bi şekilde üniversiteye kapak attık ama bu kez de 1,5 sene hazırlık. hala tam olarak üniversiteli sayılmadığıma inanıyordum çünkü hazırlığın liseden bi farkı yoktu. her an her saniye depresyona girdi girecek moddaydım ''neden fakülteli değilimm nedeğğnn'' diye evden okula okuldan eve bir an önce fakülteli olmak için can atıyordum. hiç tadını çıkarma filan yok. hatta burnumdan getirdim desem yeridir. hala o 1,5 senenin gerçek bir vakit kaybı olduğuna inancım değişmedi. neyse en azından getirdiği bir iki bişiy var. üniversiteye, artık bir üniversiteli olduğuma adapte olmamdaki katkısını da es geçmemek lazım. 1,5 sene alışma da biraz fazla uçuk oldu farkındayım ama inan bana bu bile yetmedi. fakültedeki ilk 2 senemde de benim bu meşhur ''alışma evrem'' hiç fırsatını kaçırmadan devam etti. dile kolay 4 sene alışmaya çalıştım sfdhjk.
gel zaman git zaman, 2. sınıfa kadar da bu kez fakülteli olduğumu anlayamadım. ne bileyim derse gidesim yok, bölümdekiler gruplaşmış, dersler teorik, boş işler peşine düştüm derken hiç iplemedim. geldim 3. sınıfa. mesela 3'de de çok ilginç bişi oldu. dersler artık pek teorik filan değil ama bende hala sebebini anlayamadığım bi mızmızlanma, bi huysuzluk, bi boşvermişlik almış başını gidiyor. derhal ipleri elime almanın ve ''aloovv noluyoruz?'' demenin vakti geldi de geçiyordu. başladım hafiften dersleri sevmeye. hayır bölümü seviyorum ama teoride kalırsan olmaz şekerim. neyse. hazırlık dahil, 4 sene 'inek' diye tabir ettiğimiz türün yanından bile geçememiş (ki kendimi bildim bileli o çok kasan tiplerden olmadım) biri olarak üniversite 3. sınıfta belki de ilk kez ciddi ciddi oturup vize final kastım. ekonomi filan alıyorum böyle bi havalar, bi jargonlar sdfgjk. 2. sınıf 3. sınıf derken bir de baktım son sınıfa gelmişim. ablam hep derdi hiç anlamıycaksın nasıl geçtiğini, gözünü bi açıcaksın ki bitmiş. hangimiz büyüklerimizin söylediklerini kulağımıza küpe yaptık ki? oysa bizden daha deneyimli olanların sözleri kirazdı ve onlardan çok güzel küpe yapabilirdik. olmadı.
dananın kuyruğu kopamadı gitti


her kriz anında, yine dananın kuyruğunun kopacağı o son anda ustaca bir manevrayla kriz yönetimi yapıp tüm metanetim ve sabrımla tek tek nakış gibi işleyip sonunda tamamladım ve 5 sene boyunca kahrımızı çeken okulun karşısındaki copy'ye teslim ettim ve ekledim ''bi sorun olmaz dimi?'' adamda da insaf yokmuş be. sakinleştireceğine ''valla bilemeyiz'' deyip geçiştirdi pislik. şunu diyebilirdi mesela ''hey adamım! sana yemin ederim bu benim en özendiğim iş olacak! en ufak bi problem görürsen kahrolası pislik 911'i ara ok?'' (bu arada 911 polisti dimi yanlış olmasın şimdi ambulans filan). böyle konuşmalıydı. çünkü ben emindim o lanet olasıca tezi ellerimle tutup gözlerimle görüp hocaya teslim etmeye giderken yolda önce gök taşı çarpıcak, usta bir manevrayla kurtulmuşken vızıttt diye bir ufo önüme çıkıp içinden Robert Downey Jr, James Franco ve Joseph Gordon-Levitt'e benzeyen uzaylılar inip beni kaçırmaya çalışcaklar ben tabi bunları gördüm ya bunların uzaylı olduklarından habersiz ''geell gelll'' diye işaret parmaklarıyla beni çağıran bu üç doğaüstü canlı karşısında hipnotize olmuşken bi anda aydınlanıp tam kaçacakken bu kez omzuma biri dokunucak dönüp baktığımda şlapp diye yüzüme tokat atan Tatar Ramazan'ı görüp ''Ben bu oyunu bozarıımm'' çığlıklarından firar etmek için koşarken gökten üç elma düşüp üçü de benim kafaya düşüp gözlerimle embesil gibi bakarak ''ay bana bişiler oluyeee'' diyerek bayılıcaktım. tüm bunlar olurken insanlığını kaybetmemiş bir insan evladı da çıkıp kurtarmayı akıl edemeyecekti. ben de böylece tez uğruna bi güzel kim vurduya gidicektim. düşün şuurum yerinde değil, çoktan işim bitmiş ama ben hala içimden ''ben bu hallere düşecek adam mıydım beh!'' diye derin bir ah çektikten sonra zılgıtlar eşliğinde yanık yanık türkü söylemeye başlıycaktım. ölümüm bile fantastiklikte son nokta olacaktı anlıycağın.

o gün bugündür, koskoca bir tez yazıp bitirip teslim etmiş olan bi ''uzaylıyım''. meleba ufo, meleba insanlık.