30 Ağustos 2010 Pazartesi

İYİ Kİ DOĞDUN KRAL


epeydir neden gittin diye sormayı bıraktım.tek yapabildiğim özlemek.ve hala hergün katlanarak çoğalan sevginle büyüyorum.dün doğumgünündü.huzur içinde uyu Kral.

bir ben aranıyor

şehirlerarası araba yolculuğunda gibiyim.yorgunum.gözlerimi açtığımda başka bi şehirde olmayacağımı kim bilebilir?ya da konuşsam gerçekten,yalnızlığın yollarından fersah fersah ve gerisin geri döneceğim belki.çoğu zaman bulduklarım mutlu etmedi beni.aramaktan vazgeçtiğim an bi mucize olmuş gibi geri dönüşümsüz bi saadete ereceğim kim bilir.aptal senaryolar yazıp,akışına bırakır gibi yapıp ama aslında akışına bırakmayı bi türlü beceremeyip müdahale etme yetkisini kendimde illaki görmek,yapmam gerekenleri elimin tersiyle itip beni aslında bi adım ileri götürmemiş eylemlerle sonradan hep pişman kalarak yaşamımı resmen bi filmi izler gibi uzaktan izlemek artık kabak tadı veriyor.
böyle durumlarda bulunduğun yeri terkedip gitmek tek çare gibi bişeydir.tebdil-i mekanda ferahlık var olmasına da...benim yerime derslere girecek,o ferahlık olan mekanı bulucak,bilet ayarlayıp şappadanak bavul hazırlama işlemlerine girişecek biri lazım.tabi bi de gitmek için benim ikna olmam lazım.tabi böyle bi olasılığın imkansızın hudutlarını da aştığını kafama sokmam lazım.kısaca benim yerime 'yaşayacak' birini bulmak lazım!

28 Ağustos 2010 Cumartesi

gayet de gereksiz,sıkıcı bi konu valla,başlık da yok bu yüzden sanırım


sıkılmanın da kendi içinde çeşitleri olduğunu,sıkılmaktan sıkılabilineceğini deneyimledim bu yaz.evet.bi insan bile isteye ya da tamamen istemdışı bi şekilde sıkılmanın sıkıcılığından sıkılabiliyo.normal,çünkü sıkılmak zaten başlı başına 'matah' bişey diilki sıkılmayasın.haliyle ondan sıkılma durumunun da sıkıcı olması abes olmuyo.
sabahları uyanmak sıkıcı.yüzünü yıkamak sıkıcı.kahvaltı yapmak sıkıcı(hoş,ramazanda kahvaltı diye bişey olmadığından kahvaltının yerine bişey bulmak da sıkıcı).ne yapıcağını düşünmek ya da gününü neyle tüketeceğini aramak ve bulamamak sıkıcı.her gün aynı şeyleri yapmak sıkıcı.uyumak sıkıcı.depresyonda olmamayı diliyorum!ki eğer öyleyse de,tüm bu sıkılma eylemlerimin haklı olduklarını,bi gerekçeleri olduğunu öğrenmek iyi olurdu.zira yaşamının çoğunun sıkılmak,sıkılmaktan sıkılma durumundan ibaret olması her insana bi şekilde koyar.yazbaşından beri hiçbişeye isteğim yoktu.ne yapsam üstüme ölü toprağı serpilmişçesine zombi gibi dolanıp durdum.yaptığım hiçbişeyden zevk almadım.pişman olduğum kararlar,geri dönüp baktığımda aptallık tanımını bile taşıran eylemler,yapmadığım için hayıflandıklarım falan baya böyle bana el sallayarak uzaklara gittiler.kendimi aptal gibi hissettiğim bi yazdı.doluya koyduğumda almayan boşa koyduğumda dolmayan saçmasapan günlerin toplamıdır benim için 2010 yazı.hakkını yemeyelim,bu süre içinde kendi içimde yenilenmeler,değişicem diyip bu kez hakkaten değişmiş olmalar sevindirdi.yolda sana fazlalık olan ne varsa geride bırakmak gerektiğini anladım.bavulumuz taşıyo,bi açsak ve baksak görücez ki o kadar 'kullanılmaz,işe yaramaz şeyler' var ki o bavulda.bırak geride!vazgeçilmez gibi dursa da.içini açıp baktığında aslında kofmuş lan bu diyebileceğimiz birçok şeyi taşıyoruz beraberimizde.yol yeterince sıkıcı ve yorucuyken üstelik.bunu anladım.bi sürü yeni şarkı keşfettim,yeni kitaplar,yeni insanlar,yeni filmler,yeni müzisyenler,yeni şair ve yazarlar ve yeni bi sürü şey daha.yani tıpkı yaşamın kendisi gibi artıları da vardı.beni çoğu kez yarıyolda bıraksa da hayat,hiç beklemediğim bi anda korna çaldı ve evime bıraktı.karnım hep açtı ama bi anda kapı çaldı ve ellerinde poşetlerle geldi.berbat anlarda ilham perisini de aldı yanına çıkageldi bazı akşamüstleri,kahve yaptırdı bana ve üşenmedim bol köpüklü kahveler yaptım onlara,fal baktık birbirimize.gezerken avare avare arkadaşlarla,git şu mağazaya gir ve beğendiğin şeyi al dedi.ona giren çıkan yok tabi,para benim cepten çıktı ama mutlu oldum lan.sonuçta biz alışveriş yapınca mutlu oluyoruz.mutsuz gibi dururken böyle,eski fotoğraflara baktırdı,arkadaşlarımı özletti;koca yaz şöyle adamakıllı buluşamamış olsak da onlarla,okul bi açılsın tozu dumana katıcaz dedirtti.öfkeden deliye döndüğümde saçmalamamamı söyledi,şeytan doldururmuş,dolduruşuna gelme onun dedi sakinleştim.arada saçmaladığı da oldu tabi benim gibi.saatlerce bilgisayar başında durdum bi kalk ders çalış diye uyarmadı pis!neyse.yani aslında en umutsuz anlarda da umut vardı.yaz'ımın bunca sıkıcılığından dem vururken birden U dönüşü yapmışım gibi durabilir cümlelerim bu yazıda.ama doğaçlama yaşıyoruz.herşey doğaçlama.bu yazı da öyle oldu.

herşeye rağmen hiçbir şey sıkıcı bi yaz geçirdiğim gerçeğini değiştiremez.o diil de,okul da başlamak üzere lan.kayıtlar,ders seçimleri vs.off çok sıkılıcam yine!

25 Ağustos 2010 Çarşamba

adam olmak ya da olmamak


çirkin erkeklerin kendilerini asilzade soyundan zannedişleri,'bişeye benzeyenlerininse' tavanı aşıp geçen yüksek özgüvenleri ama dünyayı versen aslında bi b.k yapamayacak oluşları...laftalıkları.etiketlerinin oluşu yalnızca.lakin onun da bir saçmalıktan ve rüyadan ibaret oluşu.evet.onlar ki sonsuz uykudadırlar!uyandırsan uyanmıcaktırlar da.mühim olan 'erkek' olmak diil,'ADAM' olmak!yazık ki,kadınlar onları uyandırdıklarını yahut uyandırabileceklerini sanırlar,yanılırlar.keşke asıl biz uyanabilsek bu çocukça düşten.düşmemiz mi gerek anlayabilmemiz için?!düşersek halden anlayanımız bulunmaz oysa!
feminist olma yolunda kararlı ve istikrarlı adımlar atmam değil tüm bunlara sebep esasen.zira durumum bazen beni de düşündürmüyo diil.gülünç de.öhömmm..
keşkeler çok.'olmaz'ları yoksayıp da oluruna bırakmak,olur sanmak hep yanılttı zaten bizi,beni.
bi kere baştan,bi erkeği hayatının merkezi yapman,o olmazsa güneş bile doğmaz o istemezse yaprak düşmez zihniyetine şappadanak erişmen en en en büyük ve sonsuzca aptallık!hayatın da sensin merkezi de.hem bi kere yanılıyosun,onun doğrusu ''tanrı istemezse yaprak düşmezmiş,tanrı istemezse insan ölmezmiş''.yani sen daha baştan kaybettin!
onların öyle büyük ve erişilmez saygınlıkları vardır ki,bi kadını sevmek mi?!!şaka yapıyo olmalısın!hele aşk?!ne o?!nasıl bişey?behlül itinden gördük bi kere hacı,herşeyi geçtim kızcağızın mezarında bile sevdiğini söyleyemedi dangoz herif!acı olan,gerçek hayatta 'binlerce behlül vaarr!'.dostluklar da tamamen çıkar meselesidir onlarda.tamam hepsi öyle diildir belki.zaten genellemeleri ben de sevmezdim eskiden.gel gör ki şimdi,birçok şeyin yalnızca genellemelerden ibaret olduğu gerçeği ışıl ışıl parlıyo her yerde.sanki onlar 'gel beni genelle' der gibi yürüyolar sokakta,'ben bi büyük genellemeden ibaretim' der gibi bakıyolar insanların suratına,genelleme genelleme ve genelleme...tamamen onlar demek.
her şarkı onları anlatıyodur onlara sorsan.her şiir...her kitap..şu ve bu.ama içlerini açsan hiçbir şey bulamazsın.şimdi bu yazımı okuyup da bi sürü bi sürü erkek,adam,erkek adam yada adam erkek çileden çıkıcak,küplere binicek,küplerden inip yazarı yaftalıcak.umrumda mı dersen,'umrum ve onlar' çok ayrı dünyaların insanları dostum.küçümsemek mi,yapma etme gerçekleri söylemek ne zaman küçümsemek oldu ha?bilseydim daha fazla küçümserdim!
''erkeglerdeaağğnn nefreğğt ediyoruaamm'' diye dolaşan ama kendiyle çelişen,çünkü günlük gündelik aşk(!)lar yaşayan,erkeklerin peşinde pır dönen tipik ergen kızlarımız gibi düşünüyosam bu benim sorunum değil,senin algısızlığın olabilir ancak sayın çirkin ama özgüveni bol adam erkek kişisi.
velhasıl,bu ve benzeri mevzularda söylenecek çok söz,dil dökecek çok laf,anlatıcak ve anlatıcak çok durum var.ama onca emek,zaman,beyingücü,alınteri vs ve bu konu?ayriyeten söz bana düşer mi bilmem,ama işleyen demir pas tutmaz,bi de yaşadığımız hayat içerisinde senin,onun,şunların lafı varsa benim de söyleyeceklerim var!
özgüvenini de al git!

24 Ağustos 2010 Salı

siyah beyaz film gibi biraz


nasıl anlatsam..nerden başlasam...çok eskilere dayanıyo kökü bu hikayenin.hafızası olmayan biri olarak ilk tanıştığımız günü anlatabilmem imkansızın da ötesinde.ama zaten ilkokulda filan,sınıftaki akranlarınla nasıl tanışabilirsen öyle tanıştık.kaçıncı sınıftı bilmiyorum.şimdi filmi en başa sarıp hatırlamam güç.
bazen saçma,bazen inatla,kimi zaman kızarak birbirimize,çoğu kez makus talihimizin değişememiş olmasına çemkirerek,hep çocuk olarak ve hep çocuk kalarak ekledik yılları birbirine.nasıl bi yapıştırıcıysa kullandığımız,çok güçlüymüş.vardır bi 12-13 sene.bunca sene benim gibi birine katlanabilmek peygamber sabrı ister.onun gibi birine de.yenilik olunca sözkonusu,aklının kapılarına pencerelerine kocaman bi CLOSED yazısını asabiliyo o kimi zaman.bense aynı kalmak konusunda çoğu kez söz dinlemez laf anlamaz çekilmez biriyim.ama bu O'nun yeniliğe,değişime,gelişime tamamen kapalı biri olduğunu göstermez.bazen beni bile şaşırtacak denli radikal kararlar alma ustası olabiliyo,o ayrı.biraz da delilik gerekir.çünkü delinin üstesinden ancak bi başka deli gelebilir.zaten o da deli olmasaydı,yarın yapacağımız türlü tuhaflıkların planını yapıyor olmazdım şu an.yüz buluyorum ki deliriyorum ben de.
konuşulucak,çekiştiricek,gülücek,saçmalıcak şeyler bol bulunur bizde.konu sıkıntısı çekiceğimizi sanmıyorum.zaten biz hiç değişmedik!2008'de güldüğümüz espriye hatırlayınca güleriz bazen mesela.bu ve daha bi sürü şey daha...
söyleyecek çok şey var.ve anlatıcak.acaba yarın bizi neler bekliyo.selam olsun dost(kendini aşkıçağıranmorsaçlıküçükkız diye tanımlanmaya iten dost,evet selam istanbuldan sana geliyor,haydi bakalım)!

23 Ağustos 2010 Pazartesi

bırak kalas kalsın kalas!


neden hep en olmazını seçeriz bilmem.nedenini soracak olursan cevap da veremeyiz.kapasite meselesi diil,tarz meselesi hiç diil.tamamen bizim kapasitesizliğimiz,tarzsızlığımız.
Gün gelir devran döner,laf lafı açar,şu olur bu olur derken hayat,yine bi tokat gibi çarpar yüzümüze yüzümüze bu gerçeği.evet!biz doğru kararlar almayı beceremeyen yaratıklarız.her yemeğin içine illa ki sevgimizi katarız da iş karar vermeye gelince aklın çarşıda pazarda olması şaşırtıcı diil.çünkü biz faldan medet umarız.çünkü biz hala,kurbağaların öpünce prense dönüşeceğine inanırız.külkedisi olduğumuzu,çirkin betty gibi şansımızın birden yaver gideceğini kim söyledi hem bize!nasıl ikna olduk kolayca,hayatın filmlerdeki gibi romantik komedi tadı vereceğine.aslında hiç vermediğine inanmamakta diretirken,hiçbir güç bizi yıldıramazken,alıkoyamazken feriştahı gelse bu haklı mücadeleden!oysa direniyoruz hala inanmaya,gerçeklerin acılıklarıyla yüzleşmeye.madalyonun öteki yüzünü görmemekte diretiyoruz.
Ne zaman biraraya gelsek laf döner dolaşır ya da bazen kestirmeden aynı konuya gelir.nedir çektiğimiz 'doğru olanını' seçememekten!karpuz diil ki iki şaplakla üç beş tıklatmayla bilesin içindekini.ama yok,bizim radarlarımız var hacı.buna gün günden daha bi inanıyorum.böyle 5000 km uzağımızda da olsa bulup görüp seçiyoruz.en keleğini!mantık bu kadar basit ve net!sorgu yok.sual yok.eşle dostla fiskos yapmak hiç yok.çünkü her nedense bu kararı alırken bi bilene sormak adetten diildir!böyle bellemişizdir belleğimize.sonra herşey olur herşey biter ve biz yine farklı bi sonuç beklediğimiz için şaşakalırız.donakalırız.öleyazarız.bu mudur diye bulup da bunarız.komik belki ama,aynaya her gün başka birini göreceğini sanarak bakmak gibi bişey bu.''bu sefer başka bişey olucak,kesin başka biri bu''culuktur durumun herhangi bi tanısı.ama sen malını bilirsin,ayna da seni.gel de bunu kendine anlat.en metalci takılanımızı bile arabesk modlara sokup sokup çıkaran yine bu şeydir,yine bizim bu ''başka bişey olucak ihihi''ciliğimizdir.başka bi son olucak?!!zıkkımın kökü olucak!düşünün en entelim diye geçinenine bile cankan,yıldız tilbe,ibrahim tatlıses,ebru gündeş falan dinletebilecek bi durum bu.''yaee geçen longtable'dayım tağammaa,yok böle bişeeayy'' diyene ''bir teeakk dileğimm vağğrr mutlu ol yeteeğğğrr'' diye nağmeler söyletir.tanıyamazsın kendini.bu ben diilim lan desen de iş işten geçmiş,atı alan üsküdarı geçmiş,borun pazarı da geçmiştir.sad but true azizim.

ps.asırlardır değişmemiş,bi arpa boyu yol katetmemiş,değişmeye-evrilmeye-insanlaşmaya yanaşmamış bi mal varken ortada,malını tanıyıp efendi efendi oturman gerekir.ama yookk!ayıklasam pirincin taşını,belki güzel bi pilav çıkar diyosun hep sil baştan.zaten ne oluyosa,bi de bundan oluyo.kalası alıp yontmaya çalışıyosun!bırak kalas kalsın kalas!katranı kaynatsan olur mu şeker,cinsine sövdüğüm cinsine çeker!

20 Ağustos 2010 Cuma

bir bilinmeyen hakkında alelade zırvalayışlar


mutluluğa dair pek çok şey yazılır çizilir.kimse tam olarak bilmese de ne olduğunu.bilmediğin birşey hakkında iki kelam etmek evet saçma,evet aptalca ve evet tuhaf.biz insanlarsa neredeyse her gün saçmalıyor,aptal durumuna düşüyor ve tuhaflaşıyoruz.çünkü hala mutluluk denen şeyi sorgulayıp duruyoruz.bulunca çok anlayacakmışız gibi.bi odaya kapatılmış birer fareyiz aslında,bi dilim peynir veriliyor ve mutlu oluyoruz,ama aslında en önemlisi bunu mutluluk sanıyoruz.gökdelenler dikmişiz,plazalar,rezidanslar,iş kuleleri,şunlar ve bunlar.bi halta yarıyormuş gibi tüm bunlar,her gün aynı daire içinde koşturup duruyoruz,kendi terimizde boğuluyoruz.en kötüsü,kendimizi mutlu sanıyoruz.ya da belki sanmıyoruz,tüm bunların ucunda mutluluk var yalanına kanıyoruz.kana kana inanıyoruz.
mutluluğu gerçekten 'bulmuş' birine soracağım tek bi soru olurdu herhalde.buna neden bu kadar eminsin?hevesini kursağında bırakmak gibi bişey olurdu bu büyük ihtimalle o guru kılıklının.ya da büyük olasılıkla mutlu bi insan olduğundan,böyle herhangi birşeye kafa yormayacak,sorguya suale çekmeyecek denli olgunlaşmıştır ve kaale bile almaz sorumu.ama her neredeyse eli öpülesidir.şu hayat denen tuhaf çizgi film içerisinde hem rolünü kusursuz yada kusurlu yahut yarıkusurlu yerine getirip ve hem de mutlu olabilmeyi becerebildiği için.ve elbette bize bakıp bakıp sinsice gülebildiği için.''siz ölümlüler,ne de güzel oynuyorsunuz şu aptal rolleri,mutluluk yok orada bir yerde.siz sadece kendinizi kandırıyorsunuz'' diyebileceği için.haklı olacağı için her ne yaparsa bize,her ne söylerse.ama ne içtiyse aynısından istiyorum!
şimdi burada mutluluğa dair bi yazı yazabildiğim,yazmaya meylettiğim,yazmaya çabaladığım için kızıyorum da bir taraftan kendime.anlam da veremiyorum.bilmediğin birşey hakkında iki laf etmek saçma zira.ama dedim ya bir bilinmeyen hakkında alelade zırvalayışlar bunlar.amacım ahkam kesmek olamaz.
yarın veya öbürgün veya bi ay sonra,yine aynı şeyleri söylüyor olurdum.mutluluğu aslında hiçbirimizin tam anlamıyla bildiğini sanmıyorum.yaşadığını da.belki de bu böyle bi çizgifilm.sonunda herhangi birileri mutlu olmayacak.aslında ahkam kesmek,XL laflar geveleyip de birşey söyleyememek istemem.maaşını alan,evden işe işten eve düzenli bi memur kafasında değilim.herhangi bi para cart curt da verilmiyorken,oturduğum yerden lafımı söyleyip de gitmek de istemem.bu yüzdendir rahatça saçmalamalarım.her neyse.
ne dersem tatatatammm YETERSİZ BAKİYE!hadi mutluluğu anlatayım size,nasıldır sohbeti muhabbeti sesi rengi falan...KART BOŞ!yani biz günahkar birer ölümlüysek,hiçbir güç bize mutluluğu anlattıramaz,yaşayıp yaşamadığımız muallaktayken.
başından sonuna,yazının en başında içimden sinsice güldüğüm farenin kader arkadaşıyım şimdi.aynı yerde koşup duruyorum.ve hiçbir şey anlatmadım biliyorum.

bugün benimm doğumgünüm hem sarhoşum hem...şaka lan şaka


efendim doğmama 94 gün var an itibariyle.korkmayın canım tuhaf şeylerden bahsetmiycem.çok değil,en fazla 15-20 dakika önce öyle düşüncelere duygulara kapıldım ki.evet,daha 94 gün var doğumgünüme.ama sanki yarınmış gibi çocuklar kadar şenim.ama tabi bazen de hayalkırıklığıyla sonuçlanabiliyo elbette 'bugün'.doğduğun gün olm,milletin senin doğmanın şerefine havai fişekler patlatması,en coşkulu şarkılar eşliğinde sen doğmuşsun diye deliler gibi eğlenmesi dansetmesi lazım gibi anlamsız,saçma ve psikopatça fikirler içinde cebelleşirken bulabilirsin kendini.boru mu,sen doğmuşsun!ya da ben psikopatım,kim bilir.ama çok şey mi istiyorum azizim.doğmuşsunuz,evet belki 21-22-23 veya her neyse işte,onca sene önce olmuş bi olay.yıllar öncenin olayını şimdi niye kutlayalım ki yaaani? diyebilirsiniz.çemkirebilirsiniz de.ama lütfen bu negatif enerji yüklemesiyle obez olmuş tepkiyi bana diil,'doğumgünü şeysini' icat eden herife gösterin rica edicem.ne diyoduk.hani evet tamam,ben,bülent ecevit'in dsp'nin genel başkanlığına geldiği,kazı kazan oyununun piyasaya çıktığı,turgut özal'ın 8. cumhurbaşkanımız olduğu,dali'nin hakkın rahmetine kavuştuğu bi yılda doğmuşum.bi kere o kadar sene önce doğmuşsun be evlağğdım,hala yeniyetmeler gibi doğumgünü şeyindesin.hayat bu değill! deme olasılığınız olası.ya da doğumgünü candır,kutlanmalıdır,hep vardır ve olucaktır diyosunuzdur.çok çeşitli insanlar var hayatta,insanları ortak bi paydada buluşturamazsın.evet.zor yani.neyse.
94 gün sonra hangi duygularla uyanıp güne nasıl başlıcağım,şansıma tam da haftaiçine üstelik PAZARTESİNE denk geliceğinden günümün ne derece b.ktan geçebileceği(bkz.okul günü,pazartesi sendromu,''ben her pazartesi depresyona girerim'' felsefemin depreşmesi-),2+ gün öncesinde sırf insanlar o ekrandan öğrenip de sanki doğduğum günü biliyomuş gibi kendinden emin ve sahte duygularla kutlamasın diye facebook hesabımı dondurmak gibi düşünceler kafamdan geçse de bunu yapıp yapmıcağım meçhul ve muallak.en önemlisi nerde,ne şekilde,kimlerle kutlayacağıma dair en ufak bi fikrim yok.bi mucize olur da insanlar vahiy inmişcesine şappadanak bilirler doğumgünüm olduğunu,iltifatlar yağ çekmeler,espriler şakalar boy boy dizi dizi gelir ardı ardına,tanımadığım insanlar bile yolda çevirip çevirip 'iyi ki doğdun lan,heypi börtdeyy tu yuu,canımmm nice yıllaraağğğğ' gibisinden kutlarlar filan bilemem bunları.ama hayatta mucizelerin jetonu geçmiyo,akbili boş ve hep yaya.ve bu yüzden böyle bi ihtimal yürürlüğe giremeyeceğine göre,işimiz beklemek oluyo.mesela ergenlikten ilk gençlik yıllarına geçiş dönemimde mahalleden,okuldan,apartmandan falan arkadaşları toplayıp(kendi doğumgününü kendisi organize eden amele stayla)kutlardık.pastayı bile ben getirirdim nerdeyse lan o derece.ama artık büyüdük,büyüdünüz.diyeceğim şudur ki,şöyle değişiklik olsun,şaşırayım,bi bişey olsun da unutulmaz bi doğumgünüm olsun olm.burda böyle tuzum kuru,sırtım pek,karnım tok konuşup deli gibi hayallere dalıp beklentilerle kendi beynimin etini yesem de,loser bi doğumgünüm olsun istemem hiç.burdan yetkililere sesleniyorum,yapın bi güzellik sevindirin şu garibanı be hacı.
hem ayrıca,kimse beni ikna edemez doğumgünü denen şeyin pis,kötü,alçak,aşşağılık,böyle yaşasa da olur yaşamasa da olur türünden,varlığıyla yokluğu bir bişey olduğuna.kimse inandıramaz beni herhangi bi yerdeki herhangi bi insanın berbat bi doğumgünü geçirmek isteyebileceğine.bu da böyle bi yazı işte.

16 Ağustos 2010 Pazartesi

hep aynı terane


radiohead'in creep'ini dinleyip dinleyip,'sürüngen' gibi sürünerek,kendimizi mahvederek seviyoruz biz kadınlar.sebebini sorsan,herkes ayrı telden çalar.duygulu,herşeyi dibine kadar yaşayan iki ayaklılarız vesselam.en alelade mevzuda işin içine illa ki kalp denen gerizekalı,işe yaramaz,ne idüğü belirsiz zibidiyi katıyoruz.buna fitil oluyorum.evet ben de bi kadınım ve evet bu olayı ben de yapıyorum.ama muhalifim de son damlasına kadar.neden yani,neden bunu da biz yapıyoruz ki.sen 9 ay içinde bi canlı barındır büyüt,en son evreyi hani işin final stage'ini zaten söylemiyorum.bizi habire bilmemkaçıncı sınıf olarak gören,alaşağı eden herifleri o işkenceyi çekmeye çağırıyorum.kolaysa gel doğur ulan.sonra işin bi de her ay olan bi başka boyutu var.isim zikrederek şimdi bu vıcık vıcık sıcaklarda kimseyi yazıyı okuduğuna pişman etmek istemem.hayatta birçok şeyi biz kadınlar yapıyoruz ama lafa gelince dünyayı erkekler yönetiyo.hakikaten kebap!
aşık oluruz,belli etmeyiz bazen çünkü artık hani deneyimlemelerinden anlamışsındır ki karşındaki küçük bi çocuk.aşk'ı kaçmak ve kovalamak olarak algılıyo hala.ondan ibaret onun için bu işler.yazık ulan diyip yoluna da devam edemiyosun,bakınca için eriyo,öyle de bi piç.''ne zaman aşık olsam psikopata bağlarım,herife 'heyy ben burdayım' der gibi 7/24 kendimi hatırlatmak isterim,artık kusacak seviyeye getiririm ilgimle alakamla'' diyenlerdensen de o zaman işin binbir kat zor.neden?çünkü bu kez de senin artık bir 'kolay kız' etiketin oluyo.tırnaklarınla kazısan çıkmaz,tırnaklarınla kazıdığın emeğinle yapıştırılmasına sebep olduğun o etiket.evet,sen o etikete kendi dişinle tırnağınla sahip olmuşsundur.onca saçmalaman başka neye yarıyo ki hacı.selvi boylum al yazmalımda 'sevgi neydi sevgi emekti' denilip durulması da bundan bi nevi aslına bakarsan.filmdeki senaryoyu unut şimdi.sevince yukarda altını çizdiğim durumları hangi kadın yaşamıyo.istediği kadar inkar etsin,en az bi kere bile olsa yapmıştır hepsi.ve sonuç olarak o yaptıkların belli bi 'emek'le olmuyo mu,oluyo.yani şu meşhur 'sevgi neydi sevgi emekti' deyişi de bence burdan geliyo.
aşklarını arabesk yaşayan,dibe vuran sonu bulan modlara girip de bi daha çıkamayan utanmazlarız aslında biz.sonra ''neden böyle oldu,neden şöyle olmadı,şunu yapmasaydım şöyle olurdu da onu yapmasaydım onlar olmazdı,neden o gün bilmemneyi söyledim de sonra bimemne oldu..'' elinin körü oldu.bi kere aşkta mutlu olunmayacağını anlayarak kollarımızı sıvayıp bu kapıdan girmemiz gerekiyo en baştan.sonraysa zaten bu sorgulamaların da kendi içinde haklı ama uzun vadede aptalca olduğunu artık anlamamız.kadınlara bu konuda kendilerine çekidüzen vermeleri gerektiğini söylemek onları sadece daha da inat yapıp daha saçma şeyleri yapmaya iter.sonra erkekler de kuruldukları kaf dağının ardındaki zümrüt yakut yahut altın tahtlarında ''kaçmak kovalamak hehe'' diye kıs kıs gülsünler bize.yine kebap oh ne kebap!

15 Ağustos 2010 Pazar

senle ilgili şeyler bunlar


saçların bilmediğim bi masalı anlatır durur
güldüğünde inandığım buzdağları erir
bana bakıyorsun sandığımda fotoğraflarında
anlarım ki fotoğrafı çekendir o an kaale aldığın.
ne aptallık.
ama hala
tuhaf ama
çok iyi tanıdığım biri gibisin
kızacak olsam
hatıraları hatırlayıp vazgeçen biri gibiyim.
vazgeçemem oysa bakmaktan yüzüne
arabesk ya da değil bunlar
klişeleri de sevmesem dahi
biliyorum ki
hayatın kendisi klişenin önde gideni.
ama saydırsan hayata
saydırmayacak kadar aklı olduğunu gösterir sana
saydırmaz
parmağında oynatır.
spontane şiirler devrindeyiz dostum
herşeyden ilham araklamaya çabalama boşa.

hatırlamalı sevgiyle anmalı ümitlerle yarınları hoş tutmalı


neyi yazabilirsin ki laf dönmeden dolaşmadan direk gelince 90'lara.ve nasıl?zaten
80'lerin sonunda doğmuş birinden haddi hesabı olamayacak kadar iyi bi yazı yazmasını beklemek;izelin çeliğin ercanın adının artık asla birlikte anılmadığı,tarkanın metamorfoz geçirdiği,mustafa sandalın başının bağlanıp baba olduğu günümüzde yonca evcimik'in tivitine bandım şarkılarıyla dişi ismail yk haline bürünmesine şaşırmamak kadar saçmadır.yapılmaması farzdır.
gecenin bi vakti,1'e varmaya hazırlanırken saat,birden kalbim o yıllarda attı.hiç büyümedik ki biz.hala,tuhaf renkli ve haddinden bol tişörtler giyip aptalca dans ederek,şimdi dinlediğinde gülemeyeceğin kadar saçma ve anlamsız gelen o şarkıları söylüyoruz aslında.2000'ler denen uyuşturucu bizi her gün biraz daha saçma hayatlarda kaydırıyor.yerde muz kabukları falan da yok üstelik.kaygan olmayan bi zemin üstünde kaygan,yavan ve yavşak hayatlar yaşıyoruz.sakız gibi.tadı çabuk kaçıyo ve çoğu kez ertesi gün aynı şeyi yaşayacak olduğunu bilsen de,aynı sakızı milyonuncu kez çiğnemek için can atıyosun.ne de olsa reklamın gücü!günümüzde reklamın geldiği nokta yadsınamayacak kadar yukarda.kalite kimi zaman göreceli tabi ama nerde çokluk orda bokluk felsefesi çoğu kez reklam dünyasında da bağırarak kendini gösteriyo.evet ne diyodum,lafı reklam dünyasına getirmiycem elbette.
kim bilir hangi rüzgar esti,hangi dağda kurt öldü de bu gece 90'lar depreşti...her nereden esiyorsa ve estiriliyorsa o rüzgar,sağolsun varolsun.pek bi mesudum şimdi.



ps.daha başta dedim size dimi,80'lerin sonu 90'ların başı kuşağı çocukları olan benden senden bizden ne uzunlukta bi yazı çıkabileceğini.



12 Ağustos 2010 Perşembe

aynı nehirde iki kere yıkanamazsın,bi kere yıkandın tamam çıkabilirsin artık yeter çok kaldın


değişiyosun.dönüşüyosun.eskiden olmadığın,belki olucağını düşünmediğin bile biri oluyosun.buraya kadar tamam.arada muhalefet yapıcak olanlar da var kabul.''ben doğduğumdan beri aynıyım.7'mde vıdı vıdı 70'imde vıdı'' muhabbetleri gırla olucaktır.ama ya sandığın gibi değilse,hiç düşündün mü bunu?
uyuduğunda milyonlarca hücren ölüyo mesela,ölüyosun bildiğin.sabah uyandığında bambaşka bi insan olduğun anlamına gelmez mi bu peki?abarttım belki,sırf vücut kendini yeniliyo diye sabah millete bağırıp çağırıp ''ben nerdeyim uleayynn!!!'' diye çıldırıcaz demiyorum.dün naptığını unutup,hatta inkar edip sadece bugün olduğu kişiye odaklanan bi insan evladı olucaz da demiyorum.hatta öyleleri,yarın nolucağını,nasıl bi insan olucağını da kestiremezler.bi nevi rotasız bi gemi olduğumuz anlamı çıkarılmasın anlatmaya çalıştığımdan.demek istediğim şu ki,hayatta herşey değişiyorken,koca Herakleitos bile aynı nehirde iki kere yıkanılamayacağını buyurmuşken,sen istesen de değişmicem banane diye ayak dire.diret.bu sıcakta,nerden çıktı bu konu bu ağır muhabbet diye ben de soruyorum kendime.ne bileyim saçmalamadığım bigün yok ya hani benim,bunu yine görün istedim belki de kim bilir.zaman zaman kişi gem vuramıyo aptallıklara,boşveremiyo saçmalıklara,normal olmayan biri gibi davranmaya çabalamaktan alamıyo kendini işte.geniş zamanda düşünmek gerek tabi bunu.çünkü kanımca bu çok geniş bi durum.baya bildiğin bi ömür böyle gezenler var.ilerde,mesela bi 10 yıl sonra ben de hala böyle olur muyum diyorum kendime.kendine haksızlık etmek,kendi kendini yerin dibine sokmak olarak algılayabilirsiniz yaptığımı.ama ne insanlar gördük,gördük ne aptalca bi kendini beğenmişlikle kendilerini uyuttuklarını,uyuşturduklarını kalplerini kendilerinin bile inanmadıkları bi yalanla.anladık ki bi işe yaramıyo o şey.zaten bi yerde kendini çok beğenen,öven,bıraksan kendini yalayacak insan varsa kaç kurtul derim.nerde bi kendinden nefret eden,bi b.ka yaramadığını ve uzun vadede asla yaramayacağına tüm bünyesiyle itimat eden biri varsa hep o gruba girer.girer de bi ömür çıkamaz.bu böyledir.abartıda hep bi başaramayış,beceriksizlik,kendine güvensizlik falan filan vardır zaten.neyse ne diyodum...hah,hani her daim saçmalayışlarımı dile getiriyorum diye,'varsın kırmızı ışıkta dursun otomobiller ben serilip yere gökte kaç yıldız var acaba diye sayacak kadar hayalperest,pervasız,korumasız ve sonsuza kadar salak kalacağım' sözünü buldum bulalı manasızca daha bi hoşnut hissetsem de burda kendine son raddeye kadar güvenen,kendine aşık,narsistin kralıyım anlamı yok.olamaz da.yukarda vızırdadıklarıma rağmen yani.zaten sonsuza kadar salak kalıcam diyen birinin o özellikleri üstünde taşıması diye bişey olamaz.XL olur üstünde,taşıyamaz.nerden nereye geldik...bak aynı yazıda anlam bile değişiyorken kısa bi zaman diliminde,insanoğlu kuş misali bugün burda yarın nerde kim bilir.bugün böyle yarın nasıl olucak muallak(otomatiğe bağlamış blog yazarı stayla).



11 Ağustos 2010 Çarşamba

bir Padawan var benden içerü


artık bi Padawan'ım ben.evet.her ne kadar dünya gözüyle star wars izlememiş biri olsam da.insana bilmediği bi lakap takılınca 'o ne lan,iyi bişey midir ki' diye kaykılabiliyo olduğu yerde.ben de öyle yaptım.ama sonra gerekeni yaptım,ne demek olduğunu bana vahiy gibi yollanan linki açıp baktım öğrendim.öğrenmeye ne kadar açık biri olduğumu söylemiş miydim daha önce.mesela...neyse tamam saçmalıcağımı anlayıp U dönüşü yapıyorum şu an.
efendim artık bi Padawan olarak yememe içmeme dikkat etmem gerekiyo.öyle ağzıma gelen lafı söylememem,baktığımda görmem,duyduğumu anlamam,Jedi üstadın bi dediğini iki etmemem gerekiyo.tamam saçmaladım.tamam yeter küfretmeyin nolur.Padawanız da insan olduğumuzu unutmayın pls.neyse sonuçta insanlar saçlarını değirmende ağartmıyolar,Jedi olmak her yiğidin harcı olmamakla birlikte ve zat-ı alim de Jedi olmak gibi bi niyete sahip olmasam bile madem Padawan olduk gereken neyse yapalımcı bi zihniyete dün akşam itibariyle bürünmüş oldum.ah efendim bi bilseniz bu nasıl bi yüktür insanın omuzlarında.hani şimdi ben Padawan oldum ya(adımın da başharfini büyük harfle yazmak gibi bi olayım mı varmış lan benim,pardon lakabım)dünden beri nerde lan ışın kılıcım falan diyorum kendi kendime bazen.Jedi efendi bana Minik Padawan dediğinde keşke bunu da düşünseydi.neyse O'nun da başı işinden aşkın(hayır tersi olucaktı biliyorum ama belki ben kelime oyunu yapmak istiyorum.bi Padawan olduk diye insanlığımızı mı unutucaz allasen).en nihayetinde kolay diil hem Jedi,hem hoca,hem ME olmak filan.o da insan.onun da canı var tağammaaaa...burdan da sevgili Jedi'me saygılar yollamayı bi borç biliyorum yolluyorum.
başkası olma kendin ol.zaten Padawansın bi de konuşuyosun burda böle kelimeleri yuvarlayarak.terbiyesiz.insan mısın sen.de get,gözüm görmesin seni(yazar burda kendini dövmeye başlar.tekme tokat sesleri yükselir...).



9 Ağustos 2010 Pazartesi

yaz'ım


yazıcam artık sana
şu yaz aylarında.



5 Ağustos 2010 Perşembe

tüm kelebeklere ve kelebek gibi çocuklara


uçamıyorsun çocuk.
yalpalıyorsun bi olmazın
tam orta yerinde.
nedir kimdir
içindeki biri,şey;
hiç bilmiyorsun.
bilmiyordun
4.günü diye birşeyi olmadığını hayatının.
nereden bileceksin hem,
kitap okumak istesen okuyamaz,
bi şarkının sözlerini bulup buluşturup bi yerden
dinlerken eşlik edemez,
şiir yazamaz,
küfredemezsin çok kızdığın birine birşeye
herhangi bi zaman diliminde.

öyle esrik,öyle esir,öyle eski ki hikayen...
yazmak istesen yazamazsın.

3 Ağustos 2010 Salı

hepsi çok,hiçbiri yok


çok melankolik,çok yalnız,çok özlemli,çok sitemkar,çok duygusal,çok pesimist,ve çok öyle çok böyleyim.öyle böyle diil ama.her an bişeye bakıp,bişey duyup ağlayabilirim lan.sonra da deli sanarlar.ne güzel.herkesin isteyeceği,çok ölüp biteceği bişeydir ya hani deli sanılmak.ama ben,yine de,şu an tam tersini düşünsem ve hissetsem bile,bazen deli olmak,deli gibi düşünmek ve bi deli gibi özgür hissetmekten yana olanlardanım.neyse konumuz bu değil.nerden geldim buraya...
demek istediğim hiçbir şey demek istemediğimdir,şu saatler nüfuz etmekteyken içime dışıma.ruhuma bi mühür gibi yalnızlığı damgalaması her an,içmediğim her sigara dumanıyla birlikte daha katran ve daha az çocuk haline getirmesi beni bu,bu durumların,aslında çok bıkıp usandığım bi durum.bilmiyorum ne derece anlaşılıyorum şu an,ya da kaç tane insan evladı başını ellerinin arasına almadan anlayabildi.ama dedim ya,ya da demedim belki bilmiyorum,anlaşılmak da çok da bi yerimde olan bişey değil bu aralar.kendimi anlamak,kendimin kendim tarafından anlaşılmasını istiyorum belki de yalnızca.okuduğunu anlama ve anladığından bi paragraflık bi özet çıkarma ödevini kendime versem,okuduğum şey ben olsam,eminim,bi bok yazamıcağımı bilirim.bilirim de bişey yapamam.ve bişey yapmadan öylece dururum.durur durur yine düşünürüm ama bu,Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'nin bahçesinde duran Rodin'in Düşünen Adamı gibi görünmemden başka hiçbir işe yaramaz.yani biz orda,o adamcağızın ne düşündüğünü nasıl bilmiyosak,ben de benim ne düşündüğümü kimse anlamadan öylece dururum olduğum yerde.
sayılabilecek en karanlık sıfatların 'çok'luğu içinde tek başına savrulup duran,insanları anlamamış ama en başta kendini anlayamamış,şarkılardan medet uman,sessizlikte bile huzur bulamayacağına gönüllü inanan,saçmasapanlığın gönüllüsü,anlamak-planlamak-oluruna bırakmak-boşvermek işlevleri yüklenmeden yani ekranda halen daha loading yazısı göz kırparken dünyaya gelmiş biriyim ben.ve daha fazla bi sürü şey daha...oturup kendimi anlatsam,öyle birbirinden alakasız sıfatların sıfatsızlığında bişey çıkar ki ortaya...barışık olmak lazım tabi,herşeye rağmen insanız.ama insan,neden başkaları gibi değilim demeden de edemiyo.maymun iştahı olduğunu sanmıyorum bunun.biz düpedüz maymunuz da,en kral muz cumhuriyetini koysan önüne yine de adam olamıcak iki kollu iki bacaklı,sol tarafında adını bile anmak istemediğim kırmızı bişey,ellerinde köfte gibi 10 tane cisim,koşan,gülen,ağlayan tuhaf şeyleriz.doğrusu,bi gün,çok uzak bi zaman ve çok uzak bi yerde bizi gerçekten anlayabilecek bi canlı olucak mı,şu an merak etmeye başladım bile.süre başladı.yarışmacı arkadaşlara başarılar.



2 Ağustos 2010 Pazartesi

sessizliğin sesleri ilham verdi bana ağustos başında


durdum.bi şarkı duydum.dinledim.dinlendim.anlattı ki,herşey bi gün istediğin gibi olucak.tam bunları söylemedi tabi ama ben bunları anladım sözlerini bilmediğim o şarkıdan.sessizliğin sesleri.sessizce durduğum burda,bi o şarkı ve ben.içimde bi sürü ses.dışıma aksalar bilirim kimse bişey anlamıycak.ben de anlamıyorum zaten.
vermeyi istediğin kadar kilo vericeksin.meraklanma,çikolatadan vazgeçmene gerek bile kalmıcak belki de.bi de bakmışsın,istediğin elbiseler üzerine oyuncak bebek gibi yakışmış.hiç keyfin yokken yerinde,çok sevdiğin bi arkadaşın arıycak,şifa gibi gelicek sana,gidicek yorgunluğun,canının sıkıntısı.saçların istediğin şekli alıcak.kırıklara bakıp bakıp kırılmıycaksın.bi gün bi telefon gelicek,teyze olmuşsun mesela.gözlerin dolucak.bişey demiyceksin.diyemiceksin.deme de zaten.sessizliğin sesleri yeter.hani hep,bi gün biri gelicek ve 'işte o' dicez dediğimiz biri vardır ya.tamam,belki kaşı gözü nasıl olur çok da net diildir kafanda ama,o gün,içine doğucak,içinde doğucak.
what you expect will come into ur life in an unexpected moment.dedim içimden.dedi içim.şarkı da çoktan bitmiş.



tatlı hatıralar

okulda çektiğimiz fotoğraflara gitti elim biraz önce.baktım.anladım ki kızları da okulu da özledim.bişey elindeyken,bişeye sahipken,bişeyi yaşıyoken anlayamadığı,değerini bilmediği ya da nefes alırken tam anlamıyla içine çekmediği şeyler zaman aşımıyla tatlı bi hal alıyo insanın gözünde.değerleniyo.bi nevi,anıların fazlalığından devalüasyon yaşıyosun ama illa ki bi zaman geçmesi gerekiyo değerlenmesi için onların.bende de hep olan şey tam da bu.
şimdi sıkıldığım her an bakıyorum o fotoğraflara.hiç de o zaman sandığım gibi değilmişim,fotojenik değilse bile fazlasıyla,o anın duygusuyla duruşun,gülüşün o ana etiketlenmiş ve o anla özdeş.yanisi şu ki,hatıralar hep güzeldir aslında.tabi bu genellemeye kötü hatıraları dahil etmiyorum.
içinde samimiyet,dostluk,arkadaşlık,tebessüm,gençlik,öğrencilik,İstanbul tatlarını bulunduruyosa,o hatıralar güzel değilse nedir