18 Ağustos 2012 Cumartesi

yeni yazımla karşınızdayım

yazarımız yıllık izne ayrıldığından bugünkü yazısını yazamamıştır.







ps. hep özenmişimdir var ya. hani böyle sevdiğin köşe yazarının köşesini açarsın da köşe yazarı tatile gitmiştir ve karşına bu cümle çıkar. ortada yazı falan yoktur, yazar o sırada şrop şrop yüzüyordur sen de ''yazı var dediler geldik'' deyip gelmiş ama hayal kırıklığına uğradığınla malak gibi kalmışsındır. daha önce başına geldiğinde ve şimdi burda da görünce küfretmiş olabilirsin o ayrı ama yazar açısından bence acayip havalı. ''yaa adamı böyle oyuna getirirler. ahah siz yazı var sanıp geldiniz ama bak ben babalar gibi tatildeyim çatlayın olm!'' der gibi. ben böyle demiyorum o ayrı :)

velhasıl, yıllardır hep işte bu havalı harekete özendim ve ben de yaptım. siz bu satırları okurken ben çoktan İstanbul il sınırını geçmiş olucam. 1 hafta yokum tatilde olucam beybilerim. tabi bu arada boş durmayıp yazıcak şeyler biriktirmeyi de ihmal etmiycem.

tatlılıklarla ^_^
reklamcıinsankişisi...

15 Ağustos 2012 Çarşamba

Reklamcıinsankişisi Çaylaklar Kampı'nda - 7

9. gün
12 Temmuz perşembe günü Çaylak Kampı'nın 2. haftasının finalden önceki günü, büyük sunumun arifesi gündü. heyecanın kralını yaşıyorduk bu yüzden güzide vakfımız Reklamcılık Vakfı o günü ajans ziyaretlerine ayırmıştı. bi nevi stres atma şeysi, sonuçta 2 hafta boyunca reklamdır pazarlamadır brieftir markadır derken hayatımız reklamcılık oldu, azcık şarj olmak hakkımız dimi?

önceki gün dediler ki yarın sabah 9:45'de Odakule'de olun. tamam dedik. ve perşembe günü binbir telaş ve geç kaldım korkusuyla 09:55'de Odakule'ye vardım. uzaktan baktım Odakule'nin önü bildiğin Çaylak Kampı 2012 ekürisiyle doluşmuş. gurur guydum, böyle kapatırız işte İstiklal'i bebeyim dedim ve yanlarına yürüdüm. bizim ekiptekiler henüz gelmediklerinden diğer ekiplerden kaynaştığım kızların yanına gittim. işte sordular ''naptınız bitti mi sizin sunum?'' yok dedim nerdee. onlardan da aynı cevabı alınca içim nasıl rahatladı anlatamam. oh dedim yalnız değilmişiz, rakiplerle arayı açmamışız. derken herkes gelince proje yönetimiz biricik Ömür'ümüz düştü önümüze, biz bildiğin izci kampı gibi peşinde, kapattık İstiklal'i başladık yürümeye.

ilk hedefimiz hemen İstiklal'deki dijital bi acanstı. bi geldik, oha dedim burası acans mıymış, e ben hep geçiyorum burdan. düşünceye gel, hey allam. neyse girdik kapıdan merdivenleri çıktık ve acans karşımızdaydı. adamlar konsept olarak inşaat şeklinde dekore etmişler ya bizim eküriden hiç abartmıyorum şunu diyenler bile çıktı ''bu ne lan leş! adamlar paraya kıyıp bi sıva neyin sürmemişler bu ne be ahah''. ben tabi hemen içimden şunu dedim ''olm tarz işte üff reklamcısın sen aiiyy şaşırıyo bide şu ağza bak''. sebebini şimdi anlayamasak da dakikalarca bekledik. baktım bizim kamp her biri bi yere dağılmış. kimi gitmiş toplantı odasında yer kapmanın gururuyla havalara girmiş etrafı kesiyo, kimi balkona çıkmış Fırat gibi dışarıya bakıyo, kimi ortadaki pufa oturmuş acanstakileri izliyo, hatta kimisi gidip tuvaleti inceliyo o derece. sonra acansın kreatif direktörü geldi ve herkes toplantı odasına geçti. o konuştu sonra copywriterlar, sonra müşteri temsilcisi derken yaklaşık 1 saat sonra acanstan çıkıp 2. acansa doğru yola koyulduk.


reklam acanslarını Maslaklasak da mı saklasak
 
fifuvv 2. acans meğersem Maslak'taymış ben nassıl sevindim! Reklam dünyası olarak Maslak'ı kapattığımızdan olsa gerek(ama tabi benim aşık olduğum acans Maslak'ta değil o ayrı, o tatlı bi istisna). Tünel'e geldik metroyla gidicez. 60 çaylak yürüyen merdivende çocuklar gibi şendik, 60 çaylak o gün İstiklal'i birbirine kattık! bi ara arkama baktım yüzler hep gülüyo, tamam dedim işler yolunda, yürüyen merdiveni de kapattık oh mis. 60 kişi yüklenince nasıl çökmedi şu an hala anlamıyorum mesela.

fıtı fıtı yürüyoruz derken turnikelere geldik. Ömürcüm demez mi ''akbil basmayın biz bascaz''. hobaa kıyamet koptu. kampta herkes öğrenci ya, o an orda sevinmeyen çaylak yoktu yemin ediyorum. ''ahah süper''ler, ''vayy akbiller şirketten'' lafları gırla. yazık öğrenci milleti olarak açız sonuçta :( vakıftaki çocuk durdu turnikede 60 kere pıt pıt bastı akbili, ardarda 60 kez basınca orda bildiğin şarkı yaptık akbil sesinden. vay arkadaş, reklamcılar her yerde mi çılgın olur. neyse efendim akbilli Çaylak Kampı 2012 şarkısı eşliğinde boncuk gibi dizildik 62 kişi turnikeden geçtik. metroyu uzaktan gördük, kimse binmesin şimdi, aynı araca binelim diye Ömür kızcağız tedirgin olsa da hepimiz de aynı metroya bindik. metroda yine dört bi tarafa dağıldık. diğer ekipten çocuklarla konuşuyoruz filan. ben nev-i şahsına münhasır gözlemcinin kralı olduğumdan bakıyorum kim napıyor diye. her daim duygusallığın bokunu çıkaran biri olarak başladım efkarlanmaya ''bu insanları 2 hafta önce tanımıyordum şimdi ekip ruhuyla aynı metroda aynı yere gidiyoruz, yarın yine yollarımız ayrılacak vay be'' dedim. o an yüzlerine baktığım Çaylak Kampı da bana baksaydı yüzümdeki hüznü görebilirdi ama herkes bi muhabbete dalmıştı. genşler çok hayırsız oldular üstadım. ''yarından sonra herkes kendi hayatına gidecek, hayat böyle işte'' diye içlenmişken sonunda geldik, merdivenleri çıktık ve karşımızda Maslak!

kaç kere oralarda iş bulma ümidiyle ordan oraya perişan olduğum geldi aklıma o an. kendimi bildim bileli çaylak mıydım yoksa yerebbim diye içlenmeye başladım. 1 sene sonra o gün yine ordaydım, ''dünya gerçekten küçük, hayat gerçekten kısa. vay anasını!'' derken gideceğimiz acansların olduğu plazaya gelmiştik bile. 60 kişi olunca pat diye gidemiyosun, asansörle 5-6 posta yaptıktan sonra acansın olduğu kata geldik. reklamını yaptıkları ürünleri önümüze dizmişler tabi, başladık yaptıkları birkaç işi izlemeye. sonra sorular soruldu derken gitme vakti gelmişti.

yine aynı plazadaki 3. acansı da gezip konuşmayı dinledikten sonra bugün mentorla görüşmemiz gerektiği için aradık mentoru. ''acansa gelin'' dedi, ben yine klasik, sevindim tabi, aşık olduğum acans sonuçta. ekipten biri o gün bi konserde çalışıyor, diğer kız gelmemiş, biz 3 çaylak düştük yola. ''buraları biliyom ben yeaa'' havalarında önlerine düştüm şurdan gitcez ordan döncez diyerek ekipçe sağsalim dolmuşa bindik. geçen akşam acanstan Kabataş'a kadar kilometrelerce yürümemiz esnasında milyon kez ''beni Nevizada'ye bırakın'' diye beynimizi bi güzel seven sevgili ekip arkadaşım gelip yanıma oturdu telefonundan haritayı açtı ve o 20 dk'lık yol boyunca ebemi bi güzel ellerinden öptü. hayır hava zaten cehennemin dibi, açmışın haritayı, göstermesen bile benim göz ister istemez gidiyo ona napiyim. kapat da diyemiyosun çat diye geçeriz acansı, sonra işin yok yürü. ve sonunda bebeyim acansa gelmiştik. yine acansın sokağındaydım, evet yine oradaydım allam ne güzel bi duygu bu diye içimden geçirirken girdik kapıdan. ohoo kaçıncı gelişimiz oldu, acanstan biri gibi olmuşuz gibi girdik kapıdan. girişteki güvenlik artık kankamız oldu gibi bişey, aradı ve geçtik. asansörde yine heyecan tabi. ve yine o toplantı odasındaydık. 4 saatin sonunda acanstan çıktığımızda saat akşam 9 olmuştu bile. öküzler gibi acıkmış, delice uykusuzduk. ama son 1 gece daha uykusuz kalmaya değerdi, ha gayretti, şimdi hiç vakit kaybetmeden karınları doyurup sunumu bitirmenin tam zamanıydı!




sonraki yazı: sunumdan önceki gece nasıl zombileştik.

7 Ağustos 2012 Salı

hayat çok tuhaf...

şu sıralar kendimi South Park'taki Kenny gibi hissediyorum. öyle yalnız ve hep başarısız. nereye adım atsam başıma iş açmış gibi beceriksiz. tıpkı arkadaşları Kenny'yi ararken onun o esnada ölmekle meşgul olması gibi. tıpkı Kenny gibi, asıl olmam gereken yerde değil de gayet alakasız bi şekilde harcanıyomuşum gibi.


geçmişimle yüzleştim, tam bi aptalmışım!
 
az önce gördüğüm şeyle dünya başıma yıkıldı. az önce gördüğüm şey bana ''daha ilkokuldayken yaptığın şey geleceğin hakkında ipuçları vermeye başlamış salak!'' dedirtti. ne mi gördüm?

ilkokulda deli gibi hoşlandığım sınıf arkadaşım feyste yeni sevgilisiyle çektiği bi fotoğraf paylaşmış. ama ne fotoğraf! dalga geçmek gibi olmasın, Allah affetsin ama o kızı o çocukla bakışırken gördüm ya, benim kafamdan kaynar sular şırıl şırıl döküldü. bu kıza böyle bakan çocuğa nasıl aşık olmuşum lan ben diye kendimden tiksindim. neyse ya, ilkokulda hoşlandığım tek sınıf arkadaşım o değildi nasılsa, canım sıkıldıkça birinden vazgeçip öbüründen hoşlanıyordum şıpsevdiliğin bokunu çıkarmıştım zaten deyip biraz olsun rahat bi nefes alsam da, abi diğerlerinin de ondan geri kalır yanı yok ki! arkadaş, hepsi mi aynı şeyi yapar! bi insanın ilkokulda hoşlandığı bütün çocuklar mı yıllar sonra birer gerizekalıya dönüşür! yemin ediyorum, yıllar sonra bugün tek tek hepsinin kapısına gidip ''ee siz ilkokulda aşkıma karşılık vermezseniz na böyle olur geleceğiniz'' demek istedim. Allah'tan o zaman onlardan hoşlandığımı bilmiyorlardı, şimdi yazıyı okuyan gelir ''vayy sen benden mi hoşlanıyordun kız ;) '' sanırsın 9 yaşındayken hoşlandım ya, gelmişim 23 yaşına hala ölüp bitiyorum ondan başkasını gözüm görmüyor. he canım he senden hoşlanıyordum, senin gibi bi sümsükten! nerden bileyim böyle olacağını! bilseydim gider ota böceğe aşık olurdum sana olmazdım, gidip bi fidan dikseydim şimdiye ağacım vardı be sen ne diyosun! gerçi daha o zamandan belliydi senin ne kadar salak olacağın da işte, zaten miyobum bide aşık olmuşum tam kör olmuşsam demek. unuttum sanma yani, cücenin önde gideniydin. ama her nasılsa, sınıfın en uzun 2. kızı olsam da deli gibi abayı yakmıştım işte sana. salaklık naparsın. şirin bişiydin yine de hakkını yememek lazım şimdi yiğidi öldür hakkını ver. ama nerden baksan, 8-9 yaşlarındaki erkek çocukların neredeyse hepsi şirindir lan. e nerde kaldı o zaman senin farkın! tüh, hata etmişim, seni çok abartmışım(var böyle tipler, 14 yıl önceki hesabı 14 yıl sonra görüp pişman olan küçük hesaplar peşindeki adamlar. ayynı ben.)

sabahın 7'sinde oturup kendi kendime ilkokulda yediğim haltları hatırlayıp üşenmeyip bi de tıkır tıkır yazdım ya Allah da beni bildiği gibi yapsın emi. abi napiyim acayip bi uykusuzluk. he bundan bahsetcektim ben de. ya nolcak bu uykusuzluk, adamlar daha bu sabah Curiosity(merak) diye bi araç gönderdiler Mars'a. neymiş, hayat var mıymış yok muymuş. lan sen önce evinin önündeki çöplüğü temizle. önce bi gel, benim insanım napıyor neediyor, var mı bi derdi sıkıntısı karışanı edeni. ama nerde o vefa bilimadamlarında. varsa yoksa Mars. delikanlıysanız, yiyosa şu uykusuzluğa bi çare bulun lan! siz şahitsiniz, erkekse bunlar gider delikanlı gibi bitirirler şu uykusuzluğu. ha bi de gece yarısı dana gibi acıkmamıza da bişi yapsanız ne güzel olur. ya bi de son bişey, hazır hoşlanmak filan demişken, böyle mesela birinden hoşlandığımızda hoop diye o kişi gelip ''hayatımın kadınısın/erkeğisin'' dese ve samanlık seyran olsa ya. ben elmayı seviyorum diye elma da beni sevse ya. hoş olmaz mı, bence olur. bak, bu yazıyı okuyanlar da hak verdiler bana. hadi o zaman gözüm, git bi koşu al gel şunları.





ps. taam ya biliyorum şimdi mesela ben elmayı seviyorsam elma gelip bana ilan-ı aşk etti diyelim. ve o sırada elma da hayvanlar gibi armuda abayı yakmış diyelim. bu durumda elma gelip bana evlenme teklifi ederse armut üzülmez mi diye sorabilirsin. e onu da bilimadamları çözsün abi, şimdi herşeyi de benden beklemeyin. bu arada ilkokulda bizim sınıfta olan çocuklar bu yazıyı okuduysanız sakın üstünüze almayın he mi canım. aferin.

5 Ağustos 2012 Pazar

Reklamcıinsankişisi Çaylaklar Kampı'nda - 6

8. gün

11 Temmuz Çarşamba günü, Reklamcılık Vakfı'nda oturup bir şeyler bulup mentora mail attıktan sonra, tıpkı Batman gibi Superman gibi Darth Vader gibi biz de acıkmıştık. sert kabuğunun altında yumuşacık bir insan dedikleri gibi, dışından ne kadar cool görünmeye çalışsan da öküzler gibi acıkıyorsun. yemişim yani coolluğunu çok afedersin.

o değil de, arkadaş koskoca İstiklal yapmışınız ama kararsız insan için şöyle şıp diye oturacağı bir yer neden yok! yarım saat yürüdük anca bir yer bulabildik o da çok da içime sinmedi de neyse. karınları doyurduk hiç vakit kaybetmeden başka bir yere geçtik. boru değil, bir an evvel bitirilmesi gereken bir reklam kampanyamız var. şurda sunuma kalmış 2 gün. ekipten kızın kedisi intihar etmiş o evine gitti. sonbahar gelmiş, o hayın yaprak dökümü başlamıştı. biz 4 kişiydik, bedirhan nazlıcan... öhöhm tamam kestim traşı. oturur oturmaz başladı beyin fırtınası. amma sıcak bir yaz günü, bir cafenin terasında, yıllar sonra dalga geçerek hatırlanacak saatlerdi. birbirinden toy cümlelerle birbirinden amatör fikirler havada uçuşurken, bir an evvel sektörde olma isteğim delice zıplıyordu içimde. sabırsızdım en az muzır bir çocuk kadar. ama şimdilik çaylaktım ve bunun keyfini çıkarmak lazım gelirdi. bıraktım kendimi çaylak olmanın dayanılmaz hafifliğine.


narsist değilim gerçekçiyim bebeğim

2 saatin sonunda pek de dişe dokunur bir şey bulamayıp evlere dağıldık. yol boyunca ''nolcak şimdi, al gene bir şey yok, millet var ya şimdi çoktaan bitirmiştir, off delice süper bi fikrimiz var ama çiğ çiğ duruyor şunu bi pişiremedik gitti :( '' diye başladım afiyetle beynimi yemeye.

karşıdan karşıya geçerken arabadakiler benim reklamcı olduğumu biliyormuş gibi bi havalara girdim. fonda sanki Ray Charles'tan Hit the road jack çalıyordu ve ben ''hey yavrum hey siz burda kırmızı ışıkta bekleyin anca, reklamcıyım ben olm! off çok havalıyım yeaa'' diye geçiyordum karşıdan karşıya. kendini bir film kahramanı gibi hissederken işler hiç de istediğin gibi gitmez ve o hava anca filmlerde olur. bir rüzgar esti, enemm benim bi fönüm bozuldu bi de üstüne tam o anda yeşil yandı, pıtı pıtı koştum hemen. zor kurtuldum bildiğin. yani o afra tafra da bi yere kadar, işte böyle korna çalarlar adama. durağa geldim, bekliyorum otobüs yok. sonunda geldiğinde, içerisinin nazi kampından farksız olduğundan habersiz şıkır şıkır bineyim dedim ve akbil sesinden sonra bi döndüm ki acı gerçekle yüz yüze geldim. bana bakan yüzlerce, binlerce, hatta belki milyonlarca kafa. neyse bi yere geçtim ve yarım saat sürecek tıkış tıkış yolculuktan sonra ben Evliya Çelebi, yollarda olmaktan acayip zevk alıyorum ya, bi de tramvaya bineyim deyip atladım tramvaya. ''beni 7 durak sonra eve bırak evlat'' dedim vatmana. vatman nedir abi bu arada, Batman gibi.

neyse elimde Reklamcılık Vakfı Çaylak Kampı yazan defter, kamp takvimi ve Vodafone'un briefinin olduğu dosyayla dışarıyı seyrederken cama yansıyan bakışları gördüm. yanımda duran çocuk bir an olsun gözlerini ayırmadı dosyadan. yazıları okuyor, kafasını çevirip dosyayı inceliyor filan. ben gene havaya girdim ''ımm şey.. evet ya reklamcıyım ben de işte, kahretsin çok havalı yaae.. bu arada söylemeden edemiycim, Vodafone'a fikir bulmaya uğraşıyorum ben de işte. Vodafone yani bizim Vodafone var ya heh o işte. off çok stresliyim şu an, mad woman olmak kolay değil beyb'' diye içimden düşünürken ineceğim durağa geldim sonunda. hala adam gibi bir şeyler yapamadığımızsa aklımdan çıkmıyor. ''hadi gene ben burda hayal kuruyorum ediyorum, acansa aşık olmuşum aşk acısı çekiyorum filan. bunlar yetmezmiş gibi bir de yapılmamış şeyler bulmaya çalışıyorum, kısaca zor bir yaratım sürecinden geçiyorum. beni geçiniz de sizden hala bir şey çıkmadı genşler, ne iş?'' de diyemiyorsun ekibe. ''üniversiteler arası reklam yarışmasında 1. olan amcamın gelini değil, o kadar övündünüz genşler, ne iş?'' diyemiyorsun. şaka şaka.. elbette böyle düşünmüyordum, bunlar işin şakası tabi, aa aşkolsun tabii ki biz bir ekibiz hiç olur mu öyle şey. velhasıl, bir şeyler bulmak için kendini yırtmalar devam etti. o günü de bir şekilde yedik.



sonraki yazı: 60 kişilik Çaylak Kampı İstiklal'in ve Maslak'ın nasıl altını üstüne getirdi