14 Temmuz 2012 Cumartesi

Reklamcıinsankişisi Çaylaklar Kampı'nda - 2

ilk günler, hatta ilk hafta bildiğin alışma evresi oldu. fikir bulmak filan hak getire. 5 farklı insan, üstelik bunların hepsi çaylak, her biri ortaya bişi atıyor, hepsi de gayet kıromatik şeyler ama onları öyle bi inanarak anlatıyo ki sanırsın yarın Cannes Lions'da bütün ödülleri yutup gelcek. inanmak güzel şey ama yaa(bunu diyorum ama o ilk haftayı gel de bana sor).

ilk gün mentorumuzun yerine gelen geçici mentorumuzla tanıştık, konuşurken gözüm durmadan biraz ötemde oturan O'na gidiyordu. mentor gidip ekip dağılınca beni tutan bişi olmadığına göre yanına gitmeliydim. cesaretimi toplayıp ilk adımı attım ve ona doğru yürüdüm. bu adımın hayatımdaki en önemli adımlarından biri olduğunu biliyordum.

gülümseyerek kendimi tanıtıp yanına oturdum. daha önceden defalarca twitter'da konuştuğumuz için, hatta daha önceki gece konuştuğumuz için hemen hatırladı. birkaç dakika orada oturup şu an neler yaptığını anlattı, ben tabi hayran hayran dinliyorum, beni sordu napıyorum diye. sonra dedi ki gel bir yerlere gidelim konuşalım. oha bu süperdi! peki dedim kalktık yürüyoruz.

yol boyunca nasıl heyecanlı olduğumu anlatamam. o yanımda yürürken benim yürümem imkansız! çünkü harbiden o kısacık yol, oldu sana Sırat Köprüsü. yürümekten çok hayatımın muhasebesini yaptım resmen. ''olm resmen şu an onunla yürüyosun, düşünsene fifuvv!!'' diyorum, ''allam kalbim yerinden çıkacak, enemm yüzüm yanıyo heyecandan, yok lan hava sıcak ya ondandır, deli misin tabi ki onun yanında olduğun için ateş bastı şu an'' şeklinde monologlarım iç hesaplaşmalarımla yüzleşirken bi yandan da bana sorduğu sorulara cevap vermeye çalışıyorum. koskoca O'nun yanında bildiğin çaylak bi tip düşün, elimi ayağımı nereye koyacağımı bilmiyorum, amele amele yanında yürüyorum böyle. neyse sonunda bir yer bulduk, geçtik içeri oturduk.


bazen birilerinin bazı şeyleri sana hatırlatması gerekir 

karşısına geçtim oturdum başladı sormaya ''ee neler yapıyorsun anlat''. şimdi bu soruya nasıl bi cevap verebilirim diye saniyeden de kısa süren düşüncelerden sonra başladım anlatmaya. aldığım cevap bugüne kadar duyduğum en güzel şeylerdendi. ''kendinle gurur duymalısın!''

ne, nasıl yani, ciddi misiniz diye afalladım. başladı anlatmaya, ama yorumlarıyla. sen bunu yapmışsın, bu kimsenin yapamayacağı birşey, kendinle gurur duy derken hayran hayran dinliyorum. anlattığı şey benim hayatım değil lan dedim bi ara, kendime yabancılaştım hikaye gibi dinlemeye başladım. ama hakikaten öyle acayip tatlı şeyler söyledi ki nasssıl duygulandım. baktım benim gözler çoktan dolmuş. bide kainatın en sulu zırtlak tipi olduğumdan, saniyeler sonra pıt pıt yaşlar düştü bildiğin. ben ağlarken şaşırdı neden ağlıyorsun dedi, duygulandım dedim, verdiği cevaba bak şimdi ''ama bunlar iltifat filan değil ki olan şeyler bunlar, kendinle cidden gurur duymalısın. sen başarmışsın!''. bunu duydum daha da duygulandım, ateşe körükle gitti bildiğin. defalarca kendimle gurur duymam gerektiğini söyledi ya, az da olsa bi gururlandım kendimle. O'nun gibi birinden hatta direk O'ndan böyle şeyler duymanın şanslı güzelliğiyle hayatımın en güzel günlerinden birini yaşıyordum.

sonra konu onun hayatına geldi, anlattıkça anlattı, kahkahalar attık, harika bi reklamcı olduğu için ben de daha minik bi çaylak olduğum için reklamcılıktan konuştuk ettik. ordan çıkınca ders verdiği reklam okuluna gidecekti. dedi ''sen de gelsene''. İstiklal'de, yemek yediğimiz restorandan çıkıp yürürken, Orhan Pamuk'un Masumiyet Müzesi'nde dediği gibi ''midemde öğle yemeği, ensemde güneş, aklımda aşk, ruhumda telaş ve kalbimde de bir sızı vardı.''

okulun binasını gösterdi, yukarı çıkmadan okulun altındaki sıtarbaks'a girip ona kahvesini aldım, lavabodan çıkıp karşıdan bana doğru gelirken hala heyecanlıydım. elimde kahvesi, karşıdan gülümseyerek bana doğru geliyor, o sahne en kral filmde yoktu buna emindim. kahvelerimizi alıp yukarı çıktık. hiç tanımadığım öğrencilerine beni tanıtıp derse başladı.

Simpsons'taki olayın aynısını yaşıyordum. bi gün Lisa'nın okuluna yedek öğretmen gelir, bu adam öğrencilerini motive eden iyi biridir. Lisa'ya bi gün büyük bi müzisyen olacağını söyler. Lisa'nın dünyada ondan başkasına ihtiyacı yoktur, ona aşık olmuştur. onu çaya davet etmek için okula gittiğinda bir de bakar ki öğretmeni gitmiş, eski öğretmen geri gelmiştir. Lisa, yedek öğretmenin nerede olduğunu sorduğunda tren istasyonunda olduğunu söylerler. ve tren istasyonunda o hayvanlar gibi ağlatan diyalog başlar:

Lisa: Mr Bergstrom gidemezsiniz. Siz bugüne kadar bize gelmiş en iyi öğretmensiniz.
Mr Bergstrom: Yedek öğretmenlerin hayatı böyledir işte. O bir hilekardır. Bugün beden eğitimi için şort giyer. Yarın Fransızca konuşur ya da testere kullanmayı biliyormuş gibi yapar. Tanrı bilir başka neler...
Lisa: ... sizi çok özleyeceğim.
Mr Bergstrom(cebinden bir kağıt çıkarır bir şeyler yazar ve Lisa'ya uzatır): Al bunu, kendini yalnız hissettiğinde, güvenebileceğin kimsen olmadığını düşündüğünde bilmen gereken tek şey budur.
Lisa: Demek buraya kadarmış. Sakıncası yoksa sizi hayatımdan söküp çıkaran trenin yanından koşmak istiyorum.
Lisa gözyaşları içinde notu okur: Sen Lisa Simpson'sın.

tıpkı Lisa gibi ben de öyle bi notla hayatımın en güzel derslerinden birini almıştım. Lisa kadar şanslıydım ve eve dönerken içimden milyonlarca kez şükrettim. iyi ki varsınız İlkay Yıldız, bana kendimi hatırlattınız, iyi ki hayatımdasınız.

4 yorum:

  1. mutluluğunu ve başarını kutlarımm:)

    YanıtlaSil
  2. senin adına çok sevindim. Bir şeyleri başarıyor olmak adına fazla pır pır yüreklerimiz. İlkay Yıldız'ı blogundan takip ediyorum ben ve her yazısında nasılda içten... Her şey istediğin gibi olsun müstakbel meslektaşım :)

    YanıtlaSil
  3. çok sağol tatlım bil mukabele (:

    YanıtlaSil