29 Aralık 2010 Çarşamba

kalbini kırarım bak


çok pis küfrediyorum şuan. yaratıcılığımın sınırlarını çoktan aştım. hedefteki düşman menstruasyon. her ay bunu yaşıyor olmak kaderin seni sınaması demek. güneş, başka işi yokmuş gibi bi salkım koruğu bi salkım üzüm haline getirmek için aylarca çalışırken, birileri biz kadınları çok pis kıskanıyo ve bizi öyle bi hale getiriyo ki. tırtılı kelebeğe dönüştüren evrenin seni nalet pislik bişeye dönüştürmesi hiçbir şeyle açıklanamaz. bi kere bunun yaşanmasının sebebi, o ay için kadının üreme fonksiyonunun başarısız olması. buraya kadar herşey tamam. ama allahın cezası, kimse sana birilerinin yüzüne başarısız olduğunun söylenmeyeceğini anlatmadımı. bu mudur yani senin espri anlayışın. son 2 haftadır dokunsan ya ağlar, ya dokunana çok pis dalar vaziyetteydim. ne lan bu derken bi de baktım yok efendim merkür geri gidiyomuş, gezegenler yer değiştiriyomuş. nan bi durun durduğunuz yerde. ha bunlar yeter mi hiç, suyundan da koy. pms eşşoğlusu da çıkagelmesin mi. koy g.tüne rahvan gitsin dedik halay pozisyonuna geçtik ve başladık önümüze gelene bin tekme. ama nasıl geçti şu 2 hafta ben diyeyim dengesizin allahıydım, sen de 'yavaşş!'.
amerikada işleri güçleri olmayan bi güruh var. bunlar böyle habire toplanıp bişeyleri araştırıyolar. yok efendim domates neden kırmızı, neymiş efendim gözünün üstünde neden kaşın var, babam böyle kek yapmayı nerden öğrendi diye böyle araştırıyolar. para da çok demek ki. her neyse. gene bir gün oturmuşlar araştırmışlar. kadınların pms dönemlerinde daha fazla suç işlediklerini yetmeyip üstüne intihara teşebbüs ettiklerini ortaya koymuşlar. inanırım.
bi de mesela bizi bu hallere getiren sürtüğün yolunu açanlar da var. bi sürü şirket, gazeteler, dergiler, doktorlar, hatta benim için kabullenmesi zor olsa da reklamcılar baya sırtına vuruyolar bunun. başını okşuyolar. öpüyolar onu içtenlikle. hayır bi silkelenin kendinize gelin, neden o taraftasınız nan. sizi doğuran ananızı, bacınızı ölmeden mezara koyan o pisliğe destek oluyosunuz. bi yere yatın ölü taklidi yapın, gör bakalım kalıyomu. ama yok. siz onu pamuklara sarmalıyosunuz, kanatlar takıyosunuz onu melek yapıyosunuz ey koca şirketler. size söylüyorum ey gazeteler dergiler mecmualar. peki siz ne yapıyosunuz? siz, hiç utanmadan bize öğütler veriyosunuz o gelince şunu yapın bunu yapın. iki kelam küfretseniz, nasıl gururuna yediremeyip gidecek bilmiyosunuz. siz doktorlar, onca hipokrat yemini edip de sözünüzden nasıl da dönüyosunuz farkında değilsiniz. bize ilaç veriyosunuz. o gelince iç diyosunuz. ama bana balık verme bana balık tutmayı öğret dostum. siz reklamcılar, ya siz. sizden biriydim ben olm, bana yapılacak iş miydi bu. bari bana yapmasaydınız. onu meşhur yaptınız. ona viktorya sikrıt şeysi gibi kanat takıp pamuklu süslü şeyler giydirip reklamlarda oynattınız. insan mı o, ona insan muamelesi yaptınız. gidin lan görmesin gözüm hiçbirinizi.
velhasıl kelam. atsan atamazsın satsan satamazsın. ömür boyunca bi sürü insan giricek hayatımıza, bi sürü insan çıkıcak hayatımızdan, aşık olucaz, umut edicez, şiirler yazıcaz, konserlere gidicez, okuycaz, mezun olucaz, iş dünyasına giricez, patronuydu rekabetiydi verimsiz iş saatleri bi türlü zamlanmayan maaşıydı istifasıydı kovulmasıydı, sonra evlilik derken yaşayıp gidicez ama o hep yanımızda olucak. erkekler yüzümüze bakıcaklar ama içimizde ne yangınlar yanıyo bilmeyecekler. içimiz kan ağlarken bize ''oşguuumm gene nereye daldığğnnn''. ebenin körü. ben şimdi sana bi dalıcam o olcak. mevsimler geçicek bi aydan öbürüne zıplıcaz işimiz gücümüz yok tabi haftaları devircez psikopat gibi. bunlar olurken onların yüzlerine gülücez ama içimizden küfürleri boy boy dizicez. bu böyle gidicek. şimdi oturup düşününce, şanssızlığın kralı bu. aksini söyleyebilecek biri varsa da mutlaka erkektir. nerden bilsin nan o. otursun orda, hiçbişey yapmasın her türlü cefayı biz çekelim. pms'siydi menstruasyonuydu doğumuydu pisliğiydi. içim yanıyo içim.

20 Aralık 2010 Pazartesi

''param olsa da ben alsağğmm'' 5


beşinci gün
(faynıl sıteyç)

beşinci günün sabahında, koca hafta gelicaamm diye söz verenlerin beklendiği, elde sepet kampüsteki diğer binalara gitmeye üşenildiği(hava da bi soğuktu ki), batarsak batarız zaten son gün zihniyetinin kol gezdiği, herhangi bi ayrı tanıtım promosyon vb şeylerin artık dövsen yapılmayacağı bi gündür. son gündür bi kere. yemekler ilk güne göre daha az ve çelimsizdir. hani yemeğin yüzüne bak, o bile üfleyip püflüyodu yeminle. neyse işte tüm bu hayata dair umutlarını yitirmiş psikolojiler falan bi yana da, çoğu kişinin artık kaynaşmış olduğu, sigara aralarında artık iğrenç esprilerin dönmeye başladığı(bi ortamda artık iğrenç espri dönmeye başlamışsa orda kaynaşma var demektir)böyle vur enseye şeklinde her türlü saçmalığın yapılmaya başlandığı bi gündür. olsun o kadar, tam 1 hafta yüzyüze bakılmış, tatlı da olsa bi rekabet yaşanmış, yanıbaşındaki komşun da olsa o an orda müşterisini kapmak için bi yerlerinden ter damlayana kadar insanlar kendini yırtmıştır. üstelik aynı bölümdesin, bu zamana kadar o iğrenç esprileri yapmadığın için kendinden utanman lazımdır. öhömm.. neyse.
yine ve yeniden habire yenilmiştir. hayatımda ben ilk defa o kadar dolmayı yemişimdir heralde. allahtan haftaortası bi gün dolmasız geçti de midem artık 'ohoo bu dolmalar da iyice demirbaş oldu ha' demedi. yoksa son günün sonunda balkabağına dönüşen araba gibi ben de dolmaya dönüşücektim. aslıma dönecektim. evet ben aslında bi dolmayım.
5 gün boyunca ara ara teftiş gibi katı olmasa bile stand stand gezen hocanın son gün gözünün içine bakılıyodur. acaba ne düşünüyo, acaba puan verdi mi kaç verdi şeklinde.
iyi kötü geçen bi haftaboyunca yediklerimiz önümüzde yemediklerimiz de önümüzde, homini gırtlak, böyle boşalda semerini ye türünden bi yaşambiçime büründük. kah güldük kah sıkıldık kah küfrettik. şaka maka, eğitim hayatımızın bu son aşamasında(hoş,insanoğlu yaşadığı sürece öğrencidir diye birşey derdim de demiyorum daha yaşanacak yıllarımız var)hani artık son basamağa geldiğin bu süreçte ilk ve son kez olucak bişey. bu bitanelik dolayısıyla yaşadığın tüm stresleri de halı altına süpürmeli. kendi açımdan süpürdüğümü söyleyebilirim. bi çeşit 'pazarcı' bi mesleği seçmiş olsak da ciddi ciddi pazarcı olarak yaşadığımız şu 5 gün, herkesin kendi penceresinden baksa da genel anlamda güzel geçen bi 5 gündü. artık bizden sonrası tufan.

''param olsa da ben alsağğmm'' 4


dördüncü gün
sabah kalktığında yine mi pazarcılık, yine mi bilmemne dersin. öyle de kene gibidir. sanırsın bi ömür öyle bağırıcaksın. kötü olan, gündelik yaşamda mesela yolda falan sanki birden bağırmaya başlıcak gibi hissedersin 'gieğğl vatandaşş, almayan başını taşlara vuruyoeerrr' diye. korkarsın yani, öyle böyle değil. kendini zor tutarsın.
4.gün sıkıcı, bunaltıcı,kiminin numaralı gözlüğünü çıkarıp kitap okumaya başladığı ve diğerlerinin de 'ahahaa entel stayla. olm entellikle olmaz bu işler.bak bak nasıl da tanımıyo bizi' diye dalgasını geçtiği bi gündür. kah 'ağlıcam ya yemin ediyorum ağlıcam. ayy hiç satış yuuookk' şeklinde bitse de gitsekçiliklere girdiği, kiminin 'aman yae banane valla. satış matışmış. koy götüne rahvan gitsin' şeklinde kendine hayrı olmayan söylemlerde bulunduğu da görülür.
yemekler gitmez. yani giden gitmiştir, gittiği gün bitmştir biz gideni değil giden bizi kaybetmiştir falan filan. ama elde de kalır yani yemekler. ye babam ye sonra.

-hiç bizden almadın sen. gözüm üstünde.
-diyetteyim yaee
-ne diyeti götürüyosun valla dolmaları.

- --> şeklinde kaldım tabi orda.





velhasıl kelam. dördüncü günü de öyle böyle yedik(mecaz yapmıyorum harbiden yedik yani, full yemekle geçti). yok sen böyle yaptın, yok sen şöyle dedin diye diye bi de baktık kalan bir! eve giderken, çoğu gitti azı kaldı düşüncesi bile gülümsetmeye yetebilirdi. ama gülümseyebilecek bile takatin varsa tabi.

''param olsa da ben alsağğmm'' 3


üçüncü gün.
3.gün 2.günden kötü, 1.günü mumla aratan, 4.günün belirsizliğini barındıran, 5.güneyse allah kerim bi gündür. bugün, ilk günkü aceleci, telaşlı, sabırsız oğlan çocuğu tavrımızı korumak için herşeyi yapabilirdik. gel gör ki müşteri artık alışmıştır ve o her zaman haklıdır. ve alışmak sevmekten daha zor gelir.

'kopya çekmee pasta yee'.
'buyronn efendiemm aile salonumuz vardıığğrr'
'hayatın anlamı burdaağğ'

-yapabilirsin,daha güçlü.
-...


-oha köpek geldi.
-oha aynen.


'haydi şimdi geeğğl'
'taşınmadık buradayızz'
'buyroon kırmızı başlıklı kız cupcakelerini burdan alıyoarr'

-etsiz mi lan.
-olm etli yapılmaz ki.yapılır da,olmaz yağğni

-olm sesin kulağımda çınlıyo böyle 'havuçlu bonboonn' diye.
-ahah.


'almayan 1000 pişman buyroonn'

-ne zaman gidicieezz.
-ya tamam gideriz bi ara.
-ama geç oluyo bıdı bıdı.
-olm 4de çıkarız 6da evdesin.


saat:4

hayat devam eder.

-hani 4de gidicektik.
-olm görüyon işte hala arada müşteri oluye.
-...
-5de gideriz söz.


saat:5

-ya 10 dk şurda biraz oturalım 5buçukta çıkarız.valla bak 6de evdesin.
-bıdıbıdı.
-gel hadiiğğğğ(çekiştirmeceler vs).


saat:6

sonunda yol.

-kaldı 8 durak.
-oha durakları mı sayıyon lan.
-iveeğğttt.
-te allam.
...
-kaldı 7 durak,6 durak,5 durak...
-ya bi susar mısın sen.kendimi yarışmada hissettim.
...
-iniyom ben şimdi.gidince ara.
-taksiye mi binsem yae.
-bin bin.iyidir taksi.karardı hem hava.
-ayy ona da güvenilir mi ki şimdiiğ.
-aiiii güvenilir tabi.millet 11de biniyoee.
...
-bin bin taksiye bin.gidince de beni ara.unutma(sevgililer bile böyle sıkboğaz edilme görmemiştir)
-tamam yae.55 kere söyledin.
-ara ama bak taammı.
-temamm.
-hadi ben iniyom.bak ara sakın unutma ha.
-güle güleğğğ.

''param olsa da ben alsağğmm'' 2


ikinci gün.
ilk güne nazaran herkeste bi alışma durumu vardır. hem müşteride hem esnafta. bi günde kimse hayatın anlamını bulmaz ama bi gün de bi gündür. ve yadsınamayacak denli deneyim kazandırmıştır. sade yemekler değil, esnaf da pişmiştir. ilk gün gelen müşteriyi

a.dün yediklerini bi daha yemek isteyen
b.yeniliklere açık, dünü bugününü tutmayan, değişim yanlısı olarak ikiye ayırabiliriz. her halukarda işin içinde bi alışveriş mevcut. burda da bi kategorize yapabiliriz:

1.ya dünkü dolmalar harikaydı. yine alıyoruzz
2.dün yedim zaten. farklı şeyler denemek lazım. ama alalım bakalım(buradaki içses:acıdım size, alalım bakalım. şaka yapıyorum)


ikinci gün, fiyaskoya yatkınlığıyla bilinir. ilk gün herşey yenidir. herşey tazedir. herşey ilktir falan. böyle bi heyecan almıştır yürüyodur. ikinci gün, tıpkı herşeyde olduğu gibi sıradanlaşma başlar. çok güzel başlayan şeylerde bile, sana bi kere şatafatlı gelen bişeye ikinci bakışında ilk duyguyu vermez. her neyse. son tahlilde, ikinci gün de güzeldir iyidir hoştur ama ilk günün yerini tutamaz elbette.

15 Aralık 2010 Çarşamba

''param olsa da ben alsağğmm''


okulda bişeyler oluyo. çok tatlı. çok kalorili. çok sıcak. çok hatırlanası. kelebeğin ömrü kısadır ya hani, bu da o cinsten. okulun geleneksel cookie haftası etkinliği. pazarlama dersi bünyesinde bişey. ilk ve son olarak yaşanacak olan bişey. ev yapımı cupcakeleri, kurabiyeleri, zeytinyağlı dolmaları, kısırları, tuzlu ve tatlı kurabiyeleri ve daha nicelerini elinin altında bulabileceğin bişey. nereye baksan yemek. rengarenk bi panayır yeri. genç olduğun bişey. ki gençsin. bunu biliyosun. bu bahsettiğim çok başka. kanı deli, kanı coşkun, kanı hızlı ve sıcak olan. rekabet mi dedin, saçmalama.
ürünlerle olay mahallinde tanışmamış olanların(bi çeşit gerilla pazarlama işi. müşteri her zaman haklıdır. gerekirse ayağına da gideriz. mentalitesi). tepkileri çok çeşitlidir. şimdi hangi birini yazsan diğeri bağıracak beni de yaz diye. hepsi aklımızda. lades.

ilk gün.
ilk günün havası başkadır. gelen geçen, 'aa bi şuraya bakalım' deyip gelir. filmin oyuncuları için de toyluğun verdiği 'hadi şunu da yapalım, hadi bunu da yapalım'cılıklar... bıraksan pluton'a gider, bi malzeme bi bişey bulur getirir. kaşif ruh ataktadır. diyette olanların bile gözünü döndürür bu ilk gün faslı. 'yae şunu yicem, hem bunun kalorisi nedir ki la'. diyet, zayıflamak falan yalan olur yani. tabi ürünlerin elinde patlaması gibi bişey de nadir gibidir. ne varsa yoksa gider bi şekilde. az buz değil, koca fakülte herhangi bi eve gitmeden altın günü yaşadı resmen. onca insanı doyurmanın gururu ve huzuruyla evlerin yolu tutulur.

10 Aralık 2010 Cuma

bebek olmaya methiye

bebek olmak...
ah, kalbimi verdim sana.
bi düşün yemeğin ayağına geliyo. ağzına veriyolar bide. sana verilen içeceği beğenmedin mi? hemen püskürt ağzından.

herşeyi geç araban var. a-ra-ba!
ev desen hakeza. neyin borcu neyin harcı. herşey beleş. hava almaya çıkarıldığında, altında araban yemeğin önünde, kes kesebildiğince 'senin boyundaki senin cinsiyetinden olmayanları'.kısaca karşı cins olayları. onu kapaklamak için yapıcakların bile masum. git ısır yanağından. ne deli ne sapık ne başka bişey demezler korkma. bebeksin sen!

senin için üretilmiş kıyafetleri gören herhangi bi yetişkin, allam çogzel yaee kıvamında erimeye yol alırken, sinsice gül kurulduğun anne kucağı yada arabandan.
kıskanılıyosun, beğeniliyosun, seviliyosun, özeniliyosun. mesela senden 20 küsur yaş büyük genç kız ablalarından bazıları senin gibi konuşmaya uğraşıyo düşün. ama sen doğalsın. olduğun gibisin. takılar tokalar filan en çok sana yakışıyo aslında, biz naparsak yapalım abartı. pembe sen demek zaten direk.

hiçbir anlamı ya da anlayanı olmasa da konuş dırdırdır. hem tüm o 'dev insanları' anlayamadığında durup kendi kendine konuşursan artı puanın oluyo. 'cemiilll koşş konuştuuuu'. konuşur tabi siz akşama kadar zavallıcağzın tepesinde pıtı pıtı konuşup duruyosunuz durmak bilmiyosunuz. bırakın o da iki kelam etsin dimi ama.

herkes sana çalışıyo olm. parklara götürülüyosun, gezmeler denizler.. yüzmek istediğinde yanında mutlaka biri veya birileri var. bırak kendini sulara. altını açtıklarında, üstelik dolu olsa da masum geliyosun herkese. sıç lan yüzlerine nolcak. kafasını bi aşağı bi yukarı sallamak suretiyle ağzını kulaklarına değdirecek kadar gülümseyerek senin bile tuhaf karşıladığın seslerle seni annenin kucağından almaya çalışan insan sevmediğin biriyse işe üstüne. ki ben demesem de yapıcaksın bunu biliyorum. aferin, hep böyle başına buyruk ol. seni eleştiremezler. şöyle bi 18'ine kadar falan yolu var. çocuğum ben yaee, küçüğüm ben daha yaee falan gibi mazeret bahane ve 'özrü kabahatinden beter' davranışlara sahip olacaksın. o yüzden özgürsün. hepsini geç öğretmen, vize, final, proje, mezuniyet, patron, sunum, iş güç derdin yok. bu nasıl bi özgürlüktür sana bunu anlatamam. dedikodulardan uzak, sorumluluklardan arınmış, yapılacaklar listesi olmadan ne de güzel yaşıyosun sen.

bak insanların yüzlerine anlamsız anlamsız. şizofren demiycekler emin ol. incele inmek bilmediğin arabandan ya da sıcak kucaktan in ve koş koşabiliğince nefes nefese ol düş hatta. dişlerin yeni çıkıyo ya da tek tük işte. ısır herşeyi. yok kalori, yok kilo aldım, yok çikolatayı kestim, yok tartı yok bilmemne. yesene işte önüne gelen her birşeyi. böyle lopur lopur götür yoğurtları pudingleri..
' 'görüyomusaaan şu jean olmuyaa banaaa''. yok böyle bişey. yiyeceksin işte. ye.

sana gelsin tüm masallar şarkılar şirinlikler. sen hepsini hakediyosun. ballısın ballı kıymetini bil. ama keşke biraz bizi de görsen. ne bileyim senin kılığına girelim, suç ortağımız ol gayet böyle organize önümüze gelene bin tekme kıvamında pıtı pıtı yürüyelim kolkola. tamam biz eşşek kadar olmuşuz o boyla zor ama, mazur gör dostum.

koş.gül.incele.çekiştir.bak.karala.dokun.ısır.boya.büyü.atla.kokla.tükür.sev.bağır.danset.
hopla. çiğne.düş.düşle.hep mutlu ol.

29 Kasım 2010 Pazartesi

çikolata sevgilim


evet. işte yine bi pazartesi. yine ben ve yine bozulan bi diyet. ben suçsuzum ama yae, çok güzel bakıyodu namussuz pasta.
hayır şu an kendimi bile geçtim, gün boyu ucunda ölüm varmış gibi zorla içtiğim suya acırım ben. acıkınca yediğim o salataya acırım. yemin ediyorum hayatında öyle ifrit bi surat görmemiştir o havuç, o domates, o yeşil biber. böyle nefretle tepesine dikilmiş pis pis bakan bi çift göz. adam(burda adam da domates, kimse üstüne alınmasın) ne yapıcağını şaşırıp eridi bitti karşımda, işin suyu çıktı valla. havuç denen gerizekalı desen, çıtını çıkarmadan olanları izledi yani. vur kafasına lokmasını al. öyle pustu garibim. özellikle diyet zamanlarında(özellikle, çünkü dövsen kalkıp koca bi tabak salata yapmam ben. kendime bile. çok üşengecimdir bildiğin gbii değil. tek tek onları soymak, rendelemek, doğramak falan nasıl bi peygamber sabrı gerekir var ya... bu yüzden salata yapanlara mesela hep boynum kıldan incedir. kredileri hep vardır bende. o değil de,bilgi vericez diye de parantezin içine yerleştik resmen. burası çok kasıyo, parantez dışına geçelim mi) üşenmeyip yapmaya koyulduğum salatalarla burdan zimbabve'ye yol olur. öyle de kendimle çelişirim yani. neyse işte. normalde böyle elinde su şişesiyle yaşayan insanlar da hep tuhaf gelmiştir bana. sırf o elde öyle şişe var diye abimiz ya da ablamız bekar kaldı yeminle. resmen şişesiyle aşk yaşıyo canına yandığım. oysa iki satır bıraksa onu, hatta direk fırlatsa, görecek hayat neymiş. huzur şişmanlıkta hey yavrum hey. sen neler diyosun. ne o öyle plastik su şişesi şeklinde çocuğu varmış gibi sürekli yanında. resmen şişeye tapıyosun haberin yok be ablam. velhasıl...yapmadığım şeyleri diyet uğruna yapmışımdır hep. hoş, bi mağazaya girdiğimde tüm o güzel kıyafetlerin hep o 'diğerleri' için yapıldığını gördüğümde ya da bunu söylemek kabak tadı verse de 'kendi bedenime uygun kıyafet bulamadığımda' yanıyorum yanıyorum,o aptal pastaların keklerin böreklerin aburun cuburun beni yenmiş olmasına yanıyorum. insanoğlu böyle de güçsüz işte, elleri kolları bağlanıyo işte naparsın. bakıyosun herif nerdeyse ölümsüzlüğü bulucak, görünmez olucak ama işte herşey öyle ölümsüzlükle görünmezlikle falan olmuyo. yaşarken sen bi dilim pastaya yeniliyosan, yemişim o ölümsüzlüğü(herşeyi de yemeğe getirme be kadın). deli gibi su içenlere selam ettik ama benim de onlardan bi farkım yok aslına bakarsan. onlar şişeye tapıyo, ben pastaya böreğe. bi kavga anında herkes onun tarafını tutucak, deprem anında herkes ilk onu kurtarıcak, savaş mı çıktı hobaa herkes düşman. e ben öleyim daha iyi. valla.sağlıklı yaşam adına yapılan etkinliklerde etkin olamayışıma dayanarak söyleyebilirim ki, çikolatadan da vazgeçilir mi be abi? sorarım sana. daya suyu, daya salataları, daya tatsız tuzsuz püsküvütleri, zıkkımın kökü gibi yeşil çayları bilmemneleri... ama bu kadar teknoloji şeyediyosun, bi tane de mi olmaz içinde çikolata olan bi diyet! bi tane ya!! razıyım her bi brokoli çorbana, koşu bandına ama beni ayırma çikolatamdan.


ps. neymiş, ben adam olmazmışım.

15 Kasım 2010 Pazartesi

terliklerimle gelsem sana,sonunda aşkı bulmuş gibi


ben nasıldım ve sen?oyun oynuyor gibiydik.gerçekti,apaçık.gözle görülüyordu bakışların,duyulabiliyordu tebessümün ince bi nağmeyle.ellerimden tutmuştun ama ben yok gibiydim sanki.besbelli,toydum.nereden bilebilirdim...oysa sen suçlar gibiydin.nereden bilebilirdin?
sanki senle hiç karşılaşmamış gibiyiz şimdi,yollarımız hiç kesişmemiş gibi.adımı bile bilmiyorsun,adını bile bilmiyorum gibi.oysa şimdi sen,herşeyim gibisin.şimdi,onca zaman seninle konuşmadıklarımızı sana anlatıyor gibi,sen yanımdaymışsın gibi anlatıyorum içimden kendime.duyarsın sanıyorum.oysa sen hala suçluyorsun beni.oysa ben hala her şarkıda seni düşünüyorum.
dünyevi herşeyden geçtim,herşey olur herşey elde edilir de,bir aptal pişmanlıklar koyuyor adama.asla söyleyemedikleri.bazen oturup umut ediyorum ama,güneşli bi öğleden sonra,hiçbir şey olmamış gibi tebessüm ederek karşıdan geleceksin,oturacağız yanyana.iki lafın belini kırmayacağız,çünkü biz narin şairlerdik senle.kelimeleri kıramayız ki,biz kimseyi kıramayız ki.konuşmadıklarımız dile gelecek,gözümün dalıp gitmeleri boğulacak yol gözlemicem çünkü yanımda olucaksın.içimde oturup duran ve beni anlamayan tuhaf hüznüm olarak kalmayacaksın.sigara yakacağız birer.yakmalıyız.
bunlar var kafamda bugünlerde.dibine kadar kendini yiyip bitirmelerle geçiyor bu aralar hayat.oysa sen bilmiyorsun.ve belki konuşmayacağız.hep eksik kalacağız ve sen gideceksin.yıllar sonra bile kulaklarını çınlatacak şiirlerim,şarkılarla benimle olacaksın.
sen beni tanımadın,ben senin içini gördüm.
çocuğum gibisin,senden vazgeçemem ki.seni kendi ellerimle büyüttüm ben,ılık bahar akşamlarında martılarım oldun,şiirlerim,emeğim,düşüm,turgut'um uyar'ım,cemal süreya şiirlerim...sen bilmesen de yolunu gözlüyorum.gurur yapıyor için,için tereddütte için beni anlamayı istememekte diretiyor,nedenini bilmesen de için benden nefret ediyor.sana ihanet etmedim oysa ki.
kendini düğümleyen bir karmaşaydım ben.beni ben bile çözemezdim.
hızla ileri sarılmış aceleci bi hikayeyi yaşadık,telaşsız.oysa ne sen bırakabilirdin telaşlarının elini ne de ben sakin olabilirdim.şimdi di'li geçmiş zaman kullanmak bana aptalca geliyor.yıllar sonra karşılaştığımızda da görmezden geleceğiz birbirimizi.ama ben bunu istemiyorum.sen benim şiirlerimdin,şarkım'dın,şiirlerimsin,ayrılık bizi iki yabancı yapmamalı.sürünmemi istiyor gibisin,aşındım oysa zamanaşımıyla.ölmemi ister gibisin,öldüm oysa,ölü bi kadın konuşamasa da.şimdi terket gururu,bırak gitsin aptal arabesk filmlerindekine benzeyen günün birinde karşılaştığında birbirini tanımıyormuşçasına duran sevgililer gibi halimizi.öyle olmayalım biz.kalabalıktan değildik biz,birbirimizin ellerinden tutunca kalabalık oluyorduk,kendi kalabalığımızdık.
tüm o karşı çıktığımız düzenin bi parçası oluyorsun şimdi.olma.sen benim oyun arkadaşımdın.

5 Kasım 2010 Cuma

kader diyemezsin sen kendin ettin




ertelediğim bir sürü şey var.varmış.sen de içindesin tüm bunların.

yapmayı planladıklarını yapamadığın,sonra tamamen aklından çıkarıp yaşamak denen her neyse onunla meşgul olduğun,sonra hayatına bi dolu şey,bi dolu insanın girdiği,bir o kadarının da çıktığı -kimi haber vererek kimi kanatarak koparır gibi bir yarayı koparak senden- birşey zaten hayat.bu yüzden hiçbir zaman şaşırtmıyor beni ertelemeler,ertelenenlerin tatmin edilememesi,büyük çoğunluğunun ertelendiğiyle kalması,yapamadığın bi sürü şeyin olması ve kim bilir ölmek sonra ayakizini bırakır gibi ardında yapamadıklarını bırakmak.hayatın kendisi ertelemek.
'söyleyecek çok şey vardı' ifadesinin olduğu bi sürü şarkı da bu yüzden var.çünkü en planlı programlı,saat gibi tıkır işleyen ademoğlu bile gönderilmeyecek bir mektup gibi ertelediklerini barındırır yaşamında.çünkü ne olursa olsun,saat gibi işlemeye çalışsa da birçokları,insanız.saat veya makina değil.nerde yemek yiyeceğini,yarın ne giyeceğini,kimlere neler söyleyeceğini planlasan da bi şekilde ertelediklerin var.ya da ertelediğin her ne varsa onu artık 'ertelenmiş' olma durumundan çıkaramıyosun dostum.demek istediğim,insan olmak yalnızca sanan olmak son tahlilde.hep sanıyoruz.hep yanılıyoruz.

'hep denedin hep yenildin,gene dene gene yenil daha iyi yenil' lafı var ya,tamam iyi hoş laf.bazılarımız için anlamı daha fazla.ama eninde sonunda yenilmek de bayıyo,denemekse tadı kaçmış sakıza dönüyo.
erteliyosun ya,aslında zamanını erteliyosun.ki zaman denen şey insanları,mekanları,kokuları,yenilmeyi,denemeyi,tekrar denemeyi,sesleri ve sözleri içine alır.yani çok şey kaybediyoruz biliyo musun.kulağa nasıl da acıklı geliyo.oysa yarından tezi yok ertelediğin ne varsa kalkıp bi yere not edip,ya da çok güçlü hafızan varsa(burda üzgün surat rica ediyorum,benim yok hacı lan)hemen aklına yazıp,ya da küpe lazım diyosan hah al işte sana küpe..yani git ve yap.ama yok.insan demek ertelemek demek.ertelemek de üşenmektir bi yerde.bilmiyorum,dünyadaki milyarlarca insanı aynı kategoriye almak ne derece doğru.ama hepimiz eşitiz diyor,bu noktada bu kategorize edişi makul buluyorum şimdilik.yok birbirimizden ayrımız gayrımız.sonuç olarak da kendimizi etiketlediğimiz 'atak,cesur,üşengeç kelimesinin zıt anlamlısı neyse artık o' şeklindeki tanımlamalar varolsa bile ben kendi adıma her insanın içinde üşengeç biri olduğuna inanmak istiyorum.belki de 'kişi kendinden bilir işi' şeyi bu.her neyse.

ertelemek dedik,'erteleme!' dedik,tamam dene tamam gene yenil peki daha iyi yenil dedik ama laf nereye gidiyo usta dersen de...hayatta her gün çok şey oluyo.haklıyız bu yüzden belki ertelemekte,sevdiğimiz insana seni seviyorum demeyi ertelemekte,aylardır yapıcam diye tutturup aklımızdan giden yemeği tatlıyı vs yapamamakta,zaman zaman oturduğumuz yerde midende kurtlar kol gezerken yemek yememekte ısrar etmekte(bunun en ve tek büyük sebebi ve mazereti elbette ki in-ter-net!),şu veya bunu yapmamakta yapamamakta.evet erteliyoruz.çünkü zaman sanki ertelememiz için çalışıyo.maaş almış bunun için,almış başını laf dinlemeden gidiyo valla.sanki resmen böyle.

akşamdan saati kuruyosun sabah o saati erteleye erteleye gözünü bi açıyosun 5 saat geçmiş.artık olmaz deyip gideceği yere gitmekten vazgeçenlerdensen uyuyosun aynen devam.hiç olur mu öyle şey,hayatta hiçbi şey için geç değil yae diyenlerdensen yataktan kalkmak değil zıplamak suretiyle hayatında hiç olmadığın kadar çabuk hazırlanıp evden kurtulmaya çabalıyosun.noğluyo sonra,şu oluyo:ajournement!yani illa ki unutulan bişey oluyo.ya paso,ya çanta(burda öğrenciler kategori dışı,çünkü hiçbir 'kızöğrenci' çantasını unutmaz kendisini unutsa bile.çünkü kızlar 'çantasız çıkmaz abi'),ya anahtar,ya kitap bişey mutlaka.yani bu da bi nevi ertelemek değil de ne?

çoğu kez ertelediğinle kalmaz üstelik ertelediklerin,yapmadığınla bilmemne gibi kalakalırsın da aynı zamanda.ne kötü!aslında belki de bişeyi erteleyerek beyin,'ben bunu yapmak istemiyorum' diyo.ama istemediği bişey gibi görünse de insana,ne malum mutlu olmayacağı?hayatına katacağı binbir renkten de vazgeçmek olmaz mı ertelemek?tamam,belki pollyanna olmak için gerekli hiçbir kritere sahip değilim,kendimi yırtsam olamam bi pollyanna ama elini vicdanı koyunca anlıyosun ki hiçbir şey düşündüğü gibi olmuyo insanın.bu da şimdi çok pesimist bişey oldu ya neyse(yürüyorum çelişki bahçelerindeeğğ tırırımmm).yani hayat hep bi şekilde başkasını takmayan bi organizma.hele insanları hiç takıcağını düşünmüyorum.öyle işte yani.

misal,bizim kızlarla geçen seneden beri planladığımız birtakım faaliyetler vardı,gidilecek yerler.erteleme işini öyle bi abarttık ki,şu an sorsan mesela neydi onlar diye hiçbiri bunu hatırlamayacak bi güruh yani.o derece bi erteleyiş ki,sen düşün gerisini.hani hatırlamamayı bi kenara koy,belki affedilebilir bi gerekçe.ama insan hiç mi düşünmez,ulan nerdeyse mezun olucaz,çoluğa çocuğa karışıcaz her birimiz.'ah be,gençken bizim gideceğimiz yerler vardı,yapılacaklar cart curt' diycez.benim korktuğum şey tam da bu.yoksa ondan sonrası tufan yaeğni.az biraz ben söylemesem,olm bak asır oldu noğoldu o iş demesem var ya beni bile tanımayacak bunlar.burdan selamlarımı yolluyorum onlara da hazır kulakları çınım çınım çınlarken an itibariyle.bi de şey diyolarmış,'bu ne la kulağım çınlıyo ne diyolar acabağğ' falan.elinin körünü diyorum,ne diycem hasta ettiniz beni burda.

öhömm(birtakım ses temizleme etkinlikleri).bu konuda yazılacak çizilecek sürüyle şey var.şey lafını çok kullandığım için de ayrıca bir özür borcum var.sori.kime mi?kara kediye.kara kedi nerde ağaca çıktı ağaç nerde balta kesti balta nerde suya düştü diye saçmalarmışım.belki ilerde ilham gelir,dank eder,jeton düşer çin'den gelip böylece yazarım devamını konunun.bak yine erteledik gördün mü.


4 Kasım 2010 Perşembe

ya sensizlik ölmekse*


''Bir zamanlar sen vardın ya ben böyle yok değildi
Düşünürdüm neyi mi?Hep seni odalarda
Kimdi bana benziyen baktığım aynalarda
Senden başkası mıydı o sessiz beklediğim
Bir zamanlar sen vardın ya ben böyle değildim
Kim bilir ağlamayı ölüp kendi kabrinde
Sensizliği bu türlü benim kadar kim bilir
Akşam karanlığında herkes gider o gelir
En sevdiğim çiçekler çürümüş ellerinde
Kim bilir ağlamayı ölüp kendi kabrinde
Ya sensizlik ölmekse her gün bir başka türlü
Ya bir şey olmamaksa sen olmak o yerlerde
Yaşamak nerde hani yaşamak gücü nerde
Bilinmez sensiz kalan yaşıyor mu ölü mü
Ya sensizlik ölmekse her gün bir başka türlü.''






*ölümünün 26.yılında büyük şair Ümit Yaşar Oğuzcan'ı şiirle anıyoruz.

29 Ekim 2010 Cuma

işsizim güçsüzüm sensizim


birlikte iş arayacaktık.daha doğrusu arayan bendim,çorbada senin de tuzun olacaktı işte.bencildim.bencilceydi sevmem de bu yüzden.seni düşünürken bile yanıma nasıl da yakışacağını yüzünün,düşünür dururdum.yüzün hüznümdü.yüzün umudum.yüzün tebessümümdü de.hala iş arıyorum.şimdi sensiz ama,şimdi nerede olduğunu bile bilmiyorum ki.zaten sen,hep yabancı hep uzak hep el gibi durmayı istedin.istedin ve yaptın da.şimdi,sanki hiç tanışmamış iki insan.birbirimizin yüzünü bir daha görmeyeceğiz.ve korkma,rüyana da gelmem,nasılsa benimkilerde görebiliyorum yüzünü.ikiletmeden sen beni,ikilemem yüzünü görmeyi ikilerim.boşverdim beni düşünüp düşünmediğini.düşünmediğini,düşünmeyeceğini de biliyorum çünkü.hem düşünsen neye yarar?bir daha tokalaşmayacağız bile.bana doğru yürüyüşünü izlemeyeceğim.benimki kıyının berisinde tek başına bir seyirdi yari.yar bildiğimse adı gibi derin bir yardı.uçurum.defalarca düştüm.aslında yorulmuyordum gibiydi.ama meğer insan aptallıklarının farkına da varabiliyor,bunu biliyordum da,unutmasa bile o kişi olmadığını iddie etme aptallığında bulunabiliyormuş.ayakkabılarını çıkarmış aklın kapısında,yalınayak gezerdim sen denen labirentte.akıl yok.fikir yok.aşk yok.yalnızca beğendiğim bir yüzün yaşamımda olmasını istemekti o.belki daha karmaşık bir adı var.bilmiyorum.hem yapacak bir dolu şey var.senin işin var,ben iş arıyorum.senden daha çok işim var.lütfen olmayan sinyal sesini beklemeden kapat telefonu,beni hiç aramayacağın.ve beni hiç aramayacağını biliyorum.hatrımı bile sormayan bir adamdın sen.merhabası bile olmayan.şimdi beni düşünebileceğini nasıl düşünebilirim?!

24 Ekim 2010 Pazar

film gibi yaşamamalı



ben hep geç kalırım
gideceğim yere
yapacağım şeylere
'olması gereken' olanı anlamaya.
yalancı bahar gibi
yağmurlu yaz günleri bir de...
hep aynı,
hep anlatır gibi benim halimi.
yazken kış
kışın yaz olurum da
hafızam yoktur
ellikere okusam da tutamam aklımda
sen iyisi mi boşver fasülyenin yararlarını
hangi meyve neye iyi geliyor diye sorgulamayı
bilmen gereken başka
bilmen gereken daha derinde,daha aşağıda.

yolun karşısına geçerken
romantik komedi filmlerindeki 'hayatının aşkını bulma anı' olmayacak
bunu bilmiyor muydun
ya da artık kimse
kitaplarını düşürmüyor yere
artık kitap taşımıyor kimse
varsa yoksa internet.
ki düşürsen de alan olmayacak
çünkü artık
yere düşürdüğün kitapları alacak erkek yok
sok bunu kafana
yap küpe,kulağına.
romantizm öldü çocuk
inanması zor olsa da.

20 Ekim 2010 Çarşamba

adı yok bunun


sen kendini kendinle ölçüyorsun.farkında bile değilsin.kendi ellerinle beni öldürüyorsun ama umrunda bile değil.kelimeler belki onların tümü sadece,ama kelimeler beni de öldürüyor,bilmiyorsun.

beni özlediğini içime bir kaya oturmuşçasına anlamış gibi özlemem seni,neye yorulur bilmem.evet özledim.alışkanlıktı belki yalnızca.inkar etme özlediğimi yine de.senin beni özlemekten yorulmansa yalnız seni ilgilendirir.çünkü sen beni 'abartmaktan' vazgeçtiğin gibi,bıraktım ben de olacak olanları kendi yollarına.dedikleri doğru,su yolunu hep buluyor,giden gidiyor olan oluyor ve günün birinde herkes birbirine yabancı oluyor.yalnızlaşıyoruz her dakika,her an biri daha çıkıyor hayatımızdan biz hiç bilmiyorken.sen istediğin kadar bana maletsen de yalnızlığı,dibine kadar yalnızsın sen de.

unutmuştum beklemeni beni,karşıdan gelirken duruşunu seyretmeyi,sigarayı içine çekişini hiç usanmadan ve gitgide daha sadakatle,adını hiç söylemeden ama nasıl hitap edeceğimi de bilemeyişimi,sonunda bulduğum kelimeyi hiç taşıyamayışını sana yakışmayışını,küskünlüklerini,kırılışlarını,kuruntularını,sabırsızlıklarını,anlayışsızlığını,durmadan bir çocuk gibi mızmızlanan beklentilerini...herşeyi,hepsini unuttuğumu sandığım bir anda,hayatta birçok şeyi planlayabileceğime aptalca itimat ediyorken bu kez ben hiç planlamıyorken gördüm seni 3 ay geçmişken.her yüzü senin yüzün görmeyi bırakmışken şimdi gördüğüm her yüzde sen.yüz verdim astarını isteme sen de.

hep erteledik birçok şeyi.sonra bunun için yazdık sonu '-tık' ile bile cümleleri.yarım birşey bu,eksik.belki de olması gereken buydu.buna karar verebileceğimize nasıl inanabiliyorsun.

dinlemeyi bırakmışken o şarkıyı,korkmadan açtım dinledim defalarca.dinlerken seni düşündüğüm zamanları görmezden gelmeye çalışarak.yine de inatçıydın.hep inatçıydın.ve yine ne yapıp edip girdin aklıma.ama artık kanayan bir yara yok.artık beklemen aramamı seni,kafamın içindeki karışıklık,dumanaltı düşlerim,şiirlerim,yürüdüğümüz yollar,iskeleler,anlamsızca insanların yüzlerine bakan kalabalıklar yok.artık,ne düşüneceğini bilmeden saçmalayışlarım yok.unut söylediğim herşeyi de.kimse eskiden olduğu kişi kalmaz,içinde bir kalabalık var ve her gün bir diğeri alıyor mikrofonu eline,her gün bir diğerinin sırası geliyor ve sırası biten çekip gidiyor.bu yüzden her gün bir başkası oluyoruz aslında.şizofren değiliz elbet,ama hayat,tıpkı bir nehir gibi aynı kalmamayı,aynı yerdeliksizliği,aynı kişi olarak yerimizde saymamayı buyuruyor.aynı nehirde istesen de yıkanamıyorsun,istediğin kadar diret.bu yüzden,hep bu yüzden,işte tam da bu yüzden,ne sen beni eski ben say,ne de ben aynı kaldığına inanırım.değiştik,ve şimdi,birbirini tanımayan iki yabancıyız.neden diye sorma,dedim ya her gün bir başkasıyız biz.ve o zaman kimdiysek,şimdi o 'ben' o 'sen'i biz bile tanımıyorken birbirimizi tanımamızı bekleme.ve saçmalıyorum şimdi,biz de yok.sen'in ben'in o'nun olmadığı yerde biz diye birşey olmaz.biz kalabalıktır,oysa sen yapayalnız ben yapayalnız.ama ben bıraktım beklemeyi.olmadı.istediklerini her zaman vermiyor ya hayat insana,zamanın sesini işitiyorum artık,sözünü dinliyorum.olması gerekeni belki en iyi o biliyor.bu yüzden.yalnızlığı da umursamıyorum artık bu yüzden.

sana yazmayı da bırakmıştım.inatçısın.hep inatçıydın.bunları yazıyorum işte.hiçbir zaman okumayacaksın belki de.

artık ne bir söz bekle benden ne bakmamı yüzüne.sen kendin kendince öldürmüşsün beni.ölüler konuşamaz,bilmiyor musun.



15 Ekim 2010 Cuma

yüksek topuklar üstünde(bir 1. dostluk yıldönümü yazısı)


Ekim 2009.Yağmurlu bi sabah.öncesindeki gün ya da günler güneşliydi de insanlar o gün de güneş olucak sanıp yanılıp,yağmurlu bi havada giyilmeyecek kıyafetler giymişlerdi,unuttum.aslında belki de yalnızca bendim öyle hazırlıksız,korunaksız ve yine şemsiyesiz.

İlk gün.ilk merhabalaşmalar,ilk tebessümler,tanışma faslı.o günü çok net canlandıramıyorum kafamda,hafıza denen şey yok zaten bende,bu yüzden.

Günler geçti.

Sonrası...sonra kaynadık,kaynaştık,ısındık ve artık sıcacıktık.

Bi sürü sabah eklendi birbirine.karşılıklı yemek yiyişlerimiz,kantin sohbetleri,çimlerde oturmalarımız,dertleşmelerimiz,alışverişlerimiz,diyeti boşvermelerimiz,esprilerimiz,diyete başlamalarımız,telefon konuşmalarımız zincirlendiler birbirlerine,kenetlendiler.

Gün oldu hocalara aldırmadık,girmeyiverdik derse,ne olucak yani dedik.ders ektik,dostluk biçtik!kar yağdı,hayal kurduk kayışdağına bakıp.dağdan tayt giymiş,ugg botları olan biri inermiş güya(o dönem sadece adı varolan birini düşünürdük bunu yaparken,üstelik erkekti).hayal bu ya.ne hainiz dimi ama.

Güneş geldi,yürüyelim dedik.gerek yok hantallıklara.topuklu ayakkabı giymediğimiz zamanlarda bile topuklular üstündeymişiz gibi hissediyorduk.işte dostluğun yüksekliği!Fotoğraflar,kahkahalar,dedikodular,tavsiyeler,anılar...ne kadar zaman ne kadar çabuk geçmiş.şimdi gözlerimizi açtık.tam 1 yıl!çocukça,delice,özgürce,sevgiyle ve çok güzel yazdığımız bi 1 sene.kısacık hayatlarımızda yer açtığımız,sayfa açtığımız,kucak açtığımız omuz omuza,yanyana bi 1 sene.hala birbirimize,dün tanışmışız gibi saçma sorular sorabiliyorsak birbirimize arada bir,aradaki erik gibi bi heyecan,çilek tadında macera,kiraz renginde bi sevgi ve çikolatadan tatlı bi dostluğun bizi hiç yalnız bırakmadığından.

Bununla kalmasın.kalmayacak da.o 1 de orada öyle tek başına durmayacak.sağ eliyle koca bi sıfırın elinden tuttuğu zamanlarımızın şerefine...hatta sonra 1 de gidecek,diğer sayılar tutacaklar elinden sağdaki sıfırın.gülümseyecekler sırasıyla yüzümüze bakarak.düşlerimiz,gülüşlerimiz hiç bitmesin.affolacaktır eylediğimiz sürç-i lisanlarımız da.aşk herşeyi affeder mi bilmem ama dostluk affeder.

Ve düşsek de kalkıcaz.

Biz matruşkalar gibiyiz.kendi içinde birbirini barındıran.birbirimize öyle benziyoruz ki.ve yıldızlar gibi,parlak neşeli ve genç!

Size güveniyorum ve sizi seviyorum Gizom ve Doll'um!





bu yazıyı okurken bunu dinleyin:
http://fizy.com/#s/1h60uv

6 Ekim 2010 Çarşamba

sarhoş muyum neyim ben aslında


nolucak şu benim 'düzensizliğini bi düzene koyamama' hallerim.dimyata pirince gidip de evdeki bulgurdan olacağımı bile bile bulgurdan vazgeçemeyişim.en olmadık zamanlarda spontanlık sınırlarında usul usul gezinmeyi,böylece beni deli etmeyi marifet bilen 'olmadık saçmalıklardan medet ummalarım'.ah ne büyük marifet!gecenin bi yarısı bi elimde bi şişe süt...şarapmışçasına edalarında içmek.belki de bünyem içten içe bi mesaj vermeye çalışıyo bana.sen diyo,artık içmeden sarhoşsun.ve içsen ne fayda!zaten herşey allak bullak.herşey,bi sarhoşun gözüne görünen dünya gibi karmakarışık.
6 ekime girmiş olmamızı saymazsak(çünkü ben bişeyi sayarken yaşanmamış günü yaşanmış saymam,doğrusu da bu bence yani ne bileyim)sigarayı bırakalı bugün 24 gün oldu.en azından bu konuda dikişi tutturduğumu görmek iki eliyle dudaklarını yayıp yüzüne samimiyetsiz bi tebessüm yapıştırıveren birinin gülüşündeki gönüllü yapmacıklık kadar anlamsız bi şekilde bakmama sebep oluyo sadece(torununu torbasını görmek isteyen bu cümleyi baştan okumasın gözünü seveyim).
tam olarak nerede durmayı istediğime karar verme çağlarım.neler yapmam gerektiği,nelerden artık gerçekten sıkılmam,istemli olarak bıkmam bırakmam gerektiği az biraz el aşinalığı olan birinin bulmacaları çözmesindeki asi hızda kurtuluyor fluluğundan.yine de fısıldamadan edemiyorum kendime bazen;madem bi sürü şey eski oluşundan başkalaşıyor,bişeyleri oluruna akışına bırakmak,suyun yolu bulmasına izin vermek gerekmez mi artık?yaş aldı başını gidiyo,kemale eriyo falan filan.tamam abartmamak lazım peki.ama yine de çok da çocuk değiliz,hala hepimiz birer çocuk olsak da,çok değil.
yeni hikayeler gördükçe,herhangi birinin bi yolda herhangi bişeyi başkalarının yapmadığı biçimde yapmasına tanık oldukça beynimin içinde yanıp sönen kırmızı sos lambası sesini yükseltiyor bu kez.öfkeleniyor.beni de kendime bi kez daha uzaktan bakmam için dürtüyo.ve tıpkı şimdi olduğu gibi,en düşünülmesi ve elbette en harekete geçilmesi gereken zamanlarda değil de gecenin 03:12'sinde dürtüyo yüzüne bomboş bakılasıca!
bu sene yapılacaklar listem kabarık gibi.blogu ilk açtığım günlerde yazdığım yazı veya yazılara sesleniyorum burdan,nolur o günleri mumla aramayayım.istemiyorum bunu.gerçekten.ne olursa olsun hiçbirşeyyapmamanındayanılmazhafifliği şeysi olmasın hayatımda.ben bundan çok sıkılıyorum.çünkü yapmam artık ciddi anlamda 'gereken' şeyler var.sonra bak uyuyamıyorum falan böyle gece yarılarına kadar,sonra saçmalayabildiğim gerçeği göz kırpıyo bana böyle sinsice karşıdan.hoş değil valla bak.
hah saat de olmuş 03:23!


26 Eylül 2010 Pazar

facebıktım


facebook gerçekten tuhaf bi yer.herhangi bi giriş ücreti,vize,izin belgesi,ehliyet,en önemlisi de para gerektirmiyo.dingonun ahırı lafını söyleyen kişinin gerçekten çok öngörü sahibi bi insan olduğuna,kesinlikle facebook'a şahit olduktan sonra o lafı söylediğine inanmaya başlıyorum günden güne.çünkü her türden insanın bir facebook hesabının olması bana tuhaf geliyo.tamam,'yalnızca belli bi grup insana özel olsun' diye bencil bi fikrim yok olmaz da.ama hayatında gerçekten bişey başaramamış ama bi facebook hesabına sahip olmakla kendini değerli görmeye başlamış olanlar(evet maalesef var böyle insanlar),facebook'u amiyane tabiriyle sadece 'karı kız bulmak' için araç olarak kullananlar,anlık hislerini iletisine yazanlar,bi yerinde navigasyon cihazı varmışcasına o an nerede olduğunu hatta ne yiyor olduğunu yazanlar,facebook'u abartmıyorum sadece ve sadece gerzek gruplar açıp insanları davet etmek için kullananlar(o kadar akla hayale sığmayan grup isimleri var ki,hangi birini yazsam diğeri darılır),ve şimdi aklıma gelmeyen diğerleri...biraz sakin!az geri durun,hatta bir adım bile atmayın yoksa facebook ölür!
canın sıkılır açarsın bi oyun,seksenbin tane oyun var.eyvallah.sonrasındaki 'aa zaman ne çabuk geçmiş,vıdı vıdı yapıcaktım(burda çamaşır sermek,ders çalışmak,dışarı çıkmak için hazırlanmak,yemek yapmak ve benzeri bilumum fiil olucak)' monoloğu adamı hayattan bezdirir.çamaşırlar makinada kendi kendine kurur,ders mers yalan olur,dışarı gidecektin ya hani geç kalırsın,yemek yapamaz aç kalırsın falan filan.
mesela baya araştırma için giren insanlar biliyorum.bilmemhangi şair ya da yazarın hayatını,şu kuruluşun bilgilerini,onu bunu merak edip de zamanlarını o şekilde geçiriyolar orda.belki bu tip sosyal iletişim ağları araştırmak,ders çalışmak,ya da benzeri amaçlara hizmet etsin diye icat edilmedi.mark zuckerberg'le röportaj yapmadım 'neden kurdun hacı?' diye.ki zaten bilen bilir,herif resmen ayrıldığı sevgilisini bulmak için kurmuş.hani böyle bi düşünceyle kurulmuş bi siteden çok da resmi ve ciddi şeyler beklemek elbette doğru olmaz.fakat mesela insanları bilinçlendirme görev ve sorumluluğunu taşıdığına inanan ve gönüllü olarak çalışan,hatta eylem bile yapan gruplar var.şahaneler.sosyal sorumluluk büyük iş.adam onun bunun gibi insanların siyasi ya da dini görüşlerine hakaret etme hakkını kendinde bulup da saçma gruplar açıp hakaretler yağdırabilirdi.ya da önüne gelen her bayanı ekleyip rahatsız edebilirdi diğerleri gibi.ama yapmıyo.gayet de insan gibi 'dünyayı tüketme başka dünya yok' tarzı mesajlarla uyuyan insanımızı uyandıramasa da bilinçlendirmek istiyor ellerinden öpülesiceler.'facebook şöyle facebook böyle' deyip bu tarz grupların ve işlerin yerinin orası olmadığını düşünen insanlar var.haklılar ya da değil.ama ayağına gelen fırsatı o şekilde değerlendirmenin de yanlış olduğunu düşünmüyorum.
öte yandan,apaçilerin icat ettikleri dansların videolarını yükledikleri(2010 resmen bunun senesi oldu yazık ki!),kekomançilerin gayet alakasız bi fotoğrafın altına 'filiz sevişelim mi' yazdıkları bi yer olmamalı facebook.önderleri ismail yk'nın yazdığı ve 'facebook facebook her gün aradım durdum,facebook facebook bu kızı orda buldum' gibi saygıdeğer sözlere sahip şarkısı hakkındaysa sessizliğimi koruyorum.
bi de iletiye 'mutlu','çok mutluyummm,çatlayınnn','huzurlu ve mutlu' yazma durumu var.ee?mutlusun,huzurlusun,tamam,kıskanıyosak şayet çatlayalım tamam da,eee?sonra nolucak?allah aşkına kalkın bi çay demleyin.
ilkokul arkadaşlarını bulmak,adını hatırladığın ama soyadını unuttuğun arkadaşlarını 'ortak arkadaşlar' sayesinde bulmak,doğumgününü bilmediğin arkadaşlarının doğumgünü olduğunu görüp kutlamak(burda insan resmen 'yırtıyo'!herhangi bi an konuşma arasında lafı geçmişken vs ona doğumgününü sormak ve günü geldiğinde kendin hatırlamak varken insan gibi,böylesine sanal ve duygusuz bişeyi yapıyoruz ne yazık ki),uzun zamandır haber alamadığın arkadaşlarının hayatında neler olup bittiğini görmek(bazılarının evlendiklerini görmek ve hayret etmek),falan filan bunlar iyi hoş güzel.uzun lafın kısası zaten bunlar da hayatının merkezinde olan şeyler olmadığından facebook'u da hayatının merkezine almak anlamsız ve yersiz.

25 Eylül 2010 Cumartesi

cinayet


gözlerimin önünde,kendi ellerinle beni paramparça ettin.damarlarımı kestin.kanım aktı.kalbim durdu.kalbimin kırıkları ayaklarının altındaydı ve sen hiç acı çekmeden tek solukla üfledin küllerimi.

şimdi oynadığın bu oyunda -ki en kötüsü bu bir oyun değil belki de,yapayalnız olduğundan habersiz yalpalıyorsun.senden uzak diyarlara sürüklüyorsun sana yazdığım şiirleri,seni düşündüğüm şarkıları,seni hatırlayıp ettiğim tebessümleri.beni.bilmiyorsun şimdi nerede ne haldeyim.ben ölmüşüm de nefes almamı bekler gibisin.

git.

belki ilk defa ama git.

benden ve seni içine koyduğum ulaşılmaz cennetinden.kapıyı kapatma ardından,sen giderken arkandan bakacak kadar sevdim seni.senin aptal arayışların,benim haklı nefretimle şimdi kirlense de.






ps.Derini çekiyorlarmışçasına sevmek neden sadece biz kadınlara mahsus!?

20 Eylül 2010 Pazartesi

söz veriyorum sözümden dönmeyeceğime


iyi günde kötü günde,hastalıkta ve sağlıkta,ölüm bizi ayırana dek pazar günlerinden nefret edicem.elimde değil,çocukluktan gelen bişey bu.ilkokula başladığım günlerde de böyleydim,üniversite çağında yine aynı tas aynı hamam.ben de istemez miyim nefret etmemeyi herhangi bir günden.ama olmuyor.denesem de,sevmeye çalışsam da okunmuş gibi sanki...birinin sırf pazar günlerini sevmeyeyim diye büyü yaptığına bile inanabilirim.bi de mesela uğurlu günü pazar olan insanları da hep merak etmişimdir.pazar gününün uğuru ne gözünü seveyim?kim kaybetmiş ki biz bulalım pazar günlerinin getireceği uğuru?!seveyim öyle uğuru afedersin de yani.
adı bile bana gayet de böyle iğrenç gelen birşeydir:PAZAR!ona dair herhangi birşey bana direkman negatif enerji yolluyo olduğu yerden.artık nasıl birşeyse,pazar günleri hiçbir şey yapmak gelmez içimden.öleyim daha iyi.valla.ve nedense herşey ama herşey de pazara sarkar.haftaiçi yattığın,umursamadığın tüm küçük işler çığ gibi her gün gittikçe büyüyüp gelip başına düşer her pazar.altında kalırsın.sonra gel de sev pazarı.her günün halk pazarı olur,ama bana 'pazar günlerinin pazarları' da her zaman itici,sıkıcı,ölüm gelmiştir.ne işkencedir bi pazar günü pazara gitmek.allahım allahım,bi çocukluğu pazar günlerini pazarda yemiş bi nesiliz bazılarımız.genelleme yapmak ne derece doğru bilemem ama,ilkokuldayken falan ne zaman pazara gitsem annemle,mutlaka bi arkadaşımı görürdüm.birbirine birbirini anlayan bakışlarla bakan iki ölü düşünün.hah aynen öyle.
gelelim günümüze.allahtan artık pazarları pazara gitme 'alışkanlığım' yok.hobiydi resmen bi ara küçükken.neler yapmaktan hoşlanırsın:pazara gitmek(ama özellikle pazar günü,yoksa darılırım bak).arkadaşlar arasında kekomançi gibi yaptığımız anketlerde şunda bunda,hoşlandığım şeyin pazarları pazara gitmek olduğunu yazmamış olmama tam da şu an seviniyorum.çünkü bu aralar bakıp okuyan varsa içlerinde -ki bu ihtimal dışından da uzak,yüzüme bakıp o cümleyi hatırlasalardı fena olurdu harbi.
pazar günleri bir de düğünler olur.ya da olurdu diyelim.artık herşey olduğu gibi bu gelenek de bi nevi bozuldu.perşembe günü evlenen insanlar var artık mesela ne güzel.sevinelim hadi.öhöhm..karikatür kahramanı gibi hissedersin kendini istemeye istemeye gideceğin düğünler için hazırlanırken.çekiştirilerek,boğularak giydirilen 'düğün kıyafetleri',ardından dayılar teyzeler kuzenlerle bi arabaya doluşup sıkış tıkış,adres sora sora düğün salonunu bulmaya çalışmak.düğün salonları!ah o düğün salonları!ömrümden ömür çalan bir diğer şey.her biri,abartmıyorum bi 10 senemi cebe indirmiştir.kaldı mı sana 30,cebe indirilen 10 seneyi ekle mhp'nin 40.yılı.yoo hayır,modaya uyup bu espriyi yaptığıma inanamıyorum.artık benim de bi 'mhp'nin 40. yılı esprim' var öyle mi?
anlıycağınız pazar günü ile ilgili anlatılacak çok şey var.şimdilik benden bu kadar.

18 Eylül 2010 Cumartesi

JOHNNY ALLEN ''JIMI'' HENDRIX




selam olsun Jimi sana.cennetten bakıyorsun bu tarafa.ve bizler de büyüyoruz şarkılarınla.huzur içinde uyu.

17 Eylül 2010 Cuma

sana benzeyen





3 gün önce sana benzeyen birini gördüm vapurda.yüzü hala aklımda.nasıl olmasın,tıpkı seni çıkaramıyorsam aklımdan,sana benzeyeni de mıhlanmış gibi 3 gündür aklımda.inatçı mı inatçı,masum bir yüz.inatçı,çünkü tıpkı senin gibi direniyor gitmemeye gözlerimin önünden.yanında bir genç kız vardı.aşikar,onun sen olduğuna artık itikat edecektim ki...yalnız olmadığını görünce nasıl da inkar edercesine başımı çevirdim.sen olamazdın.hayır kıskançlık değil bu.sen olsaydın...senin yanında...büsbütün ölmektir bu.kadınlık içgüdüsü değil,yalnızca ölmeye koyulmak.

nasıl da her şarkıya yakışıyor yüzün.yüz verince astarını istiyor,gitmiyor günlerce aklımdan.sonra zaman aşıyor kendini,zamanaşımı oluyor da,unutuyorum olmuyor.unutmuyorum.ucu bitmiş bir kalemi yeniden açmak gibi oluyor sadece.daha renkli,daha gerçek,daha var gibi.üstüne basa basa seni düşünüyorum sonra.altını çiziyorum varlığının,daha bir sen oluyor sana dair herşey.sonra bir gün,ansızın,hiç aklımda yokken bir yerde sana benzeyen birini görüp sana yeniden aşık oluyorum.

3 gün önce sana benzeyen birini gördüm vapurda.yüzü hala aklımda.sense çok uzaklarda.

14 Eylül 2010 Salı

iz-tanbul





istanbul.istanbulum.dönüp başa yeniden bağlandığım,hep sil baştan tutkuyla sarıldığım sevgilim,sütünden ağzım yansa da yine emziren dadım,yoğurdu üfleterek yedirmeyen üstelik.platonik belki aşk'ım,buna rağmen platonikliğimi yüzüme vurmayan,çapkın ama sadık.karışık ama dupduru.karamsarlaşır gibi çoğu defa,ama hep bembeyaz.izlerini tebessümle nakış nakış dokuyan en acılı ve acınası zamanlarda da.
yoksulu,zengini,aşığı,düşmanı,kardeşi,arkadaşı...herkesi ve herşeyi saran sarmalayan.kin tutmayan,pas tutmayan,narsistçe yalnız kendi tarafını tutmayan...şimdi ben,şimdi bunları yazışım,okyanusta bi damlanın içindeki herhangi birşey bile değilse bile...onunla bakışırım her saniye.yanıbaşımda.bazen şiir yazmaya lüzum yoktur aslında.şiirdir ta kendisi.günlüğe günceye de yoktur lüzum.herşeyi saklar o,herşeyi tutar kendinde.ve silinip gittiğini sansan da öyle bi gün öyle bi an öyle bi yerde çıkarır ki cebinden küçük sarı bi zarfta yaşadığın ama yazmadıklarını,söyleyecek söz yok.tıpkı şimdi gibi.

8 Eylül 2010 Çarşamba

ve mutlu son





3 ay tatil yapamadım.millet tatil fotoğraflarını facebook'a eklerken,ben yalnızca bi seyirciydim evet.ama sıra bende artık!ta kendisi!evet,belki yaz bitmiş olabilir,hatta eylülün ilk haftasını da hoop fırlattık geriye falan ama tatilin ne zaman nerede geleceği belli olmuyor.aşk gibi bişey.gelince tutamıyosun.her neyse.koca bi yaz tatil yapamamış olmamı bile unutturmaya,artık tüm o tatil yapamamışlığıma sövmelerime son vermeme yetti de arttı bile bi akşam yemekte bizimkiler konuşurlarken ışıl ışıl parlayan o kelime:TATİL!nasıl da açmışım demek,duyduğum an benim bi yüzümün aldığı ifade var.gözler fal taşı.tabi önce benim gidiceğim meşhuldu,hatta yoktu öyle bişey.ablamlar gidiyo,hadi bakalım sen de gel dediler küçük abime.ben akıllarından geçmiyorum tabi o sıralar.anacım bunlar halden anlamıyolar.bi demiyolar şu kızcağız koca bi yazı istanbulda geçirdi.neyse ki o an artık valide mi peder bey mi ortaya attı bu öneriyi bilemiyorum ama benim de götürülmem söylendi(hani çocuğu alır götürürsün ya attaya,aynen ona benzer bişey oldu lan,kendimden tiksindim,ama ne olursa olsun tatil candır,herşeyi boş geçiyorum) falan işte.hobaa benim antenler,uydu,radar madar herşey direk konuya yöneldi.gayet böyle kendi halinde çorbasını yudumlayan insan kişisi,oldu mu sana meraklı insan kişisi.ben tabi direk nereye gidilicek,ne zaman gidilicek,kim gidiyo,napıcaksınız orda...başlasın çeneyi düşürme faslı.o an tam olarak neler olup bitti,kim ne söyledi artık o anın heyecanından vs net değil kafamda.ama sonucu şu ki,tatile gidiyorum!
bavul(ne bavulu,orta boy bi çanta yetti,en nihayetinde 3 ay değil 3 gün tatil,peh!)hazır.3 gün müç gün ama ben yine de sanki 3 aya sığacak kadar anı toplayıp getiricekmişim gibi hissediyorum.yaz değil ama,hayatımın aşkını bulurmuşum bide.yok devenin nalı!kim kaybetmiş ki biz bulalım hem!neyse,öhöhmmm..
kendime otokontrol babında söylemlerim başladı bile.kendi başıma anne kesildim resmen!annemin yorulmasına hiiç gerek kalmadı.denizde çok kalma.güneş altında çok durma.denizden çıkınca üşütürsün çok kalma.yemene içmene dikkat et.zıkkımın kökü!ulan tatile gidiyoruz ama hala bi boğazından getirmeye çabalamalar,tadını doya doya çıkaramayacak oluşlar...valla kendi başının etini kendin yemek diye buna deniyomuş meğer.neyse neyse.ben tatile gidicem ya,benden sonrası tufan hacı.artık dönünce yazıcak çok şey bulmayı diliyorum.

30 Ağustos 2010 Pazartesi

İYİ Kİ DOĞDUN KRAL


epeydir neden gittin diye sormayı bıraktım.tek yapabildiğim özlemek.ve hala hergün katlanarak çoğalan sevginle büyüyorum.dün doğumgünündü.huzur içinde uyu Kral.

bir ben aranıyor

şehirlerarası araba yolculuğunda gibiyim.yorgunum.gözlerimi açtığımda başka bi şehirde olmayacağımı kim bilebilir?ya da konuşsam gerçekten,yalnızlığın yollarından fersah fersah ve gerisin geri döneceğim belki.çoğu zaman bulduklarım mutlu etmedi beni.aramaktan vazgeçtiğim an bi mucize olmuş gibi geri dönüşümsüz bi saadete ereceğim kim bilir.aptal senaryolar yazıp,akışına bırakır gibi yapıp ama aslında akışına bırakmayı bi türlü beceremeyip müdahale etme yetkisini kendimde illaki görmek,yapmam gerekenleri elimin tersiyle itip beni aslında bi adım ileri götürmemiş eylemlerle sonradan hep pişman kalarak yaşamımı resmen bi filmi izler gibi uzaktan izlemek artık kabak tadı veriyor.
böyle durumlarda bulunduğun yeri terkedip gitmek tek çare gibi bişeydir.tebdil-i mekanda ferahlık var olmasına da...benim yerime derslere girecek,o ferahlık olan mekanı bulucak,bilet ayarlayıp şappadanak bavul hazırlama işlemlerine girişecek biri lazım.tabi bi de gitmek için benim ikna olmam lazım.tabi böyle bi olasılığın imkansızın hudutlarını da aştığını kafama sokmam lazım.kısaca benim yerime 'yaşayacak' birini bulmak lazım!

28 Ağustos 2010 Cumartesi

gayet de gereksiz,sıkıcı bi konu valla,başlık da yok bu yüzden sanırım


sıkılmanın da kendi içinde çeşitleri olduğunu,sıkılmaktan sıkılabilineceğini deneyimledim bu yaz.evet.bi insan bile isteye ya da tamamen istemdışı bi şekilde sıkılmanın sıkıcılığından sıkılabiliyo.normal,çünkü sıkılmak zaten başlı başına 'matah' bişey diilki sıkılmayasın.haliyle ondan sıkılma durumunun da sıkıcı olması abes olmuyo.
sabahları uyanmak sıkıcı.yüzünü yıkamak sıkıcı.kahvaltı yapmak sıkıcı(hoş,ramazanda kahvaltı diye bişey olmadığından kahvaltının yerine bişey bulmak da sıkıcı).ne yapıcağını düşünmek ya da gününü neyle tüketeceğini aramak ve bulamamak sıkıcı.her gün aynı şeyleri yapmak sıkıcı.uyumak sıkıcı.depresyonda olmamayı diliyorum!ki eğer öyleyse de,tüm bu sıkılma eylemlerimin haklı olduklarını,bi gerekçeleri olduğunu öğrenmek iyi olurdu.zira yaşamının çoğunun sıkılmak,sıkılmaktan sıkılma durumundan ibaret olması her insana bi şekilde koyar.yazbaşından beri hiçbişeye isteğim yoktu.ne yapsam üstüme ölü toprağı serpilmişçesine zombi gibi dolanıp durdum.yaptığım hiçbişeyden zevk almadım.pişman olduğum kararlar,geri dönüp baktığımda aptallık tanımını bile taşıran eylemler,yapmadığım için hayıflandıklarım falan baya böyle bana el sallayarak uzaklara gittiler.kendimi aptal gibi hissettiğim bi yazdı.doluya koyduğumda almayan boşa koyduğumda dolmayan saçmasapan günlerin toplamıdır benim için 2010 yazı.hakkını yemeyelim,bu süre içinde kendi içimde yenilenmeler,değişicem diyip bu kez hakkaten değişmiş olmalar sevindirdi.yolda sana fazlalık olan ne varsa geride bırakmak gerektiğini anladım.bavulumuz taşıyo,bi açsak ve baksak görücez ki o kadar 'kullanılmaz,işe yaramaz şeyler' var ki o bavulda.bırak geride!vazgeçilmez gibi dursa da.içini açıp baktığında aslında kofmuş lan bu diyebileceğimiz birçok şeyi taşıyoruz beraberimizde.yol yeterince sıkıcı ve yorucuyken üstelik.bunu anladım.bi sürü yeni şarkı keşfettim,yeni kitaplar,yeni insanlar,yeni filmler,yeni müzisyenler,yeni şair ve yazarlar ve yeni bi sürü şey daha.yani tıpkı yaşamın kendisi gibi artıları da vardı.beni çoğu kez yarıyolda bıraksa da hayat,hiç beklemediğim bi anda korna çaldı ve evime bıraktı.karnım hep açtı ama bi anda kapı çaldı ve ellerinde poşetlerle geldi.berbat anlarda ilham perisini de aldı yanına çıkageldi bazı akşamüstleri,kahve yaptırdı bana ve üşenmedim bol köpüklü kahveler yaptım onlara,fal baktık birbirimize.gezerken avare avare arkadaşlarla,git şu mağazaya gir ve beğendiğin şeyi al dedi.ona giren çıkan yok tabi,para benim cepten çıktı ama mutlu oldum lan.sonuçta biz alışveriş yapınca mutlu oluyoruz.mutsuz gibi dururken böyle,eski fotoğraflara baktırdı,arkadaşlarımı özletti;koca yaz şöyle adamakıllı buluşamamış olsak da onlarla,okul bi açılsın tozu dumana katıcaz dedirtti.öfkeden deliye döndüğümde saçmalamamamı söyledi,şeytan doldururmuş,dolduruşuna gelme onun dedi sakinleştim.arada saçmaladığı da oldu tabi benim gibi.saatlerce bilgisayar başında durdum bi kalk ders çalış diye uyarmadı pis!neyse.yani aslında en umutsuz anlarda da umut vardı.yaz'ımın bunca sıkıcılığından dem vururken birden U dönüşü yapmışım gibi durabilir cümlelerim bu yazıda.ama doğaçlama yaşıyoruz.herşey doğaçlama.bu yazı da öyle oldu.

herşeye rağmen hiçbir şey sıkıcı bi yaz geçirdiğim gerçeğini değiştiremez.o diil de,okul da başlamak üzere lan.kayıtlar,ders seçimleri vs.off çok sıkılıcam yine!

25 Ağustos 2010 Çarşamba

adam olmak ya da olmamak


çirkin erkeklerin kendilerini asilzade soyundan zannedişleri,'bişeye benzeyenlerininse' tavanı aşıp geçen yüksek özgüvenleri ama dünyayı versen aslında bi b.k yapamayacak oluşları...laftalıkları.etiketlerinin oluşu yalnızca.lakin onun da bir saçmalıktan ve rüyadan ibaret oluşu.evet.onlar ki sonsuz uykudadırlar!uyandırsan uyanmıcaktırlar da.mühim olan 'erkek' olmak diil,'ADAM' olmak!yazık ki,kadınlar onları uyandırdıklarını yahut uyandırabileceklerini sanırlar,yanılırlar.keşke asıl biz uyanabilsek bu çocukça düşten.düşmemiz mi gerek anlayabilmemiz için?!düşersek halden anlayanımız bulunmaz oysa!
feminist olma yolunda kararlı ve istikrarlı adımlar atmam değil tüm bunlara sebep esasen.zira durumum bazen beni de düşündürmüyo diil.gülünç de.öhömmm..
keşkeler çok.'olmaz'ları yoksayıp da oluruna bırakmak,olur sanmak hep yanılttı zaten bizi,beni.
bi kere baştan,bi erkeği hayatının merkezi yapman,o olmazsa güneş bile doğmaz o istemezse yaprak düşmez zihniyetine şappadanak erişmen en en en büyük ve sonsuzca aptallık!hayatın da sensin merkezi de.hem bi kere yanılıyosun,onun doğrusu ''tanrı istemezse yaprak düşmezmiş,tanrı istemezse insan ölmezmiş''.yani sen daha baştan kaybettin!
onların öyle büyük ve erişilmez saygınlıkları vardır ki,bi kadını sevmek mi?!!şaka yapıyo olmalısın!hele aşk?!ne o?!nasıl bişey?behlül itinden gördük bi kere hacı,herşeyi geçtim kızcağızın mezarında bile sevdiğini söyleyemedi dangoz herif!acı olan,gerçek hayatta 'binlerce behlül vaarr!'.dostluklar da tamamen çıkar meselesidir onlarda.tamam hepsi öyle diildir belki.zaten genellemeleri ben de sevmezdim eskiden.gel gör ki şimdi,birçok şeyin yalnızca genellemelerden ibaret olduğu gerçeği ışıl ışıl parlıyo her yerde.sanki onlar 'gel beni genelle' der gibi yürüyolar sokakta,'ben bi büyük genellemeden ibaretim' der gibi bakıyolar insanların suratına,genelleme genelleme ve genelleme...tamamen onlar demek.
her şarkı onları anlatıyodur onlara sorsan.her şiir...her kitap..şu ve bu.ama içlerini açsan hiçbir şey bulamazsın.şimdi bu yazımı okuyup da bi sürü bi sürü erkek,adam,erkek adam yada adam erkek çileden çıkıcak,küplere binicek,küplerden inip yazarı yaftalıcak.umrumda mı dersen,'umrum ve onlar' çok ayrı dünyaların insanları dostum.küçümsemek mi,yapma etme gerçekleri söylemek ne zaman küçümsemek oldu ha?bilseydim daha fazla küçümserdim!
''erkeglerdeaağğnn nefreğğt ediyoruaamm'' diye dolaşan ama kendiyle çelişen,çünkü günlük gündelik aşk(!)lar yaşayan,erkeklerin peşinde pır dönen tipik ergen kızlarımız gibi düşünüyosam bu benim sorunum değil,senin algısızlığın olabilir ancak sayın çirkin ama özgüveni bol adam erkek kişisi.
velhasıl,bu ve benzeri mevzularda söylenecek çok söz,dil dökecek çok laf,anlatıcak ve anlatıcak çok durum var.ama onca emek,zaman,beyingücü,alınteri vs ve bu konu?ayriyeten söz bana düşer mi bilmem,ama işleyen demir pas tutmaz,bi de yaşadığımız hayat içerisinde senin,onun,şunların lafı varsa benim de söyleyeceklerim var!
özgüvenini de al git!

24 Ağustos 2010 Salı

siyah beyaz film gibi biraz


nasıl anlatsam..nerden başlasam...çok eskilere dayanıyo kökü bu hikayenin.hafızası olmayan biri olarak ilk tanıştığımız günü anlatabilmem imkansızın da ötesinde.ama zaten ilkokulda filan,sınıftaki akranlarınla nasıl tanışabilirsen öyle tanıştık.kaçıncı sınıftı bilmiyorum.şimdi filmi en başa sarıp hatırlamam güç.
bazen saçma,bazen inatla,kimi zaman kızarak birbirimize,çoğu kez makus talihimizin değişememiş olmasına çemkirerek,hep çocuk olarak ve hep çocuk kalarak ekledik yılları birbirine.nasıl bi yapıştırıcıysa kullandığımız,çok güçlüymüş.vardır bi 12-13 sene.bunca sene benim gibi birine katlanabilmek peygamber sabrı ister.onun gibi birine de.yenilik olunca sözkonusu,aklının kapılarına pencerelerine kocaman bi CLOSED yazısını asabiliyo o kimi zaman.bense aynı kalmak konusunda çoğu kez söz dinlemez laf anlamaz çekilmez biriyim.ama bu O'nun yeniliğe,değişime,gelişime tamamen kapalı biri olduğunu göstermez.bazen beni bile şaşırtacak denli radikal kararlar alma ustası olabiliyo,o ayrı.biraz da delilik gerekir.çünkü delinin üstesinden ancak bi başka deli gelebilir.zaten o da deli olmasaydı,yarın yapacağımız türlü tuhaflıkların planını yapıyor olmazdım şu an.yüz buluyorum ki deliriyorum ben de.
konuşulucak,çekiştiricek,gülücek,saçmalıcak şeyler bol bulunur bizde.konu sıkıntısı çekiceğimizi sanmıyorum.zaten biz hiç değişmedik!2008'de güldüğümüz espriye hatırlayınca güleriz bazen mesela.bu ve daha bi sürü şey daha...
söyleyecek çok şey var.ve anlatıcak.acaba yarın bizi neler bekliyo.selam olsun dost(kendini aşkıçağıranmorsaçlıküçükkız diye tanımlanmaya iten dost,evet selam istanbuldan sana geliyor,haydi bakalım)!

23 Ağustos 2010 Pazartesi

bırak kalas kalsın kalas!


neden hep en olmazını seçeriz bilmem.nedenini soracak olursan cevap da veremeyiz.kapasite meselesi diil,tarz meselesi hiç diil.tamamen bizim kapasitesizliğimiz,tarzsızlığımız.
Gün gelir devran döner,laf lafı açar,şu olur bu olur derken hayat,yine bi tokat gibi çarpar yüzümüze yüzümüze bu gerçeği.evet!biz doğru kararlar almayı beceremeyen yaratıklarız.her yemeğin içine illa ki sevgimizi katarız da iş karar vermeye gelince aklın çarşıda pazarda olması şaşırtıcı diil.çünkü biz faldan medet umarız.çünkü biz hala,kurbağaların öpünce prense dönüşeceğine inanırız.külkedisi olduğumuzu,çirkin betty gibi şansımızın birden yaver gideceğini kim söyledi hem bize!nasıl ikna olduk kolayca,hayatın filmlerdeki gibi romantik komedi tadı vereceğine.aslında hiç vermediğine inanmamakta diretirken,hiçbir güç bizi yıldıramazken,alıkoyamazken feriştahı gelse bu haklı mücadeleden!oysa direniyoruz hala inanmaya,gerçeklerin acılıklarıyla yüzleşmeye.madalyonun öteki yüzünü görmemekte diretiyoruz.
Ne zaman biraraya gelsek laf döner dolaşır ya da bazen kestirmeden aynı konuya gelir.nedir çektiğimiz 'doğru olanını' seçememekten!karpuz diil ki iki şaplakla üç beş tıklatmayla bilesin içindekini.ama yok,bizim radarlarımız var hacı.buna gün günden daha bi inanıyorum.böyle 5000 km uzağımızda da olsa bulup görüp seçiyoruz.en keleğini!mantık bu kadar basit ve net!sorgu yok.sual yok.eşle dostla fiskos yapmak hiç yok.çünkü her nedense bu kararı alırken bi bilene sormak adetten diildir!böyle bellemişizdir belleğimize.sonra herşey olur herşey biter ve biz yine farklı bi sonuç beklediğimiz için şaşakalırız.donakalırız.öleyazarız.bu mudur diye bulup da bunarız.komik belki ama,aynaya her gün başka birini göreceğini sanarak bakmak gibi bişey bu.''bu sefer başka bişey olucak,kesin başka biri bu''culuktur durumun herhangi bi tanısı.ama sen malını bilirsin,ayna da seni.gel de bunu kendine anlat.en metalci takılanımızı bile arabesk modlara sokup sokup çıkaran yine bu şeydir,yine bizim bu ''başka bişey olucak ihihi''ciliğimizdir.başka bi son olucak?!!zıkkımın kökü olucak!düşünün en entelim diye geçinenine bile cankan,yıldız tilbe,ibrahim tatlıses,ebru gündeş falan dinletebilecek bi durum bu.''yaee geçen longtable'dayım tağammaa,yok böle bişeeayy'' diyene ''bir teeakk dileğimm vağğrr mutlu ol yeteeğğğrr'' diye nağmeler söyletir.tanıyamazsın kendini.bu ben diilim lan desen de iş işten geçmiş,atı alan üsküdarı geçmiş,borun pazarı da geçmiştir.sad but true azizim.

ps.asırlardır değişmemiş,bi arpa boyu yol katetmemiş,değişmeye-evrilmeye-insanlaşmaya yanaşmamış bi mal varken ortada,malını tanıyıp efendi efendi oturman gerekir.ama yookk!ayıklasam pirincin taşını,belki güzel bi pilav çıkar diyosun hep sil baştan.zaten ne oluyosa,bi de bundan oluyo.kalası alıp yontmaya çalışıyosun!bırak kalas kalsın kalas!katranı kaynatsan olur mu şeker,cinsine sövdüğüm cinsine çeker!

20 Ağustos 2010 Cuma

bir bilinmeyen hakkında alelade zırvalayışlar


mutluluğa dair pek çok şey yazılır çizilir.kimse tam olarak bilmese de ne olduğunu.bilmediğin birşey hakkında iki kelam etmek evet saçma,evet aptalca ve evet tuhaf.biz insanlarsa neredeyse her gün saçmalıyor,aptal durumuna düşüyor ve tuhaflaşıyoruz.çünkü hala mutluluk denen şeyi sorgulayıp duruyoruz.bulunca çok anlayacakmışız gibi.bi odaya kapatılmış birer fareyiz aslında,bi dilim peynir veriliyor ve mutlu oluyoruz,ama aslında en önemlisi bunu mutluluk sanıyoruz.gökdelenler dikmişiz,plazalar,rezidanslar,iş kuleleri,şunlar ve bunlar.bi halta yarıyormuş gibi tüm bunlar,her gün aynı daire içinde koşturup duruyoruz,kendi terimizde boğuluyoruz.en kötüsü,kendimizi mutlu sanıyoruz.ya da belki sanmıyoruz,tüm bunların ucunda mutluluk var yalanına kanıyoruz.kana kana inanıyoruz.
mutluluğu gerçekten 'bulmuş' birine soracağım tek bi soru olurdu herhalde.buna neden bu kadar eminsin?hevesini kursağında bırakmak gibi bişey olurdu bu büyük ihtimalle o guru kılıklının.ya da büyük olasılıkla mutlu bi insan olduğundan,böyle herhangi birşeye kafa yormayacak,sorguya suale çekmeyecek denli olgunlaşmıştır ve kaale bile almaz sorumu.ama her neredeyse eli öpülesidir.şu hayat denen tuhaf çizgi film içerisinde hem rolünü kusursuz yada kusurlu yahut yarıkusurlu yerine getirip ve hem de mutlu olabilmeyi becerebildiği için.ve elbette bize bakıp bakıp sinsice gülebildiği için.''siz ölümlüler,ne de güzel oynuyorsunuz şu aptal rolleri,mutluluk yok orada bir yerde.siz sadece kendinizi kandırıyorsunuz'' diyebileceği için.haklı olacağı için her ne yaparsa bize,her ne söylerse.ama ne içtiyse aynısından istiyorum!
şimdi burada mutluluğa dair bi yazı yazabildiğim,yazmaya meylettiğim,yazmaya çabaladığım için kızıyorum da bir taraftan kendime.anlam da veremiyorum.bilmediğin birşey hakkında iki laf etmek saçma zira.ama dedim ya bir bilinmeyen hakkında alelade zırvalayışlar bunlar.amacım ahkam kesmek olamaz.
yarın veya öbürgün veya bi ay sonra,yine aynı şeyleri söylüyor olurdum.mutluluğu aslında hiçbirimizin tam anlamıyla bildiğini sanmıyorum.yaşadığını da.belki de bu böyle bi çizgifilm.sonunda herhangi birileri mutlu olmayacak.aslında ahkam kesmek,XL laflar geveleyip de birşey söyleyememek istemem.maaşını alan,evden işe işten eve düzenli bi memur kafasında değilim.herhangi bi para cart curt da verilmiyorken,oturduğum yerden lafımı söyleyip de gitmek de istemem.bu yüzdendir rahatça saçmalamalarım.her neyse.
ne dersem tatatatammm YETERSİZ BAKİYE!hadi mutluluğu anlatayım size,nasıldır sohbeti muhabbeti sesi rengi falan...KART BOŞ!yani biz günahkar birer ölümlüysek,hiçbir güç bize mutluluğu anlattıramaz,yaşayıp yaşamadığımız muallaktayken.
başından sonuna,yazının en başında içimden sinsice güldüğüm farenin kader arkadaşıyım şimdi.aynı yerde koşup duruyorum.ve hiçbir şey anlatmadım biliyorum.

bugün benimm doğumgünüm hem sarhoşum hem...şaka lan şaka


efendim doğmama 94 gün var an itibariyle.korkmayın canım tuhaf şeylerden bahsetmiycem.çok değil,en fazla 15-20 dakika önce öyle düşüncelere duygulara kapıldım ki.evet,daha 94 gün var doğumgünüme.ama sanki yarınmış gibi çocuklar kadar şenim.ama tabi bazen de hayalkırıklığıyla sonuçlanabiliyo elbette 'bugün'.doğduğun gün olm,milletin senin doğmanın şerefine havai fişekler patlatması,en coşkulu şarkılar eşliğinde sen doğmuşsun diye deliler gibi eğlenmesi dansetmesi lazım gibi anlamsız,saçma ve psikopatça fikirler içinde cebelleşirken bulabilirsin kendini.boru mu,sen doğmuşsun!ya da ben psikopatım,kim bilir.ama çok şey mi istiyorum azizim.doğmuşsunuz,evet belki 21-22-23 veya her neyse işte,onca sene önce olmuş bi olay.yıllar öncenin olayını şimdi niye kutlayalım ki yaaani? diyebilirsiniz.çemkirebilirsiniz de.ama lütfen bu negatif enerji yüklemesiyle obez olmuş tepkiyi bana diil,'doğumgünü şeysini' icat eden herife gösterin rica edicem.ne diyoduk.hani evet tamam,ben,bülent ecevit'in dsp'nin genel başkanlığına geldiği,kazı kazan oyununun piyasaya çıktığı,turgut özal'ın 8. cumhurbaşkanımız olduğu,dali'nin hakkın rahmetine kavuştuğu bi yılda doğmuşum.bi kere o kadar sene önce doğmuşsun be evlağğdım,hala yeniyetmeler gibi doğumgünü şeyindesin.hayat bu değill! deme olasılığınız olası.ya da doğumgünü candır,kutlanmalıdır,hep vardır ve olucaktır diyosunuzdur.çok çeşitli insanlar var hayatta,insanları ortak bi paydada buluşturamazsın.evet.zor yani.neyse.
94 gün sonra hangi duygularla uyanıp güne nasıl başlıcağım,şansıma tam da haftaiçine üstelik PAZARTESİNE denk geliceğinden günümün ne derece b.ktan geçebileceği(bkz.okul günü,pazartesi sendromu,''ben her pazartesi depresyona girerim'' felsefemin depreşmesi-),2+ gün öncesinde sırf insanlar o ekrandan öğrenip de sanki doğduğum günü biliyomuş gibi kendinden emin ve sahte duygularla kutlamasın diye facebook hesabımı dondurmak gibi düşünceler kafamdan geçse de bunu yapıp yapmıcağım meçhul ve muallak.en önemlisi nerde,ne şekilde,kimlerle kutlayacağıma dair en ufak bi fikrim yok.bi mucize olur da insanlar vahiy inmişcesine şappadanak bilirler doğumgünüm olduğunu,iltifatlar yağ çekmeler,espriler şakalar boy boy dizi dizi gelir ardı ardına,tanımadığım insanlar bile yolda çevirip çevirip 'iyi ki doğdun lan,heypi börtdeyy tu yuu,canımmm nice yıllaraağğğğ' gibisinden kutlarlar filan bilemem bunları.ama hayatta mucizelerin jetonu geçmiyo,akbili boş ve hep yaya.ve bu yüzden böyle bi ihtimal yürürlüğe giremeyeceğine göre,işimiz beklemek oluyo.mesela ergenlikten ilk gençlik yıllarına geçiş dönemimde mahalleden,okuldan,apartmandan falan arkadaşları toplayıp(kendi doğumgününü kendisi organize eden amele stayla)kutlardık.pastayı bile ben getirirdim nerdeyse lan o derece.ama artık büyüdük,büyüdünüz.diyeceğim şudur ki,şöyle değişiklik olsun,şaşırayım,bi bişey olsun da unutulmaz bi doğumgünüm olsun olm.burda böyle tuzum kuru,sırtım pek,karnım tok konuşup deli gibi hayallere dalıp beklentilerle kendi beynimin etini yesem de,loser bi doğumgünüm olsun istemem hiç.burdan yetkililere sesleniyorum,yapın bi güzellik sevindirin şu garibanı be hacı.
hem ayrıca,kimse beni ikna edemez doğumgünü denen şeyin pis,kötü,alçak,aşşağılık,böyle yaşasa da olur yaşamasa da olur türünden,varlığıyla yokluğu bir bişey olduğuna.kimse inandıramaz beni herhangi bi yerdeki herhangi bi insanın berbat bi doğumgünü geçirmek isteyebileceğine.bu da böyle bi yazı işte.

16 Ağustos 2010 Pazartesi

hep aynı terane


radiohead'in creep'ini dinleyip dinleyip,'sürüngen' gibi sürünerek,kendimizi mahvederek seviyoruz biz kadınlar.sebebini sorsan,herkes ayrı telden çalar.duygulu,herşeyi dibine kadar yaşayan iki ayaklılarız vesselam.en alelade mevzuda işin içine illa ki kalp denen gerizekalı,işe yaramaz,ne idüğü belirsiz zibidiyi katıyoruz.buna fitil oluyorum.evet ben de bi kadınım ve evet bu olayı ben de yapıyorum.ama muhalifim de son damlasına kadar.neden yani,neden bunu da biz yapıyoruz ki.sen 9 ay içinde bi canlı barındır büyüt,en son evreyi hani işin final stage'ini zaten söylemiyorum.bizi habire bilmemkaçıncı sınıf olarak gören,alaşağı eden herifleri o işkenceyi çekmeye çağırıyorum.kolaysa gel doğur ulan.sonra işin bi de her ay olan bi başka boyutu var.isim zikrederek şimdi bu vıcık vıcık sıcaklarda kimseyi yazıyı okuduğuna pişman etmek istemem.hayatta birçok şeyi biz kadınlar yapıyoruz ama lafa gelince dünyayı erkekler yönetiyo.hakikaten kebap!
aşık oluruz,belli etmeyiz bazen çünkü artık hani deneyimlemelerinden anlamışsındır ki karşındaki küçük bi çocuk.aşk'ı kaçmak ve kovalamak olarak algılıyo hala.ondan ibaret onun için bu işler.yazık ulan diyip yoluna da devam edemiyosun,bakınca için eriyo,öyle de bi piç.''ne zaman aşık olsam psikopata bağlarım,herife 'heyy ben burdayım' der gibi 7/24 kendimi hatırlatmak isterim,artık kusacak seviyeye getiririm ilgimle alakamla'' diyenlerdensen de o zaman işin binbir kat zor.neden?çünkü bu kez de senin artık bir 'kolay kız' etiketin oluyo.tırnaklarınla kazısan çıkmaz,tırnaklarınla kazıdığın emeğinle yapıştırılmasına sebep olduğun o etiket.evet,sen o etikete kendi dişinle tırnağınla sahip olmuşsundur.onca saçmalaman başka neye yarıyo ki hacı.selvi boylum al yazmalımda 'sevgi neydi sevgi emekti' denilip durulması da bundan bi nevi aslına bakarsan.filmdeki senaryoyu unut şimdi.sevince yukarda altını çizdiğim durumları hangi kadın yaşamıyo.istediği kadar inkar etsin,en az bi kere bile olsa yapmıştır hepsi.ve sonuç olarak o yaptıkların belli bi 'emek'le olmuyo mu,oluyo.yani şu meşhur 'sevgi neydi sevgi emekti' deyişi de bence burdan geliyo.
aşklarını arabesk yaşayan,dibe vuran sonu bulan modlara girip de bi daha çıkamayan utanmazlarız aslında biz.sonra ''neden böyle oldu,neden şöyle olmadı,şunu yapmasaydım şöyle olurdu da onu yapmasaydım onlar olmazdı,neden o gün bilmemneyi söyledim de sonra bimemne oldu..'' elinin körü oldu.bi kere aşkta mutlu olunmayacağını anlayarak kollarımızı sıvayıp bu kapıdan girmemiz gerekiyo en baştan.sonraysa zaten bu sorgulamaların da kendi içinde haklı ama uzun vadede aptalca olduğunu artık anlamamız.kadınlara bu konuda kendilerine çekidüzen vermeleri gerektiğini söylemek onları sadece daha da inat yapıp daha saçma şeyleri yapmaya iter.sonra erkekler de kuruldukları kaf dağının ardındaki zümrüt yakut yahut altın tahtlarında ''kaçmak kovalamak hehe'' diye kıs kıs gülsünler bize.yine kebap oh ne kebap!

15 Ağustos 2010 Pazar

senle ilgili şeyler bunlar


saçların bilmediğim bi masalı anlatır durur
güldüğünde inandığım buzdağları erir
bana bakıyorsun sandığımda fotoğraflarında
anlarım ki fotoğrafı çekendir o an kaale aldığın.
ne aptallık.
ama hala
tuhaf ama
çok iyi tanıdığım biri gibisin
kızacak olsam
hatıraları hatırlayıp vazgeçen biri gibiyim.
vazgeçemem oysa bakmaktan yüzüne
arabesk ya da değil bunlar
klişeleri de sevmesem dahi
biliyorum ki
hayatın kendisi klişenin önde gideni.
ama saydırsan hayata
saydırmayacak kadar aklı olduğunu gösterir sana
saydırmaz
parmağında oynatır.
spontane şiirler devrindeyiz dostum
herşeyden ilham araklamaya çabalama boşa.

hatırlamalı sevgiyle anmalı ümitlerle yarınları hoş tutmalı


neyi yazabilirsin ki laf dönmeden dolaşmadan direk gelince 90'lara.ve nasıl?zaten
80'lerin sonunda doğmuş birinden haddi hesabı olamayacak kadar iyi bi yazı yazmasını beklemek;izelin çeliğin ercanın adının artık asla birlikte anılmadığı,tarkanın metamorfoz geçirdiği,mustafa sandalın başının bağlanıp baba olduğu günümüzde yonca evcimik'in tivitine bandım şarkılarıyla dişi ismail yk haline bürünmesine şaşırmamak kadar saçmadır.yapılmaması farzdır.
gecenin bi vakti,1'e varmaya hazırlanırken saat,birden kalbim o yıllarda attı.hiç büyümedik ki biz.hala,tuhaf renkli ve haddinden bol tişörtler giyip aptalca dans ederek,şimdi dinlediğinde gülemeyeceğin kadar saçma ve anlamsız gelen o şarkıları söylüyoruz aslında.2000'ler denen uyuşturucu bizi her gün biraz daha saçma hayatlarda kaydırıyor.yerde muz kabukları falan da yok üstelik.kaygan olmayan bi zemin üstünde kaygan,yavan ve yavşak hayatlar yaşıyoruz.sakız gibi.tadı çabuk kaçıyo ve çoğu kez ertesi gün aynı şeyi yaşayacak olduğunu bilsen de,aynı sakızı milyonuncu kez çiğnemek için can atıyosun.ne de olsa reklamın gücü!günümüzde reklamın geldiği nokta yadsınamayacak kadar yukarda.kalite kimi zaman göreceli tabi ama nerde çokluk orda bokluk felsefesi çoğu kez reklam dünyasında da bağırarak kendini gösteriyo.evet ne diyodum,lafı reklam dünyasına getirmiycem elbette.
kim bilir hangi rüzgar esti,hangi dağda kurt öldü de bu gece 90'lar depreşti...her nereden esiyorsa ve estiriliyorsa o rüzgar,sağolsun varolsun.pek bi mesudum şimdi.



ps.daha başta dedim size dimi,80'lerin sonu 90'ların başı kuşağı çocukları olan benden senden bizden ne uzunlukta bi yazı çıkabileceğini.