26 Eylül 2011 Pazartesi

iyi ki doğmuşsun benim küçük DEVim


seninle ilgili yazacağım milyonlarca şeyim var. sen beni görmedin ama seninle büyürken ben, hayaller kurarken ellerimle ve birçok kereler de aptalca gerçekleri görüp kendimi upuzun kuyulardan diplere düşürerek sana aşıktım ben hep. hep. kendimi bildiğim zamanlarla başladı seni bilmek. ve sonra akıp gittin zamanla kalbimden ruhuma, ruhumdan hayatıma. neredeyse gelecek planlarımın hepsinde seni bir yerinde mutlaka görmek istiyordum. çocukça birşey dediler, imkansız dediler, gerçeküstü dediler, saçmalık dediler falan filan. hiçbir şey umrumda olmadı, bu da olmadı tabi.
sonra baktım bi gün tesadüfen gördüm evlenmişsin. hayır şimdi evlenmiş olman travma nedeni. bunu tesadüfen öğrenmek başka bi travma. allahım dedim ben onca hayaller kurdum seninle ben evlenmeliydim, ben seninle evlenicektim. oğlum sana benziycekti. seninle aynı şehirde bir yerde şu an bu satırları yazdığımı bilmiyorsun ne kötü birşey bunu hiç bilemeyeceksin. ki okusan bile yabancı isimli sarışın karın kim bilir ne küfürler edicek. dağdan gelip bağdakini kovmuş olmasına birşey demeyeceksin. bu lafları etmedim farzet sen, üzülürdün okusaydın eğer. ne de olsa hayatını geçireceğin kadın, karın, sevdiğin kadın o. sırf sana saygımdan susuyorum bu yüzden. dikkat ettiysen bu paragraftan itibaren senli benli yazmaya başladım ama bu yeni birşey değil ki. ben hep senle düşündüm senle baktım senle gittim ve geldim.

aramızdaki onca seneyi silemem. aramızdaki mümkün olmayışı yokedemem. bu birçoklarına olduğu gibi sana da çocukça gelicektir. sıradanlaştıracaksındır. yıllar önce maillerime cevap verdiğin zaman hissettiğim ruhani, görünmez, gökyüzünde olma hissini, yıllar önce ne yapıp edip telefon numaranı bulup seni aradığımda ilk defa seninle telefonda konuştuğumda sesini ilk defa duyduğumda hissettiğim göğe yükselişi, yıllar önce geldiğim ve seni gerçekten gördüğüm o ilk konserde beni görmesen de bir tek seni gördüğümü, olabilecek tüm anlamlarıma seni ekleyecek olmamı, sana dair biriktirdiğim hayatımda biriken herşeyi ama herşeyi görünmez bir düşüncenle yere düşüp kırılan cam bir bardağın birbirinden ayrılan üzgün parçaları gibi dağıtacaksın dört bir tarafa, senden ve benden çok çok uzaklara.

yazdığım yazabileceklerim kafamdakilerin kalbimdekilerin çok azı ve onları anlatışım beceriksizce. çünkü suyun, aşkın, hayatın anlatılamaması bu.

hep yanımdaydın biliyor musun. seni tanıdığım için hep mutluydum ben. seni gördüğüm için hayatın güzel olduğuna inandım. eşsiz varlığın, içimde varolan güzel ruhun, savunmasız bir çocuk oluşun benim çocuğum gibi oluşun, gülümsemen ve seni anlatan herşey yıllardır benim için ifade ettiği anlamı ve güzelliği hiçbir zaman kaybetmedi. mucizeydin. iyi ki hep vardın.


seni seviyorum Kerem Özyeğen. iyi ki doğmuşsun Sen...

reklamcıinsankişisi

18 Eylül 2011 Pazar

Reklamcıinsankişisi ile Röportaj

Bugün reklamcıinsankişisiyle röportaj yaptık. Son zamanlarda nasıl olduğunu, neler yaptığını ve düşüncelerini konuştuk.


ÖLMEDEN ÖNCE ÜZERİNDE İSMİMİN YAZDIĞI BİR KİTABIM OLMASINI İSTİYORUM

Bir süredir sosyal paylaşım sitelerinde seni sıkça görüyoruz. Kimdir reklamcıinsankişisi kısaca bahsetsen.
İsmimden anlayacağınız üzere reklamcıyım. Daha doğrusu şu sıralar 'okulunu okumaktayım'. Var yani daha olmama. Kendi halinde yaşayan, kendini geliştirmek peşinde, durmadan kendini didikleyen bi tipim. Çok düşünürüm çok eleştiririm. Kendime durmadan dışardan bakmaya çalışırım. Bu tip şeyler.

Peki nasıl çıktı blog fikri?
Geçen yaz bir gün öyle evde oturuyordum. Canım sıkılıyor, acayip de sıcak bir hava var dışarda. Tatile gidememişim feci keyifsizim falan. O zamanlar birkaç blog okuyordum. Dur bakalım dedim bir deneyelim nasıl birşeymiş. Açtım. Sonra baktım ki yazdıkça yazdırıyor bu meret, öyle devam etti. Bir de zaten yıllardır yazıyorum, bana uzak birşey değildi pek. Ordan öyle gelişti herşey.

Yazıların genç ve dinamik. Çoğu da birbirinden farklı, yani kendini pek tekrarlamıyorsun. Nasıl oluyor da bütün o ilhamı bulabiliyorsun? Zorlanmıyor musun?
Açıkçası içimden hiç yazmak gelmediği zamanlar oluyor tabii. Bu normal çünkü insan durmadan değişen ve gelişen bir varlık evet, ama duraklama zamanları da olabiliyor. Etten kemiktenim ben de. Soruna gelecek olursak, okuyorum. Yeni şair ve yazarlar keşfetmeye bayılırım. Bayıldıklarımın da tüm eserlerini edinmeye çalışırım. Bağımlılık derecesinde müzik hastasıyım. Sergilere giderim, çok ilginç bulduklarımı kaçırmam. Yeni şeyleri kurcalarım. Güncel olanı merak ederim. Var yani belli ilham haplarım.

Kimleri okursun?
Cemal Süreya, Turgut Uyar, Orhan Pamuk, Perihan Mağden, Tagore okurum. Ama tabii bunlarla sınırlamak doğru olmaz. Şu an hatırlamadığım çok iyi yazarlar var severek okuduğum. Bu aralar Perihan Mağden'in Best of'unu okuyorum mesela. Tavsiye ediyorum.

Senin var mı kitap düşüncen?
Tabi canım ben kendimi bildim bileli bir gün üstünde ismimin yazdığı bir kitabım olsun çok istiyorum. Hatta ölmeden önce yapılacaklarımda bu ilk sırada diyebilirim.

Blogdaki yazıların mı olacak kitapta?
Yok hayır. Şiir kitabı olacak.

Yazdıklarında zaman zaman nasıl biri olduğuna dair ipuçları veriyorsun. Yazılarındaki sen gerçek sen mi?
Şöyle söyleyeyim, insan 2. ve 3. şahısların düşüncelerini hislerini yazmaz. Ben buna pek inanmayanlardanım. Hani elbette bu zamana kadar varolmuş bütün yazarlar kendi fikirlerini yazmamışlardır, illa ki hayalgücü devreye giriyor ama sende varolmayanı da dile getiremezsin diyorum. O güç içten gelir bence. Yani yazdıklarımda zaten genel olarak kişisel olduğum için benim duygu ve düşüncelerim var çoğunda.

Peki kimleri dinler Reklamcıinsankişisi? Hangi müzisyenleri seversin?
Ergenlik zamanlarımdan itibaren Mor ve Ötesi'ne karşı bir tutkum var. Hatta şöyle de komik bir anım vardır. İşte bunları yeni keşfetmişim. Bir gün bir kliplerine denk geldim ve grubun gitaristi ordaki esmer, uzun saçlı, sakallı olanını gördüm ve Eros o anda elindeki oku tuttu bana fırlattı. Ben tabi şiirler yazıyorum, bir de malum en dertli zamanlardır o ergenlik. Vebalı bir aşkın pençesinde çaresizce can çekişiyorum. Sonradan öğrendim isminin Kerem Özyeğen olduğunu ve adam o günden sonra adını kalbime yazdı(gülüşmeler). Büyüyünce onunla evlenicem diyordum falan. Bunun dışında beni etkileyen herşeyi dinlerim. Son günlerde Emilie Mover, Kimbra, Best Coast, Ceylan Ertem ve Jamiroquai'a sardım. Jay Kay'in de yeri ayrıdır mesela.


İÇİMDE PATLAMAYA HAZIR BOMBA TAŞIMIYORUM DİREK PATLAMAYA HAZIR BOMBAYIM


Çılgın bir yanın var. İçinde patlamaya hazır bir bomba taşıyor gibisin, doğru mudur?
Haha hem de nasıl. Çocukluğundan beri durmadan birşeylerle uğraşan, birşeyler yapan, yerinde durmaktan delice nefret eden bir tipim. Ah annem neler çekmiş bazen anlatır güleriz. Çok tuhaf anılarım vardır. O açıdan evet çılgınım diyebilirim. Ve bombayı taşımaktan ziyade direk bombayım.

Yazılarında kadın erkek ilişkilerini sorguluyorsun. Erkeklere dair sanki daimi bir intikam arzun varmış gibi hissettim ben. Feminist misin?
İntikam demesek bile erkeklere dair söyleyecek sözüm var. Bazen birşey oluyor, birşey duyuyorum ya da görüyorum ve bu sözler içimden çıkıyor. Feminist görünürüm ama değilimdir. Hala bir yerlerde kadınların erkeklerden 1-0 geride olduğuna inanan bir zihniyet var ve ben o zihniyete karşı hiç değilse bir duruş sergilemek istiyorum. Ayrıca kendini çok üstün varlıklar olarak gören erkeklerin sayısı özellikle son yıllarda arttı ve bu durum insanı feminist olmaya zorluyor. Şunu söyleyebilirim, kadınlar ve erkekler varolduğu sürece bu tip yazılar yazmaya devam edeceğim, o kesin.

Takip edilmeme korkun var mı? Ya da daha doğrusu, ''ya kimse okumazsa'' gibi endişelerin?

Baktığında, her yazar okunmak ister. Nacizane söylemem gerekirse yazan biri olarak ben de isterim tabi yazdıklarım okunsun, eleştiriler gelsin. ''Şu yazında şunu şunu demişsin ama bak şöyle de birşey var'' diye yorumlar gelsin. Bir kere insanın ufkunu açar. Ama okunmak için mi yazıyorsun dersen elbette ki hayır. Yani var öyle bloggerlar ama onlar bana pek samimi gelmiyorlar. Ne bileyim, çok takipçisi olan bir sürü bloggerda şu duyguyu rahat rahat görebilirsiniz ''Artık oldum ben şu kadar insan okuyor beni'' şeklinde bir çeşit kasarak yazma şekline bürünüyorlar. Samimi olarak söyleyebilirim ki okunmak için yazmıyorum ben. Birşeyler hakkında yazmam gerektiğini düşünüyorum. Aklıma takılan, üzüldüğüm, komik bulduğum, başımdan geçen şeyleri samimi bir şekilde insanlarla paylaşmak derdindeyim. Bir de henüz kapışılmamış, meydana çıkmamış olmanın daha özgür ya da daha içten yazdıracağına inanıyorum. Tabi ki istisnalar var, yani çok takipçisi olup gerçekten okumaya değer yazan bloggerlar da var. Bu biraz şeye benziyor: sen elmayı yazıyorsun diye elmanın seni okuması şart mı. Tabi ki de değil.

15 Eylül 2011 Perşembe

bazı kızlar seni şaşırtırlar

dün sezonu açtık. ama 1 hafta erken gittim dün, çünkü daha dersler başlamadı. boşu boşuna 6'da uyandım iyi mi:(
sen o kadar sabahın köründe kalk yollara düş, bi kıtadan öbür kıtaya geç, kampüse gir sonra sınıfı bul. içeri bi girdim bomboş! ve ben normalde dersten 1 saat önce gitsem bile o sınıf ana baba günü olur normalde. işimi garantiye alayım dedim, 8:30 da sınıfın önündeydim ama içeri girmemle karşımda bomboş bir sınıf buldum. boşu boşuna 6da uyandım, millet fosur fosur uyuyo böhühü diye tam depresyona gircektim ki bi kız geldi. sanki sabahın körü değilmişçesine bir dinç, bir mutlu. ''ahaha =) XD'' modunda. günaydınlaştık oturduk yerimize. ben tabi 3 ay malak gibi yatmışım. birden sabahın köründe uyanınca bi afalladım böyle. ıyy bide bir elimde su, öbüründe diyet bisküvi. kendimden tiksindim yemin ederim. ben başkası olsaydım benle hiç tanışmak istemezdim. neyse sonra yavaş yavaş damladı millet. şansıma herkesin bölümü psikoloji. bi ben aralarında kaldım iletişimci. tabi sabah sabah nasssıl iletişimciyim, nasssıl konuşkanım anlatamam. ağzımı bıçak açmıyo, uyumakla uyanmak arasında bi yerlerdeyim ama ben bile nerdeyim bilmiyorum.
hoca geldi işte. kendini tanıttı. sonra durduk yere öyle bişey söyledi ki o an o solumdan püfür püfür estiren pencereden bi ayağımı sarkıtıp höööğğ diye atlamak istedim. ''ders yapmıcaz bugün bir tanışalım bakalım'' bu mu yani ben bunun için mi asya kıtasındayım şu an. işin esprisi sadece bu kadar mı! allahımm hem ben sabahın 9'unda tanışılcak insan mıyım yaa diye kendimi jiletliycek triplere girdim, kafamda böyle canlandırıyorum. şu an şunu yapsam millet bunu der mi, onu mu yapsam yok nan diye salak salak içimden bir diyalogtur gidiyor. o arada bizimkiler tabi çoktan kaynaşmışlar, nereli olduğunu söyleyenden tut kaç doğumlu olduğundan dem vuran mı, ne ararsan var. gayet sıkıcı bir muhabbet. sonra öyle birşey duydum ki bir kova buz gibi suyu başımdan aşağı dökmüşler gibi kaldım. yanyana dipdibe oturmuş üç kız sıra onlara gelince anlaşmışlar gibi sırayla konuşmaya başladılar. 92'liyim bıdı bıdı. hiç abartmıyorum en az 25 gösteren o 3 kız istisnasız aynı şeyi söylediler. hööö?!! nasıl yaa? na-nasıl olur bu diye ben canlandım içimden sayıklıyorum ve şaşkın ve şaşkın olay yerini inceliyorum. sıra yavaştan bana doğru gelirken de dank etmiş gibi bir duygu belirdi içimde: ablam gibi görünen hatta ablamla yanyana gelseler ablamın abla diyeceği o kızlar 92liler! düşünebiliyor musun tamı tamına 92!! ben şimdi kalkıp doğum yılımı söyliycem ve rezil olcam, yanlarında nasıl kart kaldım:( kesin içlerinden dalga geçicekler, kessinn! pis pis yüzüme bakıp sırıtcaklar. allahım bu işkenceyi çekecek ne yaptım ben sana:'(
ve kaçınılmaz son gelip çatmıştı bile. hoca yüzüme baktı, o an anladım içinden ''eehh hadi sen de ne zırvalıycaksan zırvala da evime gideyim şuna bak torunum yaşında hepsi'' gibi şeyler söylüyordu. başladım tabi. pıtır pıtır konuştum, reklam dedim. tabi orda hepsi dönüp baktı. etrafım psikologlarla sarılmış tabi, ben tekim onlar ohoo. sonra mağlubiyet kaçınılmaz son olcak tabi salak. neyse dedim tanışma faslı bittiğine göre artık gidebilirim. çantamı taktım artık kendi kendime nasıl gelin güvey olmuşsam. baktım yeni bir muhabbet konusu açılmış bile. kadın kaptırmış kendini, vitesi kaça atmışsa artık. şunu şunu yaptım, yok efendim aslında mesleğim şu ama ben bilmemkaç yıldır bunu yapıyorum. aha tam böyle oldum: :(
yetmezz! daldan dala kafasına göre takılıyor kadın. bu sefer hangi konuları görceğimiz, sınavlar, not olayı derken saate baktım 1 saat olmuş. yuh dedim ne çabuk 1 saat geçti diye. gizom bi yandan mesajla beynimi yiyo hadi nerde kaldın gidicem bıdı bıdı. iki arada bir derede kaldım artık bu defa kesin atlamalıyım diyordum ki ders olmayan ders sona ermişti. fırladım çıktım.


yazının ana teması:
zamane kızları fazla gelişmiş azizim. bir boylar, bir kadın gibi görünmeler. siz ne yediniz de böyle oldunuz nan diye bağırarak çıldırsam yeridir! yanlarında kısa boylu, ve bunu söyliceğim aklıma gelmezdi ama çelimsiz, evet evet çelimsiz hissettim. olay benim öyle hissetmem değildi, direk öyle görünmemdi. hayatı diyetlerle geçmiş, anne sütünü 1 ay içebilmiş, ama buna rağmen sırf kemiklerim iri diye balıketli görünen benim çelimsiz görüneceğim bir mucize. buna mı sevinmeliyim yoksa bizden sonraki kızların bizi hareket çekerek hızla sollamalarına mı içleneyim bilemedim.

12 Eylül 2011 Pazartesi

evren sen bize nazik davranmadın

yo yoo, ser verip sır vermiycim. bu aralar neyin peşinde olduğumu söylemiycem. e peki neden bu satırları yazıyorsun diyebilirsin canım okurum. şöyle söyliyim,
bi çeşit evrene ''bak ben artık bişey yapmak isterken yada birşeyin olmasını isterken sadece lafta kalmıyorum. ayrıca da sana çıtlatmıyorum ki, hani bişeyi çok istediğini belli edince artık nasıl bi hırs varsa sende, sen o şeyi hemencecik bozmak için oturma yerlerinden ter damlayana kadar yırtınıyosun ya o açıdan. seni yenecem olm!'' deme şeysi bu. çünkü biliyosun evrenin okuma yazması var ve şu an kulağını çıtlattığımı da iyi biliyor. ben eminim evren şu an bu satırları okuyor.

güzel fotoğrafların hep habersiz çekilenler olması gibi, o spontanlık o doğallık o efendime söyliyim plansızlık hoş bi durum. sanki sen hiçbir şey yapmamışsın da herşey kendiliğinden olmuş gibi davranmak. ve işte asıl bahsetmek istediğim şeye sonunda gelebildim oh be! hayatında olmasını istediğin şeyler de öyle spontan, öyle doğal, öyle kendiliğinden olmalı. elbette sen çabalamazsan bazı istisnalar hariç hiçbir şey olmaz. öğrencilikte de bu böyle iş hayatındayken de. aşkta da böyle dostlukta da. misal güzelleşmek istiyorsun(burda her kadın güzeldir demek istiyorum. klişe görünür ama gerçektir) oturduğun yerden daha fit daha bakımlı daha güzel olmayı sakın bekleme canım hemcinsim. illa ki poponu kaldırıp işe koyulman gerekiyor. yoksa valla o yağlar alıp başını gidiyor, çatlaktı selülitti göbişti, yok kollarım güreşçi kolu gibi oldu, yok efendim bacaklarım erkek bacağından farksız.. bu tip monologlardan mümkünatı yok kurtulamazsın. kalk ve yap bebişim. ha ama çok da böyle çevrene renk vermiyceksin. bırak insanlar ''görüyor musun nasıl zeki kız, bak oturduğu yerde hangi okulu kazandı'' desinler. ama sen tabi o arada test kitaplarını denemeleri falan yala yut. çok iyi hatırlıyorum şimdi sbs olan sınav bizim zamanımızda lgs idi. heh işte o zamanlar ana haberde hep böyle mal tipler çıkıp ''ya valla hiç çalışmadım'' deyip deyip bilmemhangi liselere giriyorlardı. sonra üniversite sınavına gircez gene aynı terane. yani bu tipler hiç bitmez. he canım hiç çalışmadın he gülüm. bırak ''vay be kız götürdü waffleları, sufleleri ama gram kilo almadı'' desinler(tabi bu baya uç bi örnek. doğuştan iskelet olan, fıstık gibi genlere sahip pislikler var onlar meclisten dışarı. aramızda öyle olanlar varsa eğer, pislik dediğime de bakma. bal gibi de çekemiyorum. eğer ki onlardan değilsen tabiki waffleları sufleleri götürüp kilo vercem sanma, zira yok öyle bi dünya!) ama sen her gün ağırlığınca ter dökmeye devam et. söylemek istediğim farkında olmayış, ''aa hiç haberim yok valla'' durumları aha tam da bu.

hadi bi yere kadar ama evreni sırdaşın falan belleme. senle kalkıp spor yapıcak diyete girecek, yeni bi ilişkiye başlarken sana yardım edicek sanma. çünkü hep tam tersi olmuştur ve olacaktır. çünkü allah belanı versin cümlesinde geçen bela, ondan başkası değil. bizi hiç sevmedi, iyiliğimizi istemedi, ölüm orucuna girmiş gibi dili damağın kuruyana kadar aç kalıp sonra tartıya çıkınca sadece ama sadece 200 gr verdiğini gördüğünde seni teselli etmedi, birinden hoşlandığında çat diye hep bi engel hoşlandığın kişi şu anda bir başkasıyla görüşüyor! tıpkı sibel can'ın şarkısında geçtiği gibi kader sen bize adil davranmadın hesabı, evren sen bize nazik davranmadın:(

2 Eylül 2011 Cuma

aynaya kırmızı rujla elveda yazıp sigarayı terkettim!

sigarayı bıraktım. başlamış mıydın ki deme, evet aslında hiç başlamamıştım ve başlamadığın işi bitiremezsin bunun farkındayım. yani şöyle, tiryaki denen cinsten değildim. hani bazen kafam bulanmışken dumanlı bi şarkı açıp fonda dumanlar gelirken anlamsız triplere girmek suretiyle klip çekiyormuş gibi yapmak bana acayip karizmatik geliyordu, şarkıcılar sahneye neden dumanlarla çıkıyo sanıyosun hey yavrum hey. neyse işte. bazen de böyle hakikaten ağlamaklı bi moddayken, dokunsalar ağlayacak değil zaten ağlak bir haldeyken kısa süreliğine de olsa hakikaten kendimi iyi hissettirdiğinden içiyordum. ara ara bırakmışlığım da oldu, hatta ne diyosun vardır bi 5 hatta 6 bırakma girişimim. Keşke saysaymışım lan. her neyse. Bugün de sabah, her zamanki gibi yorgun ve keşke uyanmasaydım üfff pfff şeklinde kalktıktan ama hala uyanamadıktan sonra mutfağa gittim. peder bey kahvaltı sırasında başladı yok efendim ''püfür püfürsün neden içiyorsun bak zararlı şudur budur..'' sonra abim başladı ''10 yıl sonra şöyle olucak böyle olucak diyosun da bak bakalım 10 yıl sonra o sigara seni ne hale getirmiş olucak''. dedim ''yaae ben tiryaki değilim zaten''. neyse baktım olcak gibi değil. hemen o saniye bırakmazsam sigara değil ama fazla demogojiye maruz kalmaktan bilgisayar gibi çökücem! kalktım tıp tıp odama gittim, aldım paketi tam odadan çıkıcam baktım abim kapıdan saklanmış bana bakıyo ama nasıl, böyle çocuk gibi komik bi surat ifadesi. ee az buz değil yani zafer ilan etti, onun yüzünden uzadı mevzu sonunda da başardı işte. neyse al dedim şunu, gittik mutfağa sigara tablamdakileri de çıkardım verdim paket doldu(orda tabi ağlamamak için zor tuttum kendimi, dün almıştım nan:( napıcan ki sen şimdi bunu, sen ötekini içiyodun dedim, bi garibana vericem dedi. yuh dedim ''millet gariban doyurur sen sigara veriyosun bildiğin zehirliyosun''(gülüşmeler).
yeminler ettim bakın bıraktım yeminle artık içmiycem tarzı saçmalıyorum bi yandan. hani sanki falakaya yatırmışlar da bi daha aynı suçu işleme diye yeminler tövbeler ettirmişler öyle havaya girdim. olcağı varmış oldu tabi ama her ne kadar sürekli erteleyerek bırakcam desem de bugün bi parça pişmanlık tarzı bişey de hissettim. ama o an içimden sana zarar veren şeyden er yada geç kurtulmalısın demiş olmalıyım ki ilk hamlemde tek celsede ondan vazgeçtim. normalde kolay olmazdı bunu biliyorum. yani en azından birkaç gün hatta hafta bunun provasını yapardım(böyle de tuhafımdır) ama sırf ani kararların, spontanlığın adamı olmamdan ötürü zaman zaman böyle asla vazgeçmeyeceğimi bildiğim şeylerden yırtmışımdır. ne diyelim hayırlısı. bundan sonra da sigara içilen ortamlara her zamankinden daha fazla maruz kalıcam buna eminim çünkü murphy denen gerizekalı bunun için şu an ağlarını örüyordur. ama önemli olan gözünün nuru da olsa onunla bir daha kavuşmamak. en doğrusu bu.


2 Eylül 2011 cuma 11:00 suları sigarayı bıraktığım gündür ve umarım bir daha dönmemecesine sigarayı terkettiğimin resmidir. seni sevmemem lazım artık sigara, imkansız bu aşk bebişim:(



ps. evet dopdolu paketi abime verirken hiç iyi değildim ama sonrasında tuhaf şeyler hissettim böyle kurtulmak rahat bir nefes almak gibi duygular. üzüldüm mü dersen üzülmedim aslında. sadece alışkanlığın terkettikten sonraki salakça boşluk hissi. allam nolur özlemeyeyim onu.