24 Aralık 2013 Salı

seni sevmedik 2013!

ve geldik bir yılın sonuna daha. kimi görsem iç çekerek anlattı, kimi ağız dolusu küfürler savurdu, kimle konuşsam hayatının belki de en berbat yılıydı. düşününce, benim için de hiç kolay geçmeyen bir yıldı. nelerle uğraştım, neler için savaştım ve direndim bir ben bir Allah bilir. her şeyden öte 2013 tamı tamına bir mücadele senesiydi. bir düşün, sen de mutlaka mücadele etmişsindir bir şeyler için. ve eminim sen de bir sürü sınavlar verdin. ve tüm bunların sonunda kimse 2013'ten gülümseyerek bahsetmiyor. neyse geçti gitti, şurda kaldı 7 gün. her ne kadar dişimizi sıkıp son haftasına gelmiş olsak da hala 2013'te olmak bile sinir bozucu! neyse iyi tarafından bakalım, bitiyor işte! şimdi tüm sene boyunca tuttuğumuz o derin nefesi bırakma vakti. oh be!

ve gelelim işin en salak kısmına: yeni yıl hazırlıkları. ben yıllardır yazmaktan bıktım ama insanlar her sene aynı salaklığı yapmaktan yorulmadı! yine her taraf kırmızı, yine her yer ışıl ışıl ve yine her yer saçmasapan bir anlam yüklenen yaşlı dedeyle dolu. en azından genç, yakışıklı bişi olsaydı da gözümüz gönlümüz açılsaydı bu ne abi bildiğin dede ya!

sanki yazılı bir kural varmış gibi herkes kırmızı bişiler alıyor, wish listler yazılıyor, kokinalar caddelerin her bir yanında (gerçi yeni yıla dair tek sevdiğim şey kokinalar bak ona bir şey demiycem), kadınlar savaşa gider gibi dört nala yeni yıl alışverişinde filan. ya bi durun bi sakin olun tüm bunlar saçma bir illüzyon demek istesem de olmuyor, olamıyor, insanlara akıl sır ermiyor.


acı dolu bir dejavu bu

her sene dönüp dolaşıp aynı lafları dizmekten nefret ediyorum ama cidden anlayamıyorum insanları. bir delilik hali bu. acı çekiyorum yeter durun lütfen!

kendimizi yırtarak adeta bir temple run, bir candy crush olan koca bir yılı binbir zorlukla atlatıyoruz, tam rahat bir nefes alıcaz derken belki de yılın en uyuz levelında takılıp düşüyoruz! işin ilginci her sene her sene sıkılmıyorlar bundan. resmen dejavu! yahu her yılın sonunda otomatikman hoop o moda girmeyi nasıl başarıyorlar ben işte bunu hiç anlayamıyorum. çocukken de salakça bulurdum mesela. yıl sonunda resim dersinde zorla noel baba çizdirirdi öğretmen, Allah'tan resmim hep iyiydi de sınıfın en iyi noel babasını çizer hocadan takdiri alır hatta çoğu zaman resmim okulun resim köşesine asılır, sınıftan tezahüratı alır göğsüm kabarır yılbaşı salaklığını unuturdum. kura çekilirdi birbirimize hediye alıcakmışız, nasıl yapmacık hareketler ''hociaamm bana Can çıktı, hociaamm bana Ayşe çıktı'' sonra kime kim çıktıysa ona hediye alınır yapmacık bir tebessümle hediye sahibine elden verilirdi alkış kıyamet. resmen yılın her haftası böyle salak etkinliklerle iyice soğuturlardı okuldan. neyse ki az buçuk aklımız vardı da soğumadık okuldan, dişimizi sıktık da üniversite mezunu olmayı başardık. neyse konumuza geri dönelim. yeni yılmış! hiç mi samimi durmaz bir şey, hiç mi güzel olmaz bir şey aklım almıyor. yapıcak işin yoksa sararsın belki ama baya yetişkin insanlar bunlar ve işleri güçleri de var.

hiç abartmıyorum geçen gün Nişantaşı'nda kokoş bir abla yanımdan geçerken şunu duydum: ''tatlım geliyor musun? Nişantaşı'ndayım yılbaşı alışverişi için. aa saçmalama yılbaşı alışverişi olmadan olur mu ahahah'' ya yemin ediyorum bunu duydum ve o an kendimi arabanın altına atmak istedim. ablacım pardon salak mısınız demeyi çok isterdim ama büyük ihtimalle cıngar çıkacağından ve geceyi karakolda geçireceğimi bildiğimden sustum ve yoluma devam ettim. ya iyi hoş da ablacım sen zaten yılın 365 günü, günün 24 saati alışveriş yapıyorsun, bari yılbaşını alet etme buna. hiç gerek yok gerçekten. ya da hiç değilse dürüst ol ve açık açık şunu de: ''ben tam bir alışveriş manyağıyım ve yılbaşı ayağına biraz daha para saçmak istiyorum yoksa napiyim yılbaşını, noel babayı.'' sanırsın tüm yıl hiç alışveriş yapmıyor da yeni yıl gelmiş kendini sevindirecek haspam. 

ya hele o vitrinler aman Allahım kendimi kescem! yahu biraz şık dursa eyvallah ama bir çifti giydirmişler mesela, yanda da noel baba. yemin ederim korku filminden fırlamış bir sahne! birazdan noel baba ikisini de kesicekmiş gibi! o sahneyi görmemeyi çok isterdim ama o kadar alacalı bulacalı yapmışsınız ki gözüm kaydı çok üzgünüm gerçekten. zaten bugüne kadar gördüğüm tüm noel babalar da korkunçtu. şu yaşıma geldim bir tane bile şirin, sempatik, şeker bir noel baba görmedim! hepsinin bakışında bir sapıklık, o yanakların al allığı, o sakallar o tebessüm Allah koru yarabbi!


dedeyi siz yiyin, bana pastamı verin

bu salaklığı özellikle yiyeceklerde görmemek için ne gerekiyorsa yapabilirdim. ama yılbaşı salaklığını her yere ama her yere o kadar sokuşturmak derdindeler ki en büyük zaafımız olan yemekler de bundan nasibini aldı ne yazık ki. üstünde noel baba olan pastalar, noel baba sakallı cupcakeler cookieler filan görünce midem bulanıyor. yaşlı bir amcanın sakalını niye yiyeyim güzel kardeşim? üzerine yaşlı bir amcanın oturup dede kokusu gibi kokuttuğu bir pastayı neden yiyeyim güzel kardeşim? hani pastaların üzerindeki gülü çiçeği böceği yemek için insanlar birbirine girer ya ''hayıırrr ben yiceemm, ya banane benim o!'' filan diye. alın sizin olsun dede, siz yiyin onu. yahu dedeyi niye yiyeyim canım kardeşim? koy oraya anadan üryan biscolata erkeğini, gör bak neler oluyor. ama onlar napıyor, hacı yağı kokan bir dedeyi koyuyorlar güzelim pastaya. Allah aşkına bi gidin ya. geyik boynuzlu kurabiyeler filan bir de offf. resmen mesaj içeriyor ''o boynuz sana girsin'' der gibi. terbiyesizler sizi!

yaa dışarlara çıkamaz oldum, caddelerde yürüyemez oldum o aptal şarkı yüzünden. ''jingle bells jingle bells jingle all the way..'' he canım he cingıl bel he. başka işimiz yok bi de cingıl bel. bildiğin kabus yahu! al sana bir korku filmi sahnesi daha. fonda bu jingle bells çalıyor, her yerde kırmızı donlu beyaz sakallı dedeler geyikler koşturuyor filan Allah'ım sana geliyorum!

anlıyorum işiniz gücünüz yok, siz de oturup böyle saçma salak bir hikaye uydurdunuz da bi oturup baştan okusaydınız keşke. şapkanızı önünüze koyup adam akıllı bir düşünseydiniz, bi kendinizi tokatlasaydınız biz napıyoruz diye. neymiş efendim bir dedemiz var(ve niyeyse dede?) her yılın son gecesi geliyor(gece geliyor filan bi de, sapık mıdır nedir) üstelik bacadan geliyor(oha tam sapık!) gizlice milletin evine giriyor(haydaa!) çocuklara hediyeler dağıtıyor(pis sapık!) bir de niyeyse geyiklerle geliyor, bir de hohoho filan diyor, herkes mutlu her yer ışıl ışıl sonra gelsin yeni yıl hobaa. onu bunu bilmem de bu böyle devam ederse ben çıldırıp o noel babaları kovalayacağım onu biliyorum.

siz siz olun aklınıza mukayyet olun, böyle saçmasapan insanlara uyup böyle saçmasapan hikayelere inanmayınız efenim. sevgiler, mutlu seneler :)

ve bir SON DAKİKA haberi. bu yazıyı yazdığım sırada internette bir virüs gibi yayılan bir fotoğraf bana bir yerlerde bir ruh eşim olduğunu hissettirdi. sesimi duydular resmen! keşke başka bişi dileseymişim ya tüh :/ neyse.. fotoğrafı buraya koyarım, yorumu size bırakır giderim. ve işte o fotoğraf.

16 Aralık 2013 Pazartesi

düğünümüz var 2

son yazımı okuyanlar bilir, geçen yazıda olaya kısa bir giriş yapmıştım. yazıdan sonra deli gibi mesaj bombardımanı, arkadaşlarım nasıl şaşırmışlar ''evleniyor musun!'' diye. işte o an en karizmatik bakışımı atıp göz kırparak ''işte reklamın gücü bebeyim'' dedim içimden. başlığa aldanıp gelmişlerdi ve son paragrafta gerçek ortaya çıkmıştı. seviyorum böyle muzurluklar hehe :) yazıyı okumayanlar için link: http://reklamciinsankisisi.blogspot.com/2013/12/dugunumuz-var.html

hazırsan başlıyoruz.

şimdi öncelikle serinin ilk yazısını okuduysan olayı biliyorsun. gelelim yazıyı yazdıktan sonraki olaylara. ben oturdum bu yazıyı yazdım, tabi bizim çifte kumrulara önceden demişim sizi yazıcam filan diye bunlar duramıyorlar yerlerinde ay çok merak ettik hemen yaz cart curt. neyse gittim eve bi güzel yazdım ve paylaştım. o gece inanılmaz bişi oldu ve yazı inanılmaz bir şekilde acayip fazla okundu hem de çok kısa bir sürede. neyse o gece geçti, arada yazıyı açıp açıp okuyorum eksik bişi yazdım mı vs. bir de bizimkilerin tepkisini merak ediyorum tabi.

sabah uyandım baktım telefonumda whatsapptan gelen mesajlar. kimden? tabii ki bizim çifte kumrulardan. ''yaa o nasıl bir yazı sen bitanesin, bu yazıyı düğünde okutalım slaytlarda geçsin, bu yazıyı torunlarımız okuyacak seni seviyoruz bitanesin'' . dedim herhalde kafa buluyorlar benle, hadi yaa filan diyorum harbiden beğendiniz mi ''deli misin beklediğimizden de güzel''  duygulanmadım da değil çünkü hiç bir şekilde planlamadan tamamen içimden gelerek yazdım. ben tabi gaza geldim, tamam dedim bu yazı seri olucak. kafayı yediler tabi ''süpersin sen!''

onlara verdiğim sözü tutacağım ve bu seriyi gittiği yere kadar götüreceğim. hikaye anlatmak benim işim ve ben bu hikayeyi çok sevdim.


o çiçeği kapıcam, o ayakkabının altından silinicem işte o kadar!

yazıdan sonra planlar tam gaz devam tabi. düğün hengamesinde gelin zaten sarhoş gibi olacak, ne o sırada ne de sonrasında hiç bir şey hatırlamayacak diye şimdiden işimi garantiye almak adına sinsi bir plan yaptım. gelinle sözleşme yapiciim ^_^ aslında bakma sinsi plan dediğime, hiç de sinsi değil işte buraya yazıyorum.

ve işte o sinsi planım:

sevgili arkadaşım gelin, en yakın arkadaşım olman itibariyle aşağıda belirtilen maddeleri kabul etme yükümlülüğüne sahipsin. işte o maddeler:

1. hiç bir gerekçe, mazeret ya da özür kabul etmeksizin gelin çiçeğini bana atacaksın! düğün heyecanıyla kafana göre salla pati bir atış yapma ihtimalin bile yok. sonra ''vay efendim heyecanlıydım'' bilmem ne kabul etmiyorum! çünkü öyle bişi olursa çiçek bekleyen kız grubunun arasında neler yaşanabileceğini tahmin bile edemezsin. bi de zaten ben önceden duracağın noktayı  araştırmalarım sonucu bulmuş olacağım, sana bir tek çiçeği atmak düşüyor. onu da yap bi zahmet. ve böylece stratejik açıdan en süper noktadan hoop gelsin kucağıma gelin çiçeği ^_^

2. ayakkabının altına en başa benim ismim yazılacak! en başa! hatta bizzat ben yazacağım! çünkü yaptığım stratejik planlamalar sonucu ayakkabının en çok bastığın ve haliyle en çabuk aşınacak olan yerine en hafif şekilde ismimi yazacağım ve sen de ayakkabının altındaki o stratejik noktaları bilecek ve düğün boyunca özellikle o noktaların üzerine basacaksın. yok efendim koreografi bozulmasın da, dans edicem unuturum da bilmem ne asla duymayayım! yemişim koreografini de dansını da bitanem ^_^ buna mecbursun kaçışın yok biliyorsun ^_^ haa bu arada işimi garantiye almak adına ben zaten düğün ortalarında filan bir ara gelin odasında bizzat kendi ellerimle ayakkabını alıp altına bakıcam. hele ki orada ismimi tamamen silinmiş görmeyeyim.. öperim seni tatlışım ^_^ anlaştık mı?

3. düğün planlarından bahsederken beynimi yiyip durduğunuz malum ''damadın arkadaşları'' olayı bir an evvel unutulacak! o kargaşada o streste bir de damadın içkiyi fazla kaçırmış ve bu yüzden mal tavırlar içinde olan aptal arkadaşlarıyla uğraştırmayacaksınız beni. hikaye baştan sona romantik komedi zaten, en azından bu kısımdan yırtalım pls.

4. düğün günü en ufak bir atışma, nazlanma, trip filan kabul edilmeyecek! ben o kadar aylarımı verip gecemi gündüzüme katıp emek vereyim bir de sizin tam düğün günü hatta belki nikaha 10 dk kala saçma bir konu yüzünden tripleşmenizi hiç çekemem. anladık ilişkinin tadı tuzu da, fazla tuzdan tiroit hastası da yapmayın güzelim nedimenizi ve de nikah şahidinizi canlarım.

5. geldik sözleşmenin sonuncu ve belki de en can alıcı maddesine. düğünün hemen ertesi sabahı çıkılacak olan, size sunduğum alternatifler ve üçümüzün de ortak kararı olan balayı tatili sırasında çalışmalara başlanacak ve fıstık gibi bir balayından sonra İstanbul'a döndüğünüzün saniyesi beni arayacak ve ''teyze oluyorsun!'' diyeceksiniz! o kadar kendimi heba etmişim bir de ''tatlım ya biz 2 yıl sonra düşünüyoruz şimdi erken'' lafını duymak istemiyorum!

yukarıdaki maddeler tarafınızca kabul edilecek ve tarafıma bildirilecektir. aksi halde..


bunlar işin şakası tabi.. siz mutlu olun yeter :)

sizi seviyorum! :)



gelinin nedimesi ve şahidi, damadın baldızı, minikin teyzesi Reklamcıinsankişisi...

12 Aralık 2013 Perşembe

düğünümüz var!

bunları yazacağımı hiç düşünmezdim, ama yakında düğünümüz var!

gelelim hikayemize. her şey çok kısa bir zaman önce başladı. gelin hanım ve damat bey birbirlerini bayadır tanıyorlar. fakat meğersem damat beyimizin gelin hanıma epeydir duyguları varmış. gelin hanım bunu bilmiyor tabi. neyse gel zaman git zaman.. gelinde de bir şeyler oluşuyor ve aralarında karşılıklı bir şeyler başlıyor. gülüşmeler, birbirlerine takılmalar, her an yan yana olmalar, manidar bakışmalar filan. insanlar da anlamışlar artık havada aşk kokusu değil baya yanık kokusu var, çünkü ateş bacayı sarmış yanıyorlar aşktan. ve bundan tam 1 ay önce.. 13 Kasım Çarşamba günü bir ilişkiye adım atılıyor. iki taraf da şaşkın, iki taraf da sırılsıklam aşık!

en başından beri duygularından havalara uçan damadımız en başından beri ciddi olduğunu söylüyor. ''evlenicez biz! işte o kadar!'' sapına kadar romantik, dibine kadar centilmen hareketler karşısında kızımız ikna oluyor ve başlıyor evlenme planları. yıldırım gibi aşık olan bir çiftin yıldırım hızıyla evlenmeleri gerekirdi zaten :)

ve son 1 haftadır deli gibi bir telaş var. bildiğin ev düzme planları, şu nasıl olsun bu nasıl olsunlar, nerede otursak, düğünü nasıl yapsak, yok gelinlik yok kına gecesi derken baya baya düğün planlarına girişildi. ben tabi baya şaşkın, hatta şaşkınlıktan bildiğim tüm dilleri yuttum! gelin ayakkabısının altına kimlerin isimleri yazılıcak, gelin çiçeği kime atılacak bile düşünülüyor artık gerisini siz düşünün.


büyük gün yaklaşırken..

velhasıl.. epey heyecanlı bir olaymış evlenmek dedikleri. bu kadar ayrıntı, bu kadar özen, bu kadar stres ve yapılacakların tonla olması filan sabır taşı olmak gerekiyor. evet tatlı heyecanlar, hayatında 1 kere yaşayacaksın, varsın o kadar da stresi olsun tabi de.. yemeden içmeden kesilen bir gelin ve iki lafından biri ''halıları ayarladım, damatlık da tamam, mobilyalar zaten baştan belli'' olan bir damat olunca ortada, insan ister istemez bir durup düşünüyor, tüm bunlar gerçek mi diye. oturup kendine ''evlenmeye hazır mıyım gerçekten?'' sorusunu sorma kısmı çoktan geçildi ama insan inanamıyormuş harbiden ''nasıl yani ben şimdi evleniyor muyum!'' diye. ortada dönen tarihler de öyle uzak bir zaman değil üstelik. önümüzdeki yaz düğünümüz var dostlar!

en yakın arkadaşım evleniyooorr! başından beri okuyunca ben evleniyorum sandın dimi? heheheh ben de tam bunu istemiştim! adama böyle pislik yaparlar işte, öyle her okuduğuna ne inanıyon olm az bi sorgula. ama her ne kadar evlenen ben olmasam da hiç abartmıyorum yukarıda saydığım heyecanları, telaşları, stresi gelin ve damat kadar olmasa da ben de yaşıyorum bak orası kesin. çünkü gelinin en yakın arkadaşı benim ve bu yüzden bana baya sorumluluk düşüyor. tıpkı romantik komedilerde gelinin yanından bir an olsun ayrılmayan, iki dk önce gözü yaşlı bir halde arkadaşını izlerken iki dk sonra elinde gelin ayakkabısı birkaç isim daha ekleyen kapıdan dışarıdaki konukları izleyen, 5 dk önce ''hey dostum o gelinliğin sırtı öyle olmayacaktı derdin ne senin ha'' diye gelinlikçiye, düğün organizasyonu yapan şirkete, kuaföre çıldırırken 5 dk sonra ''her şey süper gidiyor'' diye deli gibi ortalarda koşturan gelinin en yakın arkadaşı gibiyim şu sıralar. sanırım şimdiden güç toplamam ve kendimi şarj etmem gerekecek. çünkü yazarken bile yoruldum tüm bu duygu dalgalanmalarından fiuff!

hiç abartmıyorum şimdiden başladı bu kişilik bölünmesi. arkadaşım bir gelinlik gösteriyor mesela ''tatlım senin belin ince bi kere diğeri daha çok yakışır'', damat geline trip mi attı başlıyorum damadı çemkirmeye ''yemin ediyom düğün günü kaçırırım arkadaşımı sus!''. çünkü biz buna değeriz sdfghjk. ama ne olursa olsun damat en ufak bir atışmadan sonra yapması gerekeni yapıp kızımızın gönlünü alıp gözlerinin içi gülerek ''seviyorum bu kızı! aşığım arkadaşına!'' demiyor mu, işte o zaman her şey tamam oluyor, en az arkadaşım kadar mutlu oluyorum. çünkü en yakın arkadaşlar böyledirler. ay gene içim titredi neyse öhömm..

tıpkı her ''gelinin en yakın arkadaşı'' gibi gelin saçı, gelinlik, kına gecesi, düğün organizasyonu, nikah şekeri, davetiye, ayakkabının altına yazılacaklar, gelin çiçeği kime atılacak ve daha bir sürü ıvır zıvır bir nevi bana ait gibi. tabii ki bunları temin edecek olan elbette damat, paşa paşa yapacak her şeyi yoksa bizden kız almak öyle kolay değil vermem valla kızı, kalır öyle ortada sdfghjk. zaten damadımız baldız baldız diye ufaktan gözüme girme çabalarında. valla her ne kadar damat da gelin gibi arkadaşım olsa da biz kız tarafıyız karşim, yapıcak bişi yok. ve bu yüzden işlerin en doğru şekilde yürümesi, en ufak bir pürüzde alternatifleri ve kriz yönetimini devreye sokacak olan, gelinin annesinden sonra benim. hatta gelinin anneciği S. teyzeciğim canım, biricik kızı evleniyor, gelinden daha duygusal ve telaşlı olacağı için hobaa tüm görevler bende.

gelin o sırada o hengamede kendinde olmayacağı için gelini en iyi tanıyan ve o düğünün en mükemmel şekilde olmasını isteyen bir ben varım haliyle bunların organizasyonlarıdır revizyonlarıdır (ki mesleğimiz gereği epey aşina ve alışığız hiç zorluk yaşamayacağız) hep bende. yani kısaca hoşgeldin uykusuz geceler, oradan oraya deli dana gibi koşturmalar. ama hiç de zoruma gitmiyor çünkü en yakın arkadaşımın bu özel anlarına şahit olmak, işin içinde olmak filan bunlar şimdiden içimi kıpır kıpır ediyor. dakika başı gözlerimden anime kızları gibi yaşlar fışkırmasa sorun yok da, daha planlar konuşulurken bile karşılıklı ellerimizi birleştirip gözlerimiz dolu dolu birbirimize bakıyorsak ben o karışıklıkta çok fazla zırlayış olacağına eminim. bir de şaka maka bana da alıştırma olucak bir nevi. gelinlik çağdayız sonuçta, yarın öbür gün kendi düğünümüz olunca apışıp kalmayalım sonra.


heyecan dorukta! gelişmeleri naklen yaziiciim efendim.

gelinin en yakın arkadaşı Reklamcıinsankişisi bildirdi. tatlılıklar ^_^

29 Kasım 2013 Cuma

oyun biter ve perdeler kapanır

hiç beklemediğin bir anda bir sahne oluyor, aynı film sahnesi. böyle o an herhangi bir şeyle uğraşıyorsundur, kafanda bin tane şey vardır, yarınki işler, yarın ne giyeceğin, gelecek haftaki işler sunumlar toplantılar falan filan.. sonra çat! bir şey görürsün ve kalakalırsın! donar kalırsın, koca bir buz kütlesi gibi, buz dağı gibi, 90'larda gece gece taşa dönüşmüş gelin ve damat hatta düğün alayı hikayeleri anlatan Saadettin Teksoy hikayelerindeki taşa dönüşmüş insan gibi kalırsın.

''bu ne ya?'' dersin. ''alla alla ne alaka? yok canım daha neler'' dersin. bu aşama aşama gider ve en son ''Allah ikinizin de belasını versin''e döner ve kapanış. tahmin etmişsindir neden bahsettiğimi. eski sevgili(ki illa sevgili olmanız da gerekmiyor, uzak mesafe ya da hoşlantı bile olabilir) ve onun gerizekalı yeni sevgilisi tabiiki de! ya adam utanmadan bir geri dönme çabaları, bi like'lamalar, bi ''bak ben burdayım'' demeler bir de utanmadan. kendince bir ''cepte kalsın'' ''kenarda dursun, yedekte kalsın'' olayı peşinde. sen kim oluyorsun da futbolcu gibi yedek kulübesinde tutuyorsun beni dingil! len embesil çözmedim mi sanıyorsun ne boklar yediğini de karşındakini salak yerine koyuyorsun! şu an bunları okuduğunu biliyorum, hala bir şekilde hayatında olduğumu ve hep olacağımı da, evet sana yazıyorum bunları aptal! o kadar gerizekalı, megaloman, hödük ve abazasın ki artık o kadar olur! baya hiç bir revizyona uğramadan fabrikadan çıkmış defolu bir malsın arkadaşım hala neyin peşindesin?

kıza gelecek olursak.. tatlım ya vizyonsuzluğun bu kadarı olur! gidip biraz daha bana benzeyenini bulsaydın keşke.. basbaya benim figüranımı bulmuşsun len! cidden çok aradın mı? aa bak ne buldum! senin bu kızı bizim acansa göndersek de benim yerime toplantılara sunumlara filan gitse? en azından bir işe yarar.


sen beni yenemedin çünkü ben senle oynamadım

hep söylediğin bir şey vardı.. ''sen çok akıllı bir kızsın'' derdin. işte o buz dağının görünmeyen yüzüydü biliyor musun? sandığından daha zekiydim hep, ama sen farkında bile değildin. sen bir şey söylediğinde aslında ne söylemek istediğini senden de önce anlıyordum. söylemediklerini senden de iyi biliyordum. insanlara gösterdiğin yüzün, kendini sevdirmek istediğin yüzün gerçek yüzünden o kadar başka ki.. o kızla daha ne kadar gider bilmem, umrumda da değil. ama.. bitene kadar senin gerçek bir gerizekalı olduğunu anlamayacak olmasına kız adına üzülüyorum açıkçası. bitmez de sürer giderse ve evlenirseniz -ki sanmam sende o yürek yok, işte o zaman senin o ''özgürlük alanı'' ''bağımsız birey'' ayaklarının koca bir palavra olduğunu ve sırf cool görünmek için yaptığını ya da yine bir köşede bir boklar yemek için kendince aldığın bir önlem olduğunu anlar umarım. ve seni bir lağım faresi gibi kapana kıstırır umarım. gerçi o zeka o kızda var mı, o da bir muamma. ya da o aptal tavrın hala devam ederse -ki edeceğine adım gibi eminim, o kızın benim kadar güçlü duracağına ve hatta tahammül edeceğine de asla inanmıyorum! dedim ya senin gibi bir gerizekalının sevgilisi ne kadar zeki olabilir ki?

bizi boşver, ki biz diye bir şey de yok, biz hiç bir zaman sevgili olmadık ki. bu bir ilişki değildi ki. seni hiç bir zaman sevmedim ki.. hayır gurur değil bu, sevmiş olsam belki gurur diyebilirdik. senin yapmak istediğinin aynısıydı yaptığım yalnızca. 1-0 önde olduğunu sanırken sen, değil bir kez bile beni yenmek, berabere bile kalmadık. çünkü ben seninle oyun oynamadım. çünkü ben seninle yarışmadım. seni çok iyi tanıyordum ve ne yapacağını hep çok iyi biliyordum. sana deli gibi ölüp bittiğimi filan sanırken sen, hiç de öyle olmadığımı bilmeni isterdim. ki deli oluyordun anladığında. birbirimize çok benzediğimizi söylüyordun, bu kadar ortak nokta olamaz deyip şaşkınlıktan küçük dilini yutuyordun. ama öyle değildi. biz birbirimize hiç bir zaman benzemedik. gerizekalı olduğunu hiç bir zaman aklımdan çıkarmadım, ki bunu sen de hiç bir zaman unutturmadın. hep uzak, hep mesafeli, hep yalnızca hayali bir şeydi bu. çünkü korkaksın sen! asla cesaretin yok gerçeklere. eminim o kıza da aynı şeyleri söyleyeceksin. çünkü sen duygulardan, insanlardan, sevmekten, gerçek şeylerden, gerçeklerden, hayattan ve her şeyden kaçıyorsun. tek bildiğin iş, iş, iş! kendini en mutlu hissettiğin şey işin. çünkü orada duyguya yer yok ve bu da senin en çok istediğin şey.

şimdi bunları seni umursadığım için yazmadım. ya da her şeye yüzeysel ve sığ bakan insanların düşünecekleri ''görüyor musun eski sevgilisi manita yapınca nasıl da gıcık olmuş'' diye bir şey de değil bu. benim öyle bir şeye asla ihtiyacım yok, olmaz da. bi kere sen benim eski sevgilim bile değilsin. bu yalnızca, okuduğunu bildiğim için, sana son sözlerim. seni yalnızca sosyal medyadan çıkarmadım, hayatımdan da çıkardım bil diye. seni hiç bir zaman umursamadığım gibi bundan sonra da hiç bir zaman umursamayacağım bil diye. romantik adam ayaklarına kız için şarkılar paylaşmak, herhangi bir paylaşımda ona imalı bir şeyler yazmak, ya da arada bir halini hatrını sormakla sevgili olunmaz. sevmek öyle bir şey değil. yani sen sevmeyi çok yanlış anlamışsın be dostum. yazık ki hiç bir zaman da anlayamayacak ve onu iliklerine kadar hissedip yaşayamacaksın. sana bir tek bunun için üzülürüm yalnızca.



yazının şarkısı:

17 Kasım 2013 Pazar

çocuktuk, büyüdük

uzun zaman önceydi. biz çocukken.. bizim
apartmana taşınmışlardı. ilk tanıştığımız günden beri çok iyi anlaşmıştık. ben o zamanlar biraz fazla ''arabeskim'' ee ne de olsa ergenlik çağındaydık her şey ama her şey gözümüze gayet dramatik, karanlık ve gotik görünüyordu, o da zaman zaman arabeskti tabi ama benim kadar değil. benim anlamadığım, o da o sırada benim gibi ergenlik çağında ama hiç ergen gibi değildi. hatta bazen korkuyordum len bu yoksa ergen görünümlü bir yetişkin mi filan diyordum içimden. zaten mahalleden bir çocuğa yanığım o sıralar, bununla dertleşiyorum işte bu tabi o klasik soğukkanlılığıyla sakinleştirmeye çalışıyor filan ama nasıl deli oluyorum neden bu kadar soğukkanlı olduğuna akıl sır erdiremiyorum. hiç abartmıyorum kafasına bi tane patlatmak istiyordum!

neyse gel zaman git zaman.. biz baya iyi anlaşıyoruz böyle. e dedik bari bunun adını koyalım gittik bunların terasında kan kardeşi olduk. Allah'ımmm olaya gel bildiğin parmaklarımızı kanatmaya çalışıyoruz filan. şimdi hatırlamıyorum tabi ama sanırım o dizini mi ne kanattı ben tabi en ufak kan görsem düşüp bayılacağımdan dedim ben parmağımı kanatcam valla hiç kusura bakma. keyfimize düşkünüz tabi, canımız tatlı. sabahçıydık, öğleden sonra eve geldiğim gibi hızla üzerimi değiştirip onlara gidiyordum. omlet yapıp yerdik, o çok tuz yerdi, bu kadar tuz yeme derdim. domates keser tabağa koyardım, omletle güzel giderdi, terasa çıkar dışarı bakardık, hayaller kurardık. binbir macerayla ilkokul geçti derken artık ortaokuldaydık. aynı okulda değildik, hatta üzerinden baya geçmesine rağmen ben hala sinir oluyordum aynı okulda olmadığımız için. evet sabahları okula beraber gidiyorduk belki ama bu bana yetmiyordu. bir şey olunca hemen o an anlatmak istiyordum ona. tembel hatta baya haylaz bir çocuktum, derste güler, çok konuşur ve kendim dersi dinlemediğim gibi birkaç kişiyi de engellerdim. bunları onunla yapmak istiyordum, o orada şimdi ders dinliyor şimdi pislik, burada olsa onu da gülme krizine sokardım, birlikte karnımız ağrıyana yüzümüz kıpkırmızı olana kadar gülerdik, böylece disipline de beraber giderdik ne güzel. ama olmadı. o başka okuldaydı. okullarımız yakında ama ne yazık ki aynı okul değildi. ne bileyim sadece okula giderken ve okuldan döndüğümüzde değil her an yan yana olalım, hep yanımda olsun istiyordum. ne günlerimiz geçti bizim mahallede. ne hikayeler ne maceralar..


güzel rüyalardan uyanman gerekir bazen..

derken.. 6 yıl sonra bir gün taşınacağımızı söylediler bana. orta 2'ye mi ne gidiyordum. o an dünya başıma yıkıldı tabi. nasıl olurdu bu, beni neden üzmek istiyorlardı ki ben burada, bu mahallede, O'nunla çok mutluydum. şimdi her şey yerle bir olmuştu. ama yapacak hiç bir şey yoktu. vedalar edildi ve bir akşamüzeri atladık arabaya ve yola çıktık.

tamam biraz egzajere ettim hatta baya dramatize ettim, taşındığımız yer taş çatlasın 15 dk yürüme mesafesindeydi. ama napiyim yani o mahalleden gidiyorduk sonuçta. kim bilir bir daha ne zaman gelicem, belki o da gelmiycek, ayrıca yeni taşındığımız mahalle eski mahallemiz kadar güzel değildi napiyim yani. hayır yani bi de aynı mahallede olamıycaz artık boru mu! neyse bi şekilde bi yolunu bulup ben ona mektuplar yazmaya başladım. hatta bir ara o mektupları buldum da kıza öyle bir serzeniş yapmışım ki. artık görüşemediğimiz için kızın beynini yemek mi dersin ''bana artık neden bu kadar uzak olduğunu anlayamıyorum'lar mı dersin.. ''anlamıyorum, anlayamıyorum, hiç anlayamıyorum''lar mı dersin.. e gerizekalı tabi anlayamazsın ergensin kafan dramdan başka neye çalışıyor. taşındınız tabii ki uzak olucan başka ne olucak. sonra o yazdı etti ama nasıl efendi yazmış görmen lazım ''ben de çok istiyorum buluşmak tatlım, seni de anlıyorum ama taşındız'' vs. ne olursa olsun araya mesafe girince bir uzaklık da giriyor mektup filan hikaye yani. birbirinden uzak olunca harbiden uzak oluyorsun. sonra büyüdük. ayrı apartmanlar, ayrı mahalleler derken bir de ayrı dershanelere de gidince tamam artık biz ciddi ciddi ayrılmıştık.

geçen gün, rüyamda onu gördüm. nasıl bir rüya ama var ya, sarılmışım buna zırıl zırıl ağlıyorum. ''canım arkadaşımm seni çok özledimm'' diye. yılların geçtiğini, harbiden ayrıldığımızı, hayatın bizi ayrı yollara ayrı hayatlara götürdüğünü ilk kez bu kadar bıçak gibi keskin bi şekilde farkettim. bir şey oturdu boğazıma. bir zamanlar çok değerli olan şeyler yıllar geçince daha değerli olmalıyken, tıpkı şarap gibi daha da güzelleşmesi gerekirken tam tersi olması, artık selamın sabahın kesilmesi beni gerçekten üzdü. rüyanın etkisinden baya çıkamadım. hayırlara olsun inşallah dedim ve ona mesaj attım. bunu yapmalıydım çünkü o benim çocukluğumu beraber geçirdiğim, ergenlik zamanlarımdaki deliliklerime şahit olmuş, nice deliliğe de birlikte imza attığımız canım arkadaşımdı, kan kardeşimdi. o da çok özlemiş. dakikalarca aynı şeyleri söyledik durduk. onu çok özlemişim.

yıllaaar yıllar geçti.

ve tanışmamızdan tam 14 yıl sonra yarın buluşuyoruz biz :) en son birkaç yıl önce biraradaydık ama düğündü ve oturup konuşamamıştık. yıllar bize neler kattı, nasıl değiştik, neler hala değişmedi ve neler yaşamıştık oturup yıllar sonra ilk kez konuşacağız resmen! nasıl heyecanlıyım anlatamam. bu yazımı okuduğunu biliyorum S. değişmedik bunu sakın unutma. seni seviyorum! :)

bu arada yarını baştan sona anlatacağım yazı, 1-2 gün içinde Türkiye'de ilk kez ve sadece burada, http://reklamciinsankisisi.blogspot.com/ 'da olacak. beni okumaya devam edinn ^_^


yazının şarkısı:
http://www.youtube.com/watch?v=z1eVPdlQUv0

13 Kasım 2013 Çarşamba

falımda aşk başkadır

fallarımda sen çıkmıyorsan ne yapayım öyle falı ben. daha doğrusu fallarımdan çıkıp fincandan atlayıp gerçek olmuyorsan ne işe yarar baktırdığım fallar?

ismini sanki bilmiyormuşum gibi gidip telveleri deli gibi kafaya dikip, o salak fincanı ''neyse halim çıksın falim'' diye 3 kez kendime doğru dönderip 3 saat soğumasını bekledikten sonra falcı, arkadaşım ya da ayfondaki falcı bacı uygulamasındaki robot bana ismini ya da hiç değilse ismindeki bir harfi vermiyorsa ne yapayım ben öyle falı. çarkıfelek gibi yalnızca sessiz harfler çıkıp da sesli harfleri benden bekliyorsa, ne yapayım ben öyle falı. bana ismini vermeyen falları ben niye kapatıyorum olum boşuna, niye baştan demiyorsun ya! hayır bir de nasıl bir ismin varsa artık, yıllardır kimse çözemedi. bir iki kez tutturan falcı oldu tabi ama onlar sen değilmiş meğersem.

bir de işin ''boy ve kilo'' olayı var. herkes mi muallakta kalır arkadaş! biri diyor ki koca kafalı, öbürü diyor ki küçücük, diğeri diyor ki ''yok efendim sanki orta boy orta kilodaymış da çok net değilmiş de bilmemneymiş de''. diyet mi yapıyorsun tatlım? sahtekar Dukan'ın bir işe yaramaz diyetini mi yapıyorsun? peki bunu neden bu kadar sık yapıyorsun da fallarımda bir kilolu bir zayıf çıkıyorsun? yapma bak bu kadar sık kilo alıp verirsen çatlakların olur büssürü. ya bi de sen neden benim fal baktıracağım insanlara ya da ayfondaki falcı bacı uygulamasındaki falcı bacı denen gerizekalı robota gidip boyunu kilonu söylemiyorsun, kaydını yaptırmıyorsun olum! git bir an önce kayıt mayıt bi bişey yaptır da her seferinde gözlerini kısıp seni bulmaya çalışmasınlar o telvelerin içinde! hayır bir de sen ne ara telveye dönüştün de benim kahve içtiğim fincanların içinde duruyorsun? neden ki?

telvelerin arasına girip kamufle olmuş bi şekilde el sallayarak fincanımın içinden ne bakıyosun olum! niye sen de normal insanlar gibi insan cisminde karşıma çıkmıyorsun? neden kara kara kahve fincanından, telvelerin arasından bakıp korkutuyorsun ya! valla zaten ne zaman kahve içsem çarpıntı geliyor, bi gün yine pat diye yaratık gibi telve kılığında o fincanın içinde seni görünce yüreğime inecek diye korkuyorum.

bir de insanları uğraştırma olayın var oy ben sana ne diyim. yahu neden insan gibi çıkıp konuşmuyorsun? neden herkes gibi çıkıp kendini anlatmıyorsun? niye insanlar aptal bir fincanın içine gözlerini kısarak bakıp seni bulmaya çalışıyorlar? ''hmm şöyle biri.. yok yok böyle biri.. aa yok canııım şöyle şöyle biriymiş bak görüyor musun'' yaa ben nerden göreyim, seni tanımıyorum ki. yani tanıyorsam da faldakinin sen olduğunu nereden bileyim? zaten arkadaşlarım tutturmuşlar iyi fal bakıyormuşum da bilmemneymiş de. ya bi kere ben iyi fal baksam benim falcıda işim ne? neden hala gözü doymaz bi şekilde ''isim veriyormuş, baya çat çat tarih söylüyormuş kızım!'' diye milleti gaza getireyim. yani artık nasıl bi tipin varsa bi türlü çözemedi kimse. neden yani? neden mesela millet böyle sanki 8000 yıl önceden kalma bir çanağa çömleğe bakar gibi o minicik fincanın içine kafalarını sokup bakıyorlar? ben bunu inan bana yıllardır çözemedim çözemiyorum. neden bunu yapıyorsun sevgili telveden adam? ya da mesela benim geçtiğimiz pazar günü Contemporary İstanbul'da her bir esere bakarken yüzümün aldığı şekli alıp bakıyorlar o fincana böyle gözler aynı şu şekilde bak -> O.o aynı böyle oluyor bak o fincanın içine bakarken. ki beni ''çok güzel fal bakıyorsun, inanmıyorumm valla doğru!'' diye gaza getiren arkadaşlarıma fal bakarken ben de öyle bakıyorum o ayrı tabi.

artık ismin cismin işin gücün nedir bilmem. tanıyorsam zaten tanıyorumdur, tanımıyorsam da her nerede yaşıyor ve yaşatılıyorsan ne olursan ol gel. ama lütfen, çok rica edicem artık ya kendin gel, ya da telve kılığında gelme pilis. Kasım'da aşk başka olabilir ama inan bana falımda aşk hiç de başka değil :/

10 Kasım 2013 Pazar

yaklaşan doğum günü dileklerim

bugünü de saymazsak doğum günüme bugün tamı tamına 12 gün kaldı. normalde eskiden yapardım böyle ''oleyy doğumgünüme az kaldııı'' diye anime kızı gibi dolanırdım ortalarda. yaş kemale erdikçe bu olay yerini önce ''amaann doğum günümse doğum günüm. banane'' düşüncesine, sonraki aşamada ''bir yaş daha yaşlanıcam ühüüüğ'' ağlaşmasına ve son olarak haberim yokmuş gibi çek panpa der gibi, sanki hiiç doğum gününün yaklaştığından haberi yokmuş gibi cool cool durup hmm'lamaya bıraktı. ama bu son aşamadaki coolluktan sonra, böyle blogda doğumgünülü yazı yazınca da sanki U dönüşü yapmış gibi duruyor olabilirim ama bu dilekleri yazmasam çatlarım dedim ve oturdum blogun başına. bir de ne söylersen o olur olayı ya da kızların bildiği tabirle ''evrene mesaj gönderme'' olayı var ya hani, ben de dedim madem öyle, o zaman gitsin bakalım evrene mesajlar. başlıyorum öhöm.

1. Doğum günümde hediye olarak sevmediğim insanlar hayatımdan çıkabilirler. teşekkürler.

2. Normal zamanlarda selamı sabahı olmayan ama işleri düşünce ''cnmmm nbrrrr :)'' olayına giren insanlar evrim geçirip normale dönsünler. lütfen ama.

3. En acilinden ''seviyorsan git konuş abi'' olayı artık gerçek olsun ve bir bulaşıcı virüs gibi artık herkes çıkıp ''seviyorum uleenn'' desin. bağırmadan da söyleyebilirler tabi. illa Tarık Akan gibi çıkıp kızın evinin önüne seni seviyorum yazmasa da olur ya da gidip ''dur lan şu dağları deleyim hatta yetmeyip bir de çöllere düşeyim'' de demesinler tabi. içlerinden geldiği şekilde yapsınlar işte. ama yeter ki artık yapsınlar. çünkü cidden artık kimi görsem aşk acısı çekiyor ama yine kimi görsem sevdiğini söylemeye çekiniyor. yapmayın arkadaşlar ölümlü dünya, bugün varız yarın yokuz. çok zor değil bir iki kelime etmek. hayır yani sizden elbette kalkıp dağ filan delip çöllere düşmenizi kimse beklemiyor dostum saçmalamayın. yeter ki artık çocukça taktiklere, kaçan kovalanır salaklıklarına girilmesin, dürüst olunsun.

4. Bu yaşa geldim hala bir şeyi bir türlü anlamadım: deli gibi kıskandığı insanların mutlu olmasını istemeyen, tabi kalkıp açık açık ''seni çok kıskanıyorum, ulan niye sen yaşıyorsun onları ben yaşamıyorum, sahip olduklarına neden ben sahip değilim'' diyemeyip bir fırsatını bulunca o kıskandığı insanı aşağılayan, hakaret bombardımanına tutan ve hatta küfürler yağdıran hazımsızlar. neslinizin tükenmesine ne dersiniz? bu fırsatı kaçırmayın.

5. İlk gördüğü yerde ''sen kilo mu aldın'' diyen sevgili tanıdıklar, acaba siz de beyninizi aldırmış olabilir misiniz? 22 Kasım'da artık normal biri olmaya ne dersiniz?

6. Yine ilk gördüğü fırsatta ''ee var mı enişte? şşş yok mu aşk meşk'' sorusuyla asrın sorusunu sormuş bulunup tepemin tasını attıran çok sevdiğim tanıdıklarım, ee var mı beyin? artık şunu sormasanız?

7. Doğru düzgün ilişkisi olmamış ama kızlar hakkında atıp tutmaları bitmeyen ve tüm kızlara ''kezban'' etiketi yapıştıran kezban erkekler. canımın içi pandaların nesli tükeneceğine işte bunların nesli tükense ya.

8. Ve listenin belki de en sevdiğim maddelerinden: dengesiz insanlar. Allah'ımm ben bunları çok seviyorum yaa canlarım benim. ne zaman ne yapacağı kestirilemeyen, bir şekilde hayatından çıkarmana(haklı olarak) rağmen sülük gibi yapışan kene gibi tuttu mu bırakmayan ve hatta içinden ''kovuldun!'' desen de ''sen kovmuyorsun ben istifa ediyorum'' yüzsüzlüğüyle bir türlü hayatından çıkmayan, bir zaman sana cidden değer verdiğini hissettiğin ama bir de bakmışsın onun gözünde sıradan ve hatta sıradan da sıradan olduğunu gördüğün, bir türlü dengesini bulamamış kafası karışıklar. siz naber ya?

9. Bir türlü peşimizi bırakmayan geçmişimiz de bizi bir rahat bıraksa ne güzel olacak mesela. geçmişimizdeki insanlar, olaylar, duygular ısıtılıp ısıtılıp önümüze gelmese, ''hayalet'' gibi peşimizde olmasa nasıl rahat kafalarımız olacak ah. bunlar eski sevgili, eski iş yeri, eski dost filan işte. yani ne bileyim en basitinden, karnı tok sırtı pek olduğu ve sevildiği güzelim ilişkisini yani güvenli kürkçü dükkanını gayet rahat bir şekilde terkedip, keyfi gelince canı isteyince istediği olmayınca yine tıpış tıpış o bacası tüten güzelim kürkçü dükkanına geri dönmese mesela insanlar. tam onu unuttun, hayatını yeniden kurdun, güzel güzel yaşıyorsun pat diye bir mesaj ya da bir söz. seviyorsan neden gidiyorsun, madem sevmiyordun ve gittin, o zaman niye geri geliyorsun güzel arkadaşım? yani artık rica edicem, lütfen, kürkçü dükkanına geri dönme olayı tükensin artık.

10. Ah egolar ah.. herkeste bir ego, kendini dev aynasında görme. hepimiz aynı değil miyiz son tahlilde? kime bu afran tafran pardon? sizi de şöyle alalım, geri dönüşüm kutusuna lütfen canım.

11. Çok kısa ve net söyleyeceğim: artık evlenmeyin ulen! bu ne ya bütün arkadaşlarım evlendi olm :/

12. Ve tabii, belki de listenin en önemli maddesi olan özgürlük. insanların hayatına karışma yetkisini kendinde bulmasa insanlar keşke. nasıl yaşayacağını, ne yapacağını insanlar kendileri zaten bilirler. hepimizde az çok akıl var, hepimizde az çok kalp var, hepimizde az çok yaşanmışlıklar var ve kendimiz için neyin iyi olup olmadığını biliyoruz. özgür olmadığımızı sanmasın kimse, istedikleri kadar özgür olmadığımızı ve hatta olamayacağımızı sansalar da özgürüz işte kardeşim! bırakın yaşayalım! bırakın Allah aşkına!


bu liste uzar da uzar. kendimce temel olduğunu gördüklerimi, aklıma gelenleri çiziktirdim işte. eminim senin de hak verdiklerin hatta eklemek istediklerin var. hepsini geçersek, aslında tek istediğimiz mutlu olmak değil mi güzel dostum?

uyuyup uyandığımda, tekrar uyuyup tekrar uyandığımda ve 22 Kasım günü geldiğinde o mumları üflerken, kendim ve herkes için güzel şeyler dileyeceğim. hepimiz için mutluluk dileyeceğim. her ne kadar bir yaş daha yaşlansam da :/ kaç yaşına mı gireceğim? işte onu ne siz sorun ne ben söyleyeyim, hem bayanlara yaşı sorulduğu nerede görülmüş canım :)


sevgiyle :)

17 Ekim 2013 Perşembe

tek fav'ımla seni kendime aşık eder, bir layk'ımla yüzüğü takarım!

linke tıklayıp buralara kadar geldiğine göre ne yazdığımı merak ediyor olmalısın. ama müsterih ol, ilgini çekeceğini düşündüğüm şeyler yazdım. arkana yaslan, başlıyoruz.

öyle bir zamana denk geldik ki.. eskiden binbir çaba ve emekle yapılan şeyler artık çok çabuk ve kolay oluyor. mesela eskiden olsa, birini mi seviyorsun, sanki ekmek keser gibi, iğneden iplik geçirir gibi bi koşu gidip dağları deliyordun. ya da sevdiğinle bir türlü kavuşamıyor musunuz? kolayı var. hemen ayakkabını giy, üzerine bir şeyler al ve tek adımla çöllere düş. ya da bunlar fazla mı uç? o zaman da günlerce kızın kapısında sabahlayıp atacağı mendili bekle, ya da mektubunu. ama şimdi öyle mi?

günümüzde neler oluyor hadi birlikte inceleyelim.



seni favladım çünkü seni seviyorum

şimdi mesela bir genç, bir kızdan hoşlanıyor. kalkıp ''seni seviyorum'' diyemez, çekiniyor. bir çok sebebi var bunun, kendince haklı ya da haksız. peki ne yapıyor gencimiz? elindeki ekrandan kızın son attığı tivitlere bakıyor, son çektiği fotoğrafları inceliyor, nereye gitmiş ona bakıyor ve en son hangi videoları paylaşmış izliyor. kızın her yaptığını biliyor. kendisini fark ettirmek istiyor. ''bak seni takip ediyorum, ne yaptığını biliyorum'' demek istiyor. bunun için de gidip kızın tivitini favlıyor, fotosunu layklıyor, check-in'ine yorum yapıyor, videosunu paylaşıyor ve görev başarıyla tamamlanıyor. peki bunun sonunda ne mi oluyor? çocuk, kendisini kıza fark ettirdiğini sanıp, kız şimdi onun favlayıp laykladığını göreceği için heyecanlanıyor ve kızın da ona karşı bir şeyler hissedeceğini sanmaya başlıyor ve işlem böylece sona eriyor. ta ki sonraki tivitlere, fotolara, videolara kadar.

diyelim ki kız, çocuğun sürekli tivitlerini favlayıp fotolarını laykladığını, check-inlerini beğenip videolarını paylaştığını fark etti. bu durumda üç şey oluyor:

a) çocuğun kendisinden hoşlandığını düşünmeye başlıyor.
b) ''dikkat çekmeye çalışıyor salak!'' deyip geçiyor
c) yok canım daha neler, öylesine bir fav ve layk işte deyip gidiyor.

cevaplar:

a) gelsin ''ay bu çocuk benden hoşlanıyor aiiyy'' ler, uykusuz ve aç susuz günler. yılın 4 mevsimi, haftanın 7 günü, günün 24 saati onu düşünmeler, animelerdeki kızlar gibi gözleri kocaman, ağzı kulaklarında haller. bir de çocuk görecek diye daha da süslenip daha güzel olmaya çalıştığı fotolar, imalı tivitler.
b) fav ve layk bombardımanına tutulan kız basıyor küfrü.
c) hiç bir şey olmuyor kız tivitler atmaya, fotolar paylaşmaya devam ediyor.

gözüne kestirdiği kişiye ulaşmak isteyen günümüz insanı, bunlarla yetinmiyor tabi. favlardan layklardan umduğunu bulamayınca hızını alamayıp kızın gittiği mekana gidiyor. böylece kızla tesadüfen(!) karşılaşmış oluyor ve cesaretini toplarsa tanışıyor.


seni laykladım evlen benlen!

hal böyle olunca, ilişkiler de tuhaf bir hal almaya başladı. araştırmalar, artık evliliklerin internetten tanışılan insanlarla yapıldığını gösteriyorken, ilişkiler Twitter, Facebook, Instagram, Foursquare ve hatta Vine sayesinde başlıyor.


mesela şu cümleyi o kadar çok duydum ki ''çocuk durmadan paylaştığım fotoları layklıyor''. soruyorum kıza ''çocuğu tanıyor musun?'' cevap tahmin ettiğim gibi ''yoo. ama iyi çocuğa benziyor''. iyi de diyorum, ''çocuk öylesine favlıyor olamaz mı? buna neden bu kadar anlam yüklüyorsun?'' ama ne dersen de, insanlar kendi bildiklerini yapıyor ve hayat bi şekilde devam ediyor.
sonra sorup duruyoruz ''neden bu kadar çok insan evleniyor?'', ''neden etrafımdaki herkes evlendi! neden hiç bekar arkadaşım kalmadı?'' çünkü artık çabucak tanışılıyor, sen daha mercimeklerini yıkarken millet mercimeklerini fırından çıkarıp afiyetle yiyor.

ve bence bu durum Esra Erol'un virali bile olabilir. ne dersiniz? :)

11 Ekim 2013 Cuma

havuz problemi gibisin, çözmek istiyorum

çok büyük bir yalan vardır özellikle erkeklerin çok sık kullandığı. bunu çok fazla ilişkim olduğundan değil gözlemlerimden ve kızlarla sohbetlerimizden biliyorum. gelelim bu yalanın ne olduğuna.

''sende bir gizem var ve ben bu gizemi çözmek istiyorum.'' sanırsın adama zorlu ve tehlikeli bir görev vermişiz de hayatta kalması için bunu çözmesi gerekiyor haspam. kızın gizemli olması ya da olmaması, ya da senin bunu kıza söylemen neyi değiştirecek canım pardon? ya da senin bunu çözmek istemen kıza ''ayy ne tatlı çocuuukk hemen aşık olmalıyımm'' dedirtmez bi kere bu cepte. ikincisi, sen bunu söyleyince inan bana etkileyici değil gerizekalı gibi duruyorsun. çünkü bi kere gizem dediğin şey görecelidir ve bir insanın gizemli olması kimilerine çekici gelirken kimisinde bıkkınlık hissi uyandırabilir. ''tipe bak ya adam sudoku gibi geziyor, aman be senle mi uğraşcam'' der gidersin yani.

diyelim ki kız bu yalanı yedi ve sen kendince ''kızı avladığını'' sanıyorsun. ee sonra? bu etkileme halini kalıcı hale getirmek ya da devam ettirmek adına elinde başka ne var? bundan sonraki ''etkileyici cümlen'' nedir sevgili erkek insan?


yalanını yiyeyim sana bir şey olmasın

bir kıza gizemli olduğunu söylersen bla bla diye genel cümleler ya da genellemeler kullanmak istemiyorum çünkü ne bütün kızlar aynıdır ne de ben burada kızların fahri sözcüsüyüm. tamamen sesli düşünelim bakalım. şimdi diyelim ki biri geldi ve sana dedi ki ''yaa sen çok gizemlisin ben bu gizemi çözmek istiyorum'' Allah aşkına kop git demez misin dersin. Heri Potır mıyım ben olum neyin gizeminden bahsediyorsun sen. hayır bir de çözücen de ne olcak Allah'ını seversen. çözdün diyelim napıcan o gizemi Allah aşkına söyle.

bir de şöyle bir gerçek var ki akıllara zarar. ''senin gizemini çözücem olommm'' demek ''seni yenecem İstanboollll'' demekle aynı bana göre. hatta daha absürdü ''dün buzluğa kıyma koymuştum o buzları çözecem olomm'' demekten bir farkı yok bence. o kadar anlamsız ve salakça. ayrıca bir miktar da hadsizce değil mi allasen? zira birinin gizemini çözdüğünü ya da çözeceğini söylemek büyük bir iddia. ''seni senden iyi tanıyorum'' salaklığıyla eş değer. sen kimsin ki beni benden iyi tanıdığını ya da gizemimi çözdüğünü söylüyorsun pardon. bir de yüzsüz yüzsüz pişkin pişkin gelip bunu bana söylüyorsun arkadaş. çözdüysen çözdün banane. ya da ''yaa bir türlü çözemiyorum sendeki gizemi hofff'' diyorsan da al eline hesap makinası, kareli matematik defterini, git evinde çöz yanıma niye geliyorsun ki alla alla.

''farklı bir havan var, tuhaf birisin'' de aynı salaklık mesela. niye 3 kulağım mı var? ya da ellerim havada 35 saat amuda kalkmış bir vaziyette filan mı durabiliyorum nedir? farklıysam farklıyımdır bitti gitti. ne yani kız tuhaf biriyse ve sen ''ya sen çok tuhaf birisin'' deyince kız gelip whatsapptan sana kalpler böcekler yollayacak seni ilgiye ve sevgiye boğacak filan mı sanıyorsun nedir yani senin olayın? açık açık ''senden hoşlandım'' diyemiyor da ıvırıp kıvırıp saçmasapan zırvalıyor işte haspam. bir de kadınlara derler ''sizi çözmek zor'' diye. bence sizi çözmek zor bebiş. hee bak hazır kadınlara söylenen bu ''sizi çözmek zor'' demişken, bir de bu olay var başka bir fitil olduğum durum olarak. arkadaş madem bizi çözmek zor, neden gelip Recep İvedik stayla ''seni çözdüm, gizemini çözdüm ekiki'' diyorsun? kendinle çelişmiyor musun? gerçi çözülemeyen ya da çözülmesi zor bir şeyi çözdüğünü iddia etmek onlara kendilerini önemli hissettiriyor olabilir tabi bilemem. ama böyle bir şeyle övünmek ya da kendini önemli hissetmek ne derece normal bir akıl sağlığının ürünüdür onu da yine bilemiciim.


ps. sevgili erkek insanlar, bir kıza ''çok gizemlisin bebeyim, bu gizemi çözmek istiyorum'' demeyin yani, çünkü o an hiç de atomu parçalamış gibi durmuyorsunuz haberiniz olsun.

30 Eylül 2013 Pazartesi

seyirci

bir gün öyle bir zaman gelir ki.. tanıdığın kızların çoğu artık çoktan evlenmiş, bir çoğu nişan davetiyesini yollar, çoğu uzun ilişkisine hala ve tam gaz devam ediyordur, geri kalanlarsa yeni bir ilişkinin ilk adımlarını atmıştır. izlersin. anlatırlar. dinlersin. tebessüm edersin. bazen acırsın onlara. ''her şey bir adam bulup peşinden gitmek mi ki hem canım.'' dersin. ama buna kendin bile inanmazsın. bu bir savunma mekanizmasıdır, suyun yüzeyinde kalma çabasıdır. neyse ne. bir şeydir işte.

kimi kahkahalar, kimi derin ahlarla anlatır. anlatır anlatır dururlar. dinliyormuş gibi yapıp dinlemezsin. sıkılmışsındır artık. yaşıtın kızların böyle durmadan kendi hayatları, sevgilileri, nişanlıları, bilmemnelerini anlatmaları.. bir şey de diyemezsin. dinlemeye devam edersin. daha doğrusu dinliyormuş gibi yapmaya. en ufak bir ''pause'' yapmak istesen kıskandığını bile sanabilirler. oysa ne var ki canım alt tarafı birine aşık olmuş, birini kendilerine aşık etmiştirler. ne yani Dünya'yı kurtarmadılar ya, ne bu güçlü durmalar. ama bu dediğine inanmazsın. buna inanmazsın. buna artık sen bile inanmazsın. böyle bir şeye artık gerçekten inanmazsın.

giderler. sonra yine gelirler. biri bitip bir diğeri gelir. hiç bitmezler. geldikçe gelirler hiç gitmezler. onlar hiç bitmezler. ilişkileri hiç bitmez, sevmeleri, özlemleri, kıskançlıkları ve ballandıra ballandıra anlattıkları sevgilileri ve sevgililikleri. miden bulanır artık. dinlemek istemezsin artık. neden gelirler ki? neden söyler ve söyler dururlar ki dersin. ama bilmezsin. aslında bilirsin de unutursun işte. onların hayattaki tek başarıları budur. yani haklı olan sensindir. evet belki iyi okullarda okumuş, kendini geliştirmiş olanları da vardır fakat bir insan bunca anlattığı, başka hiç bir şeyi gözünün görmediği bir şeyi hayattaki tek başarısı gibi görmüyorsa nedir? yani sen demezsin, bu böyledir.

düşünürsün bazen. yanlarında ya da yalnızken. istiyor muyum diye. onlar gibi olmak bana yakışır mı diye, üzerimde durur mu. ''ama hiç birbirimize benzemiyoruz ki. ben anlatmayı sevmem böyle şeyleri. bırak başkaları anlatsın seni, zaferlerini. ve bir de onu öyle simli pullu boyayıp parlatmayı sevmem ki. hem, bir şey güzelse parlatılmaya ihtiyaç duymaz ki. öyle yapılıyorsa aslında o şey o kadar da iyi, güzel ve yolunda değildir ki.. ben insanları kandıramam. ben öyle biri bu saatten sonra olamam ki. onlar gibi yapamam. belki de inanmadığımdan, onlara inanmadığımdan, böyle şeylerin artık olabileceğine inanmadığımdan'' diye yazar kafanın üzerindeki düşünce balonunda sessizce. onların bu yaptıklarının aynısı olmasa bile, kendime uydurabileceğim bir versiyonu yok mudur dersin. ama bu düpedüz evrene sipariş vermek olmaz mı? saçmalama yani. sonuca odaklanırsın. inansan da inanmasan da böyle bir şeyin başına gelmesi evresi yani. hem daha önemli şeyler var bu hayatta canım ne lüzum var şimdi der, konuyu geçiştirmeye çalışırsın. ya da belki olursa olur diyen yarı kaderci yarı boşvermiş gözlerle bakarsın. yine gelirler. dinlersin. kavga ederler yanından geçtiğin çiftler. nasıl da aptal gelirler. ne yani şimdi bu insanlar bunu mu başarı olarak görüyorlar ve parlatıp gülümseyerek insanlara gösteriyorlar? ah ne büyük bir kahramanlık ama!

yanında (onlara göre) güzel ya da çirkin ama sonuç olarak bir kadın(ki her kadın güzeldir) varken gözleri kadınlardan başka şeye bakmayan adamlar yüzünden, büyük aşkla(!) başlayan evliliklerin hiç bir şey olmamış gibi kuru kuru ve buz gibi bitmesi yüzünden, birbirinin gözlerine ışıklı ışıklı bakan sevgililerin bir zaman sonra hiç bir şey olmamış gibi iki yabancı olup birbirlerinin adını bile unutması yüzünden, ne zaman inanmak istediysen ''hepsi aynı değil ki canım'' cümlesinin eninde sonunda ''hepsinin canı cehenneme, hepsi aynı işte!'' cümlesine dönüşmesi yüzünden, dışarıdan çok süper çok mutlu ve çok iyi görünen ''arkadaşların ve ilişkileri'' aslında o kadar da çok süper, çok mutlu ve çok iyi olmadığından, lanet olası geçmişindeki lanet olası adı ilişki ama kendi ilişki olamamış aptal bir iki hikayen yüzünden ve artık o güzel filmlerdeki o güzel aşklar kalmadığı için, artık bir kadın isminin yanına bir adam ismi getirilecek kadar efsane hikayeler imkansızken dönüp dolaşıp yine sen haklı çıkarsın. mutlu bir haklı olunmayacağından, haklı olmak mı mutlu olmak mı diye bile kendine sormadan ve artık bir şey isteyemeyecek kadar hissiz ve inançsız olduğundan arkadaşlarının düğünlerine giden, bir diğerinin sevgilisiyle son kavgasını dinleyen, ötekinin davetiyesine donuk gözlerle bakan biri olur çıkarsın. aslında sen bir seyircisindir yalnızca.

6 Ağustos 2013 Salı

bir Mezuniyet Balosu macerası 4

özet: kıyafet takı ayakkabı ve çanta alışverişi levellarını binbir zorlukla da olsa başarıyla geçen Reklamcıinsankişisi, üniversiteden arkadaşı Yamiyle kuaförün yolunu tutar.

baloya sadece 2 saat kala babam bizi kuaföre bıraktı. Yami saçını nasıl yaptıracağını çoktan belirlemişti, bense akıllım sadece birkaç gün önce anlık bir esmeyle baloyu filan unutup saçlarımı kestirmiştim. küt saçlarımla artık nasıl bir model seçeceksem. tıpkı tombişliğimi tam da gece elbisesi alırken kabinde farketmem gibi bunu da son anda, kuaförde farkettim ne yazık ki. neyse başladım nasıl bi model istediğimi kadına anlatmaya. ''topuz olsun ama tam topuz gibi de olmasın dağınık topuz olsun ama dağınık dediysem bildiğimiz dağınıktan olmasın sade bişi olsun ama yüzüme de gitsin düğüne gider gibi olmasın ama basit de olmasın''. bu cevabım kadını çileden çıkarmış olacak ki birazdan yaşanacaklar oldu. kadın çağırdı çırağını, kız aldı eline maşayı, başladı tek tek dalgalandırmaya kafamı. ben hala acaba nasıl yapsam saçımı diyorum tabi. kim bilir kuaför ve çırağı çetesi nasıl planlar peşinde. Yami'ye bakıyorum başka alemlerde, bense filmlerdeki gibi ona bakarak düşüncelere dalmışım ''vay be 4 sene mi geçmiş, okulu bitirdik ve şimdi bir kuaförde mezuniyet balomuz için saç yaptırıyoruz öyle mi..'' sonra kendime geldim baktım Yami almış eline maşayı postişlerine dalga atıyor. vaayy hamarat kız diye takılmaya başladım buna, insanın annesi güzellik uzmanı olunca böyle becerikli oluyor işte. kız ne güzel kendi saçını kendi yapıyor kimseye eyvallah etmiyor. böyle bi gururlanma sahnesi oldu, canım arkadaşım ya filan diyorum, 4 senedir tanıyorum kızı yeni görüyorum bu hallerini.

neyse ben aynaya bir baktım, abooo kız var ya nasıl minik tutamlarla yapıyor dalgaları. çıldırdım tabi. canım ya geç kalıyoruz şöyle kalın kalın al da çabuk bitsin. olanca Nemrut suratıyla ''ama güzel olmaz ki siz karışmasanız''. havale geçiriyorum sinirden resmen tövbe tövbe. karışmaymış, saç benim len nasıl karışmiyim hey allam. hayır düğün müğün olsa valla umrumda değil de balo olum tabi karışcam. yaptığı dalgaları elleyip düzeltiyorum ''ama dokunmasanız bakın bozuyorsunuz'' haydaaa kendi saçımızı ellemek de yasak he! Yamiye diyorum ''yaa nasıl oldu ama doğru söyle''. kızcağız ne desin güzel oldu diyor. aynaya bakıyorum kabarık dalgalı kına gecesi kafası. ''X ablayı (kuaför) çağırabilir misin canım'' dedim kıza, kadın geldi başladım uzun havaya. ''ama abla bu çok abartılı olcak bozup fön çekip sade bi topuz mu yapsak'' kadın demez mi yıkamamız gerek yarım saat sürer. sinirden çıktım bi sigara yaktım kuaförün önünde volta atıyorum. saat 18:30, yarım saat sonra balo başlıyor ve ben kuaförün önünde kabarık dalgalı kına gecesi kafamla efkarlı efkarlı cuğara tüttürüyorum halim içler acısı. bizimkinin saçları bitmek üzere, makyajını da kendi yapıyor. hemen girdim içeri, kıza dedim bence bu dalgalar yeter saça başlayalım artık. bütün o mıy mıy halleriyle, dünya yansın benden sonrası tufan amaannn halleriyle başladı yapmaya. bişi dicem kuaförler neden hep aynı? acelen olduğunu söylesen de dünyanın en sakin insanı hallerinden gram ödün vermiyorlar. bişi söylesen suçlu sen olursun, beğenmesen ''sen bilmiyorsun karışma'' olur, model söylesen ''ama o sana gitmez ki'' oy ben ölem diye koltukta oturmuş aynada üzgün gözlerle hiç istemediğim bir saç yapılırken istediğim kadar elbisem şuyum buyum güzel olsun bi kere saçtan kaybedicem onu bilmek beni maffediyor, baloya 1-0 başlayacağım ve bu beni üzüyor. 


aynalar aynalar, üzdünüz beni aynalar

birkaç dk sonra.. 

kafanda nasıl bir şey istediğine dair bir model olmayıp kendini kuaföre bırakınca nasıl bir kafayla karşılaşabilirsen öyle bi kafayla buldum kendimi aynada. sinirden ağlamama az kalmış, baloya geç kalmışız ve benim bu saçı bozdurup yeni bi model yaptırmam imkansız. ay bi de dalga geçiyor kadın ''elbiseni giyince daha güzel olcak''. ne alaka lan sdgsdghjk. bir umut elimi soktum saçıma, bişiler bişiler yaptım, kız yaptığımı bozup gene kına gecesi haline getirdi. çıldırış benden Yamiye bulaştı, kız haklı olarak söylenmeye başladı artık ''canım elbiseni giy artık istersen'' diye. ''ya balo canım mezuniyet balosu, hayatımda bi kere olucak ve ben hiç istemediğim, onu geç iğrenç bi saçla gidiyorum lütfen biraz anla'' dedim makyajımı yaptım iğrenç ötesi saçlarımla elbisemi alıp içeri gittim. baktım Yami geldi ''giyindin mi canım bakayım'' diyor. hazırım dedim ve perdeyi bir açtım bu başladı auvvv uvv sesleriyle ''kızımmm çok güzel görünüyorsun şu an'' demeye. ''dalga geçme ya bu saçla mı?'' diye somurtmuş bir suratla ayakkabımı giydim, küpemi yüzüğümü taktım içeri gittik.

elbiseyi giyip içeri gidince kuaför, çırak kız, müşteri kadınlar filan herkes bana bakmaya başladı. babam arıyor, saat 19:30 olmuş, kokteyli çoktan kaçırdık, saçım iğrenç ama kadınlar ''ayy ne güzel olmuşsuunnn'' diye bana bakıyor. onbinmilyon bilinmeyenli bir denklemin içindeyim yani. eşyalarımızı alıp teşekkür edip (içimden küfrederek) çıktık. babam bizi bekliyordu, bindik arabaya çıktık yola.

camı açıp, esen akşam yelinde püfür püfür havalanırken, babama ''öndeki aracı takip et'' demedim, ''babacım sağ salim gidelim haydi bismillah'' dedim ve kendimi müziğin akışına bıraktım. aynayı indirip indirip kendime bakıyorum hiç huzurlu değilim, bi rahat olsam anın tadını çıkarsam güzel olcak da olmuyor. sonra çat diye bişi farkettim, makyaj çantamı kuaförde unuttum. aman Tanrım makyajım şimdiden bozuldu sıcaktan, baloda makyajımı nasıl tazeliycem diye söyleniyorum sonra baktım kendimi paralamam bi işe yaramayacak, bıraktım kendimi akışa. Murphy durur mu, yapıştırdı cevabı ''işte geldim burdayım ben bu işte ustayım!'' ve delice bir trafiğin içine gömüldük. ya siz nereye gidiyonuz böyle hoovvv! diye camdan maganda gibi bağıracak raddeye çoktan gelmiştim ama hanfendiliğimizi bozmak bize yakışmaz üstelik üzerimizde gece elbisemiz var baloya gidiyoz huhhuvv ^_^

haşır huşur radyo frekanslarını dolaşırken, 5dk'da bir aynayı indirip tipime bakıp arka koltuktan bana bakan Yami'yle ön kameradan şebeklikler yapıp fotoğraf çekerken trafiğin bir nebze de olsa üstesinden gelebiliyordum. Murphy de kimmiş hey yavrum hey! biz neleri atlattık be gülüm.

Çırağan'a yaklaştığımız her metrede kalbim daha da yerinden çıkacak gibi oluyordu. utanmasam kafamı çıkarıp ''hoovvvv biz baloya gidiyezz kiiiii çuççuvv'' diye çıldırasıya çığıracaktım. yapmadım. çılgınlığımı baloya saklıyordum. ama yine de sesimi değiştirip ''Yaamurrrr yaaa baloya gidiyozzzz offf :)''  diye şebeklikler yapmadan duramadım.

çok güzel bir gece bizi bekliyordu.

ve sonunda gelmiştik, Çırağan'ın önündeydik.



sonraki yazı: Reklamcıinsankişisi Mezuniyet Balosu'nda! ^_^

22 Temmuz 2013 Pazartesi

iyi ki yapmışım, iyi ki varmışsın!

bugün güzel bir gün. bugün, daha önce yaptığım bir şeyin nasıl güzel bir hale geldiğini gördüğüm bir gün. bir milat, bir yıl dönümü, iyi ki doğdun günü. başlıyoruz.

3 yıl önce.. günlerden 22 Temmuz 2010 Perşembe saat 19:09. ne mi oldu tam da o an? işte o gün ben reklamciinsankisisi.blogspot.com'u açtım. kişisel bir şeydi, hem herkes okusun istedim, hem kim okuyacak ki dedim. ama sonunda illa ki bir şey olacaktı. iyi kötü bir şey. oldu da. çok güzel şeyler oldu. hiç ummazdım ama ben bişi yapmıştım nasıl yapmıştım bilmiyorum ama 3 yıl sonra bugün arkadaşlarım, sevdiklerim, hiç tanımadığım insanlar, hatta bizimkiler (ailem) bile bana artık Reklamcıinsankişisi diyorlar. bir hitap yaratmıştım, bu blog boşuna olmamıştı, benimle özdeşleşmişti adım olmuştu ben olmuştu artık.

klasiktir hep derler ya ''çekerken çok eğlendik'', ''yaparken nasıl da eğlendik'' filan. ben bu cümleyi çok içten söylüyorum şimdi. sizin komik bulduğunuz yazıları ben gülerek hatta çoğu zaman kahkahalar atarak yazdım. dramatik, melankolik, depresif olanları biriyle dertleşir gibi yazdım, içim acıyarak, hissederek. ilk yazıdan 226. yazıya kadar hep bendim, hep kendimdim. ne söyleyeceksem ve bunu nasıl söylemek istiyorsam öyle söyledim. birileri kırılmasın, yanlış anlamasın düşüncesi hep vardı elbet, fakat kendin olmanın en güzel şey olduğunu burada hiç unutmadım, tıpkı hayatımda da yaptığım gibi. her ne olursa olsun kendin olmak en büyük özgürlük ve zenginliktir çünkü.

iyi ki yapmışım dedim hep, tek bir an bile pişman olmadım. çünkü ben hep anlatmak istiyordum. kendimi bildim bileli hiç değişmemişti bu. anlatacak öyle çok şey vardı ki şu hayatta.. birine anlatmak istediklerim olduğunda anlattım, biri değil onlarca kişi bildi böylece. başıma gelenleri anlattım, ''bakın nasıl eğlendim'', ''bakın ben böyle mükemmel biriyim'' demek için değil, ''bakın nasıl şapşallıklar yapmışım'' demek için belki de. çünkü bu blogu kendimi beğendirmek, kendimi övmek için açmamıştım; her halimle yazmak için açmıştım. en aptal, en aşık, en saçma, en çocuksu, en sakar hallerimle yazdım. neden sahte olayım ki?

hiç tanımadıklarım okudu ya, yorumlar yaptı ya, bir şey yapmış olmanın gururu doldu içime. mutlu oldum. ben böyle şeylere değer veririm çünkü. çünkü ben çocukluğumdan beri yazmaktan başka şey bilmem ve yazdıklarının beğenilmesi neler hissettirir insana, bunu yaşayan bilir.

bir gün bölümden bir arkadaşım kepli cübbeli mezuniyet fotoğraflarımızı çektirirken şey demişti: ''ne zaman reklamcılıkla ilgili ilginç bişi görsem tam Reklamcıinsankişisi diyorum ister istemez. içimden geliyor o anda :)'' nasıl ya demiştim, ciddi misin! ciddiydi. ''dilime dolandı valla ben de anlamadım.''. gülüşmüştük. hayatımda duyduğum en güzel şeylerden biriydi. yine bölümden ve bölümden olmayan arkadaşlarımdan ''çabuk giriyor insanın aklına.. nasıl buldun kızım bu ismi'' , ''ilginç bir isim.. nereden geldi aklına Allah aşkına :)'' cümlelerini ve benzerlerini duyduğumda havalara uçtum. o an Reklamcıinsankişisi'nin bizzat ben olduğumu bile unuttum. vay be dedim içimden. ve onların bu sorusuna şu cevabı verdim her seferinde: ''bilmem :)'' karşılaştığımızda buluştuğumuzda beni görür görmez adım buymuş gibi, baya kimliğimde filan yazıyormuş gibi hep Reklamcıinsankişisi diyorlardı bana. hala öyle. zaman zaman şakayla karışık ''adımı mı unuttunuz yoksa :)'' diyorum ama asla kızmıyorum. böyle güzel şeye kızılır mı hiç?

arka arkaya hem arkadaşlarımdan hem hiç tanımadıklarımdan  ''bazen okuyunca diyorum ki cidden o tepkileri verdin mi?'' , ''gerçekten sen misin o kız?'' , ''haha aynısı benim de başıma gelmişti kendimi gördüm yazıda''  yorumlarını ve benzerlerini duydukça ve okudukça daha fazla yazmam gerektiğini biliyorum artık.

bu blog benim hobim değil, bu blog yalnızca bir internet sitesi değil, tüm içtenliğimle söyleyebilirim ki bu blog ben, bu blog bir insan, yaşayan bir genç kız, hiç tanımadığım bir genç kadın ama aynı zamanda kendimden daha iyi tanıdığım bir genç kadın. belki ilginç gelecek ama zaman zaman hiç aklımda yokken beni çağırıp heyecanla kendinden bahseden, son yaşadıklarını anlatmamı isteyen ve bana yazdıran, bir kişiliği olan ve basbaya bana kafa tutan biri. şımarık görünebilir ama değil, yalnızca kendisi. eğlenceli hem de zaman zaman beni yoracak kadar. feminist feminist takılır bazen ama aşık olmayagörsün, Sezen'e bağlar, tam bir Leyla olur. bana deli derler ama benden daha deli ve yaratıcı. çok da şakacı. yazarken kahkahalar atıyorum diye bahsettiğim tam da buydu. bazen dediği bir şeye ''vay canına!'' gibi tepkiler verebiliyorum o derece! çünkü O ''saçmalamak konusunda ölümüne ciddi''. başına neler geleceğini sizler gibi ben de bilmiyorum ve en az sizin kadar ben de merakla bekliyorum.

onu büyütmek, hiç değişmeden ve hep çocuk kalarak içinden geldiği gibi olmayı hiç bırakmasın istiyorum, onu anlatmak istiyorum. çünkü ben, Reklamcıinsankişisi olarak değil, kendim olarak, Reklamcıinsankişisi'nin dinlemeye, okunmaya, tanınmaya değer biri olduğunu biliyorum. bundan, hiç bir şeyden olmadığı kadar eminim. ve sana, bana, ona, hepimize benzediğine de.


hem kendim hem de Reklamcıinsankişisi adına 3 yıl boyunca seven sevmeyen, okuyan okumayan, takip eden etmeyen herkese, hepinize çok, çok teşekkür ederim. iyi ki varsınız.

God bless Reklamcıinsankişisi! \o/
Tatlılıklar.

Leyla :)

17 Temmuz 2013 Çarşamba

bir Mezuniyet Balosu macerası 3

balodan önceki gece uyku filan hak getire. tam rüyaya dalıyorum, yine balo. kuaför dünyanın en iğrenç saçını yapıyor, makyajımla Guinness Rekorlar Kitabı'na giriyorum basın filan hep orda ''işte kainatın en iğrenç saçına sahip kızı'' diye gazetelere ana haberlere çıkıyorum. gözümü bir açıyorum, rüya gerçekmiş gibi geliyor filan. bunu en son Öss'den önceki gece yaşamıştım. bir şekilde uykuya dalmışım.

ve balo sabahı geldi çattı! hala inanamıyordum ama elbise ayakkabı takı çanta her şeyi halletmiştim şimdi sıra kuaför faslındaydı. yani zurnanın zırt dediği, dananın kuyruğunun koptuğu ve tünelde ışığın görüldüğü o son hazırlık aşaması.

epey meşakkatli kıyafet ve aksesuar sahnesinden sonra kuaför sahnesinde de rolümü hakkıyla icra edersem perde kapandığında yüzümde koca bir tebessümle sahneden ayrılacaktım. hayatımın en önemli rollerinden biriydi çünkü bu. mezun olmuştum ve mezuniyet balosu geriye dönüp baktığımda hayatım boyunca hatırlayacağım en güzel günlerden biriydi. hiç bir şeyin o geceyi tebessümle hatırlamama engel olmasına izin veremezdim.

bölümden arkadaşım Yamiyle günler öncesinden balo günü kuaföre birlikte gitmek için sözleşmiştik. ta Kıbrıs'lardan bize gelecekti bebişim, baloya kadar neredeyse her gün birbirimize kıyafetimizin fotosunu yollayıp saç makyaj vb konuları konuşuyorduk heyecan ve sabırsızlıkla. günler önce balo biletini alacağım gün ya kalmamışsa diye endişelenirken beni sakinleştirdi, aynı masada bilet alamadığım için buruklaştığımda masalarımızın yan yana olduğunu öğrenip sevindik. düşündüğümüz şeye bak. napalım okul bitmiş bırak da biraz eften püften şeylere takılalım. bileti aldığım gün ''olumm ressmen balo bileti şu an bu elimde tuttuğum hihhuvv!'' diye çıktım okulda neredeyse sekerek yürüyorum. 

bi dk ya! kuaförden randevu almam gerek upss! evin civarındaki kuaförlerin hepsine baktım, en iyisini bulmalıydım. randevuyu aldım, son hazırlıkları tamamladım (balonun ertelenmesi iyi olmuştu, yoksa yetişmeyebilirdi) ve işte sonunda filmin sonuna gelmiştik. aslında yeni başlıyor desem daha doğru olur. büyük gün! akşam balo var! ^_^


Murphy seni çok seviyorum!

yıllar öncesinden bizzat deneyimlediğim berbat bir kuaför macerasından sonra balo için olabilecek en sade ama güzel modeli bulmalıydım. elbisenin derdi yetmedi, bi de saç modellerine baktım günlerce. neyse balo günü arkadaşımı aradım, kuaföre geç kalmayalım şimdi. telefonda heyecanla ''canımmm randevuyu aldım, geliyo musun nerdesinn'' derken anlaştığımız saatte gelemeyeceğinizi söylemez mi. böyle önemli günlerde zaten iki ayağı bi pabuca girmişken kendini sakinleştirmek bir yana, daha da telaşa sokan evhamlı bi tip olarak bunu duydum kaynar sular tepemden döküldü. nası ya dedim filan, annesini havaalanına bırakacağını söyledi. kıza şimdi anneni bırak da atla gel diyemezsin. neyse ki saçımız öyle zahmetli bi model olmıcak geç kalmayız ya diye içim rahat. ne var yani 2'de değil de 3'de gelicekti. tamam dedim randevuyu 3'e aldım. 

saat oldu 3, arkadaşımı arıyorum, 4'de geleceğini söylüyor, benim kafaya dökülen kaynar sular double oldu. hem de katmerli katmerli kaynar su. ben hala nolcak yeaa diye kendi içimde ustaca manevralarla kriz yönetimi yapmaya çalışıyorum. eve gittim. elbiseyi şunu bunu hazırladım kız gelsin bişiler atıştırıp vakit kaybetmeden çıkalım.

benim güzel arkadaşım arayıp 5'de geleceğini söylemez mi. hobaa kafama huniyi takıp mahalleye koşcam şimdi. balo 7'de, saat 4 buçuk ve biz hala kuaförde değiliz.

neyse yarım saat geçti aradı taksideymiş evi tarif ettim çıktım balkona, geldi gelecek. telefonum çaldı, yanlış yola girmişler, bizim semti geçmişler sizin ev nerde diyor tatlı arkadaşım benim sdfgdghjk. dedim çabuk dön nereye gittin sen len. Allah'tan çok uzağa gitmemişler, 10 dk'ya geldi. balkonda telefonla son tarifi de yapıyorum, baktım taksi durdu ve taksiden indi. 11. kattan el sallayıp ismini çığırıyorum, ama nasıl komik bir haldeyim var ya. bi yandan kuaföre geç kalmışız baloya gecikicez telaşı, bi yandan az sonra baloya gidiyoruz onun heyecanıyla deli gibiyim. neyse sonunda asansör bizim katta durdu ve Yamicim asansörden indi. bir dönem erken mezun olup Kıbrıs'a gitmişti, 6 aydır filan görüşmüyorduk ama sanki yıllar sonra buluşuyormuş gibi oldum bi an onu görünce. sarıldık hasret giderdik. hiç serzeniş filan yapmadım ona bile vakit yoktu. hemen bişiler atıştırdık, anneme sarıldım sanki askere gidicekmiş gibi, evden çıktık. aklımda saçımın nasıl olacağından başka hiç bir düşünce yok. o an göktaşı düşse ''cnm bi saniye çıkar mısın önümden şu anda saçımdan başka hiç bir şey önemli değil ok?'' diyecek boyuttayım. bi uzaylı arabanın önüne çıkıp ''hieüğğvv ekikeh'' diye sesler çıkararak bizi indirmeye çalışsa bi hışımla arabadan inip çingen gibi ''yemin ediyom parçalarım seni! de get!'' diye yakasına yapışcam! ne istiyosunuz lan benden, alt tarafı balonun en güzel kızı olucam bi bitmediniz! neyse umarım kuaför iyi biridir de mutlu ayrılırım oradan.


sonraki yazı: kuaförler neden hep aynı!

12 Temmuz 2013 Cuma

bir Mezuniyet Balosu macerası 2

sonra ne mi oldu? bizimkiler elbiseye tek kelimeyle bayıldılar. nette görüp aşık olan bense, o elbiseyi rüyasında gören bense sanki bütün o aşkı duyan ben değilmişim gibi bi tiksindim elbiseden anlatamam. ama var ya aynaya tiksinerek bakıyorum. eğdim başımı, gözlerim melül melül, dudaklarım yine animelerdeki kızlar gibi titreyerek kabine girdim. severek ayrılan, engeller yüzünden ayrılmak zorunda kalan sevgili gibiydik. çok sevmiştim, ayrılmak da bu yüzden çok zordu. ama mecburdum, bitecekti bu hikaye.

çıkardım elbiseyi. gidelim dedim kuzenime. annemle yengem mağaza dışında oturuyorlardı. yanlarına gittik. sordular tabi ''ee naptın''. almıycam deyip geçiştirdim. hayatımda yeni bir sayfa açmam gerekiyordu, yeni okyanuslara yelken açmam gerekiyordu. ''ama çok istiyordun, çok sevmiştin o elbiseyi'' dedi annem. ''bazen sevmek yetmiyor anne'' dedim, ''fedakarlık da gerek (burada fedakarlık balodan çok önce kilo vermem gerektiğiydi)''. mağazaların neredeyse hepsine bakmıştık ve beğendiğim tek elbise çıkmamıştı. beğendiğim tek elbise vardı onunla da aramızda engeller vardı. ama yemişim engeli! tek çare kalmıştı, kavuşmak. ''bu aşk burda bitmez belalımm'' dedim ve romantik komedilerde sevgilisinin havaalanında olduğunu ve uçağının birazdan kalkacağını öğrenen aşık gibi hızla yerimden kalktım. mağazaya deyim yerindeyse 'ışınlandığımız' o saniyeler nasıl geçti hiç anlamadım. benim bedenimden bi tane kaldığını biliyorum ya, Allaaaahhh tutmayın beni!


hemen girdik mağazaya, oh be yerinde duruyor. canım benim ya sonunda kavuştuk ^_^ diye benim aşkım sen bir perçinleş. araya ayrılık girince aşk büyümüyor mu ki zaten? sarıldım koştum kabine. tam huzur içinde elbiseyi giycem kabin dışında bir bağrış çağrış, kapılar vuruluyor filan o derece! o ne lan deprem mi oluyor diye tırstım. ya nolur lütfen şu balo olsun sonra ölelim diyorum bi yandan da elbiseyle cebelleşiyorum. neyse dedim hiç değilse öldüğümde beni bu güzel elbiseyle görcekler ;))))  tekrar giyince elbisenin üstünün birazcık geniş olduğunu hatırladım, amaann bu muydu aşkımıza engel, sen çık bakiyim aradan dedim ve daraltmak için görevli kızı çağırayım diye kabinden çıktım. Murphy her zamanki gibi yine iş başındaydı. az önceki sesler yan kabindeki kadının çocuğundan geliyormuş. hiperaktif bir çocuk ve peşinde mahvolan annesi. derken çocuk sen bir hışımla koş hoop elbisemin eteklerine bi güzel basa basa benim kabine gir. bağırıyor çağırıyor. ter içinde kalmışım stresten patlamama az kalmış! kabinin önü de ana baba günü. noluyo lan bedava ekmek mi dağıtıyorlar bu ne kalabalık! eşyalarım kabinde, kapı açık, üzerimde yerleri süpüren elbise, hop hop koşturuyorum kalabalığı yarıp kuzenimi çağırıyorum yok, toz oldu kız resmen. neyse deyip görevli kızı çağırdım ondan da ses yok. cinnet geçircem zor tutuyorum, bi yandan da kabin sırasındaki kadınlar ''hadi yaa sırada bekliyoruzz!'' diye car car konuşuyorlar. görevli hanımefendi sonunda duydu da geldi yanıma. terzi için ölçü alıcak ama kız nasıl mıy mıy. iğneyi tutturamıyor, pıt pıt koluma batırıyor, bi de güzelim elbiseyi bir sıkıyor bir paralıyor, gitti caanım elbise dedim. tam kavuştuk derken engeller bitmiyor resmen :( kız bi de demez mi ''elbiseyi pazartesi alabilirsiniz'' diye. resmen beni çıldırtmak için sıraya girmiş bi dolu insan! olamazzz balo cumartesi dedim, üzgünüm dedi. neyse ki bildiği bi terzi varmış da ona yönlendirdi. koştur koştur kasaya gittim bu kez kasada sıra bekleyen kızın biri ''yaa hadi ama yaa bi tek o kasa mı açııkkk!'' diye darlıyor. kızın o kadar çıldırdığı şey de aldığı 10 liralık tişört. hepsi bu. lan gerizekalı ben orda mezuniyet balom için elbise almışım senle ben bir miyiz! haftalarca hatta aylarca orda öylece dursam haklıyım tamam mı! elimden bi kaza çıkıcak diye korkuyorum çünkü artık sabır filan kalmadı. derin bi nefes aldım elbiseyi kaptığım gibi kıza sert bir bakış atmayı unutmadan koşarak çıktım terzi kapanmadan yetişeyim en azından. boyum kadar elbiseyle yaz sıcağında İstanbul'un bir semtinde kan ter içinde oradan oraya koşturarak zamanla yarışmaya başladım.

şimdi işin yoksa terziyi bul. bi büfeye sordum oralı bile değil, adamın dünyadan haberi yok. birine daha sordum biliyormuş neyse ki. hemen girdim, bu kez de meğersem yandaki terziymiş. sonunda bulup girdim ve bi rahat nefes aldım. ölçüleri aldı, bir bir anlattım, binbir ricayla bugün almam gerektiğini, yarın son gün olduğunu söyledim, ''ya elbise arkadan patlamaz dimi'' diye saçma sorularımı da sordum çıktım. Allahtan adamcağız güleryüzlü iyi birine benziyordu. evet canım big bang olcak diye absürd bi cevap verseydi de bana kapak olsaydı keşke. ama bakınca saçma değildi sorum ya lütfen ama. düşünsene o kadar hazırlan et, kırmızı halıda adeta kuğu gibi süzül, derken pıt diye elbisenin fermuarı arkadan patlasın. emin ol kimse istemez o hale düşmeyi.

elbiseyi terziye bırakıp, derin bir oh çektim! bi dk bi dk, neyin derin nefesi! daha çanta almadım aman Tanrım! hemen annemlerin yanına koştum. bir iki mağazaya baktık ama yok, yer yarıldı da elbiseme uyan bütün çantalar yerin dibine girdi sanki! hayır bi de çanta bile değil, minik, avuç kadar bi clutch alt tarafı nedir bu bulunmaz hint kumaşı durumu yahu! koskoca avmde bi clutch bulamadım ya. amaaan deyip çantayı yarına bıraktım. elbise yüzünden yeterince kalp krizi geçirmişim, çanta desen ayrı dert, en azından ayakkabı aradan çıksın diye gittim hiç düşünmeden elbiseyi aldığım mağazadan aldım ayakkabıyı da. neyse ki elbisemin renginde gayet güzel bişiydi. buraya kadar okurken bile sıkıldın biliyorum, bi de beni düşün nasıl bir işkence!


oh be dedim, şimdi yemek yiyebiliriz. bir alışveriş işkencesi de böylece bitti.


elbisemi terziden almaya giderken yolda neler düşünmedim ki.. olum mezuniyet balosu hazırlığı böyleyse, bunun daha sözü, nişanı ve hatta düğünü var. Allah sabır versin valla. sağ elimde benim canım elbisem, gözümden bile sakındığım, uğruna dağları delmesem bile dağları bayırları aştığım biriciğim elbisem ve o sıcakta binbir kaprisimi çeken canımıniçi bitaneciğim anneciğimle evin yolunu tuttuk.




sonraki yazı: balo günü geldi çattı!