

Bugüne kadar pek çok arkadaşımdan duyduğum bir şey var, çoğu bunu farklı cümlelerle söylese de aslında genel olarak kast ettikleri bir şey oldu hep ''Nasıl böyle düşünebildin?'' Atıyorum, bir manzara karşısındayız, ikimiz de aynı yere bakıyoruz ve ikimiz de bir şeyler söylüyoruz. Bak şimdi detaya dikkat: arkadaşım aynı manzara karşısında ''Ay ne kadar güzel değil mi'' derken neden ben ''Sanki bir yere gitmek istiyor gibi, belki de çoktan gitmiştir'' gibi ağdalı laflarla şiirsellik kasıyorum yarebbim! Bunun adına ne dersiniz bilmem ama bence bu ağır Drama Queenlik, başka da bir açıklaması olamaz. Zaman zaman düşünüyorum, içinde bir Drama Queen'le yaşamak belki de iyi birşeydir. Çünkü kendimi hiç bir zaman çok fazla mantıklı, söylediği yaptığı her şeyde bir anlam bir amaç bir kural ya da benzeri herhangi bir şey olan biri gibi düşünmedim. İyi ki de düşünmedim. Çünkü bence öyle biri olmak çok saçma ve sıkıcı. İyi ki böyleymişim diyorum mesela. Bu yaşıma kadar böyle biri olduğum için de, Drama Queen'liğe bile alıştım belki de. 


Dozajı, miktarı ne kadar olduğu farketmez, içinde biraz da olsa bir Drama Queen olan biri için çok net olan bir gerçek var: çok yorucu bir iş dostum! Ama mesela mesleğin, böyle biri olmanın bir sonucu olabilir: boşuna reklamcı olmadım ben! :) Çünkü bence reklamcılar kesinlikle normal değiller. Neyse devam ediyoruz öhömm.. Ya da mesela arkadaş çevren, yıllar içerisinde eksilen ya da eklenenlerle beraber seni olduğun gibi, tam da böyle seviyorlarsa bir sorun yok demektir. Hatta epey eğlenceli olduğu bile söylenebilir. Ailen, ımm şey, onlar bu yaşına kadar hala alışamamış olabilirler belki, hatta günün 24 saati yılın 365 günü birilerinin çocuklarını örnek vermeleri de hep bundandır belki, ama seni en çok olduğun gibi, sen gibi kabul edecek başka kim var ki?


Evrene doğru her "Ay yeter bu kadar drama queenlik" söylenmen evrene cevapsız çağrı olarak gidiyor. Yani evren hiç ay may filan dinlemiyor.

18 Mayıs 2014 Pazar

hala iyilige inananlara ithaf edilen yazı

Cuma akşamüstü saatleri.. Tepede koskocaman sımsıcacık Güneş ama içim/iz simsiyah, kapalı, soğuk, buz. Mevsim bahar olması gerekirken aslında kara kış. Ben artık gökyüzüne bakmak istemiyorum, onu bir daha göremeyecekler varken. Ben artık gökyüzünün mavisini göremiyorum, gökyüzünün artık bir rengi yokken.

En yakın arkadaşımla buluştuk. Bahariye'ye yürüyüp oturacak bir cafe aradıktan sonra her zaman oturduğumuz ve sevdiğimiz cafede karar kıldık. Bağzen bağzı şeyler alışkanlıktan da öteye geçer çünkü. Sevdiği cafede oturunca dünyalar onun olmuş gibi huzurlu olan biri olarak kalmak, değişmemek. Çünkü biz hala sevgiye inanan insanlardanız. Çünkü biz birilerinin evlatlarının kupkuru ve sessiz mezarlar, toplu mezarlar başında öylece durup ölü toprağını izlemelerine sebep olanları sevmeyecek insanlardanız. Yaradanın sevdiği kullarıymış gibi kendini pür-i pak sanıp dışarıda kendi gibi olmayanlara aşağılayan gözlerle bakmayacak ve hatta kendilerini bunca masum ve günahsız sanma gafletindeyken o ''diğerleri'' cehenneme gidecek sanmayanlardanız. İnanmanın, sevginin, bağlılığın eşyalarla filan gösterilmesi gösterişine inanmayanlardanız. Şükür ki iyi insan olmaya çalışanlardanız. 

Arkadaşımla kahvelerimizi içip, sigaramızdan içli ama huzurlu nefesler alıp bırakırken uzun zamandır buluşamamış olmanın özlemiyle birbirimizin gözlerinin içine bakarak, Dünya'da hala iyi şeyler olduğu için şükrederek konuştukça konuştuk, saatlerce anlattık. Çünkü biz bir fincan kahveye dünyaları sığdıranlardanız; paranın, gücün, büyüklüğün hırsının sarmadığı, şükür ki sarmadığı ve gözlerimizi kör edip bizi birer zalim yapmadığı ve böylesi kötü insanları, zalimleri seven birileri olmamış, iyi ki olmamış insanlardanız. 

Tam o an.. Arkadaşım bir şey anlatıyor, ben pür dikkat dinliyorken saniyenin onda biri kadar kısacık bir süre içerisinde oturduğumuz cafenin sokağından bize doğru hızla koşan onlarca genç insan gördük. Cafe sahibi hemen içeri girmemiz gerektiğini söyledi, etraftaki tüm cafeler masalarını içeri alırken sadece dakikalar önce bahar gibi olan sokak artık kimsesiz bir çıkmaz sokak gibiydi. Normalde o saatte şenlik yeri gibi kalabalık o sokak artık savaş sonrası şehirleri gibiydi. Cafenin penceresinden yaşaran ve yanan gözlerle sokağa bakarken, şimdi endişelenirler diye aramadığım ailem ararsa onlara ne söyleyeceğim çaresizliğini düşündüm. Sadece dakikalar önce bahçedeki masada oturup hayattan konuşan biz şimdi birer esir gibi beklediğimiz içeride dakikalar önce tanımadığımız ama şimdi aynı duyguları hissettiğimiz cafenin diğer müşterileriyle keşke böyle olmasaydı diyen bakışlarla ve yaşaran gözlerimizi silerek iç çekiyorduk. Cafenin müşterilerinden yaşıtımız kızlardan biri ''İsterseniz arkadaşınızın evinde kalın, bu saatte hiç bir araç bulamazsınız'' deyince işte o an kendimi gidecek bir evim yokmuş gibi hissettim. Tüm bunlar bize kimsesiz hissettiriyordu. Neden diye sorarken birbirimize, neden olduğunu tüm bunların, nedenini bilmemize rağmen bilmek istemiyorduk, inkar etmek istiyorduk ama gerçekti, hepsi ve her şey gerçekti ve yaşıyorduk.

Cafe sahibi ve çalışanların ısrarlı engellemelerine rağmen daha fazla beklemeyip arkadaşımla bir hışım çıktık. Kol kola girip aceleci ama sabırlı adımlarla yürürken, ''Eve gidince mutlaka ara'' diye birbirimizi tembihlerken ve buna gerçekten inanarak ''Her şey güzel olacak'' derken yolumuza devam ettik. 

- Ne durağı demişti?
- Aşk Çeşmesi.
- Aşk Çeşmesi mi? İtalya'da değil miydi o ya..
- Hahaha
- Heh tamam hatırladım Ayrılık Çeşmesi.

Şu diyalog bile her şeyi anlatmaya yetiyordu. İsmi Ayrılık olan bir durağı Aşk durağı olarak hatırlayan bir dostum vardı benim. Son buluşmalarında ansızın spontan bir şekilde birbirine şiir yazıp veren tiplerdik biz. Birkaç gün sonra konuştuklarında ''Bir dahaki buluşmaya kadar birer mektup yazalım mı'' deyip ''Ben yazmaya başlıyorum bile'' diye sevinen insanlardık.

Elimizde cafe sahibinin verdiği ıslak kağıt mendillerle ağzımızı burnumuzu kapatarak kol kola girmiş hızlı adımlarla meydana yürürken ''Şu sokaktan gidelim orada ışık var'' derken, ellerimizde hala cafe sahibinin verdiği limonların kokusu varken kıkır kıkır gülüşmeye başladık bu diyalogla, sokak başlarında duran lacivert tişörtlü adamlar bize bakarken. Tam o an ''Dostluk böyle bir şey işte! Hakikaten de iyi günde kötü günde..'' dedi arkadaşım. O an o cümleden daha anlamlı bir cümle kimse kuramazdı, onu ancak içinde Ayrılık olan bir durağı içinde Aşk geçen bir durak sanarak ayrılığın yerine aşkı koyan biri kurabilirdi ve o benim dostumdu.

Çünkü biz hala, birbirine şiirler mektuplar yazıp veren, kol kola girince güçlenip caddelerden geçen, sevdiği cafede oturunca Dünya'nın en huzurlu insanı olan ve hala iyiliğe inanan insanlardanız.

28 Nisan 2014 Pazartesi

ben artık çocuk değilmişim..

bir ara neredeyse haftanın her günü feysbukta eski bir arkadaşımın düğün, nişan, kına gecesi ya da sözlenme fotoğrafını görüyordum. durum öyle bir boyuta gelmişti ki ''bi dk ya moda filan mı oldu yoksa bu da selfie gibi'' diye düşünmeye bile başlamıştım o derece abartmışlardı. sonra bir ara durdular. ama son birkaç haftadır havalar ısındı, bahar geldi, çiçekler açtı kelebekler uçtu derken bunlar yine bi gaza geldiler tabi. yine önünü alamayacağımız kadar nişan ve düğün fotosuyla sosyal medyada işkence çekme keyfi yaşıyorum şükürler olsun.

bunlar bir yana da, olay boyut değiştirince şaşırmaya başladım ben mesela. geçen gün memleketten teyzem, kızı ve damadı geldi, yanlarında küçük bir kızla. işten yorgun argın gelmişim nasıl aç ve uykusuzum anlatamam. eve girmemle ismimi çığıran küçük bir kız çocuğu sesini duymam bir oldu. bu küçük kız kim ve ismimi nereden biliyor? ve acı olan, bu küçük kız, ismimin yanına ''teyze''yi de getirmişti. nasıl ya bi dk? evet tamam geçen sene teyze oldum, şükürler olsun minik tatlış bir yeğenim var Allah'ım bağışlasın da daha konuşamıyor dolayısıyla teyze demesi şimdilik imkansız. peki bana teyze diyen bu kız da kim?

kim olacak kuzenimin kızı! düşün ki, çocukluğunun beraber geçtiği, daha dün bahçeden erik topladığın kız evleniyor, hatta anne oluyor, üstüne bi de çocuğu büyüyüp sana teyze diyor! yemin ederim ki bu bana hala gayet sürreal bişey gibi geliyor. yahu ne teyzesi, o kadar mı yaşlandık gözünü seveyim yapma! hayır, benim yaşımdaki neredeyse tüm yeğenlerimin çoktan evlenmelerine bile yeni yeni alışıyorken çocuklarının büyüyüp konuşacak yaşa gelip hatta bana teyze diyecekleri yaşa gelmeleri ve benim artık koca bir teyze olmam gerçeği filan.. yok ya valla bunu hiç bir zaman anlayamıycam. ki anlayamıyorken nasıl alışacağım işte onu hiç bilmiyorum.

neyse bizim bu küçük cimcime 3 yaşında ve bir dillenmiş, akşama kadar peşimde, bi de ismimi nasıl komik söylüyor Allah'ımm sürekli gülüyorum o hallerine ''tizeee, tizee'' diyor böyle. ona bakınca hayata bakıyor gibi oluyorum mesela, geçen zamanı görebiliyorum. 6 sene önce ben üniversiteye başladım, kuzenim evlendi. ben mezun oldum, o ise anne. ve şimdi kızı büyüyüp bana teyze diyor. hayat tuhaf değil de ne? yani düşününce, bi anlık bi karar verip okumaktan filan vazgeçip yuva kursaymışım şimdi çoktan yürüyecek ve hatta konuşacak yaşa gelmiş bir çocuğum olacakmış. yani aslında ben artık çocuk değilmişim. ama anne de değilmişim. tüm o saçmalıklarını, çocukluklarını, hala büyümeye direnmelerini filan hatırlıyor insan. ve hala dikiş tutturamayışına üzülüp öylece izliyorsun sana teyze diyen küçük bir kızı.

ve ummadığın anda gelen küçük bir misafirle büyüdüğünü anlıyormuşsun.

25 Mart 2014 Salı

hayat bazen...

hayat bazen, daha önce yalnızca bedenini ifşa ederek kendini metalaştırmış salak hatunların ''artık işimle anılmak istiyorum'' demesi kadar saçma. ve hayat bazen, tüm kalbiyle gerçek aşkı arayan günümüz erkeklerinin 7/24 ''ilişki milişki bana göre değil abi yeaa'' demesi kadar saçma.

hayat bazen, 20 dk boyunca beklediğin metrobüsün dolu gelmesi, üstüne üstlük içinden ''ya bi durun ya, ya bi çekilin ya!'' diye durduk yere atarlanan insanların inmesi kadar saçma.

hayat bazen,''ulan bi tadını çıkaramadık ne çabuk geçti şu üniversite yılları'' diye iç geçirirken, ''yok be iyi ki bitti salla ya kim çekicekti şimdi vizeydi finaldi'' demek kadar saçma. hayat bazen, gereksiz yere insanların tribini çekmek kadar saçma.

hayat, bazen yalnızca uyumak, hiç uyanmadan uyumak, sonra uyanıp şu hayatta uyumaktan başka her şeyin anlamsız kalması kadar saçma. her şeyin düpedüz boş, bomboş olması, ama dışarıda koca bir hayat olduğu ve senin de bir şeyler yapman gerektiği, aslında umut olduğu, aslında hep umut olması gibi saçma. hayat terkedip gitmek isteyecek kadar yorulmak, sonra yeniden ve yeniden başlamak kadar saçma.

hayat, dünyada aşk diye bir şey olmadığı ve sevginin de öyle çok da değer görmediği günümüz aptal hayatı kadar saçma. değer vermenin saçmalık olduğuna inanan koca bir dünya kadar ve yalnızlığın hem elzem hem de aptallık olduğuna inanmak kadar saçma.

ve hayat, tam da her şeyden vazgeçmişken yeniden bir şeylere inanmana sebep olan şeyler ya da insanlar kadar saçma. ya da tam tersi. en inanacak kadar gönlünü açtığında ortada inanacağın hiç bir şeyin olmaması kadar saçma.

hayat, yaşın geçerken hala bir çocuk olduğuna inanırken sana artık koca bir yetişkin olduğunu hatırlatan, erken çıkmış ya da belki çoktan zamanı gelmiş saçındaki beyazlar kadar saçma. kır saçlı küçük bir kız çocuğu/oğlan çocuğu olma tuhaflığı kısaca. baksana, hayat hem de nasıl saçma!

ve hayat en çok da, yıllar geçip giderken hem pişmanlıkların, öfkelerin, ukdelerin olması, hem de iyi ki demen kadar saçma.

hayat bazen, en saçma şeylerden bile daha saçma.

27 Şubat 2014 Perşembe

bir gün herkes..

bir zamanlar yaptıkları çılgınlıkları bildiğim ve birlikte çılgınlıklar yaptığım arkadaşlarımın şimdi ev oturmalarına giden, kısırlı poğaçalı kekli günler düzenleyen, etrafı yalnızca ama yalnızca 40 yaş ve üstü kadınlarla dolu biri olmaları beni üzüyor. bu konuda ciddiyim. ne zaman fotoğrafları çıksa karşıma, mutlu görünüyorlar. nasıl olur? sen böyle biri değildin! ne çabuk alıştın! aslında hep böyle biriydin de nasıl sakladın!

oysa biz saçmasapan şeyleri kafasına takan ama sonra yeniden ayağa kalkan kızlardık. bizdik, öyleydik ama sonuçta kendimizdik. o gün, o günlerden herhangi bir gün size bugün böyle biri olacağınızı söyleseler oturma yerlerinizle gülerdiniz. ben de. üstelik kahkahalarla. hayır komik değil, hayır dalga geçmiyorum ama öyle biri değildik. kısırı poğaçayı keki hep annemiz yapar, biz de üzerimize döker ve azarı yerdik. ve aptal aptal gülerdik. tam da böyleydik.

biliyorum aptallık ediyorum hala öyle olacağımıza inanarak. neyin sonsuzluğu var ki zaten hepimiz ölümlüyken? ama üzülüyorum işte. değişmemize, şimdi bambaşka insanlar olmamıza, bir daha yeniden tüm o saçmalıkları yapmayacak olmamıza.


her şey buraya kadarmış

hiç değişmeyeceğiz sanırken aptal görünüyorduk belki ama sonra yeniden devam ediyorduk. biz olan, gerçek biz'e geri dönüyorduk.

evcilik oynarken aniden kalkıp ''oyuncaklarını topla'' diyen annenin yerine geçmeniz beni üzüyor. son ses müzik dinleyip dans edip delilikler yaparken odaya girip ''kafam şişti kıs şu müziği!'' diyen annenin yerine geçmeniz beni üzüyor. arkadaşlarla beraber dışarıdayken ve abartmıyorum saat yalnızca 8 iken arayıp ''artık gelmesen de olur nasılsa sabah oldu'' diyen annenin yerine geçmeniz beni üzüyor. yemek yiyecekken yemek masası ya da mutfak yerine koltukta ya da yatağımızda yediğimiz için tanıdıkların komşunun akrabaların aptal kızlarını örnek verip ''bilmemkimin kızı evlendi yuva kurdu sen hala pasaklı'' diyen annenin yerine geçmeniz beni üzüyor. çok alakasız bir yerde çok alakasız bir zamanda çok alakasız bir muhabbetin tam ortasında lafı yine aynı yere getirip ''evlenseydin şimdiye torununu seviyorduk'' diyen annenin yerine geçmeniz beni üzüyor. hani öyle değildik, birlikteydik, bizdik? ben öyle olmadım hala, belki olmak istiyordur içimdekilerden biri, ama öyle uzak görünüyor ki şimdi.

yine aptallık ediyorum belki de.. sanki hepiniz teker teker evlenip, artık ev gezmelerine giden, kısırlı poğaçalı kekli günler düzenleyen filan birileri olmamışsınız gibi, hala eskisi gibiymişiz gibi, beni ve bizi yarı yolda bırakmamışsınız gibi, siz gittikten sonra aptal aptal tek başıma devam edeceğimi sanabiliyorum bazen. insanız yanılıyoruz işte.

insan bazen hatırlayınca özlemek diyemeyiz belki ama özlemeye benzer bir şey hissediyor. siz hala bizim gibiyken, biz hepimiz aynıyken yaşadığımız günler dün gibi sanki. şimdi bakınca biz değiliz sanki. ama istediğimiz kadar şaşırıp saçma bulalım, istersek inkar edip nefret edelim, ister özgür kız istersek de hanım kız olalım bir gerçek var ve bunu kabul etmek gerek. bir gün herkes ev oturmalarına giden, kısırlı poğaçalı kekli günler düzenleyen, etrafı yalnızca ama yalnızca 40 yaş ve üstü kadınlarla dolu biri olacak.

9 Şubat 2014 Pazar

ex'den nasıl next olur görelim

merhaba sevgili dostum, buralara kadar geldiğin için sana teşekkür etmek isterim. hoş geldin ve merhaba. şimdi öncelikle başlığa aldanma, çünkü eski sevgiliye geri dönme ile ilgili bir yazı değil bu, zira ex'den next olmaz bunu sen de biliyorsun. her neyse hazırsan başlıyoruz.

biri bana ''eski sevgilinin tıpkı sana benzeyen biriyle ilişkiye
başlaması''nın mantığını açıklayabilir mi? zira bu saçma konu hakkında düşünmek bile istemiyorum. ister inan ister inanma, bu konuda duyduklarımı anlatsam şaşkınlıktan küçük büyük tüm dillerini yutup, bildiğin tüm dilleri unutup bilmediğin dilleri su gibi konuşursun! hayır, algıda seçicilik yaptığımdan filan değil, aksine, hiç ummadığım zamanlarda bu saçmalık karşıma çıkıp duruyor. yalnız benim başıma gelse iyi, etrafımdan ve arkadaşlarımdan duyduklarım da eklenince tamam dedim, bence evrende böyle bir kural var. durumun ne kadar saçma göründüğünün farkındayım ve evet hiç mantıklı durmuyor ama gerçek ve maalesef var.

bir düşününce, bir insanın zevki zaman içerisinde pek az değişir. yani sonuçta geçen sene brokoli sevmiyorsan bu sene de sevmezsin işte. böyledir genelde. ya da ne bileyim normalde kumrallar sana çekici gelirken ertesi hafta kirpiklerine kadar sarı birine tutulmazsın değil mi? işte bahsettiğim de tam olarak buydu. iyi de, zevklerimiz bu kadar az değişiyor diye de her şeyiyle eski sevgilimizin tek yumurta ikizi gibi birine aşık olmak da nedir! saçmalık! valla da billa da saçmalık!

bilirsin, hayatına devam ediyorsundur ve gayet sıradan bir zamanda çat diye eski sevgilinin yeni sevgilisini ''tanıyor olabileceklerin'' arasında görürsün. ne alaka ya? nerden tanıycam o kızı be! ki ortak arkadaşımız bile yok! saçmalık! ve gelelim meselenin özüne. madem ekranıma kadar geldi, bir bakayım nasıl biri dersin. aman Tanrım! bu kız benim yıllardır kayıp olan kız kardeşim! nasıl ya? aynı üniversitede okumuşuz, aynı sitede oturmuşuz ve hayır.. kabul etmek istemesem de tiplerimiz bile benziyor! bi dk bi dk.. biri beni çimdikleyebilir mi? tüm bunlar gerçek mi?

iyi de, bu adam bunu neden yapmış olabilir ki?

1. adam aynı tip kızlardan hoşlanıyor. şey.. evet. yalnızca tip olarak değil sanırım aynı özelliklere sahip kızlardan da hoşlanıyor.

2. adam bariz seni unutamamış işte! başka nasıl bir açıklaması olabilir ki? iyi de, koskoca evrende, hadi evreni geçtim koskoca Dünya'da, tamam tamam daraltalım koskoca aynı ülkede ve hatta koskoca aynı şehirde neredeyse senin ikizin olan bir kızı nasıl buldu! yoo dostum bunu hiç bir zaman anlayamıycam.

3. bence adam bir dedektif! evet evet yanılıyor olamam! yoksa didik didik aramazsa nasıl bulacak aynı kızı dostum?

4. kesinlikle gidip normal, sıradan bir kızı bulup tüm ameliyat masraflarını filan karşılayıp sana benzetmeye çalıştı! diğer özellikler, yani aynı okul aynı site aynı müzik tarzı filan da.. şey.. evet bu biraz zaman alabilecek bir şey belki ama imkansız da değil. elbette kimse bize (yani kendimize işte) benzeyemez, hepimiz baya farklıyız ve birinin tıpatıp bize benzemesi imkansız tabi ama baya bi uğraşınca yapabilecek psikopat bir adam var karşımızda. artık gözü nasıl dönmüşse..

5. belki de seni çoktan unuttu ve karşısına tesadüfen sana benzeyen biri çıktı. olamaz mı? gayet tabii olabilir.

şimdiiii, sebepleri de saydığımıza göre gelelim böylesi saçma bir tesadüfün ne gibi sonuçlar doğurabileceğine. bi kere bundan adım gibi eminim ki adam bir hatta bir kaç kez kıza senin adınla seslenecek. kesin! hmm başka.. mesela müzik tarzlarınız aynı, adam mesela X grubunun fanı diyelim, kız da öyle (tesadüfe bak ki senin gibi). heh işte bir gün o grubun lafı geçince ve kızla konuşurken kesinlikle aklına sen geleceksin. ya da konserlerine gidince. düşünsene senin ve onun ortak noktalarınızdan biriydi, nasıl da bayılırdınız ikiniz de o gruba. ne vardı başka.. tabi ya kız da seninle aynı sitede oturuyor. ya en saçma benzerlik de bu bence. ya hadi tipe, okula, müzik tarzına filan eyvallah da eski sevgilinle aynı sitede oturan kızı nasıl buldun yahu! kızı eve bırakıcak mesela, aklına senin gelme olasılığın % 1500. hatta her an seninle karşılaşmaktan çekinecek. aslında içten içe bunu deli gibi isteyecek ama seni görürse kendi aptallığını ve yaptığı hatayı anlayacağından ve anlamak istemediğinden seni görmemek için dualar edecek, hatta kızı aceleyle eve bırakmak isteyecek. ee naparsın sonunu düşünmezsen kahraman olamazsın dimi?

aslında baya böyle sonuçlar doğuracak bu saçma tesadüf ama aklıma gelenlerden sonuncusu ve belki de en.. nasıl desem.. böyle iç tırmalayıcı olanı şu olacak.. kıza her baktığında seni görecek. düşünsene bu kız sana benziyor dostum. adamın canı yanacak, mutlaka yanacak. düşünsene seninle artık imkansız olduğundan, sana benzeyen biriyle olduğu her an sanki onun değil yine eskisi gibi senin sevgilinmiş gibi hissedecek. bundan emin olabilirsin.





ps. istediği kadar bize benzeyen birini bulsunlar, büyük düşünür ünlü filozof Serdar Ortaç'ın da dediği gibi ''Benim gibi olmayacak''

ve onlara her baktıklarında, ellerinden her tuttuklarında ve onları her öptüklerinde canları yansın inşallah. pislik eski sevgililer!

25 Ocak 2014 Cumartesi

sil baştan..

tam her şey yoluna girdi derken bir şey daha çıkar ve bingo! her şey yeniden allak bullak! tam güvendin sanırken adamın hala geçmişinden kurtulamamış ve belki de onun verdiği değeri ve sevgiyi hak etmeyen sıradan ve öylesine bir kızı hala unutamamış olduğunu görürsün. tek yapman gereken aradan çekilmek ve yoluna gitmektir işte. başka ne yapabilirsin ki.. bekleyip sonunda kaybetmek mi? gülünç olma lütfen.

hem, neyin garantisi var ki bu hayatta? beklemeyi, gerçekten beklemeyi kim tam anlamıyla hak ediyor ki?

tamamdır, işleri halletmiş arkana yaslanmak istersin ama bir de bakarsın ki daha halletmen gereken tonla şey var. önünde hayatın ve onu yoluna koyman gerekiyordur. her şey hala bin parça ve darmadağındır ve sen dinlenmek ve arkana yaslanmak için küçük bir vakte bile sahip değilsindir. böyledir çünkü hayat hep, yalnızca ''sana öyle geliyordur'' hep. yanılmak insan olmanın ilk kuralı belki de.

ne diyorduk.. ilişkilerden yana hangimizin yüzü tam anlamıyla gülmüş ki.. en mükemmel görünen ilişki bile mutlaka yara bantları ve yamalarla doludur. bu hep böyledir. bakma gülen suratlara, hepsi palavra!

en aşık olduğun ve sana en aşık olan adam/kadın bile gitmedi mi? her şeyden sonra yeniden inandığın, inanmak istediğin adam/kadın bile imkansız olmadı mı? ne yaparsan yap bir şekilde onun da diğerlerinden bir farkı olmadığını görmedin mi? boşunaymış her şey, görmedin mi? hayır deme, bunu yalnızca sen öyle sanıyorsun. denendi, kesin bilgi.

iyisi mi, akışına bırakmak artık her şeyi. beklememek, istememek, düşünmemek...

yine karşına çıkmayacak mı? elbet çıkacak. yine o ''diğerleri gibi değilim'' diyen duruşuyla. ama öyle. o da diğerleri gibi işte. başka ne olabilir ki? ne farkı var ki? adam ''yürüyen geçmiş'' dostum. geçmişiyle yaşamayı, yani bir hayaletle yaşamayı isteyen ve eski sevgilisini bir tanrıça haline getirip onu düşünmekten ve hala geri döneceğini ve yeniden birlikte olacağını sanmaktan yorulmayan zavallı bir gerizekalı işte! başka ne olabilirdi ki? sen yanıldın! sen inandın! ve bingo! sonunda kaybettin!

şimdi, bir sigara yak ve şunu dinle. ve o gerizekalıyı unut! ben öyle yapacağım.

19 Ocak 2014 Pazar

sürprizlerle geliyorum! * .*

bir süredir epey yoğundum. tam bir işi hallettim derken bir diğeri geldi, onun da üstesinden geldim derken bu kez ikişer üçer gelmeye başladılar. uykunun ne olduğunu, yediğim lokmanın tadını, arkadaşlarla hiç bir şeyi düşünmeden oturup huzurlu sohbetler etmeyi unuttum. kafamda bin tane şey, yolda yürürken bile dalgın dalgın ''hmm o var daha bi de dimi, uff öteki işi nasıl yapıcam'' diye yürüyordum. abartmıyorum rüyalarımda bile durmadan koşturdum durdum.

ve sonunda tüm o Mario gibi Pacman gibi hedefe giden yolda düşe kalka, canım yana yana ama sonra hep yeni bir can daha kazanıp tüm o canavarların üzerine basıp tüm levelları geçtim ve çook mutluyum!

ve sonunda blogda yapmayı düşündüğüm eğlenceli ve çılgın sürprizlerin zamanı geldi!

blogu açtığım günden beri hep değişik bir şeyler yapayım diyordum da bir türlü sırası gelmiyordu, belki de doğru zaman değildi. ama madem artık koşturmaca bitti, artık başlayabiliriz! eminim çok seveceksiniz. ki seveceğiniz bir şeyler olmasını delice istiyorum.

sürprizlerin ne olduğunu şimdilik gizli tutuyorum. ama merak etmeyin çok bekletmeyeceğim çünkü ben de sabırsızlanıyorum.

çok yakında çok süper sürprizlerle karşınızda olacağım.

tatlılıklar.

Reklamcıinsankişisi.