8 Temmuz 2014 Salı

Bir yolculuk ve yeniden baslama hikayesi 2


Büyülü sahil kasabasına filmlerdeki gibi bir ilk adım, huzurlu bir uyku ve ertesi sabah acayip huzurlu bir kahvaltının ardından giyinip evden çıktık. Gideceğimiz yeri duyunca nasıl heyecanlandığımı anlatamam. Çınarcık'ın o rüya gibi manzarasına karşı kulağımda ''Hayat benim, her anımı yaşadıkça sevesim var. Aldırmam hiç yağmurlara, benim güzel hatalarım var. Bir an bile vazgeçmedim kendi yolumdan'' diyen o güzel şarkı, içimde çocuksu bir heyecan, önümde benden biraz daha hızlı adımlarla yürüyen en yakın arkadaşım, arkasında ben hayallerde, yürüdük sahil boyunca. Benim her an durup fotoğraf çekme sevdam yolumuzu biraz uzattı tabi ama halimizden memnunduk hatta epey eğleniyorduk. 

Sonunda gelmiştik ve işte şimdi karşımda Çınarcık Pazarı. Allah'ımm nereye baksam rengarenk ve gerçekten gerçek sebze ve meyveler ve çiçekler. En güzeli ise istisnasız tüm pazar esnafının yüzünde, sanki hissettiklerimi anlıyormuşçasına tatlı bir tebessüm. Heyecanım ve sevincim her halimden o kadar belliydi ki, mantar alırken heyecandan parayı fazla vermişim. Ece dalmış tabi alışverişe ''Akşama ne pişirsek, salataya ne koyarız, dur limon almadım'' diyor ama ben duymuş gibi yapıyorum. Kiraz görünce birbirimize verip küpe yapmalar, gülümseyerek kayısının dutun tadına bakmalar.. Elbette koskoca ömrü hayatımda ilk kez pazar görmüyorum ama gerçekten çok ciddi söylüyorum, gittiğim en tatlı pazarlardandı. Alacağımızı aldık, akşama kendi ellerimizle ziyafet sofrası hazırlayacağımızın mutluluğu, yüzümüzde tebessüm, çarşıya doğru yürümeye başladık. 

''Seni buranın en güzel cafesine götürücem'' dedi Ece, tamam dedim gidelim bakalım. Elimizde torbalar, kulaklıklar düşüp duruyor arada, şapşal bir görüntümüz var ama umrumuzda değil. Neyse ki çok yürümedik, en fazla 10 dk. Ki ben dedim dolmuşa binmeyelim diye, ne gerek var şu manzarada yürümek varken. Ve sonunda geldik. Bahsettiği kadar varmış, cafe güzeldi. Tam caddede ve iskelenin hemen karşısında, karşıdaki güpgüzel denizi yemyeşil ağaçlarla çerçeveleyen bir manzara. İnce belli bardaklarımızda sıcacık çaylarımız, oyuncaklar kadar şirin muzlu rulolarımız, yerdeki torbalarda duran renkli renkli meyvelerimiz, caddeden geçen bisikletli çocuklar, akşamüstü mahmurluğuyla pazardan dönen şirin teyzeler, elele geçip giden sevgililer.. Hepsi sanki bir rüya ve her şey mutluluk dolu. En son ne zaman bu kadar naif şeylerin ortasında kaldığımı hatırlamıyorum. Güzel bir sohbet, çektiğimiz fotoğraflara bakmak ve günlük planımızı yapmanın ardından eve döndük.


Her insan bir hikayeymiş, hepsi birbirinden başka 

Geldiğimiz ilk andan beri yaşadığımız ilginç tesadüfler, tuhaf işaretler ve mucizelerden sonra akşam bizi neyin beklediğinden de habersizdik tabi. Eve geldik, nasıl yorgunuz. Kısa bir kestirmenin ardından hafif bir yaz yorgunluğu ama aynı zamanda hiç olmadığımız kadar dinç, yerimizden kalkıp yemeklere giriştik. Sağlık bombası ama hiç de sağlıklı yiyecekler kadar tatsız tuzsuz olmayan mis gibi yemeklerle donattığımız krallara layık bir sofra, tüm bunları biz mi yaptık diye inanamayarak bakan ve sonunda kendine gelip oturunca masada yemeklerle bakışan biz, şimdi bunları nasıl yemeğe kıyacağız diyen bakışlar.. Ama sonunda yedik tabi. Dünya'nın en meşhur restoranının sahip olamayacağı kadar değerli bir sofra ve eşsiz bir manzara, Dünya'nın en mutlu insanı bendim tabii ki!

Şimdi böyle güzel bir akşam yemeğinin üstüne şöyle bol köpüklü bir Türk kahvesi ne iyi gider dedik, hemen yaptım geldim. Açtım telefonumdan da şöyle en güzel şarkıları, keyfimiz yerinde. Tam şarkıya eşlik ediyoruz böyle tam da İngiliz aksanı filan bile yapıyoruz, yukarıdan bir ses geliyor. Ne olduğunu anlamak için müziği kıstım, aman Tanrım o nasıl bir ses! Tok ve yaşanmışlık dolu bir ses ve Türk Sanat Musikisi söylüyor. Hem de en sevdiğim şarkı. ''Dilimi bağlasalar anmasam hiç adını, gözümü dağlasalar görmesem hiç yüzünü, elimi bağlasalar tutmasam ellerini.. Silemezler gönlümden, ne aşkını ne seni..'' Her akşam, Dünya'nın başka hiç bir yerindeki sofralarda oturmak istemeyeceğiniz güzellikte sofrasını kurup, şarkılarını söyleyen komşu hanımmış, Tijen Hanım. Onunla tanışmak isterdim dediğimin saniyesinde ''Ecee'' diye biri çağırdı, Ece'yle kafamızı kaldırdık. 

- Hoşgeldiniz kızım, nasılsınız? 
- Hoşbulduk Tijen Abla. Siz nasılsınız?
- İyiyim ben de. Şimdi siz yoldan geldiniz yemeğiniz yoktur, hadi çıkın bak sofra hazır, kokusu da gelmiştir şimdi.

Yeni taşınmışlar, Ece de yeni tanışmış kendisiyle, bi uğrayalım mı dedi, seve seve dedim. Yeni insanlar tanımak yeni hikayeler tanımak demektir dedim ve çıktık. 

Gerçek olamayacak güzellikte rengarenk çiçeklerle dolu bir teras, çok güzel bir sofra, ışıl ışıl mumlar, fonda da Müzeyyen Abla, gel de bu sofraya oturma. Laf lafı açtı, yemeğimizi yemişiz karnımız tok ama ucundan da olsa tüm yemeklerden ve mezelerden birer lokma aldık. Maksat yemek değil zaten, o sofranın keyfi bir başka.

Hani bazen biriyle tanışırsınız ama sanki çok uzun zamandır tanıyormuşsunuz gibi olursunuz ya, Tijen Abla ile tanıştığımda hissettiğim şey tam olarak buydu. Kendinden bahsetti, hayatından. Film gibiydi anlattığı her şey, hatta gerçek olduğuna inanamıyordum. Yalnız kendinden bahsetmedi tabii, o kadar güzel öğütler ve hayat dersleri aldım ki.. O anlatırken tüylerim diken diken oldu ve belki de böylesine hayatı dolu dolu yaşamış birinin anlattıkları beni çok etkilemiş olacak ki gözlerim doldu. Beni öyle duygulanmış görünce yerinden kalkıp bana sarıldı ama nasıl içten. Başımı okşadı ve belki de hayatım boyunca unutamayacağım o sözleri söyledi ''Sen çok güzel yürekli bir kızsın ve her şey çok güzel olacak güzel kızım''. Gerçek olamaz bunlar, yoo hayır ben şu an kesin rüyadayım dedim içimden. Hayatımın en derin akşamlarından biriydi. Çınarcık'a adım attığımda hissettiğim o tuhaf silkelenmenin sebebi buymuş meğer. Buraya gelip yeni insanlar ve yeni hikayeler görüp tokat yemiş gibi silkelenmem, büyümem, hayatı tanımam ve anlamam içinmiş hepsi. 

Saatin nasıl geçtiğini anlamamışız ama gece yarısını çoktan geçmiş. Nasılsa dışarıda değiliz hemen üst komşu zaten dedik ama artık kalkma vaktiydi. Tekrar sarıldı bana. Beni anlatırken benim bile bilmediğim şeyleri söyleyen bu kadını tanıdığım için mutluydum. ''Yarın öğleden sonra kahveye bekliyoruz'' dedik ve eve indik.

Koca bir hayat hikayesini dinlemek güzel olduğu kadar yormuştu da. Yatağa uzandığım gibi uyumuşum.



Devam edecek..

2 yorum:

  1. Icim biraz ferahladi. Cok güzel yaziyorsun ve ne güzel günler yasiyorsun. Degerini bilmeli. Birde yorum birakirken su robot olmadiginizi kanitlayin, sifreyi girin bölümü gelmese cok güzel olacak :))

    YanıtlaSil
  2. Ne mutlu ferahlatabildiysem, ben de ferahlarım işte o zaman :) Güzel günler var aslında, varmış, ben de yeni fark ediyorum ve şükrederek içime çekiyorum.

    YanıtlaSil